Çarşamba, Ekim 29, 2014

İyi Bayramlar Türkiye…

Cumhuriyet Bayramı kutlama fikri ilk defa ilkokullu yıllarımda zihnime yerleşmişti. Okullar açıldığında ya da ben okula başladığım ilk yıl kutladığım ilk bayram 29 Ekim’di.. Ardından 10 Kasım’da Mustafa Kemal Atatürk’ü anma ama anlayamama etkinliği, sonra 23 Nisan Egemenlik Çocuk Bayramı, ardından 19 Mayısı Gençlik ve Spor Bayramı, 30 Ağustos Zafer Bayramı ve dini bayramlar; Ramazan, Kurban… Kandiller… Yerli malı haftası, vs vs..

Geriye dönüp baktığımızda tüm bayramlarımızın ya da değerlerimizin içinin boşaltıldığını acı şekilde görebiliyorum! 
Okulumuzun düzenlediği Milli Bayramlardaki tören kortejinde yer almak inanılmaz bir heyecandı. İlk dahil olduğum tören “Cumhuriyet Bayramı”ydı ve Atatürk Caddesi’nden elimizde bayraklar, üstümüzde beyaz yakalı kara önlüklerle yürüdüğüm günü hayal meyal da olsa anımsayabiliyorum. Sonra törenler Atatürk Stadı’na taşınmıştı…
Hele o Atatürk Stadı’nın yer yer çimli çorak zemininde, kiremit tozla döşeli atletizm pistinin kulvarlarında yürümek büyük bir ayrıcalıktı…
Yer kırmızı gök beyazdı.
Bir Türk cihana bedeldi…

Televizyon siyah beyaz gelmiş, değil cep, telefonun T’sinin hayali bile hayaldi, bilgisayar nedir bilmez, fakir ama bahtiyardık…
Sonra, sonra… Daha sonra bir şeyler oldu bize.
Keyfimize limon sıkıldı, kavramların içi boşaldı, boşluklara öfke, öfkeye kin, acı ve gözyaşı eklendi.
Eloğlu aya giderken, biz aval aval baktık “vayy beee” diyerek…
Biz o kadar meşguldük ki birbirimizi yemekle, onlar aldı yürüdü, bizim elimizde sadece anlı şanlı bir bayrak kaldı!

Ne güzel bayrağımız var değil mi, kırmızı ve beyaz, ay ile yıldız; dünyanın en anlamlı bayrağı, “Bayrağı bayrak yapan ‘KAN’dır eğer uğurunda ÖLEN varsa VATAN’dır” dediler,
Elimizde bayrak, gözümüzde yaş, dilimizde bir marş: “Korkma sönmez bu şafaklarda…” Ezbere bildin miydi marşını, hele ay yıldızla donattın mıydı dört bir yanını, işlem tamamdı. Yere çöp atmışın, içine tükürmüşün, vergi kaçırmışın, çalmışın, çırpmışın ne gam, ”Ne mutlu türküm” diyerek andını da içtin miydi, damarlarında dolaşan asil kan seni koruyacak(tı)!

Sonra birileri çıkıp da bayrağımızı yakınca celallendik, öfkemize öfke kattık, katmer ettik nefreti…
91 yılık cumhuriyet tarihimize baktığımızda vardığımız durum, sizi bilmem ama beni hiç mutlu ve umutlu kılmıyor…
Pisi pisini ölen işçiler, çağdaş devletlerin gerisinde kalmış, teknoloji üretemeyen, güçsüz bir ekonomi, basiretsiz ve kendinden ve yandaşlarından başkasını umursamayan siyasi iradeler ve ellerimizde bayrak…
Birileri yakmak için, birileri de öpüp tapmak için sallıyor!

Yıl 2014… Neredeyse bir asır olmuş ve biz neyle, nelerle uğraşıyoruz…
Bayrak yakılmakla, yırtılmakla itibar kaybedilmeyeceğini hala anlayamamışız…
Dünyada en çok bayrağı yakılan ve yırtılan devletler İsrail ve ABD'dir, görememişiz…
Mühim olan güçlü ve muktedir devlet olabilmektir, bilememişiz…
Eğer güçlüyseniz, ekonomik olarak halkınızın refah düzeyi yüksekse, küçük beyinli zavallılar sizin bayrağınızı yırtar, yakar, ama siz o bayrağı yeniden üretir alıp, taa uzaya, aya, marsa dikersiniz, diyememişiz…
Yok eğer zayıfsanız, birkaç şerefsizin bayrağınızı yakmasına sinirlenir ama sizi ve dininizi sömüren, emeğinizi çalan, yozlaştıran, sizi cahil bırakan, yalan söyleyen, doğanızı yok eden, ülkenizi soyanlara söyleyecek söz bulamadığınızı 91 yıl sonra bile öğrenememişiz…

 Öyleyse iyi bayramlar Türkiye... Cumhuriyet kavramını idrak ederken, bu günden geçmişe bakarken, "biz nerede yanlış yaptık, neden bu haldeyiz?" diye sormayı da unutmayalım, bayramınız kutlu olsun!
"İyi Bayramlar Türkiye…" Hala bayram kutlamaya mecaliniz varsa...

Pazartesi, Ekim 27, 2014

İhanetin dik alası…

 Daha önce da burada yazmıştım, “PKK Ne İstiyor?” diye sorduğumda, amacının üzüm yemek değil bağcıyı dövmek olduğunu anlatmaya çalışmıştım. Ama anlatamadım, taraflı tarafsız birçok kişi bana tavır aldı, küstü, tepki gösterdi…
Bir çok dostum fotoğrafın tamamına değil de satır aralarına takıldı..
Neyse; gelelim konumuza...
Barışmak için önce küs olan iki taraf gerekli…
Ve iki tarafın da barışmaya istekli olması lazım.
Ancak taraflardan biri “mış” gibi yaparsa bunun adı barış olmaz.
PKK bugüne kadar bu süreçte hep “mış” gibi yaptı, yapmaya da devam ediyor, Oslo görüşmelerin ilk gününden, Habur sınır kapısındaki gösterilere ve son olarak gerçekleşen suikastlara kadar, tekere çomak sokma pozisyonu hiç değiştirmedi…
Bu eylemlerin tamamı ayrılıkçı terör örgütü PKK tarafından gerçekleşmiş.
PKK’nin niyeti belli; keskin ve kanlı bir ayrılık istiyor ve bunun referandumla, el sıkışarak, kucaklaşarak olmayacağını, Kürtlerin batıdaki rahatlarını bozup Kürdistan’a koşa koşa ve seve seve gitmeyeceklerini biliyor.
Bunu zorla yaptırma maksadında ve bunun için de tek yöntem, sokaktaki masum Kürtleri ile Türkleri birbirine saldırtmak!
Plan çok açık ve net…
“Yeter artık, canımıza tak etti!” diyerek sokağa dökülecek Türklerin batıdaki Kürtlere karşı olası bir ayaklanmasının sonucunu, ellerini ovuşturarak izlemeye hazırlanan kitle etkinliğini sürdürüyor. Önümüzdeki aylarda terör örgütünün kışkırtmaya yönelik daha kanlı saldırıları olacağını tahin etmek müneccimlik değil.
Bu artık ihanet tanımlamasını geçti, kalleşlik, kahpelik kelimeleri hafif kalıyor. Zira, PKK’nın elinden gelen en basit şey bu, var oluş nedeni de bu. "Silahsız ve güvende olmayan insanlara saldır, korku yarat!"
1982'de başladı bu kahpelik. ilk önce Kürt bebeleri, masum  günahsız nineleri katlettiler, sonra da Kürtler adam olsun diye gönderilen öğretmenleri, ardından da birliklerine teslim olan acemi erleri kurşuna dizdiler, gözlerini bile kırpmadan..
Hepsi yanlarına kâr kaldı, bebek katili namı ile anılan cani ele başı İmralı'da krallar gibi 10 yıldızlı tatilini yaparken, Allah'tan belalarını bulmalarını dilemek, çaresizlikten öte bir şey değil, 30 küsur yıldır hiç bir şey olmadı, bunda sonra da olmaz, ölen hep gariban, maşa olup kardeşine saldıran gariban!
Yani anlayacağınız PKK bu kalleşliği ilk defa yapmıyor, bunların fıtratında(!) var bu canilik…
Taa Kürdistan kurulana, Türkler ve Kürtler birbirini (Suriye’de olanlar gibi) kesmeye başlayana kadar devam edecek.
Acı ama gerçek, bu gerçeği, özellikle batıda yaşayan Kürtlerin anlamasını dilemekten baka bir şey gelmiyor elimden!
***
İhanet dedim de, bu coğrafyada ihanet sadece vatana millete olmuyor…
Talanı, hırsızlığı, yalanı, dolanı, kadına şiddeti saymıyorum, bile…
Bir de yaşadığı kente, kentin değerlerine, tarihi ve kültürüne ihanet edenler var.
Hangi akla hizmet, hangi mantığa binaen Bursa logosonu yenileme ihtiyacı hissetmişler, anlamak mümkün değil!
Bursa Valiliği’nin canı sıkılmış, Bursa’nın logosunu değiştirmek için kolları sıvamış.
Hay sıvamamış olaydı. Afrika’nın balta girmemiş ormanlarında yaşayan birini bulun ve ona deyin ki, “Bursa’ya bir logo tasarlayacaz, ne tavsiye edersin, nasıl olsun?” İnanın bu kadar ahmakça bir şey ortaya çıkmazdı!
Bu kentle, kentte yaşayan insanlarla dalga geçmekten, onları ciddiye almamaktan başka bir şey değil.
Merak ediyorum acaba bu ihanetin bedeli ne kadar? Bursa valiliği bu ucube logo için devletin kasasından ne kadar harcadı?
Bilen varsa bana bildirsin lütfen, Bir Bursalı olarak aptal yerine konmak gücüme gidiyor, bari aptallığımızın ederi ne kadarmış, öğrenelim!


Salı, Ekim 14, 2014

Bursa'da yaşamak suç mu?

Türkiye İsveç’ten daha mı zengin?
İsveç’in nüfusu 10 milyona yakın…
Ben, 2003-2005 yılları arasında oradayken 9 milyonuncu siyahi İsveçli doğduğunda, bayram yapmışlardı…
10 yılda muhtemelen nüfusları da 10 milyona yaklaşmıştır diye düşünüyorum…

Evet soru şu: Türk halkı bir İsveçli’den ekonomik olarak daha mı zengin, daha mı çok kazanıyor?
İsveç’in ikinci büyük şehri Göteborg’ta yaşadığım yıllarda, adamların sistemlerine hayran kalmıştım. O dönem Göteborg yaklaşık 500 bin nüfusa sahipti ve Göteborgs Posten Gazetesi günde 400 bin kişi tarafından okunuyor, diye acayip hava atıyor, reklam yapıyorlardı.
Biz ise 2 buçuk milyonluk Bursa’nın en büyük gazetesi Olay 20 binin üstüne çıktığında adeta bayram yapıyoruz, iyi mi?

Neyse asıl değinmek istediğim konu o değil. Göteborglular ile Bursalıların yaşam kalitesi. Özellikle de ulaşım yönünde Bursa’da yaşadığımız için ne kadar talihsiz olduğumuzu anlatacağım size.
Hani dedim ya üstte, Türkler, İsveçliler’den daha mı çok kazanıyor, diye?
Hayır, elbette çok kazanmıyor ama Bursa BŞ Belediyesi Bursalıları yolunacak kaz gibi görüyor ve buna tepki verecek bir muhalif ses olmadığı için de Avrupa’nın en pahalı ulaşımı, en pahalı (kireçli) suyunu ve en pahalı elektriğini kullanırken kimsenin gıkı bile çıkmıyor.

Mesela Göteborg’ta toplu taşıma araçlarını kullandığınızda her hangi bir otobüsten otobüse veya tramvaydan tramvaya bindiğiniz zaman, bir saat ücretsiz yolculuk yapabiliyorsunuz.
Ben ise geçen akşam, metro görünümlü hızlı tramvaya bindim, 2 TL ödedim, FSM istasyonunda indim, 15 dakika sonra gelip tekrar bindim, 2 TL daha ödeyip oradan 100. Yıl istasyonuna gelip Nazım Hikmet Kültür Merkezi’ne geçtim, 20 Dakika sonra dönüp tekrar bindim ve 2 TL daha ödeyerek Şehreküstü istasyonuna geldim.

Eğer ben Bursalı değil de bir Göteborglu olsaydım ve benim başkanım Recep Altepe değil de Göteborg Belediye Başkanı Lena Malm olsaydı eminim bu sorularımın da bir anlamı olmazdı. Zira benim yaşadığım dönemde Göteborg Belediye başkanının ne bir afişini, ne bir posterini gördüm, ne de bizim Altepe gibi her akşam TV’lerde yüzüne rastladım.
Amma ve lakin Bursa, Götebotg’dan daha pahalı bir şehir; hem daha pahalı, hem de halkı çok ama çok talihsiz, şansız, bahtsız. Bir Göteborglu, bir saat içinde ucuza yolculuk yapabiliyorken bir Bursalı inek gibi sağlıyor. İn-bin: 4 TL, geçmiş olsun. Sadece otobüsten tramvaya, tramvaydan otobüse binerken indirim varmış, o bile parayla! Ama elin gavur(!) Göteborglu'nun hem gelir düzeyi yüksek, hem ülke ekonomisi süper, hem refahı ve huzuru yerinde, hem de sosyal devlet olmanın her türlü imkanı önüne sunuluyor. Bir saat içinde istediği kadar indi bindi yapabiliyor.
Bir Göteboglu’nun evinde akan su kireçsiz ve kaliteli ve ucuzken, su cenneti Bursa’da bir Bursalı hem kireçli su içiyor, hem marketten gidip damacanayla su satın almak zorunda bırakılıyor, üstelik Avrupa'nın en yüksek faturasını ödeyerek!

Avrupa şehri Bursa kalite yerine standardını fiyatta aşmış da haberimiz yokmuş, helal olsun valla(!)
Yani anlayacağınız Bursalı’nın gelir seviyesi düşük ama olsun aslanlar gibi pahalı ulaşımı var(!)
***
Hazır İsveçlilerden söz açılmışken, geçenlerde Ulucami, Orhangazi Parkı’nın orada bir grup İsveçli turist ile karşılaştım. Hafızamda kalan birkaç kelime İsveççe ile çat-pat da olsa, her Türk evladı gibi Bursa’yı nasıl bulduklarını, memnun kalıp kalmadıklarını sordum, merakla. Tam o esnada tarihi belediye binasının önüne gelmiştik ki, Atatürk Caddesi üzerinde, TKM yanında durup, kocaman bir posteri gösterip, “bu fotoğraftaki adam kim, çok önemli tarihi bir şahsiyet olmalı” diye sordular bana?
“Bunu nereden çıkardınız? diye afallamış şekilde sordum tabi ben de.
“Arkada çok güzel tarihi bir bina varken, böyle birinin posteri önüne asılmışsa, o binadan daha önemli biri olmalı” diye eklediler.
“Evet” dedim ben de, “Bu kişi çok önemli birdir. Belediye Başkanıdır. Adı Recep Altepe’dir, o kadar önemlidir ki, arkadaki tarihi belediye binası bile yanında önemini yitirmektedir” diye ekledim.
Bana tuhaf tuhaf baktılar ve bir belediye başkanının kentin değerlerinden nasıl daha öneli olabileceğine anlam vermeye çalışarak, tavsiyem üzerine Kebapçı İskender’e döner yemeğe gittiler.
***
Ne demiş şair Orhan Veli;
Bedava yaşıyoruz, bedava; Hava bedava, bulut bedava; Dere tepe bedava; Yağmur çamur bedava; Otomobillerin dışı, Sinemaların kapısı, Camekanlar bedava; Peynir ekmek değil ama Acı su bedava; Kelle fiyatına hürriyet, Esirlik bedava; Bedava yaşıyoruz, bedava.

Evet sevgili Bursalılar, siz de bedava yaşamanın tadını çıkarın, bu kentte yaşamanın da kıymetini bilin, pahalı bir Avrupalı olmak her Türk’e nasip olmaz(!) ;)

Cuma, Ekim 10, 2014

PKK ne istiyor?

Ya da ne yapmak istiyor?
Öncelikle şunu anımsatmakta yarar var: PKK bir terör örgütüdür. Bu örgütün lideri ömür boyu hapis cezasıyla İmralı’da cezasını çekmekte. Yani suçu sabit. O bir “Bebek Katili” Ayrılıkçı terör örgütü PKK’nın kurcusu ve 40 bin kusur insanın yaşamını yitirmesinde bir numaralı suçlu.
Peki PKK Lideri, yani Apo lakaplı Abdullah Öcalan suçlu da, TC suçsuz mu?
Elbette, en az PKK ve Apo kadar TC’nin bu güne dek gelmiş geçmiş tüm hükümetleri de suçludur.
PKK ve Apo’nun var oluş amacı Türkiye’den ayrılarak bağımsız bir Kürt devleti kurmak.
Bugüne kadar eylemlerini ve katliamlarını bu amaç doğrultusunda yaptı.
İlk eylemlerinde de doğrudan masum Kürt köylülerini hedef aldı.
Şiddet kullanarak Kürt halkını yıldırmayı, sonra da saflarına çekmeyi amaçladı. Buna TC de ciddi katkı sağladı (bilinçli ya da bilinçsiz şekilde) zemin hazırladı, katkı sağladı.
Son dönemlerde, AKP hükümeti ile yürütülen barış süreci kapsamında, “bölünme” dillendirilmese de, gönüllerinde yatan gizli emel, “mutlak ayrılık, bağımsız Kürdistan”
Ancak bunun nasıl olacağına dair somut bir plan yok ortada. Zira, Suriye’de farklı bir Kürt oluşumu, Irak’ta farklı, Türkiye’de farklı ve hatta İran’da bile daha farklı bir Kürt ideolojisi söz konusu…
Olası bir Kürdistan devletinin hangi liderin yönetiminde olacağı en büyük sorun.
Bir başka sorun da TC içindeki Kürt nüfusun bu olası ayrılıkta takınacakları tavır.
İşte bütün mesele de burada.
Yarın öbür gün TC bölünüp de Kürdistan kurulduğunda, kaç TC vatandaşı Kürt batıdaki rahatını bozup Kürdistan’a gidecek?
Oysa bir referandum yapılsa belki de sorun çözülecek.
Kürtlere, “TC’den ayrılmak istiyor musunuz?”, Türklere de “Kürtlerlerle bir arada yaşamak istiyor musunuz?” diye sorulsa…
Sonuç ne olur?
İskoçya bunu halkına sordu ve çoğunluk ayrılığa, “Hayır” dedi.
E Türkiye’de de durum farklı olmayacak. Çünkü sokaktaki Kürt batıdan ayrılmaya hiç de niyetli değil.
İşte bunu bilen ayrılıkçı terör örgütünün üst düzey yöneticileri, bu ayrılığı seve seve değil, zorla gerçekleştirmek için şiddete baş vuruyor, batıdaki Kürd’ü, sokaktaki Türk’e saldırtmayı amaçlıyor.
Bununla ilgili çok oyun oynandı, çok kan aktı. Bayraklar yakıldı, fabrikalar yağmalandı, masum öğretmenler katledildi…
Ama olmadı da olmadı.
Hani Ermenilere soykırım yapmakla itham edilen Türkler var ya; nedense Almanlar gibi silkelenip(!) Kürtlerin evlerine çarpı işareti koyarak onları gaz odalarına atmayı düşünmedi, Sırplar gibi toplu katliamlar yapmadı, Klu Klux Klan’lar gibi saldırılarla Kürtleri hedef almadı…
Türkler uyuşuk millet. Saddam’ın Halepçe’de yaptığı gibi Kürtleri kimyasal ile zehirlemeyi bile akıl edemedi…
Şimdi, yani bugün PKK güdümündeki Kürt kardeşlerimiz, sokaktaki masum Kürtleri hedef haline getirmek için, Türkleri kışkırtmaya başladı yine.
Yine bayrak yakma, okul yıkma, hatta ve hatta Atatürk büstlerini parçalama taktikleriyle arı kovanına çomak sokmaya çalışıyor.
Olan Türkiye’de yaşayan tüm halklara oluyor. Huzur yok!
Peki kim mutlu?

İşte asıl yanıtlanması gereken soru bu?
Müslümanların yaşadığı coğrafyada neden “huzur yok?”

E hani ‘Huzur İslamda’ydı?




Çarşamba, Ekim 08, 2014

3 sınıf komedi senaryosu

Rahmetli Necmettin Erbakan, “Kanlı mı olacak, kansız mı?” diye sormuştu, yıllar önce…
Sanırım bu sorunun yanıtını alacağımız günlerin içindeyiz…
İki terör örgütü var karşımızda. IŞİD ve PKK…
“Hangisi daha acımasız, hangisi daha zalim?” sorusunun yanıtını dün sorsaydık başka, bugün sorarsak başka yanıtlar alacağımız kuşkusuz…
Ama ortada bir gerçek var: Al IŞİD’i, vur PKK’ya…
İnsanlık, modern çağların vicdani ilkelliğini yaşıyor.
Dün, bebekleri, nineleri katleden, çocukları dağa kaçıran, canlı bombalarla terörü yayan, korku salan, acemi erleri kurşuna dizen PKK terör örgütü ile kafa kesen, kadınlara tecavüz eden, sinek gibi insan öldüren, yağmalayan IŞİD arasında bir fark görülmüyorken, PKK kıskacına girmiş bir kısım Kürt kardeşlerimin bize horozlanması niye?
***
IŞİD’e demokratik ve çağdaş tepki göstermekse maksadınız, eyallah; hep beraber çıkalım meydanlara, el ele, omuz omuza tavrımızı koyalım. Nasıl ki Gezi Parkı’nın ortasına Apo’nuzun posterini, sözde örgütünüzün bayrağını asarken kimse size “bu nedir böyle, nasıl asarsınız Mustafa Kemal Atatürk’lü ayyıldızımızın altına o paçavrayı?” diye sormadıysa, yine de yan yana TOMA’lara karşı koyacak, gaz maskesiz direnecektik.
Şimdi yalnız(sınız) Kürt kardeşim, nasıl ki her türlü aşırı milliyetçiliğin karşısında olduysak, Kürt faşizminin de karşısındayızdır!
***
Durduk yerde Atatürk heykellerine saldırdınız, sokaktaki sıradan TC vatandaşın sabrını taşırdınız…
Çok zorladınız sevgili Kürt kardeşim, bu halkın sabrını çok zorladınız. Bayrak indirip yırttınız, okul yaktınız, kırdınız, parçaladınız…
Hep sabrını test ettiniz birilerinin.
“Ya sabır!” çektiler hep… “Ya sabır…”
Evet, maksadınız hâsıl olmaya başladı. Farkındaydım ve hala da farkındayım… Maksadınız sokaktaki sıradan TC vatandaşını, olaylar ve konuyla ilgisi olmayan batıdaki Kürt vatandaşı birbirine kırdırmak.
Biliyorsunuz ki, yarın öbür gün resmi olarak kuracağınız olası Kürt devletine, batıdaki rahatını bırakıp hiçbiri gitmeyecek!
İşte tüm derdiniz bu; Kürd’ü Türk’e kırdırıp, amacınıza ulaşmayı planlıyorsunuz. Tıpkı siyonistlerin Nazileri kullandığı gibi...
Bugüne kadar tüm girişimleriniz sonuçsuz kalmıştı. Amma ve lakin bu sefer zamanın uygun olduğunu düşünüp, “fırsat bu fırsat” diyerek,  kaos ateşinin fitilini yaktınız.
***
Eğer niyetiniz, bağcıyı dövmek değil, üzüm yemek olsaydı, TC sınırları içinde değil, Kobani’ye gider, orada savaşan yandaşlarınıza katılırdınız. Zira IŞİD yandaşları, ABD’den, Kosova’ya, Sudan’dan,  Rusya ve hatta Avustralya’ya kadar hasta ruhlu yandaşlar buldu ve hepsi de koşa koşa IŞİD’e katıldı. Peki ya siz ne duruyorsunuz, ne diye TC vatandaşlarının huzurunu bozup, okulumuza, bayrağımıza Ata’mıza saldırıyorsunuz?
Çünkü, sizin niyetiniz, Kobane mobene değil. Siz sadece önünüze konan senaryoda, size biçilen rolü oynuyorsunuz:
Ekşi sözlükte “portakalkoy” adlı kullanıcı “3 sınıf komedi senaryosu” başlığıyla olayları ve olacakları şöyle tanımlamış:
Bir terör örgütü (PKK), başka bir ülkede sempatizanlarına başka bir terör örgütünün (IŞİD) saldırması nedeni ile faaliyet yürüttüğü ülkede (Türkiye) terör eylemleri yapar. Bu sırada diğer terör (IŞİD) örgütünün de aynı ülkede planladığı eylem bulunmaktadır. Türkiye'de PKK'nın eylem yaptığı yere aynı sırada IŞİD'de eylem yapar ve olaylar gelişir.
***
Evet, bence de Türk-Kürt kardeş! Ama sanki Kürt kardeşimiz mızıkçlık yapıyor, kalleşlik ediyor gibi.
E peki ne etçez şimdi, Kürtleri zorla mı kardeş tutacaz?
Bu berbat senaryolu filmin sonunun kötü olduğunu bir tek biz mi görüyoruz, yoksa Kürt kardeşlerim farkında değil mi kötü adamın çıkarlarına hizmet ettiğinin?