Pazar, Haziran 28, 2015

65’lik bir Fransız seyyah…

Ermenistan’ın Gümrü kentinden saat 15:00 gibi bir minibüs ile Tiflis’e yola çıktık.
Dağları taşları aşıp, 6 saat sonra Tiflis’e İrmeni otele ulaştığımızda bizi Fransız bir amca karşıladı.
Tiflis’te bir gece kalacak, ardından da ertesi gün İstanbul’a uçacaktık.

Odalarımıza yerleştikten sonra, tercümanımız Nil’in de refakatiyle (ki Nil, bu Fransız amcayı daha önceden de tanıyormuş) Tiflis’te akşam yemeğini bir yerlerde yemek için yollara düştük. Önde Fransız amca, arkasında biz, Şurası Tiflis’in meydanı, burası Ermeni mahallesi, arkasındaki de Azeri mahallesi derken, Kura (Mt'k'vari) Irmağı’nın kenarında bir restorana kadar yürütüldük(!)
Yürütüldük diyorum, çünkü neden yürüdüğümüzü de, Fransız amcayı yakından tanıdığımız zaman daha iyi anladık.

Kafkas mutfağının özgün yemeklerini tattıktan sonra, bize eşlik eden bu 65’lik delikanlıyı da yakından tanımak istedim.
Adını sorduğumda, bu enerjik Fransız ihtiyarın “Thierry Bussy” olduğunu öğrendik.
Futboldan az çok anlayan her vatan evladının vereceği ilk tepkiyi verdim ve Fransız Milli Takımının ünlü ismi “Thierry Henry” i anımsattım! :)
Bu tepkime kahkaha atarak karşılık verdi Bussy, “Futboldan hoşlanıyor musun?” diye sordu İngilizce.
“Evet, ya sen?” diye karşılık verdim…
Net bir cevapla “No” diye kestirip attı.
Çünkü bu Fransız ihtiyar delikanlı gerçek bir seyyah, yani öz Türkçeyle tanımlamak gerekirse o bir gezgin imiş…
Futbolu mutbolu sallayacak değil ya…
Baya baya, bildiğimiz bir seyyah.
Üstelik, öyle eşekle, atla, bisikletle ya da arabayla gezen, dünyayı dolaşan çağdaş gezginlerden falan da değil, yürüyerek, adım adım, arşın arşın, sokak sokak, köy köy, mahalle mahalle, kent kent, ülke ülke dolaşarak gelmiş Tiflis’e…

Ve ilk fırsatta yine yollara düşecekmiş. Eskiden hiç durmuyormuş ama artık hava koşullarına göre hareket etmeye başlamış.

“Nereden esti de yollara düştün?” diye sorunca, “48 yıl köle gibi çalıştım ve bir gün -yeter, daha nereye kadar çalış çalış- dedim ve vurdum kendimi yollara” diye yanıtladı.
Her şeyi geride bırakmış ve iki yıl önce atmış kendini yollara, Avrupa’yı geçmiş, Trakya’dan Türkiye’ye giriş yapmış, Anadolu’yu arşınlamış ve Tiflis’te mola vermiş. Gürcistan’dan sonra Orta Asya’ya doğru yol almayı planlıyor.
“E peki geride kalanlar, çoluk çocuk yok mu?” diye soruyorum.

İki oğlu olduğunu öğreniyorum Thierry amcanın.
Çocukları sürekli takipteymiş ve bir şeye ihtiyacı olduğunda babalarına her türlü desteği ve yardımı anında yapıyorlarmış. (hayırlı evlatlar)

Biz sohbete devam ederken o ayrılıyor yanımızdan, birkaç gün mü, bi kaç saat mi, Tiflis’te ne kadar kalacağı bilinmez, akıyor zamanın içinden Thierry Bussy, “yolumuz aydınlık, bahtımız açık olsun” diyerek...

Hiç yorum yok: