Pazartesi, Mart 31, 2014

Şimdi gelelim AKP’nin faydalarına(!)

Bursa’da AKP’nin bu kadar açık ara kazanması benim için sürpriz olmadı. Tahmin ettiğim gibi AKP ve Recep Altepe çok rahat bir şekilde koltuğunu korudu. Altepe de üst üste 2. defa Bursa BŞ Belediye Başkanı seçilerek tarihe geçti.
Ama esas şaşırtan beni Türkiye genelindeki AKP oylarının düşmemiş olması.
Doğrusunu söylemem gerekirse, son aylarda yaşananlardan sonra, (birçok kişi gibi)  AKP’nin ciddi bir oy kaybına uğrayacağını düşünüyordum.
Özellikle Egemen Bağış’ın kutsal kitabımız Kuran ve bakar suresi hakkında söylediklerinden sonra muhafazakâr kesimin, içişleri bakanlığındaki Suriye konulu son toplantısından sızdırılan konuşmaların da milliyetçi oyların kopmasına neden olacağını ön görmüştüm. İşin içine cemaat oyarlının da, CHP, MHP ve Saadet Partisi’ne kayacağını varsayıp AKP’nin ciddi bir oy kaybı yaşayacağı beklentisindeydim.
Yanıldım.
Anlaşıldı ki, cemaat oyları sanıldığı gibi siyasetimizde etkili değilmiş…
AKP cemaatten sonra yeni ittifakı PKK ve BDP aracılığı ile Kürt oyları daha etkin rol oynamış. Özellikle de batıda yaşayan Kürtlerin oyları, yerel seçimin gözlerden kaçan, en hassas, dengeleri etkileyen kilit öneme sahip olduğu anlaşıldı.
***
Bu son seçimin sonucunun (bireysel anlamda) tek kaybedeni bence Kemal Kılıçdaroğlu oldu. CHP genel başkanı, AKP karşısında daha önce, İstanbul Belediye Başkan adayı olarak, 2009 yerel seçimlerinde, Genel Başkan olarak 2011 Genel seçimleri ve bu son seçimler olmak üzere üçüncü yenilgisini yaşadı.
Kılıçdaroğlu iyi, dürüst ve temiz bir siyasetçi olabilir, lakin bu özellikler Türk halkı için bir önem taşımıyor. (Aiziz Nesin'in kemikleri sızlıyordur) Temiz ve dürüst olmak avantaj değil, aksine ciddi bir zaaf olarak görülebilmekte. Bu özelliklerin bir işe yaramadığı anlaşıldı ve bence Kemal Kılıçdaroğlu, Bursa mitinginde verdiği sözünü yerine getirip hemen istifa etmeli.
Zira mazereti yok…
***
Gelelim AKP Bursa’ya.
Recep Altepe, bugüne kadar icraatlarıyla benim için hayal kırıklığı yaratmış olsa da, yaptıkları ve yapmadıklarıyla AKP’nin Bursa’da gösterebileceği en doğru adaydı. Her ne kadar temayül yoklamalarında parti teşkilatı tarafından sevilmediği ve istenmediği anlaşılsa da Bursa yerel medyası ile ilişkileri sayesinde ciddi bir başarıya ulaştı. Altepe'nin yeni döneminde daha dikkatli olup, hem kendi, hem de kentin imajına zarar veren bazı isimlerden kurtulacağını düşünüyorum.
Özellikle de (beni de ilgilendirdiği için) kültür ve sanat konularında Bursa’nın uluslararası perspektifini genişletecek organizasyonların önünü açacak girişimler yapması gerektiğini anımsatmak isterim.
Onarılan o ata yadigarı o hanlar-hamamlar, açılan kültür merkezlerinin içini doldurmak, dünyaya bu eserleri göstermek, tarihimizi anlatmanın en etkili yolu, sinema, müzik ve tiyatrodur.
TOKİ Doğanbey’de düştüğü yanlışından sonra yeni döneminde Recep Altepe’nin çok daha dikkatli olacağını tahmin ediyorum…

CHP adayı Necati Şahin’in kaybetmesindeki en büyük etkenin de ne yazık ki, Altepe döneminde yapılan bazı çalışmaları “bozmak-yıkmak” gibi açıklamalarla sevimsiz bir görüntü çizdiğini söylemek yanlış olmaz.
AKP Bursa'da hiç şansı olmadığı Nilüfer Belediyesi ile Mudanya Belediyesi dışında tüm ilçelerde üstünlük sağlamayı başardı.

Bu arada CHP, Nilüfer Belediyesi'nde yine kazanırken 4. kez başkan Seçilen Mustafa Bozbey de Bursa'da ayrı bir rekora imza atarak, rakipsiz olduğunu bir kez daha kanıtladı!
***
Sonuçta genel olarak baktığımızda AKP kazanan, CHP ve Kılıçdaroğlu ile birlikte özellikle de cemaatin kaybeden olduğunu söyleyebiliriz
Önümüzde çok karmaşık, stresli günler olduğunu görmek için kâhin olmaya da gerek yok. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın Haziran 2013’ten bu yana ülkeyi germesinin bundan sonra da devam etmesi, geleceğe yönelik umutlarımızı karartıyor.

Ha bu arada, elektrikler bazı yerlerde bilerek kesildi, sandıkta şu oldu, bu oldu, medya desteği AKP'den yandaydı, Suriyeli çakma vatandaşlar, yakılan oylar vs vs, derken, AKP ve RT Erdoğan Türk siyasi tarihine, kolay kolay unutulmayacak şekilde damga vurdu.

İster sevin, ister sevmeyin, ağlayın zırlayın ama Türkiye bu!

Not: Yazıyı kaleme aldığım saatlerde özellikle Ankara’da Mansur Yavaş ile Melih Gökçek başkanlık yarışı kesinleşmemişti.




Pazartesi, Mart 24, 2014

Bursa’nın onurunu kurtaran festival…

Balkan Tiyatro festivali sona erdi.
Bursa’nın özlediği bir organizasyondu.
Gerçi Nilüfer Belediyesi de buna benzer bir festival düzenliyor yıllardır ama o hem uluslararası değil, hem de daha lokal kalıyordu.
O nedenle bu yıl ilk defa düzenlenen Balkan Ülkeleri Tiyatro Festivali, Bursa’nın görsel sanatlar alanında organize edilen en önemli festivali olarak kayıtlara düştü.
Bu festivalin bir özelliği de organizasyonu Devlet Tiyatroları kapsamında Bursa AVP Devlet Tiyatrosu’nun üstlenmiş olmasıydı.
Her ne kadar Bursa Valiliği ile BŞ Belediyesi’nin hariçten desteklediği festivalin en sevindirici yanı da kuşkusuz sahnelenen oyunların neredeyse tamamının kapalı gişe oynamasıydı.
O nedenle başta Devlet Tiyatroları Genel Müdürü Mustafa Kurt olmak üzere festivalin mimarı AVP Devlet Tiyatrosu Müdür Arzu Tan Bayraktutan’ı kutlamak gerek.
Özellikle de Arzu Tan, kısa süre önce göreve gelmesine rağmen, çok hızlı şekilde hareket edip, ekibini başarıyla koordine ederek böyle bir organizasyona imza atarken en büyük alkışı da hak etti.
Zira, BŞ Belediyesi Başkanı Recep Altepe’nin (bağnaz danışmanlarının yanlış yönlendirmesiyle) yok ettiği Uluslararası İpek Yolu Film Festivali’nden sonra böyle bir tiyatro festivali, Bursa’ya olan entelektüel güvenimizi de artırdı.
Bu arada anımsatmadan geçemeyeceğim. Recep Altepe, 4 kez düzenlenen İpek Yolu Film Festivali’ni, sırf bir önceki başkan rahmetli Hikmet Şahin başlattığı için ortadan kaldırmak istediği şeklinde ciddi duyumlar da almışlığım var. Altepe, Osmangazi Belediye Başkanı iken Şahin ile yaşadığı sürtüşmeyi bilmeyen yoktur.
İşte bu düşmanlığın oluşturduğu nefret ortamı Bursa’yı çok önemli bir organizasyondan mahrum bırakmıştı. Yerine konulmaya çalışan Karagöz Sinema atölyesi gibi güdük bir etkinlik ise bu kente hiçbir şey katmadığı görüldü.
Bu açıdan bakıldığında Balkan Ülkeleri Tiyatro Festivali Bursa’nın yok edilen sanatsal itibarını ve onurunu da iade etmiş oldu.
Festival ile ilgili yapabileceğim tek eleştiri zamanlamayla ilgili olabilir. Belki Mart’ın ilk haftası değil de, havaların ısınmaya başladığı bir tarih belirlenebilirdi.
Ancak Arzu Tan Bayraktutan, bu tarihin özellikle seçildiğini, dünya ‘Kadınlar Günü’ne denk getirildiğini söyledi.
Bunun dışında gelecek yıllarda belki içinde bir de yarışma bölümü de eklenebilir. En iyi oyun, en iyi yönetmen, en iyi kostüm. En iyi ışık, en iyi müzik, en iyi kadın ve erkek oyuncu gibi kategorilerde verilecek ödüllerle festivalin etki alanı genişletilebilir.
Nereden bakarsanız bakın, Bursa AVP Devlet Tiyatrosu çok önemli bir işin altından başarıyla kalktı. Bursa halkı da AVP’nin koltuklarını doldurarak, festivali sahipsiz bırakmadı.

Emeği geçen herkesi kutluyor, festivalin devamlı olmasını diliyorum. Böyle bir organizasyona çok ihtiyacımız vardı, hem de çok…

Cumartesi, Mart 15, 2014

Yunan gavuru ve Müslüman gavuru(!)

Kim daha gavur?
..ya da kim daha vicdanlı?

Hani Kurtuluş Savaşı’nda denize döktüğümüz şu işgalci Yunanlılar var ya, onların torunlarından söz ediyorum…

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın Gaziantep mitingini dinledikten sonra, işte bunu düşündüm. Hoşgörü dini Müslümanlığın bir mensubu, en üst düzeye çıkmayı başarmış biri “bu kadar zalim olabilir mi?” diye sorguladım ve kendimden utandım!

Peki bu zulmü kime karşı yapıyor bu lider? Kendi gibi Müslüman olan ama partisine oy vermeyen ve kendisini eleştiren halkına…

Defnedilmesinin henüz ertesi günü, 16 Kg’lik bedeni bile soğumamış mazlum Berkin Elvan’ın yüreği yaralı anasını ve babasını toplanan kalabalığa yuhalattırdı.

Olaylar sırasında öldürülen bir başka genç Burakcan ile Berkin ve ailesini “bizden ve onlardan” diye ayrıştırarak ötekileştirdi.

Böyle bir vicdansızlık bu topraklarda daha önce görülmemişti.

Erdoğan’ın kendi tabanını provoke etmeye, (tıpkı Gezi Parkı direnişinde olduğu gibi) devam etti!

Peki kim bu AKP tabanı?

Üstat Ahmet Hakan, Benim tanıdığım AK Parti tabanı” başlıklı Hürriyet Gazetesi’ndeki köşesinde bu konuya değindi…

“Benim tanıdığım AK Parti tabanı, Kavga istemez, çatışma istemez, provokasyon istemez, düşmanlık istemez, gazap istemez, kin istemez, benim tanıdığım AK Parti tabanı, Merhamet ister, huzur ister, barış ister, rahmet ister, mağfiret ister, tahammül ister, yaratılanı yaratandan ötürü sevmek ister” demiş…

Ahmet Hakan’ın tanıdığı taban böyle, ya tanımadığı ya da tanıyamadığı?

Hakan kadar olmasa da ben de benzer bir muhafazakar çevrede yetiştim, lakin etrafımdaki AKP tabanı ne yazık ki insanlıktan çıkmış vaziyette…

Ahmet Hakan, yazısında ayrıca, hani “Yunan gavuru diye aşağıladığımız komşumuz” Yunanistan var ya, işte orada yaşanan ibretlik bir insanlık dramına da değinmiş.

AKP’liler Berkin’e atmadıkları iftira bırakmazken (Müslümanlıkta en büyük günahlardan biridir iftira) “Atina kendi Berkinleri için neler yaptı?” diye sormuş. ATİNA’da düzenlenen hükümet karşıtı gösteriler sırasında (tıpkı Berkin gibi) polis kurşunuyla öldürülen 16 yaşındaki Alexandros Grigoropoulos adlı çocuk için yapılanları kaleme almış.

Biz ölmüş Türk evladı Berkin’e ana avrat küfür ederken onlar Alexandros’un adını sokaklara vermiş.
Ve daha başka…
- Yunanistan Cumhurbaşkanı, “Bu olay hukuk devletimiz için kapanmaz bir yaradır” diye demeç vermiş…
- Yunanistan İçişleri Bakanı istifa etmiş…
- Çocuğu öldüren polis, hiçbir hafifletici neden dikkate alınmadan müebbet hapsi  mahkûm edilmiş…
- Çocuğu öldüren polisin yanındaki polisi de, “arkadaşına engel olmadığı” gerekçesiyle 10 yıl hapis cezasına çarptırmış...
- Yunanistan Başbakanı, halktan ve çocuğun ailesinden özür dilemiş…
- Çocuğun ölüm yıldönümünde büyük gösteriler düzenleniyormuş.

Peki biz…
Biz, elhamdülillah Müslüman Türkler, Berkin ve ailesi için ne yapıyoruz öyle? Başta Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, muhafazakar medyası ve AKP’nin dindar gençliği Berkin Elvan’a nasıl yaklaştı?

Tam da imam ve cemaat münasebeti hasıl oldu.  Çünkü tablo çok vahim…
Görünen o ki Yunan gavuru(!) kadar dahi vicdanlı olamadık. Üstelik kendi insanımıza karşı bile vicdanımız kurumuş, insanlıktan çıkmışız…

Ahmet Hakan AKP tabanının gerçeği göreceğinden emin de, “bu insanlar hangi ara bu kadar zalim oldu?” sorusunu yöneltiyor aklı selim, vicdanlı yürekler…

Başbakan Erdoğan gariban bir aileden geliyor, gariban ailelerden yetişmiş polisler, gariban ailelerin çocukları Berkin, Ali İsmail, Ethem ve diğerlerini acımasızca öldürdü. Bir başka gariban ailesinin çocuğu Burakcan da gariban ailelerin yitirilmiş gençleri tarafından katledildi. Bu iki gariban ailenin babaları, acılarını yüreklerine gömüp birbirlerine başsağlığı dileyerek, dostluk mesajları verirken gariban ülkemizin gariban(!) başbakanının meydanlardan nefret tohumları ekmesinin ise makul ve mantıklı açıklamasını bulamıyorum!

Yunanistan kendi evlatlarına sahip çıkarken, “biz neden birbirimizden bu kadar çok nefret ediyoruz?” sorusuna yanıt verecek bir babayiğit çıkmadı henüz!

Neden?
AKP seçmeni öz kardeşim ve kuzenlerim benden, RTE’ye toz kondurmayan, hırsızlık yaptığına inanmayan komşularım, gerçekleri yazıp çiziyoruz diye hepimizden nefret ediyor, değer verdiğim bir çok arkadaşım Gezi Parkı olayları sırasında bana küstü

Ve ben de sormadan edemiyorum; AKP’liler mi uzaydan geldi, yoksa biz mi Recep Tayyip Erdoğan’ın kerametini fark edemiyoruz(!)
E hani hepimiz bu ülkenin evladıydık, e hani Müslümanlar kardeşti?
Benim inandığım Allah, iftira edeni, yalan söyleyeni, insanları ötekileştireni, kul hakkı, devlet malı yiyeni, vatandaşın dini duygularıyla oynayarak kendisine rant, çıkar ve menfaat sağlayanı lanetler!

Eğer onlar Müslümansa, istemem din onların olsun, insanlık bende kalsın

Perşembe, Mart 13, 2014

Berkin’i anarken provoke olmak!

Berkin Elvan’ın vefat haberi geldikten sonra Bursa’da bir anma yürüyüşü yapılacağını üyesi olduğum ÇGD’nin mail grubundan gelen iletiyle öğrendim.
Orada olmalıydım.
Salı akşamı hava soğuk, ince ince düşen, ahmak ıslatan bir yağmur vardı Bursa’da. Yürüyüşün başlayacağı Setbaşı’nda Mahfel’in oraya yürüyerek geldiğimde 5-10 bin kişilik bir kalabalık toplanmıştı. Dr Ceyhun İrgil’in kalabalık içinde bana seslendiğini duyunca yanına gittim. Ailece oradaydı İrgil’ler…
Sağ sola bakınıp etrafı kolaçan ederken tepemizde duran BŞ Belediyesi İtfaiye Müdürlüğü’nün astırdığı bir pankart dikkatimi çekti: “12 ADET YANGIN DOLABININ HİZMETE AÇILMASI TÖRENİ- Tüm halkımız davetlidir…”
Pankartı Ceyhun’a gösterdiğimde gülmekle yetindik. Klasik sloganlar, başbakan ve hükümetin istifa etmesine yönelik tepkilerle heykele kadar geldik. Bir süre sonra saygı duruşu yapıldı ve kitle daha sonra ağır ama emin adımlarla Fomara Meydanı’na doğru harekete geçti.
Aramızda çok sayıda sivil polisin olduğunu da fark ediyorduk. Kendilerini belli etmemeye çalışsalar da dikkatli gözlerden kaçamıyorlardı. Polisin içimizde olmasıyla güvende bulunmamız gerekirken, nedense o güvenden yoksun hissettim kendimi.
***
Oysa Setbaşı’na çıkarken Çevik Kuvvet ekiplerinin olağan üstü hareketliliğini görmüş, iki TOMA’nın da AKP İl Başkanlığı önünde konuşlandığını fark etmiş ama maksatlarını nedense o an anlayamamıştım.
Zafer Plaza istikametinden Fomara Meydanı’na yürürken eski adı Çarşı Karakolu olan, AKP sayesinde Çarşı Polis Merkezi haline sokulan binaya, bazı provokatörler taş atmaya yeltendiyse de asıl amacının Berkin’i anmak olduğunun bilincinde olan halk buna izin vermedi.
AKP İl Başkanlığı’nın da bulunduğu Fomara Meydanı’na vardığımız zaman, ortam birden gerildi. Maaşı halktan alınan paralarla ödenebilen Türkiye Cumhuriyeti’nin Polisi, bugün var, yarın yok olacak siyasi bir partinin binasını kendi halkından korumak için inanılmaz bir önlem almıştı. O polis memurları da halkın içinden gelme ama halkına karşı her an saldırabilecek durumda. Yalnız ufak bir ayrıntı var: Halk silahsız
Demokratik ve anayasal hakkını kullanmak için meydanlarda!
Kalabalık içerisinde polislere ve AKP binasına doğru taş atmaya yeltenen bir iki kişiye bizzat ben engel olmaya çalıştım. Anmaya gelenler arasında çocuk, kadın ve yaşlıların da olduğunu söylememe, “başka Berkin’ler ölmesin” dememe rağmen, saldırganı ikna etmek pek kolay olmadı. Birkaç kişinin de bana yardımcı olmasıyla provokatör kalabalıkta kayboldu.
AKP binasının önünde bekleyen iki adet TOMA bir saat kadar sonra anlamsız şekilde geri çekilince, durum iyice garipleşmişti. Anma yürüyüşü birden bir eyleme dönüştü ve kitle iyice AKP binasına yaklaştı. Önde çevik kuvvet ekiplerinin oluşturduğu etten bir barikat, hemen karşılarında öfkeli kalabalık. O sırada, Bursa DoğaDer Başkanı Murat Demir’in, bir polis komiserinden duyduğu “Biz çekiliyoruz. İster kırsınlar, ister parçalasınlar, karışmayacaz” diye konuşmasını anımsatınca aklımız iyice karıştı.
Aslında çekiliyoruz dedikleri, sadece TOMA’ları 150-200 metre geriye almaları oldu.
Ben o esnada, saatlerce ayakta durmanın etkisiyle belimin ağrısına dayanamayıp, Fomara Meydanı'nın 500 metre aşağısındaki İnSanat Derneği’ne gitmeye karar verdim. Derneğe vardıktan 20 dakika kadar sonra, dışarıdan gelen gürültülerle ortalığın karıştığını anladım. Benden ayrıldıktan sonra provokatörler devreye girmiş, AKP binasını taşlamaya başlamışlar. Taşlamayla birlikte de polis (müdahale için kendine göre meşru zemini bulmuş) silahsız halkına, TOMA ve gaz ile saldırıya geçmiş.
Bakın altını çiziyorum: SİLAHSIZ HALK
Tıpkı Berkin gibi, Ali İsmail gibi, Ethem ve diğerleri gibi…
Kendi halkını düşman belleyen polis TOMA eşliğinde Fomara’dan Kent Meydanı’na doğru düşman halkı(!) kovalamaya, yakaladığının da kafasını patlatmaya başladı.
Sonuç: iki kişi polis sopalarıyla başından ciddi şekilde yaralandı.
O sırada İnSanat’ın önüne çıktığımda gördüğüm manzara şuydu: Ellerinde sopalar olan kalabalık bir sivil güruh, kaçışan halkı kovalıyor, yakaladığını…
***
İnSanat Yönetim Kurulu üyesi arkadaşım İsmail Dalgıç, halk Fomara’ya gelmeden önce birkaç polisin meydanın çimlerine joplar bırakıp (atıp) oradan uzaklaştığını fark etmiş ama buna bir türlü anlam verememiş.
O jop ya da sopaların ne amaçla çimlere bırakıldığını şimdi daha iyi anlayabiliyoruz.
***
Tüm bu olanları yan yana dizdiğimizde, polisin provokasyonun oluşmasına zemin hazırladığını anlıyoruz. O taş atanlar, provoke edenler kimdi? Sağduyulu halkın uyarılarına neden kulak asmadıkları da ortaya çıktı.
Hem de çok net!
İktidarın bu pis oyununa alet olmamak için seçime kadar sessizlik.
Sessizlik.
Berkin ve bu uğurda tüm yiten canlar, akan gözyaşları için…
Bazen susmak en etkili eylem olabilir!
Sessizlik…

Cumartesi, Mart 08, 2014

Müsaadenizle günaha girebilir miyim?

Milletvekilin biri dedi ya, “17 Aralık operasyonu, Allahın bize verdiği günah işleme özgürlüğümüze müdahaledir” diye…
Vallahi hakları varmış, adamlar günaha girme rekorlarını alt üst etmişler ki, başta Sn Başbakanımız değerli yüce insan dünya lideri Recep Tayyip Erdoğan’ın her şeyi örtbas etme çabasını gayet iyi anlıyorum artık(!)
E müsaade ederseniz rabbimizin kullarına tanıdığı bu haktan ben de yararlanmak istiyorum. (Ne de olsa Metin Külünk dillendirmeden önce bu sözü bir kısa film senaryosunda dahi olsa ilk kullanan bendim, böyle bir ayrıcalığım olsun değil mi? ;) )
Kutsal başbakanımız Erdoğan ile yarı adaşı sayılan işadamı (İnegöl’den hemşerimiz ve TFF başkanı Yıldırım Demirören’in babası) 76 yaşındaki Erdoğan Demirören ile yaptığı çok acıklı, bol entrikalı ve pek manidar telefon konuşmasına rastladım youtube’da.
Tek kelimeyle radyo tiyatrosu dinler gibi heyecanla dinledim hem de.
Fakat ben bir noktayı tam anlayamadım.
Şimdi, kudretli insan başbakan Erdoğan, terörist başı Apo ile İmralı’da yapılan görüşmelerin tutanaklarının Milliyet Gazetesi’nde manşetten yayınlanmasına fena sinirlenmiş ya…
Baba Demirören'i ağlayacak seviyeye getiriyor ve finalde ağlatıyor ya, neden onlara kızdığına takıldım.
Çünkü, sonuçta cani Apo o sözleri söylemiş ve tutanaklara işlemiş. Birileri de belli ki onları sızdırmış.
Burada kimin sızdırdığından, Milliyet Gazetesi o haberi yayınlamasından daha önemli bir durum var:
Bebek katili Apo’nun söylediklerinin içeriği.
Ne diyor vampir Apo?
“Herkes çıkacak, kimse tutuklu kalmayacak. Barış süreci başarılı olmazsa 50 bin kişiyle halk savaşı olacak”
Resmen tehdit ediyor, kimi? AKP üzerinden, RT Erdoğan ve elbet Türkiye Cumhuriyeti’ni. Hem tehdit ediyor, hem de “biz Tayyip beyin başkanlığını destekleriz” diyerek AKP ile işbirliği içinde olduklarını itiraf ediyor.
Başbakan yardımcısı Bursalı hemşerimiz Bülent Arınç’ın, “Biz teröristle pazarlık yapacak namussuz ve ahlaksızlardan değiliz” lafı geldi birden aklıma.

Yüzsüz Apo’nun tehdidinden sonra hani beklersiniz ya iktidar partisinin lideri başbakan sesini yükseltsin ve gür sesiyle ”Ey Sayın Apo sen kim oluyorsun da bizi tehdit ediyorsun. Senden korksak başbakan olmazdık(!)” diye ortalığı inletsin, değil mi?
Fakat, anlı şanlı Başbakanımız RT Erdoğan, 28 Şubat 2013 tarihinde yayınlanan bu haberden sonra herkesi şaşırtan bir sessizliğe bürünüyor garip tepkiler veriyor.
Tutanakları yayınlayarak, aslında muhteşem bir gazetecilik örneği gösteren Milliyet Gazetesi’nin patronunu fırçalayarak ağlatıyor, haberi manşete taşıyanların hayatını zindan ediyor! (Gazeteden kovdurtuyor)
Bi Dakka… Van minut… Burada hepimizi tehdit eden Apo mu suçlu, yoksa habercilik yapan gazeteciler mi?
İşte şimdi günaha giriyorum dikkat!
Ey bu ülkenin başına sandıkla gelmiş ve “sandıkla giderim” diyen Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, sen bu terör örgütüne ne vaatlerde bulundun, sen şehit kanları üzerine ne hesaplar yaptın da durum bu hale geldi ki, İmralı’daki ininde işlediği günahların sözde cezasını çeken terörist başı böyle bir cür'ette bulunabiliyor?
Bu cani bu aymazlığı neye güvenerek yapabiliyor?
Bu Apo vatan hainliği suçlamasıyla müebbet yemiş bir mahkûm değil mi? Nasıl oluyor da terör örgütünü yönetebiliyor?
Ey ülkeyi 12 yıldır yöneten iktidar partisi AKP, siz ne iş yaparsınız? Kime hizmet edersiniz? Siz kimsiniz?
Ey hacı Ahmet oğlu Erdoğan Tayyip Recep, yediğin içtiğin, Allahın tanıdığı günah işleme hakkından yararlanarak (çaldıysan) çaldığın ne varsa senin olsun, “Rabbinin rızası, kul hakkı için söyle, sen kimsin? Maksadın nedir?”
Bana değil, ama bu halka hesap vereceksin, ampulünle bizi karanlıkta bırakan adam, olmadı, vicdanına, hesabın kabarık, rabbim affeder mi bilemem ama ben kul olarak sana helal eder miyim hakkımı! Peki yiten 38 bin vatan evladının anası-babası helal eder mi?
Son olarak kafama takılan bir nokta daha var: Ülkenin en saygın işadamlarından biri olduğu sanılan Demirören Holding’in patronu 76 yaşındaki bir adam, neyden çekinebilir, nasıl bir açığı olabilir de, (bugün var yarın yok) bir siyasetçi önünde böylesine zavallı hale düşebilir?
Karşısında boyun eğdiği nasıl bir güç, nasıl bir korkudur bu?

Er ya da geç bazı gerçeklerin açığa çıkmasını umuyor, gururla işlediğim bu günahtan dolayı Allahın beni affedeceğine yürekten inanıyorum.
Amin(!)





Perşembe, Mart 06, 2014

Günah işleme özgürlüğü…

SAHNE 12   MÜEZZİN VE BİRTUĞ ARABAYLA TRAFİKTE    İÇ/GECE
Radyodaki muhabbet bitmiş, ilahiler okunmaya başlamıştır. 
Bu hava BİRTUĞ’yu sıkar.

PLAN1: Eli radyoya gider ve kanalı değiştirip daha eğlenceli 
bir kanalı açar. (YP)

Müezzinle muhabbeti kurmaya çalışır:

BİRTUĞ
 (Bilgiç)
Rahat ol rahat. Allah insanlara günah işleme özgürlülüğü vermiştir.

MÜEZZİN
(Sinirli)
Müsaade et de tercihimi sevap işlemekten yana kullanayım…

Üstte okuduğunuz metin, “Müezzin-Bir Gece Hikayesi” adlı kısa film senaryosundan bir bölüm. Bu senaryoyu yazmak için 19 ‎Kasım ‎2013 ‎Salı, ‏‎21:14:40’da MS Office Word dosyası oluşturmuşum. Ardından da yaklaşık 10-15 dakika olacağını tahmin ettiğim kısa film senaryosu ortaya çıktı ve bu proje ile Kültür ve Turizm Bakanlığı Sinema Destekleme Kurulu’na destek almak için başvurdum.
Bunu neden belirtme ihtiyacı duydum biliyor musunuz?
Senaryodaki bir replik eminim sizin de dikkatinizi çekmiştir.
Çünkü, önceki akşam HaberTürk TV’de Balçiçek Pamir'in 'Söz Sende' programına katılan AKP İstanbul Milletvekili Metin Külünk’ün söylediklerini duydum.
Duyunca da inanamadım.  Hatta, tabiri caizse “Ohaa falan oldum(!)”
Ohaa, evet…
Hem Külünk’ün, onca yolsuzluğa, adaletsizlik, iki yüzlülük ve talana mazeret olarak böyle bir söylemde bulunmasına “ohaa, hatta çüşş!”
Hem de bu söylemi ben 5 ay önce bir senaryoda kullandığım halde bir başkası tarafından neredeyse bire bir kullanılmış olması: Allah insanlara günah işleme özgürlülüğü vermiştir.
Bu sözü aynen, Metin Külünk’ten duyduğum zaman elbette dumur oldum. Benim, senaryoda kullandığım bu sözü bir başkasının da aklına gelip söyleyebilme ihtimali yok mu?
Elbet var. Böyle bir şey mümkündür. Ancak, bire bir aynı şekilde dile getirmesi inanılmaz bir rastlantı değil mi?
Ya da gerçekten de rastlantı mı?
 Senaryoda yazdığın bir repliğin bir milletvekili tarafından bir canlı yayında dile getirilmesi aklımı karıştırdı…
AKP İstanbul Milletvekili Metin Külünk “acaba Kültür ve Turizm Bakanlığı Sinema Destekleme Kurulu’na yaptığım başvurudaki senaryoyu görmüş ve okumuş olabilir mi?” diye düşünmedim değil.
Böyle bir rastlantı çok şaşırtıcı değil mi?
Ve elbette Külünk’ün bu söylemi, iktidar partisinin yolsuzluk iddialarına karşılık dile getirmesi ayrı bir şaşkınlık vesilesi…
Sanki, çok değil daha geçen yılın ortaları, yani 6-7 ay önce “öğrenciler aynı dairede kızlı-erkekli kalıyorlar” diye kıyameti koparan kendi lideri Başbakan Erdoğan değilmiş, sanki alkol kullanımına bir takım yasaklar getirmek için yasaları çıkaran kendi partisi değilmiş gibi,  Allah insanlara günah işleme özgürlülüğü vermiştir” sözünü diline dolaması nereden bakarsanız bakın, aymazlığın, utanmazlığın, yalakalığın, arsızlığın ulaştığı zirve noktası olarak tarihe geçti.

Öyleyse Metin beye sormak gerek, AKP ve yandaşlarının var da diğer %50'nin "Günah işleme özgürlüğü" yok mu? 

O zaman ben de Metin Külünk’e senaryodan Müezzin’in günah işleme özgürlüğüne karşılık gelen repliği ile yanıt vermek istiyorum:  “Müsaade et de tercihimi sevap işlemekten yana kullanayım…”