Ermenistan’ın Gümrü kentinden saat 15:00 gibi bir minibüs
ile Tiflis’e yola çıktık.
“Nereden esti de
yollara düştün?” diye sorunca, “48
yıl köle gibi çalıştım ve bir gün -yeter,
daha nereye kadar çalış çalış- dedim
ve vurdum kendimi yollara” diye yanıtladı.
Dağları taşları aşıp, 6 saat sonra Tiflis’e İrmeni otele
ulaştığımızda bizi Fransız bir amca karşıladı.
Tiflis’te bir gece kalacak, ardından da ertesi gün İstanbul’a
uçacaktık.
Odalarımıza yerleştikten sonra, tercümanımız Nil’in de refakatiyle
(ki Nil, bu Fransız amcayı daha önceden de tanıyormuş) Tiflis’te akşam yemeğini
bir yerlerde yemek için yollara düştük. Önde Fransız amca, arkasında biz, Şurası
Tiflis’in meydanı, burası Ermeni mahallesi, arkasındaki de Azeri mahallesi
derken, Kura (Mt'k'vari) Irmağı’nın kenarında bir
restorana kadar yürütüldük(!)
Yürütüldük diyorum, çünkü neden
yürüdüğümüzü de, Fransız amcayı yakından tanıdığımız zaman daha iyi
anladık.
Kafkas mutfağının özgün yemeklerini tattıktan sonra, bize
eşlik eden bu 65’lik delikanlıyı da yakından tanımak istedim.
Adını sorduğumda, bu enerjik Fransız ihtiyarın “Thierry Bussy” olduğunu öğrendik.
Futboldan az çok anlayan her vatan evladının vereceği ilk
tepkiyi verdim ve Fransız Milli Takımının ünlü ismi “Thierry Henry” i anımsattım! :)
Bu tepkime kahkaha atarak karşılık verdi Bussy, “Futboldan hoşlanıyor musun?” diye
sordu İngilizce.
“Evet, ya sen?”
diye karşılık verdim…
Net bir cevapla “No”
diye kestirip attı.
Çünkü bu Fransız ihtiyar delikanlı gerçek bir seyyah, yani öz
Türkçeyle tanımlamak gerekirse o bir gezgin imiş…
Futbolu mutbolu sallayacak değil ya…
Baya baya, bildiğimiz bir seyyah.
Üstelik, öyle eşekle, atla, bisikletle ya da arabayla gezen,
dünyayı dolaşan çağdaş gezginlerden falan da değil, yürüyerek, adım adım, arşın
arşın, sokak sokak, köy köy, mahalle mahalle, kent kent, ülke ülke dolaşarak
gelmiş Tiflis’e…
Ve ilk fırsatta yine yollara düşecekmiş. Eskiden hiç durmuyormuş
ama artık hava koşullarına göre hareket etmeye başlamış.
Her şeyi geride bırakmış ve iki yıl önce atmış kendini
yollara, Avrupa’yı geçmiş, Trakya’dan Türkiye’ye giriş yapmış, Anadolu’yu
arşınlamış ve Tiflis’te mola vermiş. Gürcistan’dan sonra Orta Asya’ya doğru yol
almayı planlıyor.
“E peki geride
kalanlar, çoluk çocuk yok mu?” diye soruyorum.
İki oğlu olduğunu öğreniyorum Thierry amcanın.
Çocukları sürekli takipteymiş ve bir şeye ihtiyacı olduğunda
babalarına her türlü desteği ve yardımı anında yapıyorlarmış. (hayırlı
evlatlar)
Biz sohbete devam ederken o ayrılıyor yanımızdan, birkaç gün
mü, bi kaç saat mi, Tiflis’te ne kadar kalacağı bilinmez, akıyor zamanın
içinden Thierry Bussy, “yolumuz
aydınlık, bahtımız açık olsun” diyerek...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder