Cuma, Haziran 28, 2019

Maymun Gözünü Açtı(!)


Kabullenmek gerek, geldiğin gibi gidebilmeyi, becerebilmek gerek…
Bu, hayatın gerçeği, doğanın kanunu; bir şey başlar ve biter. İstediğin kadar diren, istediğin kadar çabala, sonucu değiştiremezsin, her şeyin bir sonu var…
İktidarların da…
Merhaba…
25 yıldır aktif siyasette olan Erdoğan ve Ak Parti, ki 25 yılın bir kısmı Refah Partisi’nde, Türkiye’ye damga vurdular gerçekten! Bu damga nasıl silinir neler olur, kaç yılda temizlenir, zor görünüyor.
Dedim ya hayatın gerçeği bu…
Ak Parti çözülmeye başladı çünkü artık onlar için filmin sonu geldi. Az sonra jenerik kacak.
Birileri için mutlu son görünmüyor.
Erdoğan bu filmin sonunda yola çıktığı arkadaşlarından uzak tek başına koltuğunu sonsuza kadar koruma telaşında…
Fakat birlikte yola çıktığı arkadaşları hakkında “bizi arkadan hançerlediler” dedi.
İyi de onları pasifize eden partiden uzaklaştıran kimdi?
Peki ya Refah Partisi varken, oradan kopup parti kurarak Erbakan’ı arkadan hançerleyen kimdi?
Neyse, güzel ve komik ülkemde muhabbet bitmiyor, her gün yeni bir gündem ve yeni bir tartışma.
Biliyorsunuz. Seçimlerden birkaç gün önce İmralı tatil köyünde(!) cezasını çeken, ki halk arasında artık orası İmralı tatil köyü olarak anılıyor. İmralı’dan son seçim öncesi gelen Öcalan mektubuna tepkiler çığ gibi büyüyor ama iktidar da bu konuda yan çizmeye de başladı.
Yaşananları normalleştirmek için atmadıkalrı takla kalmadı…
Daha önce de demiştim ya komik ülkeyiz vesselam..
Öcalan’dan gelen mektuba paralel TRT’nin Kürtçe yayın yapan kanalı Öcalan’ın kardeşi Osman Öcalan ile yapılan röportaj için Sn Erdoğan, biliyorsunuz ki kendisi aynı zaman da Ak Parti genel başkanıdır. Bu konuda yaptığı açıklamada, kırmızı bültenle aradığını bilmediğini söyledi.
Şaka değil
Reis aynen böyle dedi…
Deneyimli televizyon habercisi Ünsal Ünlü internet üzerinden (Periscop ve Youtube) kişisel kanallarından günlük yaptığı “gündem” değerlendirmelerinde bu durumu, milletle “John Benjamin” geçiyor benzetmesini yaptı. Belki bilmeyeniniz vardı, John Benjamin Toshak, Beşiktaş’ın eski teknik direktörüdür ve soyadından ötürü, birileri sizi aptal yerine koyup dalga geçmeye başladığında “benimle Toshak geçme” esprisi yapılırdı…
Bense bu durumlarda “billur geçme” benzetmesi yaparım… Ve büyük bir ihtimalle, bu son açıklamalara bakınca Erdoğan ve Ak Parti yöneticilesi milletle ve elbet seçmeniyle billur geçiyor.
Ak Parti’de ve elbet ülkede sinek vızıltısından bile haberdar olan Erdoğan’ın Osman Öcalan’ın kırımızı bültenle arandığını bilmemesi mümkün mü?
Bu arada billurun ne olduğunu bilmeyeniniz varsa, gogıl amcaya sorabilir…
Billur , koçun billurları denir, bilmem anladınız mı?
Sadece Sn Erdoğan değil, Ak Parti teşkilatı ve Erdoğan’ın ekürisi Devlet Bahçeli de hem kendi seçmeniyle, hem de tüm Ak Partililerle billur geçiyor!
Neden, çünkü milleti aptal sanıyorlar.
Ama artık maymun gözünü açtı…
İmralı’dan gelen mektup ve kırmızı bültenle aranan Osman Öcalan’ın TRT ekranlarına çıkması takkeyi düşürdü, keli meydana çıkardı.
Ya da; kral çıplak!
Dedim ya ülke absürt ve garip ve komik diye… En son gelen haberlere göre Sn Erdoğan’ın ki Ak Parti Genel Başkanı olur kendisi, eşi Emine hanım Japonya’da yaklaşık 50 bin dolar değerinde çanta satın almış. Şimdi; Ak Parti'ye ve Erdoğan'a oy veren ve oy verdiği için asla toz kondurmayan, sosyal medya ya da bire bir etrafımda olan dostlarıma sesleniyorum ve bu yazıyı okuyan siz: Ülke krizdeyken, insanlar zar zor ay sonunu getirmeye çalışırken Sn Emine Erdoğan'ın 50 bin dolara Japnoya'dan çanta alıp koluna takması hakkında ne düşünüyorsunuz? "Komşusu açken tok yatan bizden değildir" diyen İslam peygamberi Hz Muhammed'in ümmetine uygun bir davranış mıdır? Bunu görüp de ses etmeyene ne denir?
Geçenlerde videolarımın linkini çok sevdiğim bir asker arkadaşıma yolladım ve videomu izledikten sonra whatsApp’dan şu mesajı yazdı. Dostum doğru diyorsun ama unutma ki doğru söyleyenleri dokuz köyden kovuyorlar, aman diyeyim dikkat et, balın derde girmesin, doğruları konuşmak söylemek bu devirde doğru değil…
Bakar mısınız, insanlar nasıl korkmuş nasıl ürküyor?! Sadece kendileri için değil dostları için de endişelenir hale gelmiş toplum.
Ben de arkadaşıma, Sen susarsan ben susarsam, gerçekleri kim söyleyecek, söyler misin? Nasıl susalım, söyler misin?
Benim zaten kovulmadığım köy kalmamış, ha dokuz ha 19, 29 30 ne fark eder!
Esas gerçekleri görüp de konuşmayan, susan dilsiz şeytan değil de nedir? 




Salı, Haziran 25, 2019

Bu da mı gol değil!

“Ofsayt Osman” filminde Sadri alışık mahkemeye çıkmış ve hâkime yalvarıyor; “Bu da mı gol değil, bu da mı ofsayt”
Evet, seçim bitti…
İlk seçimi iptal ettiler, ilk seçim dediğim, 31 Mart’ta yapılan seçimleri, saçma sapan gerekçelerle iptal edildikten sonda 23 Haziranda yenisi yapıldı ve 800 bin kusur fark ortaya çıktı.
Şimdi soruyorum; “bu da mı gol değil bu da mı ofsayt!?” Var mı bir gerekçeniz,
 Bu seçimi de iptal etmek ister misiniz?
Sosyal medyada böyle bir söylenti dolanıyor.
Hadi var sayalım iptal edildi, ondan sonra fark iki milyona çıkar aha buraya yazıyorum?
Çünkü mağdur edilmiş biri var ortada: İmamoğlu!
Ve vatandaş mağdurun yanında yer aldı.
Gücü elinde bulunduran, devletin her türlü imkanını kullanan, bir rakip vardı; Binali Yıldırım!
Ve arkasında Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın desteği vardı…
Bir tarafta, Recep Tayyip Erdoğan destekli Binali Yıldırım, diğer tarafta sadece halkın desteğini alan Ekrem İmamoğlu…
Halk İmamoğlu’nu tercih etti!
Düşünmez misiniz, akletmez misiniz?
Acaba halk ne için İmamoğlu’nu tercih etti!
Neden Binali Yıldırım’ı tercih etmedi?
Ve Binali Yıldırım, seçim akşamı çıktı ve sonuçlar tamamlanmadan yenilgiyi kabul eden bir konuşma yaptı.
Tek kelimeyle “acıdım” kendisine…
Acınacak bir haldeydi koskoca başbakanlık yapmış biri…
Şöyle ya da böyle, atanmış dahi olsa, TBMM başkanlığı ve bakanlık yapmış birinin böyle bir duruma düşmesi çok acıydı…
Üzüldüm ama üzüntüm acımaktan kaynaklı bir durumdur…
Acınacak bir haldeydi Binali bey!
İtiraz etmedi… İtiraz edebilseydi bu hale düşmeyecekti.
En başından aday olmayı kabul etmemesi gerekiyordu.
İtiraz edemediği için bu hale düştü…
Son konuşmasında ağlamaklıydı Binali Yıldırım. Biri dokunsa ağlayacak gibiydi…
Hatta, ağladığına dair sosyal medyada bir takım görüntüler de yayıldı…
İnanın ben olsam ağladım ama inanın ben kendimi o duruma düşürmezdim.
Recep Tayyip Erdoğan’a itiraz edip, “Beni başbakan yaptın, bakan yaptın, meclis başkanı yaptın, eyvallah; ama mertebelerden beni belediye başkanlığına düşürme!” diye itiraz etmeliydi…
“Ne olursun beni bu duruna düşürme!” diye yalvarması lazımdı.
Belki de yalvardı bilemiyoruz… Yalvardı da, Erdoğan’ın gözünü bürüyen hırs Binali beyin başını yedi.
Tüm bunlara rağmen, Binali Yıldırım çıktı delikanlı gibi, mertçe yenilgiyi kabullenerek tebrik etti ve İmamoğlu’na her türlü desteği ve yardımı yapacağını ifade etti.
Bakın burası çok önemli, bunu söylerken partisini değil bizzat kendisini kast ediyordu, yani şahsını…
Recep Tayyip Erdoğan’dan hiç böyle bir açıklama duydunuz mu?
Kaldı ki Erdoğan Türkiye Cumhuriyeti’nin Cumhurbaşkanı… Aynı zamanda İmamoğlu’nun da cumhur bakanı, benim de ve tüm TC vatandaşlarının da cumhurbaşkanı olması gerekmez mi?
Peki, Erdoğan neden herkesin cumhurbaşkanıymış gibi davranmaz?
Bakın, soru gayet net, basit:  Neden Erdoğan hepimizi ayrıştırdı? Neden benim de cumhurbaşkanım olmuyor, olmak için bir çaba sarf etmiyor? Neden kendisine nefret ettiriyor?
Ülkede büyük bir kesim ve bu kitle giderek yavaş yavaş büyümeye başladı; Ak Partililer de, milliyetçi muhafazakârlar da ve dindarlar da, zaten gerçek dindarlar uzun süredir Erdoğan’ı ve politikalarını sorguluyorlar…
Erdoğan çok büyük hatalar yaptı ve özellikle son yaptığı hata; herkesi şaşkına çevirdi. Abdullah Öcalan’a mektup yazdırması, bu mektubun seçimlere 2-3 gün kala kamuoyun açıklanması ciddi anlamda intihar oldu.
Bakın intihar diyorum… Önceki yazımda bunun harakiri olduğunu yazmıştım ama bu yanlış bir tanımlamaydı. Zira harakiri onurlu bir eylem şeklidir. Japonlar zorda kaldıklarında ve büyük bir hata yaptıklarında bunun cezasını kendi kedilerine vermek için harakiri yaparak hayatlarına son verirler.
Fakat Erdoğan’ın davranışına harakiri denmez, Apo hamlesiyle adeta kendi kafasına sıkarak intihar etti.
Bu intihar elbette onu öldürmedi ana İstanbul seçimleri boyunca yaptığı tüm hatalarının üstüne son ve acı bir damla oldu…
Geldiği gibi gitmeyi bilmeli insan…
Recep Tayyip Erdoğan işte bunu başaramadı.
Çoktan gitmesi gerekiyordu. Ve bence film Gezi Parkı olaylarında koptu.
Erdoğan bence orda ipin ucunu kaçırdı…
Eğer, Gezi olayları ilk başladığında şiddet ve öfke ve nefret dilini kullanmayıp, “Topçu Kışlası yapacam” inadından vazgeçseydi, Ağaçlar için nöbet tutan insanların yanında yer alsaydı, “Ben de sizinle nöbet tutuyorum, oraya çadırımı kurun” deseydi, o olayların hiç biri yaşanmaz, ne Berkin Elvan, Ne Ali İsmail Korkmaz, ne Ethem Sarısülük, ne polis memuru Mustafa Sarı eylemcileri kovalarken köprüden düşüp ölemeyecek, ne de binlerce insan sakat kalmayacak, ekonomimiz de zarar görmeyecekti…
Erdoğan 2013 Haziranında çok stratejik anlamda yanlış bir karar verdi.
Erdoğan o gün, “Ben gençlerle birlikte ben de ağaçları koruyacam!” deseydi ne olurdu? Ne Kaybederdi?
Kaybeder miydi?
Hayır, bence tam tersi, yücelirdi Erdoğan?
Biz de kendisini alkışlardık!
Bunların hiç birini yapmadı?
Neden?
Çünkü kibir, ah o kibir yok mu, insanı insanlıktan çıkaran kibir!
Peki o gün ilk saldırı emrini veren, yani çadır kurup topçu kışlası yapılmasın diye nöbet tutan çevrecilere müdahale emrini veren kimdi?
Recep Tayyip Erdoğan!
Sizce gezi olayları gerçekten dış güçlerin, faiz lobisinin oyunu muydu?

Erdoğan oraya gidip gençlerin yanında çadır kursaydı, nöbet tutsaydı, bunlar olur muydu?
Evet, soru basit; bunlar olur muydu? Gezi olayları bu kadar büyür müydü?
Gezi olaylarının üzerinden çok zaman geçti ama Ak Parti’nin de Sn Erdoğan’ın da dilinden hiç düşmez oldu.
Neden?
Neden olacak; gezi olaylarıyla birlikte hayali bir düşman yaratıldı…
Ve Erdoğan’ı her kim eleştiriyorsa, her kim yanlışını söylüyorsa o düşmanın çerisinde konuldu…
Çapulcu dediler, dış güçlerim oyuncağı dediler…
Evet, nihayet seçim bitti…
Sadece Erdoğan değil, Bahçeli de kaybetti…
Düşünebiliyor muzunuz, Bahçeli gibi siyasetini milliyetçilik argümanı üzerine kurmuş biri terör örgütü PKK’nın lideri Apo’nun mektubunu savundu.
Yeryüzünde kendi siyasi anlayışıyla çelişen başka biri var mıdır bilmem ama Bahçeli bu davranışıyla hem kendini yalanladı, hem de ülkücü ve milliyetçileri nasıl kandırdığını kanıtladı…
Bütün ülkücüler, bütün milliyetçi muhafazakârlar bu soruyu yöneltiyorlar kendilerine…
“Ne oldu da Bahçeli bu hale geldi, Erdoğan’ın güdümüne girdi?”
“Güdümüne girdi” diyorlar çünkü, Erdoğan ile Bahçeli arasında miting meydanlarında birbirlerine ettikleri hakaretleri kimse unutmuş değil!
Bugüne gelindiğinde anlaşıldı ki, Erdoğan’ın da, Bahçeli’nin de güttüğü politika ülke yararına değil, sadece kendi bekalarını düşünüyorlarmış.
Eğer öyle olmasaydı, İmralı’da ömür boyu cezasını çeken terörist başı Öcalan’dan medet ummazlardı…
Ülkenin geleceği, ülkenin ekonomisi umurlarında bile değil!
Tek bir gerçek var onlar için; kendi siyasi kariyerleri, kendi bekaları.
31 Mart’tan önce devletin bekası milletin bekası diye insanları kandırdılar… 
İmralı’dan gelen mektuptan sonra anlaşıldı ki, hepsi yalanmış!
Ve bir de Süleyman soylu gerçeği var…
İçişleri bakanı hazret…
Düşünsenize, birileri çıktı ve İmamoğlu’na, Trabzonlu olmaıs münasebetiyle Pontuslu iması yaptı…
İyi de Soylu da Trabzonlu!
Böyle saçma şey mi olur, Soylu bu duruma neden itiraz etmedi iyi mi?
Yakıştırmalarla, iftiralarla siyaset olur mu?
Demek ki yapılıyormuş, onu anladık!
Peki ya sonuç?
Sonuç işte bu: 800 bin oy farkla İmamoğlu başkan!
Cumhuriyet tarihinde hiçbir seçimde hiçbir başkan adayı bu kadar açık ara rakibini alt edemedi.
Ve bir de Numan Kurtulmuş vak'ası var; yaptığı bir açıklama ile 23 Haziran’da kendilerine oy vermeleri halinde yaptıkları hata ve işledikleri günahlar için tövbe istiğfar edeceklerini söyleyerek oy istemişti.
Ve bu insan üniversite okumuş, bakanlık yapmakta olan biri ve belli ki vatandaşı aptal zannediyor!
Ee, seçimi kaybettiniz, işlediğinizi kabul ettiğiniz günahlardan tövbe etmeyecek misiniz şimdi? Tövbe etseniz Allah af eder mi?
Eyyy Numan Kurtulmuş çık da tövbe istiğfar et!
Bakın, Binali bey çıktı ve seçim günü uy kullandıktan sonra helallik istedi, ardından da kaybedince mertçe yenilgiyi kabul etti!
Bu onuru, cesareti, gösterebilecek misiniz?
Hoş, Sn Erdoğan twitterdan İmamoğlu’nu kutladı gerçi ama, o kadar!
Onca hakareti ettiğiniz, onca iftiralar savurduğunuz insanı delikanlı gibi tebrik etmeye cesaretiniz yok mu?
Halk seçti İmamoğlu’nu, 800 bin küsur farkla…
Ve tüm CHP’liler çıkıp teşekkür etmeli belki de, çünkü 3 ayda iki seçim kazandırdı Erdoğan istemeyerek(!)
Türk siyasi tarihinde 3 ayda iki seçim kazanan bir başka parti yok ve bu Sn Erdoğan’ın başarısı(zlığı)dır!
NOKTA…
Tabi son olarak kutlanması gereken birileri daha var; Kürtler!
Selahattin Demirtaş’ın sözüyle İmamoğlu’na oy verdiler…
Selahattin Demirtaş’ı dinledi Kürtler, Terörist Apo’yu değil!
Kürt halkının şunu anladığını düşünüyorum; bir tarafta kardeşlik ve dostluk mesajları veren Demirtaş, diğer tarafta eli kanlı örgütün lideri, şiddetle beslenen ve şiddetle var olan Apo!
Peki Öcalan ile kim yan yanaymış?
Kim ondan mektup yazmasını istemişti?
Munzur Üniversitesi Sosyoloji Bölüm Başkanı’nı kim İmralı’ya gönderip özel görüşme yaptırdı? 
Kimse karnından konuşmasın, çıksın herkes bunları yapan Recep Tayyip Erdoğan’dır!
Bu seçimin başarısızlığın sebebi ak Parti için Erdoğan’dan başkası değil…
Bir tarafta, öfke ve şiddet dolu sert açıklamalar yapan Erdoğan; diğer tarafta tamamen tatlı dil ve sevgi, kardeşlik söylemleriyle siyaset yapan İmamoğlu…
Hiçbir zaman kötü söz söylemeyen ki, valiye hakaret ettiği yalanına rağmen, buna rağmen her türlü iftirayı attılar.
Sevgi dili kazandı; hem de 800 bin kusur oy farkıyla…
Peki İmralı’da sözüm ona cezasını çeken o hain, Kürt halkını geleceğini mi düşünüyor, yoksa sadece kendini mi?
Bence Kürt halkı umurunda değil…
İnanın Erdoğan’ın da Türk halkı umurunda değil…
Eğer öyle olmasaydı, ekonominin zarar göreceğini bile bile 31 Mart seçimlerini iptal ettirmez, ülkeyi bu hale sokmazdı…
Türkiye zarar gördü… Sanki başka sorunumuz yokmuş gibi tüm Türkiye İstanbul’un bu gereksiz seçimlerine odaklandı…
Ne için?
Recep Tayyip Erdoğan istedi diye!
Eğer ülkeyi ve geleceğini düşünseydi böyle bir riske girer miydi? 
Riske girdi ve kaybetti!
Sadece kendisi değil ülke ekonomisi de zarar gördü!

YAZININ GÖRÜNTÜLÜ VERSİYONUNU İZLEMEK İÇİN TIKLAYIN 

Pazartesi, Haziran 24, 2019

Ve adam kaybetti(!)


Kimleeer kimlerle berabermiş, anladınız değil mi?
Geç de olsa fark ettiniz, milleti ve seçmenini kimlerin aptal yerine koyduğunu...
Evet, çok da gerekli olmayan, sırf Recep Tayyip Erdoğan istedi diye 31 Mart İstanbul seçimleri iptal edilmişti ve İstanbullular istemeye istemeye de olsa Haziran’ın ortasında sandığa gidip, Sn Cumhurbaşkanının keyfini yapmak için oy kullandı.
Bu saatten sonra elbette kimin kazandığı önemli ama benim için esas önem arz eden durum, Binali Yıldırım'ın düştüğü düşürüldüğü durum.
Oy kullandıktan sonra Sn Yıldırım hakkının helal edilmesini istedi iyi mi?
"Bilerek, bilmeyerek eğer bir İstanbullu kardeşimize, rakiplere bir yanlış yapmışsak, haksızlık yapmışsak helallik istiyorum" dedi.
"Bilerek ya da bilmeyerek" ne demek? Söyler misiniz Allah aşkına, bu açıklamadan siz ne anlıyorsunuz?
Masum bir helallik isteme midir bu?
Bilmeyerek yapılan yanlış affedilir de bilerek yapılan yanlışa, atılan iftiraya helallik istenmez, istemek yüzsüzlük değildir de nedir! Bunun yeri var mıdır İslam hukukunda, alnı secdeye değen biri, bile bile iftira atıyorsa, olmadık suçlamalara göz yumup bunun üzerinden siyaset yapıyorsa kul affetse bile Allah af eder mi?
İstanbul seçimleri ülkenin hazine bütçesine ne kadar yük bindirdi dersiniz, ekonomimiz ne kadar zarar gördü acaba?
Kimin kazanacağından çok beni asıl ilgilendiren konu bu!
Erdoğan seçimi kaybetmemek için her şeyi ama her şeyi yaptı...
Ekrem İmamoğlu ile Binali Yıldırım'ın canlı yayın buluşmasından umduğu sonucu bulamayan Recep Tayyip Erdoğan son hafta tekrar meydanlara çıktı ve olmadık iftiralar ve suçlamalarla Ekrem İmamoğlu'na hakaretler etmiş, İmamoğlu’nun vitrin süsü olacağını söylemişti.
Madem seçilse bile bir vitrin süsü olacak İmamoğlu e o zaman bırakın seçilsin ve kukla olarak kalsın, nedir korktuğu Ak Parti ve Erdoğan'ın, İstanbul'u kaptırsalar ne olacak acaba?
Dünya'nın hiçbir yerinde görülmemiş bir inatlaşma yaşandı ve bu inatlaşmanın baş aktörü Recep Tayyip Erdoğan'dan başkası değildi.
Ben bu yazıyı kaleme aldığım sırada oy sayımı devam ediyordu, ilk sonuçlara göre İmamoğlu öndeydi. Hiç önemli değil. Kaybedebilir de, ama esas kaybeden Ak Parti ve Erdoğan'dır.
Sadece Erdoğan mı, Bahçeli de kaybetmiştir. Ve tüm yandaş medya…
Çünkü Erdoğan'ın son Apo hamlesi harakiriden farksızdır.
Her ne kadar harakiri onurlu bir davranışı simgeler ama, intihar anlamında kullandığım için bu cümleyi; Ak Parti ve Erdoğan ki, Erdoğan demek zaten safi Ak Parti;  o nedenle Apo’ya mektup yazdırarak kafasına sıktı, diyebilirim…
Artık, az buçuk sorgulama yeteneği olan Ak Partili ve hatta Milliyetçi ve ülkücüler gerçeği böylece gördü.
Kimleeeer kimlerle berabermiş, anladınız mı?
Fetö ile kim aynı menzile gidiyordu?
Kim, cemaate “ne istediniz de vermedik?” dedi.
Kim, Habur sınır kapısında teröristleri davul Zurnayla karşılarken göz yumdu, Oslo’da örgütle kim masaya oturdu?
İşte tüm bunları alt alta, üst üste koyduğumuzda Ak Parti ve Erdoğan'ın neden kaybettiğini de anlamış oluyoruz!
Artık takke düştü kel göründü…
Hele ki Devlet Bahçeli'nin Apo'nun HDP ve Kürt seçmenine yönelik yazdığı mektubu savunmasına söyleyecek söz bulamıyorum.
Hem kendisine hem de siyasi argümanına ve "milliyetçilik yalanıyla" peşinden sürüklediği ülkücülere ihanetin en büyüğünü etmiş oldu Bahçeli...
Bunun bir de Kürtler ve HDP ayağı var elbet...
Apo’nun sadece kendisini düşündüğünü bilmem fark etti mi Kürtler…
Yıllardır nasıl ve kim tarafından kandırıldıklarını anladı mı acaba?
Apo’nun mektubuna rağmen, HDP’nin ve Elbet Selahattin Demirtaş'ın kararına uymaları, onların da artık ayıldıkları hissi yaratsa da, yine de gerçeği görüp görmediklerine, Öcalan’ın da oyunda bir piyon olduğunu anlayıp anlamadıklarını ilerleyen dönemlerde göreceğiz.
Umarım terör örgütü lideri ile kimlerin ittifak yaptığını onlar da anlamıştır.
Ve elbette Ülkücüler… Onlar da kandırılmış olmuyor mu?
Ve son söz olarak, sürekli eleştirdiğimiz Binali Yıldırım için de bir kaç satır karalamak farz oldu. Henüz oy sayımı bitmemiş olmasına rağmen çıktı ve onurlu bir şekilde kaybettiğini kabul edip, İmamoğlu’na başarılar dileyip tebrik etti..
Bravo Binali Yıldırım, bu açıklama ile hem kendisini Belediye Başkanlığı adaylığına zorlayan Erdoğan’a cevap vermiş oldu, hem de kendisine onurlu bir final yaptı!
Ve elbet kendisine fatura edilecek olan başarısızlığın yükünden kurtulmuş oldu.
Yani anlayacağınız Binali Yıldırım ilk defa kendi başına karar verip (ki o son konuşmayı yapacağından Erdoğan’ın muhtemelen haberi yoktu) çıktı delikanlı gibi yenilgiyi kabul etti…
Dediğim gibi en büyük kaybeden Recep Tayyip Erdoğan ve kibirli siyaseti…
Bundan sonra kimsenin kuşkusu olmasın “Her şey çok güzel olacak!”


Salı, Haziran 18, 2019

Duello değil boks maçı sanki…


Birçok yorumcu, Ekrem İmamoğlu ile Binali Yıldırım arasında gerçekleşen ve “demokrasi kazandı” başlıklarıyla yansıtılan canlı yayın buluşmasında gerçekte kim kazandı?
Aslında düello da bir çeşit maç, yani karşılaşmadır.
İngilizceden dilimize girmiş ve Türkçe karşılığı üstte de belirttiğim gibi, iki rakibi (tarafı)
Karşı karşıya getiren, buluşma oyun, tartışma, mücadeledir.
Peki bu karşılaşmanın galibi kim?
Yani kim kazandı?
İmamoğlu mu, Yıldırım mı?
“Seçime mi gidiyoruz, yoksa maça mı çıkıyoruz?”
Evet maç değil ama maç gibi…
“Ne maçı?” diye soracak olursanız, teşbihte hata olmaz; bu bir boks maçı gibiydi…
3’er dakikadan 12 raunt oynanan ve televizyonların yanı sıra radyolar ve internetten de canlı yayınlanıp yedi düvel(!) tarafından heyecanla izlenen bu gereksiz ve acayip maça iki aday da eşleri ve çocuklarıyla gelmiş de haberimiz yok.
Gerçi sonradan haberimiz oldu ama bi işe yaramadı…
Diyeceksiniz ki, Sn Binali bey eski başbakan ve meclis eski başkanı!
İyi de o zaman Başbakanlık koltuğundan inip ne diye belediye başkanlığı koltuğuna oturmak ister bir insan?
Yani düşünsenize yıllarca Ferrari kullanmışsınız, sonra hooop Murat 131’i koyuyorlar önünüze ve bundan sonra buna bineceksiniz, diyorlar.
Size de saçma gelmiyor mu bu durum?
Evet, aynı şeyi düşünüyorsunuz değil mi? Sayın Binali Yıldırım’ı bu duruma zorla ittiler?
Kim itti, söyleyin hadi kim soktu bu duruma Yıldırım’ı?
Büyüük beyazz adam, Sn Receeeppp Tayyiiiiip Erdooooğaaan!
Yenileceğini bile bile maça çıkan, gel demişler gelmiş, git demişler gitmiş, yıllarca hırpalanmış, jübilesi yaklaşmış deneyimli boksör Apollo ile düne kadar kimsenin tanımadığı genç boksör Rocky Balboa’nın rövanş maçı sanki. Biliyorsunuz ilk maçta Apollo, kimsenin tanımadığı, hiçbir başarısı olmayan Rocky’i küçümsemenin bedelini pahalı ödüyordu Rocky filmlerinde..
Rocky bir filmdi, ama İstanbul Bş Belediyesi için verilen mücadele gerçek! 
Tüm olanlar komik değil mi?
Boks maçına benziyor muydu?
Yumruklar yerine laf sokmalar havada uçuştu mu?
Hayır…
Alakası yok…
İmamoğlu sakin, Yıldırım daha sabırsızdı.
İmamoğlu bir kez dahi olsa rakibinin sözüne müdahale etmedi, Yıldırım ise zırt pırt hakeme itiraz edip rakibinin sözünü kesti…
Sorulması gereken, kafalarda asılı duran sorulara girilmedi…
İmamoğlu yumuşak darbelerle puan toplamaya çalıştı. Yıldırım ise faullü dövüşmeye çalışsa da pek etkili yumruklar, pardon laflar sokup rakibini zorda bırakmayı başaramadı.
Peki canlı yayını izleyip de fikrini değiştiren olacak mıdır? Yani, özellikle de 31 Mart’ta Ekrem İmamoğlu’na veya Binali Yıldırım’a oy verip de fikirlerin değişmesine etki etti mi dersiniz?
Seçime bir hafta kala pek sanmıyorum. Youtube kanalımız “Sen Ne Dersin” ekibi bir haftadır röportajlar yaparak İstanbulluların seçim öncesi fikirlerini aldı.  İzlediğim sokak röportajlarında, daha önce İmamoğlu’na oy verip de 23 Haziran’da Yıldırım’ı tercih edecek birine hiç rastlamadım. Fakat, 31 Mart’ta Binali beye oy verip de Ekrem İmamoğlu’na yönelenlerin sayısı bir hayli fazla. Ve karar değiştirenlerin birçoğu da İmamoğlu’nun hakkının yendiğini düşündüğü için bu kararı aldığını söylüyorlar!
Neyse biz gelelim, İmamoğlu-Yıldırım arasında oynan, yumrukların değil konuşmaların vuruştuğu boks maçının son değerlendirmesine. Yorumcuların birleştiği ortak görüşe göre Binali Yıldırım hazırlıksız, Ekrem İmamoğlu’nun da dersine çalışmış olduğu şeklindeydi.
İmamoğlu’nun, fırsatı olmasına rağmen rakibi Binali Yıldırım’a yüklenmediği şeklinde yorumlar da yapıldı.
Ekrem İmamoğlu bilerek mi böyle bir tutum sergiledi, yoksa yüklenmeyi, rakibini daha da zor durumlara sokmayı beceremedi mi?
Bu tartışma için bir an Muharrem İnce’yi düşündüm… Acaba Binali Yıldırım’ın karşısında Muharrem İnce olsaydı, bugün ne konuşuyor olacaktık?
Yani demem o ki, Ekrem İmamoğlu rakibine yüklenmeyi beceremedi. Çünkü İmamoğlu’nun fıtratında o agrasiflik yok. Yıldırım’ın ısrarla “Yalancı, yalan söylüyorsun” suçlamalarına bile hep alt perdeden karşılık vermeye çalıştı.
Oysa sosyal medyada, özellikle de twitterden yapılan paylaşım ve yorumlara baktığınızda her iki taraf da rakibini haşat edip (özellikle Ak Partililer) maçı kazandıklarını iddia ettikleri paylaşımlar yaptılar.
#YıldırımÇaktı…
#İmamoğluVurduGolOldu
#İmamoğluNakavt
#BinAliGevelemeyeBaşladı

Bana kalırsa bu maçtan BinEkremİmamAliYıldırımOğlu galip ayrıldı.
Ve bu maçın tek kaybedeni var, o da canlı yayının (kendi tabiriyle) moderasyonu İsmail Küçükaya’dır. Son dakikada kendisine attığı sağ kroşe ile kendi kendini nakvt etti Küçükkaya.
Yıllar sonra gerçekleşen canlı yayın demokrasimize ne getirdi, diye soracak olursak bence koskocaman bir hiç!
İşte böyle… 23 Haziran’a az kaldı; bakalım ne olacak bakalım, bir sürpriz olacak mı, bakalım ortaya çıkacak sonucu birileri kabul edebilme cesaretini gösterebilecek mi?
Bakalım, bir süredir sessiz olan Erdoğan, sihirli(!) parmağını oynatıp küskün seçmenini tekrar kendi saflarına çekmeyi başarabilecek mi?



"SİYAH ŞAPKALI ADAM"'ın yeni videosunu izlemek için TIKLAYIN!

Cumartesi, Haziran 15, 2019

Babasız Evlatlar, Evlatsız Babalara dair...


Geldi çattı yine bir Babalar günü daha…
Bu arada anımsatmak isterim ben bir babayım…
Allah bağışlasın 3 tane aslan gibi evladım var ve onlarla birlikte “Sen Ne Dersin” Youtube Kanalını birlikte yürütüyoruz.
Yani, tam bir “babalar ve oğulları” işletmesi gibiyiz, Allah nazardan saklasın.
Anneler günü gibi tantanalı kutlanmasa da, babalar günü tüm dünyada olduğu gibi yurdumuzda da kutlanıyor.
Can Yücel bir şiirinde “ben en çok babamı sevdim” der ya… Bense annemle babam arasında ayırım yapamayanlardanım.
Hem ana hem de baba, İkisi de kıymetli ve kutsaldır benim için.
O nedenle “Ana gibi Yar, Baba gibi diyar bulunmaz” Atasözünü severim,
Kimi seversen sev, hiçbir kadın seni anan gibi sevmez, sevemez…
Nereye gidersen git, baba gibi bilge, baba gibi içten baba gibi hasret gideren baba gibi güvenli diyar bulamaz insan…
Babalar günü de, özellikle sosyal medyanın bu kadar içimize işleyip ruhumuzu dejenere ettiği bir çağda, tüketim çılgınlığının elinde ne hale geldiğini ve içinin boşaltıldığını görüyor ve üzülüyorum.
Ama yapacak bir şey yok. Zira 50’sini devirmiş bizim jenerasyonun gençliklerinde bazı değerlerin daha saf ve temiz olduğunu, anımsamak için özel günlere ihtiyaç duyulmadığını unutmamak gerek…
Evet; babalar günü bugün! Peki hangisi daha acı, babasını yitiren evlatlar için mi trajik, yoksa evladını yitiren, “evlat acısı” yaşayan bir babanın acısı mı daha derin?
Böyle soru mu olur demeyin…
Bir süredir her babalar gününde aklıma Soma’da, Ermenek’te, eve ekmek götürmek için madene inip de çıkamayan babalar ve evlatlarını anımsarım…
Soma’da babasının maden kazasında kaybeden minik yüreklerin acısı…
Ermenek’te maden ocağının su dolması nedeniyle içerde kalan oğlu için “Oğlum Yüzme Bilmezdi” diyen Ayşe nine ve kara lastikli ayakkabılarla çömeldiği yerde kala kalan Recep babayı nasıl unuturum!
Ve son Çorlu tren kazasında evlatlarını yitiren analar ve babalar var aklımda şimdi…
Acılara acı ekleniyor bu coğrafyada…
Şehit ana ve babalarını saymıyorum bile.. Zira onların acısı nasır bağladı ama Çorlu’da yaşanan tren kazasında olanlar o kadar taze ki ve onların maruz kaldığı muameleyi hangi baba, hangi ana yüreği hak ediyor, bu coğrafyanın insanı olmak suçmuş gibi…
Yapılan her kabahat, yapanın yanına kâr kalıyor ne yazık ki.
Çorlu’da trajediyi yaşayan aileler ortak bir toplantı düzenleyip bilidir okumak istiyorlar ve polis buna müdahale ediyor.
Sorarım ne için?
Neyden korkuyorsunuz?
Cumartesi annelerinden korkuyorlar, babalardan korkuyorlar, gençlerden korkuyorlar…
Bir devlet kendi halkından vatandaşından korkar mı?
O acılı babalar analar meramını anlatsa, iki laf edip bildirilerini okusa ne olur, söyler misiniz, devlet ya da kamu ya da toplum ne zarar görür? Bu devlet ne zaman mazlumun yanında olacak, ne zaman mazluma derman olacak?
Evet, bugün bir babalar günü daha ve babalar yaralı, babalar acılı, bu ülkede yaşamak çok sancılı…
Mutlu azınlık çok daha mutlu, mutsuz çoğunluk çok daha mutsuz ve bu ülkeyi 17 yıldır, adında Adalet olan siyasi parti yönetiyor…
Ve geniş bir güruh bunları hala destekliyor…
Ve bu partinin ülkeye başbakanlık yaptırdığı, şimdilerde belediye başkanı olmaya çalıştığı Binali Yıldırım da bir baba ve onun karşısında mücadele eden genç adam Ekrem İmamoğlu da baba! Deneyimli Gazeteci Mehmet Yılmaz, T24 internet sitesindeki son yazısında Binali Yıldırım’a neden oy vermeyeceğini “Binali Bey, sırrını ver, oyumu al!” başlıklı yazısında anlatmış ve bazı, sorması basit ama yanıt vermesi zor sorular yöneltmiş.
“Binali Bey’e kızgınlığımın nedeni bencil bir kişi olması” diye yazmış Yılmaz ve şöyle devam etmiş, anlatmaya; 
Binali bey, Çok önemli bir bilgiye sahip ama bunu büyük bir kıskançlıkla kendisine saklıyor, sadece çocukları ile paylaşıyor.
Çalışkan ve zeki çocuklara Türkiye Cumhuriyeti’nin sunduğu kaliteli bedava eğitim olanaklarından yararlandı. Ülkenin en iyi üniversitelerinden birinde okudu, gemi mühendisi oldu.
Okulunu bitirince master da yaptı ve yine diğer çalışkan ve zeki Türk çocukları gibi devlet hizmetine girdi, memur oldu.
O günden sonra milletvekili seçilene kadar hep kamuda çalıştı. Bir belediye yatırımı olan İDO’da genel müdürlük de yaptı. Sonra da milletvekili oldu, bakan oldu, başbakan oldu.
Yani neresinden baksanız sermaye biriktirecek bir işte çalışmadı.
Ancak herkesten farklı olarak bildiği bir şey vardı ki onu çocuklarına öğretti.
Çocukların bugün 17 şirketi 28 gemisi, iki adet de süper yatı var.
Binali Bey işte bu işin sırrını kendisine sakladığı için oyumu alamayacak.
Şu açık oturumda bu sırrı bir anlatsa, hem oyumu vereceğim, hem ikna edeceğim arkadaşlarımın oyunu kendisine verdireceğim.
Binali Bey, bu işin sırrı nedir? Benim 28 gemide gözüm yok vallahi, bir “bonzai tekne” alabileceğim kadar sır verseniz işimi görür. Bu işler kurulurken hangi duaları ettiniz? Başkasının indirdiği hatimleri de bu dualara eklemek gerekiyor mu? Kestiğiniz kurban sayısı kaçtır, kurbanları nerede kesmemizi önerirsiniz? Küçük tasarruflarınızı gemi alabilecek hale getirirken hangi faizsiz bankacılık işlemlerini yaptınız?
Mehmet Yılmaz’ın yazsı böyle. Yazının tamamının linkini yazının altında paylaşacağım, merak eden devamını oradan okuyabilir.
İşte bu Binali Yıldırım şimdi İstanbul’a belediye başkanı olmak istiyor ve seçmenine diyor ki, “beni seçin”
Tüm bunlara rağmen İstanbullular Binali beyi belediye başkanı yapar mı?
Ne diyor Che Gevera, “Özgürlüğün büyük düşmanı halinden memnun köleleridir”
Che yakın tarihte yaşamış, oysa 971 yıl önce doğmuş ve yaşamı boyunca yaptıklarıyla günümüze ışık tutmuş olan Ömer Hayyam ne diyor, “Celladına âşık olmuşsa bir millet, İster ezan, ister çan dinlet, İtiraz etmiyorsa sürü gibi illet. Müstahaktır ona her türlü zillet”
10 asır önce yaşanan sorunlar bugün hala devam ediyorsa yarınlara dair ister istemez karamsar oluyor insan!
Elbette bu bir kader değil…
Peki, kader değilse nedir bu Ortadoğu ve Mezopotamya’nın talihsizliği?
Bunu anlamak için sizeAgora filmini tavsiye ediyorum. Çünkü bu filmde Ortadoğu’nun sorunlarının kaynağı da işleniyor. İzlemeyeniniz varsa, mutlaka ama mutlaka izlesin…
Ve günün mana ve ehemmiyetine uygun şiir Can Yücel’dan geliyor, ne diyordu Can baba, babası için?

Hayatta ben en çok babamı sevdim.
Karaçalılar gibi yardan bitme bir çocuk
Çarpı bacaklarıyla ha düştü, ha düşecek
Nasıl koşarsa ardından bir devin,
O çapkın babamı ben öyle sevdim.
Bilmezdi ki oturduğumuz semti,
Çağın en güzel gözlü maarif müfettişi.
Atlastan bakardım nereye gitti,
Öyle öyle ezber ettim gurbeti.
Sevinçten uçardım hasta oldum mu,
40ı geçerse ateş, çağrırlar İstanbul'a,
Bi helallaşmek ister elbet, diğmi, oğluyla!
Tifoyken başardım bu aşk oyununu,
Ohh dedim, göğsüne gömdüm burnumu.
En son teftişine çıkana değin
Koştururken ardından o uçmaktaki devin,
Daha başka tür aşklar, geniş sevdalar için
Hayatta ben en çok babamı sevdim.
---
Babalar, babalar gününüz kutlu olsun!


"SİYAH ŞAPKALI ADAM" videosunu izlemek için TIKLAYIN!

Cuma, Haziran 14, 2019

Saygısız toplum takdimimdir..



Ee ne oldu, İzlanda'ya yenilmek var mıydı Fransa galibiyetinden sonra?

E var da tabi. Futbolda her şey var...

Havaya girersen, birileri çıkar ve senin havanı patlatır...

Fransa galibiyetinden sonra Şenol Güneş'i, neredeyse dünyanın en büyük teknik direktörü ilan edenler, ne düşündüler acaba?

Büyük olan, ne bir galibiyete bakar, ne de tek mağlubiyete...

Fransa galibiyeti nasıl ki Şenol hoca ve Milli Takıma ultra bir değer katmadıysa, İzlanda maçında alınan yenilgi değerlerinde eksilme yaratmadı bence...

Fakat aklıma takılan bir noktaya dikkat çekmek isterim.

Fransa maçında Konaylı taraftarlar, Fransa milli marşını ıslıklayarak saygısızlık yapmışlardı ve biz Fransa'yı 2-0 yendik.

Farklı bir saygısızlığı da İzlandalılar yaptı bize...

Rejkevik havaalanında Milli takım kafilemize olmadık zorluklar yaşattılar, akılları sıra moral bozmak istediler. Densiz bir Fransız kökenli Belçikalı da Emre'ye lavabo fırçası uzattı mikrofon yerine.

Peki işe yaradı mı dersiniz?

Mesela Fransızları, milli marşlarını ıslıkladık diye mi yedik?

Ya da İzlanda bizi 2-1 yenerken yaşattıkları moral bozucu uygulamanın katkısı olabilir mi?

Skorlara bakarsak sanki öyleymiş gibi görünse de, gerçekte bir etkisi olduğunu sanmıyorum.

Bunun daha mantıklı açıklaması bence, Fransızların bizi küçümsemesi sonucu maça odaklanamamalarından kaynaklı biri durum var.

Ve aynı durum bizim Milli takımımız için de geçerli. Zira son dünya şampiyonunu yenmiş olmanın getirdiği aşırı özgüven, kısa sürede havalara girme, kalitesi belli İzlanda'nın nasıl bir takım olduğunu göz ardı etmelerine neden oldu ki, sonuç hüsran…

Yenilgiden ziyade kötü futbol üzüyor insanı ve bir takım 3 günde nasıl bu kadar değişebilir anlamak zor.

Neyse olan oldu, grubumuzda hala iddiamız sürüyor...

Futbolu bir kenara bırakayım ve saygı konusunda ahkam kesmeye başlayayım…

Saygısız olduğumuz kadar görgüsüz bir toplum olduğumuzdan artık kuşkum yok!

Görgüsüzlük deyince ne anlıyorsunuz bilmiyorum ama ben görgüsüzlüğün de saygıyla bağlantılı bir davranış biçimi olduğunu düşünüyorum.

Youtube geçenlerde, Youtube kanalımız “Sen Ne Dersin”nin videolarına bakarken bir müzik klibi önerdi bana...

Daha önce adını duymadığım genç bir şarkıcı kadının klibiydi, tıklayıp izledim. Sesi ve müzik tarzı çok farklıydı.

İsmimleri bir türlü aklımda tutamadığım için onun da unuttum hemen. Sonra, bir kaç gün sonra twitterda Melek Mosso adının trend topik olduğunu görünce klibini izlediğim kadının o olduğunu anımsadım.

Tabi merak edip tıkladım ve Melek Mosso'nun neden tt olduğunu gördüm.

Verdiği konserde kadınsal cesaretini sergileyen ve şarkı arasında orta parmağını göstererek “babayı alsın” diye haykırdı…

Vay efendim sen misin bunu diyen…

Sosyal medya karıştı…

Mosso'nun ne orospuluğu kalmış ne namussuzluğu...

Sanki Melek Mosso akrabaları, sanki mahallerinden biriymiş gibi ahlak zabitliğine soyunmuş ahali.

Namusu hala bacak arasında zanneden çok geniş bir kitle var bu ülkede. Melek Mosso'ya tepki gösterenlerin kaçı, ülkede kadına uygulanan ve önüne geçilemeyen kadına şiddet için parmak kımıldattı dersiniz?

Sadece kadına m?

Çocuklara...

Hayvanlara...

Belli ki Melek kızımız gündeme gelmek için böyle bir yöntem uyguladı ve başarılı da oldu...

Pek cesur ve kendine fazla güvenen Melek hanımın bu davranışını ayıplamaktan ziyade söylediklerine saygı duymak gerektiğine inanıyorum. "ne beni, ne de başkasını ilgilendirmez" söyledikleri…

Keşke sesiyle ve değişik tarzıyla gündeme gelseydi demekten de kendimi alamıyorum.

Sonra da diyorum ki, Melek mMossa böyle bir şey yapmasaydı sesini ve müziğini ya da varlığını kaç kişi duyacaktı ki!

Yani, sözün özü; yıl olmuş 2019, internette milyonlarca video ve mesaj içerisinde parlamak ve "ben de varım" demek hiç de kolay değil!

Bu açıdan bakınca Melek Mosso'yı bu cesur çıkışından dolayı kutluyor, davranışlarının dozunu kaçırmamasını tavsiye ediyorum. Çünkü gerçekten de çok özel bir sesi ve çok özel bir tarzı var!

Fazla uçukluk yaparak parlayayım derken sönmesine neden olabilir, demedi demesin sonra...

@SuatOktySnck 

"SİYAH ŞAPKALI ADAM" İZLE: https://www.youtube.com/watch?v=uglEQ9UZhTI

Pazartesi, Haziran 10, 2019

İmamoğlu tek, onlar hepsi…



Hani mahalle kavgalarında iki taraf birbirine girer ve içlerinden biri gaza gelip, “siz hepiniz ben tek, gelin bakalım!” diyerek meydan okur ya… Garip ve adaletsiz ülkemizde aynen öyle bir durum yaşanıyor. Ekrem İmamoğlu, iptal edilen İstanbul BŞ Belediye Başkanlığı seçimlerinde, ülkenin Cumhurbaşkanına, onun kontrolünde olan medyasına, ordusuna, emniyet ve yargısına tabiri caiz ise “meydan okuyor!”

Yok yok, yanlış oldu; İmamoğlu değil aslında meydan okuyan ülkemizin Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan…

Her ne kadar kağıt üzerinde Ekrem İmamoğlu’nun rakibi Binali Yıldırım gibi görünse de, tüm Türkiye Cumhuriyeti, yavru vatan Kıbrıs ve yurt dışı temsilciliklerinde yaşayan herkes biliyor ki, esas rakibi Erdoğan’ndan başkası değil…

Adalet mi bu?

Değil elbet…

Aynı şeyi cumhurbaşkanlığı ve genel seçimlerde de yaşamadık mı? Erdoğan tüm güçleriyle Muharrem İnce’ye karşı durmadı mı?

Muharrem İnce sadece  Erdoğan ile değil, medya, ordu, emniyet ve yargı mensuplarına karşı kaybetmedi mi?

Gerçi o malum son gece “adam kazandı” diyerek oy sayımı tam bitmeden Recep Tayyip Erdoğan’ı şampiyon, pardon cumhurbaşkanı ilan etmişti gerçi ya, neyse…

Fakat, amma ve lakin şimdi durum çok farklı…

Maymun gözünü açtı(!)

Özellikle İmamoğlu’nun bayram münasebetiyle gittiği baba evi Trabzon ve akabinde miting yaptığı Giresun ve Ordu’da görüldü ki sadece muhalefet seçmeni değil, Ak Partililer de peşine takılmış…

sarmış durumda…

Yıllardır özlediğimiz tatlı dilli, güler yüzlü siyaset topluma ilaç gibi geldi…

31 Mart seçimlerinden sonra hakkı yenen Ekrem İmamoğlu’nu halk yeni yeni fark etmeye başladı. Ona yapılan karalama kampanyaları, oluşturulmaya çalışılan kirli oyunlar tek tek geri teper oldu.

Türk filmlerinde gördüğü mazluma üzülen, kötü adamı yuhalayan halkımız özüne dönmeye başladı ve kimin kötü adam, kalleş olduğunu fark ediyor artık…

Hele son, Binali Yıldırım’ın Diyarbakıra’a gidip eline tutuşturulan kağada bakarak Kürtçe konuşmaya çalışıp üstüne bir de Kürdistan lafını edince, sokaktaki adam yavaş yavaş gözlerini aralayıp, kulaklarını kabartıp, gözlerinin önüne çekilen perdeden kurtulmaya  da başladı…

Oysa, Binali bey Diyarbakır’da “Kürdistan” lafını Atatürk’e atıfta bulunarak yapmıştı.

Bence de bu söylemde büyütülecek abes bir durum yoktu.
Kürtçe konuştu diye, Kürdistan dedi diye biri neden tu kaka olsun ki?

Fakat, aynı sözleri Ekrem İmamoğlu telafuz etseydi, yandaş medya ne yapmazdı düşünebiliyor musunuz?
Kemal Kılıçdaroğlu'na neden linç girişiminde bulunuldu?

Çok değil daha bir kaç hafta önce HaberTürk kanalında katıldığı canlı yayında kendisine sorulan tuzak soruda laf arasında sarf ettiği sözün nasıl maniple edildiğini, Ak Parti camiasının nasıl da topyekûn  saldırıya geçtiği unutulmadı.

İşte tüm olanlar İmamoğlu’nu santim santim, adım adım an be an halkın gözünde yüceltiyor…

Ekrem İmamoğlu hem mağdur, hem de mağrur, hedefine ilerliyor…

Hak ettiği İstanbul BŞ Belediye başkanlığını çoktan kazanmış da bazıları hala farkında değil; hatta sadece İstanbul’un değil o artık tüm Türkiye’nin gönlünde taht kurmuş bir siyasetçi O…

Çünkü Ekrem İmamoğlu tek, onlar hepsi, yine de baş edemiyorlar ya,

“Her şey çok güzel olacak” demekten başka bir şey gelmiyor elden!

Siz Hepiniz, Ekrem Tek Başına!: videoyu izlemek için tıklayın: https://youtu.be/jplpgiE4I7g