Pazartesi, Kasım 03, 2008

OYNATMAYA AZ KALDI SPONSORUM NEREDE!

Lütfen dikkat! Bu yazı sinema filmi çekmeye çalışan bir garip yönetmenin yaşadığı zorlukları anlatmaktadır... Film dedim de, geçen gece Bursa'nın yerel kanallarından birinde Tim Robbins ile Morgan Freeman'ın başrolünü paylaştığı 1994 yapımı unutulmaz Esaretin Bedeli (The Shawshank Redemption) filmini bir kez daha izledim. Tam bir baş yapıt!


Filmin bir sahnesinde Robbins'in canlandırdığı karısını öldürmekten hükümlü Andy Dufresne karakteri yediği onca cezaya rağmen 'umuttan' söz eder. Freeman'ın canlandırdığı diğer karakter Ellis Redding de cinayetten hükümlüdür ve aldığı ceza nedeniyle daha karamsardır; "Umut tehlikeli bir şeydir" diye karşılık verir, "Umut bir insanı delirtebilir" der.
Umut hep olmalı fakat delirtmemelidir...
Benim de bir umudum var. Bu ülkede sinema yapabilme, uzun metraj film çekebilme umudu!
Film çekmek de bir şey mi?
Bu ülkede yaşamak, var olmak zorken...
Oysa sade bir vatandaş olmak da zor, hele hasta olmak, öğrenci, öğretmen, zordur anne olmak, baba olmak...
İdealist olmak aptallıktır bu ülkede...
Sanat yapmak, sinema üretmek zor ötesidir...
Sinema bizim neyimize ki, "otur oturduğun yerde" olmak varken...
***
Bu ülkede kolaylıklar da vardır da yetenek ister;
her devrin adamı olmak kolaydır mesela...
Dayılardan, emmilerden yararlanmak, 'hamili kart yakinimdir' diyebilmek, el etek öpmek, yalamak, yalanmak özel maharet, geniş ve esnek bir surat ister.
Sponsorluk yasasına rağmen destek bulmak, kaynak yaratmak zorluklar zincirinin en sert halkasıdır!
***
Bir buçuk iki yıldır çekebilmek için kaynak aradığım uzun metraj sinema filmim için çalmadığım kapı, girmediğim delik, çıkmadığım makam, denemediğim yöntem kalmadı.
"Ya para, ya ruh tercihinde parayı seçenler, ruhsuz kalıyor. Parası olanın ruhu da olmuyor" desem çok mu haksızlık etmiş olurum?
Elbette kolay değil para kazanmak, hele gani gani para ve mülk edinmek türlü hüner gerektirir!
***
Emre Altuğ'un başrolünü (gerekli kaynak bulunursa) oynayacağı uzun metraj sinema filmimize finansı yaratmak için önce Bursa koşullarını zorladık, olmadı.
Zira filmimizin konusu Bursa'da geçmekte ve daha önce Türk sinemasında işlenmemiş sosyolojik bir temayı irdelemekte.
"Futbol taraftarı olma psikolojisi" üzerine bir çalışma olacak(tı)
Evet, belki de 'Esaretin Bedeli' gibi bir şaheser filmi çıkmayacak, ama özgün (ve kült) olabilmesi için birçok özellik içermekte
Bursalı, kimi de Bursaspor'da yöneticilik yapmış en baba iş adamlarının kapsını tıkırdattım önce...
İki buçuk milyonluk Bursa'nın havasından, suyundan, emeğinden, etinden ve sütünden(!) yararlanan, Bursaspor'un adını kullanarak çevre edinen, kendilerine vitrin yapan, piyasa yaratan bu aga beylerimiz, iş sanata, kentin ve güzide takımlarının ulusal ya da uluslararası tanıtımına vesile olacak bir sinema projesine gelince "hayır" demekten yüksünmediler...
"Hayır... Biz ticaretle ilgileniriz, sinemadan falan anlamayız!"
"Hayır... Bursa'dan da Bursaspor'dan da, taraftarından da bir halt olmaz, filmi de olmaz... G.Saray, F.Bahçe ve Beşiktaş olsa belki..."
Bunları diyenler, Bursalı iş adamları, Bursa ve Bursaspor ile bir yerlere gelmiş ağır ağabeyler!
***
Bursa'dan zırnık koklatılmayınca bu kez ağalarımı İstanbul'un sanata, spora ve bir takım sinema projelerine destek olmuş hiper markalarının sularına gerdim(!)
Kimler yok ki...
Efes Pilsen...
Vole (Tuborg)...
Vodafone...
Turkcell...
Fortis...
İddaa...
"Bu Bursa projesi destek olamayız" yanıtını verdiler.
İstanbul Cumhuriyeti, pardon Türkiye Cumhuriyeti dışında, antartikaya sınır sanki Bursa...
Öyle ya Bursa'nın sahip çıkmadığı bir projeden onlara ne!
***
Hepsi bir yana da...
En çok gücüme giden Turkcell'in yanıtı oldu.
Yaklaşık 12 yıldır sıkı bir Turkcell abonesiydim...
Yukarıda adı geçen birçok marka projeyi inceledikten sonra kibarca, "hayır" yanıtını verdi...
Turkcell ise projeyi inceleme gereği bile duymadı.
Sadece ufak bir yanıt verdi: "İlgilenmiyoruz..."
-İyi de Süper Lig'e sponsorluğunuz, futbol ve taraftarlık üzerine yürüttüğünüz kampanyalarla örtüşen bir proje bizimkisi; dosyamızı inceleseydiniz, tretman ya da sinopsisine bir göz atsaydınız!
-Hayır! İlgilenmiyoruz!
- Böyle davranmanız 12 yıllık Türksel kullanıcısını çok rencide etti...
Ailemde herkes Türksel kullanıyor. Bu sizin için bir şey ifade etmiyor mu?
-!
-Hay Allah, size onca yıldır yaptığım ödemeleri bir kenara ayırsaydım belki de sponsora ihtiyacım kalmayacaktı ya neyse(!) Gerçi 30 küsur milyon aboneniz var, 10 kişilik bir eksilme sizin için bir şey ifade etmeyebilir. Lakin yakında numara taşıma ve başka GSM operatörüne geçme hakkımızın yürürlüğe gireceğini anımsatıyor saygılarımı sunuyorum...
***
Saygılarımı sunmakla kaldım...
Olsun zaten saygıda kusur etmemek lazım(!)
Mailleştiğim Türksel yöneticisi bayanın işgüzarlığıydı belki bana verilen yanıt; fakat çok üzülmüştüm. Elimde olsa hemen Türksel aboneliğimi iptal edebilirdim de numaramı kaybetmek istemiyordum. Dile kolay 12 yıllık bir sahiplenme söz konusu.
Ama şimdi numara taşıma ve başka GSM operatörüne geçme hakkı (Türksel'e rağmen) uygulanmaya başlayacak. Bekliyorum, ilk işim Türksel'den kurtulmak olacak. Az kaldı, 30 milyonda 1+9 eksik devede pire kaşıntısı, sivrisinek vızıltısı olsa da bu alışkanlık yapabilir, kendilerini kazıklanmış hisseden aboneler soluğu diğer operatörlerde alırsa kimse şaşırmasın!
***
İşte böyle; filmimi çekebilecek, finans sağlayacak birilerini bulamadım. Ha, bu arada başvurduğum Kültür Bakanlığı'ndan da destek alamadığımı anımsatmak isterim. (Başvurduğum yıl en baba yönetmen ve yapımcılar bile destek alamadı ya neyse)
Esaretin Bedeli filminin sonunda Andy, Redding' şöyle seslenir:
"umut iyi bir şeydir... belki de en iyisi"
Gerçekten de umut iyi bir şeydir de bu ülke de umutlar hep ıslaktır, lakin suya düşmeye mahkûmdur. Siz sudan çıkarır, asar kurtur gene cebinze koyup beklemeye başlarsınız, nafile... Bir bakarsınız bir anayasa kitapçığı fırlamıştır başbakanın tepesine ve allak bullak olmuştur yeni kuruttuğunuz umutlar... Bir de bakmışsınız dibinizde savaş çıkmış, ne umut kalmış ortada ne de simit(!), deprem girmiştir araya, derken e-muhtıralar, Ergenekon diye bir garip yapılanma çıkmıştır bir yerlerden, muhalefetle-iktidar çatışırken umutlar erir mum gibi...
Ve hükümetle medya patronları arasındaki didişme son damla umudu da tüketir...
Yine de bir zerre umut kalır ve "yarın kim bilir ne olacak da, umutlarımızı yeşertecek tek unsur olan istikrarı tüketecek?" diye korkuyla beklersiniz!
***
Andy gibi ben de ne pahasına olursa olsun umudumu yitirmedim.
Hayır, ülke için değil film çekebilmek için. Bu son yaşananlardan sonra "yalnız ve güzel ülkemizden" umudum kalmadı ama sinema yapma umudumu bir yerlere gizledim, koruyorum. Şöyle ya da böyle o filmi yapacağım...
Gönlüm profesyonel bir kadroyla filmi çekmek isterdi de, olmazsa tamamen amatörler ve gerçek taraftarlarla çekeceğim, yine de çekeceğim!
Çünkü her şeyin bir bedeli var. Nasıl ki esaretin bedeli varsa, cesaretin de bedeli olmalı.
Tehlikeli de olsa, insanı delirtse de, bu bedel için, sinema yapmak için, umutlanmaya değer.
Kaynak:http://www.dorduncukuvvetmedya.com/dkm/article.php?sid=11538

Hiç yorum yok: