Cumartesi, Şubat 23, 2008

SIRP PİŞKİNLİĞİ

Halamın oğlunun düğünü için balkanlardayız… Yıl, 1981… Yer, eski Yugoslavya'nın en geri kalmış bölgelerinden biri, Makedonya'nın başkenti Üsküp… Türkiye'de 12 Eylül'ün izleri tazeliğini koruyor.

Rastlantı bu ya, Kenan Evren Devlet Başkanı statüsüyle Yugoslavya'yı ziyarete geliyor. Yugoslavya Devlet Televizyonu da Türkiye'yi anlatan bir program yayınlıyor. Türkiye'nin güzellikleri, doğal ve tarihi özelliklerinden övgüyle söz ediliyor. Programın sonunda da anlatıcı şöyle bir yorum yapmaktan geri kalmıyor:

"Ne yazık ki böyle bir ülke Türklerin elinde!"

Belgrat caddelerinde Sırplarla röportaj yapılıyor. 50-60 yaşlarında bir ihtiyar delikanlı Sırpların ruh halini özetliyor:

"Türkler bizi 500 yıl sömürdü. Bunu unutmadık, acısı hâlâ yüreğimizde, unutmayacağız!"

15 Haziran 1389 Kosova meydan muharebesinde yaşanan yenilginin hazımsızlığı günümüze kadar taşınıyor. Diktatör Slobodan Miloşevic, 1998'de başlattığı katliam öncesi, "Kosova'nın intikamını almanın zamanı geldi" şeklinde bir konuşma yapacak ve bu süreç binlerce masumun hayatına mâl olacaktı.

***

Sırplar, binlerce yıl önce Balkanların hâkim halklarından İlirlerin ırgatı ve sezonluk işçileriydi… Beraberinde taşıdıkları orak benzeri aletin adına "sırp" dedikleri için bu adla anılan Rus boylarından Slav kökenli bu insanlar zamanla balkanlara yerleşip kök saldı.

İlir halkı Shqiptarlar, yani Arnavutlarla sürekli sorun yaşadı. Çatıştılar, birbirlerini kırdılar. Osmanlı döneminde Müslümanlığı seçen Arnavutların idarede etkin hale gelmesi, Sırplarla olan düşmanlığı pekiştirdi.

***

1981'den günümüze öyle şeyler oldu ki, ne Yugoslavya kaldı ortada ne de eski Balkan haritası.

Slovenya'nın ateşlediği Yugoslavya'nın parçalanma sürecinde en büyük trajediyi Boşnak ve Arnavutlar yaşadı.

Bu iki halkın tek ortak noktası, Müslüman olması ve Osmanlı'yla tarihi bağlıarı…

Avrupa'nın göbeğinde önce Boşnaklar katliama maruz kaldı… Derken Kosova, Arnavutlar…

Hırvatistan ve Makedonya da ayrıldı… Bosna devletini kanla kurdu…

Sırpların öz be öz kardeşi, dindaşı, ırkdaşı Karadağ güle oynaya bağımsızlığını ilan ederken Sırplar nedense "gık" demedi.

Söz konusu olan Kosova için yıllardır diretip duruyorlar(dı).

Sanki Arnavutları kesen, diri diri toplu mezarlara gömen kendileri değilmiş gibi.

(İşin ilginci Kosova'yı tanıyan ülkelerinden hiç bir lider de dünyaya seslenip, Sırpların pişkinliklerini yüzüne vurmuyor)

Binlerce yıl öncenin cengâverleri, savaşçı halk, Osmanlı'nın vurucu ve yıkıcı gücü Arnavutların torunları, yaşadıkları ıstırabın karşılığı olarak Sam Amca'nın desteği ile devlet olabildiler.

Artık dünyada iki tane Arnavut devleti var: Albania (Arnavutluk) ve Kosova...

Ekranlara yansıyan görüntülerde, iki ABD bayrağına karşılık bir Arnavutluk bayrağı gözlerden kaçmıyordu, coşkulu kutlamalar sırasında. Sırpların Rusya'sı varsa, Arnavutların da ABD'si(!)

Kosovalı Arnavutlar mutluluk sarhoşu, Sırplar öfkeli, aralarında Türkiye'nin de yer aldığı başta ABD olmak üzere büyük elçiliklere saldırıp, izole olmayı pekiştiriyorlar.

Kosova'yı tanıyan tanıyana…

Stratejik güç kendini hissettiriyor, Rusya'nın desteği Sırpların işine yaramıyor…

Fuat Kozluklu'nun sunduğu Kanal24'ün Medoratör programına katılan üst düzey bir Sırp yetkili yaşananların Sırbistan'ı AB'den uzaklaştırdığını itiraff ediyor fakat nafile, faşist sırplar elçilikleri yakmaya devam ediyor!

BM'yi olayları konmaya davet etse de Sam amca gene başrolde, bir yeri yıkarken, öte yeri sözüm ona inşa ediyor.

Petrol ya da altın ve gümüş madenleri söz konusu olmasaydı Kosova ya da Kuzey Irak umurunda olur muydu, ne dersiniz? Yoksa yapılanlar sadece Rusya ve Çin'e karşı bir güç gösterisi mi?


http://www.dorduncukuvvetmedya.com/dkm/article.php?sid=10247

Pazartesi, Şubat 18, 2008

ÇAĞATAY YOLDA, YA SKYTÜRK!

Gece Sky Türk kananlı izleyiniz var mı bilmem ama bu tuhaf isimli sözüm ona haber kanalı, saatler 24'ü gösterdiğinde bir acayip oluyor. Sanki kanalın idaresi, yayını bilinmez(!) güçlerin kontrolüne geçiyor ve bir yayın komedisidir gidiyor ki, sormayın…

Geceleri uyuma sorunu yaşayanlardanım ben de… Bazen de iyi oluyor hani, normal saatlerinde yakalayamadığım programları, gece tekrarlarında izleyebiliyorum.

Favori kanallarım da, NTV, CNNTurk, CNBC-E, Kanal24… Belge ve belgesel ağırlıklı, bazen de söyleşi programlar oldu mu yayında, kitleniveriyorum bu kanallardan birine veya dünya sinemasından çarpıcı örneklere…

Neyse, bazen de basketbol maçları ve Nihat Genç'in söyleşileri için Sky Türk'ü de tercih ediyorum.

Geçenlerde Nihat Genç'i dinliyorum Sky'da…

Gene coşturuyordu (!) üstat, bir hükümete, bir muhalefete, bir medyaya, bir AB ve ABD'ye verip veriştiriyordu!

Sonra derken, yayın kesildi ve araya bir tanıtım girdi. "Çağatay Yolda" az sonra…

Tanıtımdan sonra program kalındığı yerden devam edilecek diye sanıyorudm ki, yayına "az sonra" duyurusuyla Çağatay Yolda başladı.

"Her halde Nihat Genç'in programının bandıyla alakalı bir sorun ortaya çıkmıştır, o nedenle yarım kestiler!" diye düşündüm o anda ve başka kanallarda şansımı denemek üzere, kanallar arası yolculuğuma başladım(!)

Birkaç gün sonra Efes Pilsen'in İtalya'da oynadığı bir maçı izliyordum Sky Türk'te ... (Yine gece ve tekrarında tabi…) Bir hayli çekişmeli ve heyecanlı geçen maçın son saniyelerinde eşitlik bozulmadı. Maç 5 dakikalık uzatmaya gitti.

Bu boşluktan istifade araya tekrar bir tanıtım girdi ve gene "Çağatay Yolda… Az sonra" anonsu duyuldu.

Ben ve o saatte (kaç kişi vardı o maçı izleyen bilmiyorum ama) ekranda maçın uzatma dakikalarının başlamasını aval aval beklerken, az sonra başlaması gereken Çağatay Yolda, üstelik geçen geceki tekrarıyla yayına verildi…

Yine masumane bir düşünceyle, programın bandıyla ilgili sorun olma ihtimalini pijama cebime koyup(!) başka kanallardan maçın skorunu öğrenme yoluna gittim. Nitekim Efes uzatmada rakibini yenmeyi başarmış.

Geçen akşam yine uykusuz bir gecenin ortalarında, Nihat Gençli programı denk getirdim. Aklımda bir önceki "Çağatay Yolda"lı kesintiler de gelmedi değil. Nihat Genç her zamanki performansında konuyu tartışırken, Çağatay Yolda tanıtımı zınnkkk diye araya girmez mi!

Ben elimde kumanda dumur vaziyette olacakları beklerken, Çağatay Yolda'nın aynı tekrarı yayına verilince, "pes" demekten kendimi alamadım!

Pes ki, ne pes!

Yayın kalitesi, izleyiciye saygı, sorumluluk, samimiyet, ciddiyet, karizma, bir anda yerlere serildi Sky Türk'ün…

Ciddiye alınmayacak bir kanal olduğunu belki biliyorsunuzdur, amma ve lakin Türkiye'nin büyük bir bölümüne üstelik haber kanalı iddiasıyla yola çıkıyorsanız, Çağatay'ı yolda bırakacaksınız(!) Gecenin bilmem hangi saatinde, "bu saatte bizi kimse izlemiyordur!" düşüncesine sahipseniz, program yapmak için bütçeniz de yoksa o zaman dükkânı kapatacaksınız.

Birileri sizi izliyordur mutlaka ve o izleyen, eli kalem tutan biri olabilir mesela(!) belli mi olur; benden söylemesi ;-)

http://www.dorduncukuvvetmedya.com/dkm/article.php?sid=10225

Perşembe, Şubat 14, 2008

TAKİYYE DÜŞTÜ KEL GÖRÜNDÜ...

Gece tekrarında izledim Neden programını NTV'de… Aynı saatlerde Kanal 24'de ise "Gelecek 50 Yıl" adlı belgesel ekrandaydı. Yatağa uzanmışım, bir Neden'e, bir de Gelecek 50 Yıl'a bakıp durdum…

Eloğlu 50 yıl sonra ne gibi teknolojik gelişmeler olabileceğini, sinemasal bir kurgu tadında, bilim adamlarının açıklamalarıyla öyle enfes bir belgesel hazırlamış ki, imrenmemek elde değil.

Biz ise nedenler ve niçinler girdabında türban batağına saplanmış, çırpınıp duruyoruz. 2008'de geçmiş 50 Yıl'a dönmenin çabası içerisindeyiz.

Can Dündar Nevzat Yalçıntaş hocanın karşısına gazeteciler Mehmet Altan, Gülay Göktürk, Şükran Soner ve Cüneyt Ülsever'i koymuş bataklığa gömülü konuyu anlamaya, sözüm ona anlatmaya çalıştı.

Bir deli, bin aklı durumu hâsıl olmuş da kuyudaki taşı çıkarmaya çalışıyor sanki(!) Gülay Göktürk çağdaşlık adına her alanda insanların giyim kuşam özgürlüğü bulunması gerektiğinin altını çizerken, Şükran Soner, Başbakan Erdoğan'ın "Başörtü siyasi simge olsa ne olur!" şeklindeki açıklamasının aslında AKP'nin takıyye yaptığının kanıtı olduğunu ifade etti. Soner, "Siyasal simge olunca kan çıkıyor. Siyasal simgenin kan çıkmamasının tek ölçüsü o siyasal simgenin toplumun genelinde kabul görmesidir" diye ekledi.

Yalçıntaş hoca, eski AKP'li olması münasebetiyle (kendine göre) haklı olarak sayın başkan Tayyip Erdoğan'ı savunma ve türbanı kollama görevini üstlendi. Yıllar önce, eski Sovyet döneminde başından geçen bir olayı anımsatarak, Sosyalist Rusya'da bile türbana göz yumulduğunu sözlerine ekledi.

O gece Kanal24'te iki bölüm halinde arka arkaya yayınlanan 'Gelecek 50 Yıl' belgeselinde uçan arabalar, tek merkezden kontrollü bilgisayar donanımlı kentler, el değmeden yapılan ameliyatlar, uzaya çekilen inanılmaz asansörler gösterilirken, NTV'de türban tartışması gündemimizdeki kronikleşen trajediyi kanıtlamaya devam ediyordu.

Derken, başından beri AKP'ye toz kondurmayan, son zamanlarda da, tabiri caizse Başbakanla Papaz olan(!) Ertuğrul Özkök telefonla bağlandı. Özkök son gelişmelerin ardından yaşadığı hayal kırıklığını itiraf etti ve "Bir aldatılmış duygusu yaşamıyor da değilim. Cumhurbaşkanlığı meselesinde ciddi bir aldatılmışlık duygusu yaşadım" diye duygularını dile getirdi.

Cüneyt Ülsever ise meslektaşı ve genel yayın yönetmeni Ertuğrul Özkük'e gönderme yapmaktan da geri kalmayarak, "Başbakanın tavrını Ertuğrul Özkök'ün yadırgamasını ben yadırgadım. Çünkü başbakan zaten böyle bir insan... Başbakan ruhu itibariyle demokrasiden nasibini almamış, iyi bir lider, iyi bir atılımcı ama düşünce haritası içinde demokrasi, hoşgörü, karşılıklı anlaşma kavramları yok" diye karşılık verdi.

'Geçmiş 50 Yıl'da kalması gereken bir tartışmayı bugün alevlendirmek tek bir şeye yarıyor: AKP 'yi mazlum duruma düşürmeye! Arkasına aldığı %47'lik seçmen desteği ile başındaki takkeyi attı, takıyyesi de apaçık ortaya çıktı başbakanın. Artık malum medyanın desteğine de ihtiyaç duymuyor olabilir.

Lakin bu halkın hâlâ huzura, refaha ihtiyacı var! Ekonomi hâlâ rayında değil… Esnaf da, iş adamı da, işçi de, memur ve emekli de gidişattan muzdarip!

Çözülmesi gereken sorunlar boy boy, sıra sıra dizilmiş beklerken AKP'nin gündemi türbanla bulandırma çabası ve bunda ısrar etmesi, sözüm ona AKP karşıtlarının da buna çanak tutup yangına körükle gitmesi akıllarda asılı kalan soru işaretlerine birer çentik daha atıyor!

"Neden?" sorusu gene yanıtsız, Mehmet Altan programda son sözü söylerken, gerçeklerin altını kalın harflerle çiziyor: "Hepimiz sabah akşam bunu konuşmaya başlıyoruz ama yanımızda Davutpaşa patlıyor, 12 milyon insanımız 1 dolarla yatıp kalkıyor, 600 bin kişi aç yatıyor, halen nüfusun yüzde 25'i köylerde. Ama biz Ankara'ya endeksli bir medya ve anlayış içinde hayat tüketiyoruz. Onun için de Türkiye işte ne AB üyesi olabiliyor, ne istediğimiz noktaya gelebiliyor!"

***

Bu arada türban konusunda naçizane bir öneri de ben sunmak istiyorum:

-Şimdi sorun türbanlı öğrencilerin üniversitelere girmesi değil mi?

-E, bunu çözmek o kadar zor değil ki(!)

-Türbanlılar için ayrı bir üniversite kurulsun, olsun bitsin!

-Zaten bölündükleri kadar bölündüler, dışlandıkları kadar dışlandılar! Oldu olacak, tüm türbanlı kızları tek bir üniversiteye, (fakülte de olabilir) toplasınlar. Orada türbanlı öğrencilere türbanlı öğretmenler, hukuk, tıp, güzel sanatlar, muhasebe, pazarlama ve hangi alanda talep olursa o alanda ders versinler, derim. -Tıp okuyan bir türbanlı öğrenci, türbanlı bir kadavra üzerinde çalışsın(!) türbanlı hastalara baksın. Türbanlı bir hukuk öğrencisi de sadece ve sadece türbanlı müvekkilleri üzerine odaklansın!

-Mezun olduktan sonraki durumları mı?

-Yahu türbana dolanmış dünyalarında da eminim ki kendilerine göre iş ve müşteri bulmakta zorluk çekmeyeceklerdir(!)

Sadece minik bir öneri. Böylece türbanlılar da rahat eder, onlardan rahatsız olan türbansızlar da(!)


http://www.dorduncukuvvetmedya.com/dkm/article.php?sid=10193

Cumartesi, Şubat 09, 2008

Baykal anlamaz o işlerden(!)

Bursa Büyükşehir Belediyesi'nin geçen Aralık ayında organize ettiği Uluslararası İpek Yolu Film Festivali sırasında biz de İnSanat Sinema Derneği olarak filmlerin gösterildiği Tayyare Kültür Merkezi'nde bir stant kurmuştuk. Maksat derneğimizin tanıtımını yapmak tabi…

Bir ara, genç yönetmem Çağan Irmak standın önünde belirip yarı telaşlı, elini ağzına götürüp bir şeyler mırıldandı bize doğru, elindeki sigarayı da görünce ateş istiyor sanıp, "Biriniz Çağan ağabeyinize ateş verin" deme gafletinde bulundum(!)

Çağan Irmak kardeşimiz salona doğru yönlenmişti ki, birden dönüp sert bir ifadeyle "Bi kere ben sizin ağabeyiniz değilim; tamam mı!" diye karşılık verdi.

Meğerse ateş değil, bulunduğumuz yerde sigara içilip içilemeyeceğini soruyormuş, sevgili Çağan!

Son filmi Ulak'ı izledim hafta içerisinde… O telaşının ve sinirliliğinin nedenini de şimdi daha iyi anlıyorum. Tüm gerginliği o filmin kusursuz olabilmesi içinmiş meğerse!

Çağan gerçekten de çok iyi bir iş çıkarmış, lakin gişedeki durumu Babam ve Oğlum filminin gerisinde kalacak gibi görünmekte...

Bence Ulak, bir öncekine nazaran sinematografik olarak çok ama çok başarılı bir çalışma... Çok iyi bir yönetmen olduğunu her haliyle hissettiriyor. Gerek kurgusal anlamda, gerekse görsel ve işitsel zenginliğiyle harika bir masal çekmiş! (Oyunculuklar da başarılı, fakat 'Babam ve Oğlum'un çekirdek oyuncu kadrosuyla çalışmasaydı) İşte bu durum herkesi o eski filmdeki beklentiye sürükledi. Salya sümük ağlamayı umanlar da hayal kırıklığına uğradı.

Fısıltı gazetesi, kulaktan kulağa yapılan söylenceler, dost sohbetlerinde 'Babam ve Oğlum'a düzülen methiyeler için gerçek bir 'ulak'a ihtiyaç var(!)

Peki, "bu film Babam ve Oğlum'un neden gerisinde kalır?"sorusuna birçok yanıt vermek olası. Lakin benim düşüncem de şu:

"Bu millet sinemadan filan anlamaz. Ya ağlatacaksın, ya da çatlatana kadar güldüreceksin!"

Sinema yapmaya kalkanların durumu aşikâr!

'Babam ve Oğlum'un rüzgârı gişede 'Ulak'ı da mahcup etmez, zira bu sinema izleyicisinin kalitesini değiştirmez!

Vizontele vizyona girdiği yıl, çok ama çok daha başarılı bir film, salon bile bulamamıştı. Semih Kaplanoğlu'nun 'Herkes Kendi Evinde' filminin esamesi bile okunmamıştı. O filmde Erol Keskin'in muhteşem oyunculuğu, Tolga Çevik'in oyunculuk pırıltılarına kimse tanık olamamıştı. Millet deli danalar gibi(!) Vizontele'ye koşmuştu.

Bu noktada şunu kimse yanlış anlamasın! Vizontele'ye bir lafım yok... Ömer Faruk Sorak faktörü o filmin kalitesini kanıtlamaya yetiyor. Ama 'Herkes Kendi Evinde' daha iyi bir çalışmaydı ve keşke Vizontele'ye koşanların ¼'ü o filme de gideydi.

Gitmedi. O film gibi güme giden proje o kadar çok ki… Hangi birini saysak!

Rıza…

Beş Vakit…

Kader…

Uzak…

Tabutta Röveşata…

Ya 'Hacıvat-Karagöz Neden Öldürüldü'ye ne demeli?

Vesselam bu millet sinemadan falan anlamaz!

***

Yazının başlığıyla şimdiye kadar anlattıklarımın bir alakası yok değil mi?

Durun, hemen acele etmeyin, devamını okumayı deneyin bir de ;-)

Başbakan Erdoğan, Baykal'a "Sen ne anlarsın o işlerden" diye karşılık verince bu milletin de sinemadan anlamadığı aklıma düştü hemen!

Gerçi sayın Deniz Baykal'ın siyasetten de anlayıp anlamadığı tartışılar, ancak Bay Başbakanın Baykal'ın anlamadığını iddia ettiği konudan ne kadar anladığı ayrı bir tez(!) konusu…

Sinema konulu bir yazı ilgi görmeyebilir düşüncesiyle manşete böyle bir konuyu çektim!

Yani bir anlamda reyting kaygısı(!)

Şaka tabi… Ama sinema yapan bazı yönetmen ve yapımcılarımız (belki de haklılar) bu milletin hisleriyle, duygularıyla oynamayı seviyor. Bu konulara odaklanıp gişe yapmayı umuyor. O nedenle bu komedi furyası… Bir de korku kabusu var ki sinemamızda, trajedi olarak önümüzde duruyor!

Konumuz sinema; bu milletin iyi ve kaliteli filmden anlamadığı bu kadar belirginken, benim de sinema yapmaya çalıştığımı anımsatmakta yarar var!

Bir yıldır kaynak bulmak için yırtındığım projemi gerçekleştirme yolunda İstanbul ve Bursa'da tüm kapılar birer birer yüzüme kapandı. (Son çare sıfır bütçeyle çekmek)

Projem taraftar olma psikolojisini irdelemekte. Yani ne komedi, ne de ağlatmak gibi bir iddiası var!

"O nedenle sinemadan anlamayan bu milletin filmi görmeye gider mi?" sorusunu yanıtım belli.

Benim bir derdim var ve bunu filme aktarmak istiyorum. Tıpkı Çağan gibi, Zeki Demirkubuz, N. Bilge Ceylan, Reha Erdem, Ahmet Uluçay, Ezel Akay gibi, Semih Kaplanoğlu gibi...

Bu millet filmi izlemeye gelir mi, gelmez mi? Kendileri bilir, sinemadan anlayan gelir, anlamayan, anca gider(!)

http://www.dorduncukuvvetmedya.com/dkm/article.php?sid=10123