Pazartesi, Kasım 03, 2008

ÇAĞIMIZ KÖLELİĞİ ÜZERİNE BİRKAÇ SATIR...

Bizdeki kadar vahşi ve acımasız bir kapitalizm Dünya'nın bir başka bölgesinde uygulanıyor mudur, bilmiyorum! Vicdan, izan haysiyet, insanlık, din-iman hak getire... Herkesi öyle bir "götürme" histerisi almış yürümüş ki, vay parası olmayanın, vay dayısı, arkası olmayanın haline...

***

Aşağıda anlatacaklarım Bursa ve çevresinde faaliyet gösteren alışveriş merkezleri için geçerlidir. Özellikle de AKP'nin iktidara gelmesinden sonra türeyen, sahipleri dini bütün insanlardan oluşan, namazında niyazında patronların alış-veriş merkezi zincirlerinde yaşananlar... (Durumun başka ilerimizde farklı olduğunu düşünmüyorum)

Kölelik bilinen şekliyle kalkmış olabilir, lakin günümüzde ırka ya da dine dayalı değil da paranın niceliğine göre yapılır oldu.

Marketlerden, medyaya...

Bu ülkede daha acımasız ve daha vicdansızca uygulanıyor.

***

Önce hipermarket köleleri...

Hepimizin gözü önünde, hemen yanı başımızda, karşı caddede, arka sokakta... Alış-veriş yaptığımız yerlerde, "hiper" kisvesiyle sunulan marketlerde çalışanların trajedisine tanık olmak, sessiz çığlıklarını duymak, hallerini anlamak için, onlara yakın, daha yakın olmanız, hiç gülmeyen yüzlerine dikkatle bakmanız gerek!

Bunlar bizim insanlarımız... Bizim çocuklarımız, kızlarımız, oğlanlarımız... Emekleri sömürülüyor, hiçe sayılıyor... Ne kollayanları var, ne de haklarını savunacak bir sendika, dernek ya da vakıfları?

AB standartlarına göre 8 saatin üstünde bir elemanı çalıştırmamak gerek. Gelin görün ki Hipermarket çalışanları için böyle bir standart söz konusu bile olamaz. Denetleyen ve gelip soran yetkili, konunun uzmanı birim ya da denetmen ve resmi kuruluş olmadığı için, hegemonyalarını ilan etmiş durumdalar! Az elemanla çok iş yapmayı hedefleyen alış-veriş merkezlerinden devşirme hipermarketlerde görev alan bir işçi en fazla üç ay dayanabiliyor ve en eski çalışan dört ayı bulmadan zor koşullara pes edip ayrılıyor.

Bu marketlerde çalışan (adı bende saklı) bir bayan kasiyerin anlattıkları aynen şöyle:

"Öyle bir tempoda çalışıyoruz ki, kasada görev yapacak eleman almadıkları için bazen işlerin yoğun olması nedeniyle saat 10'da iş başı yapıyor, gece saat 11'de işimizi bitirebiliyoruz. Fazla mesai ücreti yok. İtiraz edenin hemen işine son veriliyor. Kasada saatlerce oturduğumuz için, bazen susuyoruz. Musluğa gitmek sorun olduğundan çalıştığımız marketten 15 kuruş ödeyip (küçük) pet şişe satın alarak su içebiliyoruz. Başımızdaki şefler zebani gibi görünmeye başladı artık. Öyle despot öyle insafsızlar ki, market değil sanki askeri esir kampında hissediyoruz kendimizi. İş çıkışı servis kalkıyor, lakin tek araç olduğu için, evlerimize ulaşana kadar koca Bursa'yı gece vakti dolaşmak zorunda kalıyoruz. Ertesi gün gene aynı işkence ve gene aynı sorunlar. Her halde ben de üç ayımı tamamlayamadan bırakacağım. Böyle bir tempoya ne beden dayanır ne de zihin! Hakkımız alsak neyse, verdikleri maaş askeri ücret!"

Bu alış-veriş merkezlerinin sahipleri AKP ile birlikte palazlandı. Her mahallede, her caddede mantar gibi bitti. Ne denetleyen var, ne de hesap soran!

Bunları yapanlar ise dini bütün, "elhamdülillah müslüman" olduklarını iddia eden cenahın insanları.

Helâl para kazandıklarını sanıp, bu paralarla defalarca umreye, hacca gidiyor, gidemeyenlere destek sağlıyor, camilere yardımlar yapıyorlar.

***

Ve Medya köleleri...

Gölge Adamlar Belgeseli'ni gerçekleştirmek için mülteciler arasında yaşamam ve onların yaşantısına tanıklık edebilmem için benim de İsveç'e iltica etmem gerekiyordu.

İltica başvurumu yapmış, bir kaç ay sonra da ifade vermek, iltica gerekçemi sözlü sunmak üzere Migrationverket denen yabancılar şubesi görevlisinin karşınsına çıkmıştım.

"Neden ülkenden kaçtın?" sorusu üzerine, "Kaçmadım, buraya gelmek zorunda kaldım" diye yanıt vermiş, Türkiye'de görev yapan medya mensuplarının sendika kurma haklarının olmadığını söyleyince de görevli memurun şaşkınlığına, aynı şaşkınlıkla karşılık vermiştim.

"Evet, ne yazık ki benim ülkemde görev yapan gazeteciler sendika bile kuramaz. Kurmaya kalkanlar hemen işten atılır ve bir daha da iş bulamaz!"

İran asıllı bir İsveçliydi görevli memur ve o bile inanamamıştı söylediklerime... "Sana inanmıyorum" diye karşılık vermişti, İsveçli Farsi!

Amma ve lakin acı bir gerçekti anlattıklarım. Sendikal hakkı olmayan bir medya topluluğu patronlarının insafına kaldıysa, sadece belli başlı köşe kapmacasını ihya edip, diğer çalışanları "fikir kölesi" haline getirdiyse, varsın Ali Kırcalar, Mehmet Barlaslar, Ahmet Hakan, M. Ali Birandlar bir kanaldan diğerine kanat çırpsın, milyon dolarlarla yemlensin... Kölelerin omuzlarına basarak tırmandıkları zirvenin yamaçlarında sömürülen meslektaşlarının sendikasız ağıtları, gün gelecek yüreklerini burkacaktır.

Yukarıda anlattıklarım Şubat 2004'te Göteborg'da yaşanmıştı... 2 bini 8 geçe bu ülke topraklarında değişen hiçbir şey yok... Hâlâ gazetecilerin sendika kurma hakkı yok... Ekonomi kör topal ilerliyor, birileri hamutuyla götürürken, patronlara insaf, diğerlerine "Allah aklı fikir versin" demek yetmiyor!

***

Bir de sağlık sektöründeki sömürge düzeninden ekleme yapmak istiyorum.

Malum, AKP iktidarıyla birlikte yaygınlaşan bir diğer alan da özel hastaneler! Bursa'nın göbeğine yapılan gökdelenlerden birine konuşlanan MedicalPark bunlardan biri. Gerçekten çok çağdaş bir görüntüye sahip, muhteşem bir binada hizmet vermekte... Malum, sigortalı hastalar da buraya gidip tedavi olabiliyor. Geçenlerde şeker hastası olan annemin göz ameliyatı da bu sözüne ettiğim hastanede yapılmıştı. Annemle ilgilenen kız kardeşimin bir şey dikkatini çekmiş:

Ameliyat sonrası hastanın konaklaması gerekiyormuş. Tedavi ve ameliyat sonrası imzalatılan bir belgede annemin "yatılı hasta" olduğu yazıyormuş. Fakat MedicalPark annemi hemen taburcu etmiş. Konaklamadığı halde kâğıt üzerinde konaklamış olarak gösterilen hastanın ya da hastaların parası kimden çıkacak dersiniz?

***

Geçen gece NTV'deki canlı yayınlanan programında Celal Pir, Pekin'de devam eden olimpiyatlarda sporcularımızın başarısızlığını tartışıyordu.

Konuklardan gazeteci Tayfun Bayındır ile Mert Aydın Türkiye'nin spor politikasının olmadığından söz etti. Benim de aklıma hemen şu düştü:

Spor bir yana bu ülkenin sağlık, eğitim, ekonomi, sosyal ve kültürel politikası var mı ki, spor politikası olup olmadığını sorguluyoruz.

Neremiz doğru ki, boynumuzun eğriliği gözümüze batıyor!

Kaynak:http://www.dorduncukuvvetmedya.com/dkm/article.php?sid=11384

Hiç yorum yok: