Cuma, Eylül 28, 2018

Demokrasin yoksa şampiyona da yok!


“Bunun sporla, futbolla alakası ne?” demeyin, çok alakası var…
Spor demek dostluk, kardeşlik demek, spor demek Fair Play (temiz ve adil oyun) demek, barış demek, spor demek özgürlük demek, demokrasi demek, özetle spor çağdaşlık demek!
Türkiye’de bunların kaçı sorunsuz işliyor?
Adalet, hak hukuk, liyakat, demokrasi, özgürlükler hakkında Türkiye’nin karnesinin kırıklarla dolu olduğunu biz bile bilirken el oğlu bilmez mi?
Evet, herkesin demokrasisi kendine…
2024’te organize edilecek Avrupa Futbol Şampiyonası’nın hangi ülkede yapılacağının belirleneceği toplantı Zürih’te gerçekleşti ve aday olan Türkiye ile Almanya çekişti.
Bir yanda Dünyanın sanayi ve ekonomisi en güçlü ülkelerinden Almanya, diğer yanda malumumuz Türkiye… Almanlar karşısında şansımızın olacağını düşünmek bile abestir.
Geçin demokrasimizin sağlıklı işlememesine…
Hak, hukuk ve adaletin güçlüden yana tecelli etmesine…
Gelir dağılımının bozukluğuna…
Artan işsizlik oranlarına…
Bütçede ki açığa kadar, hangisini saysak Almanların tırnağı bile olamıyoruz…
Geriye sadece statlarımızla övünmek kalıyor.
Oysa sadece yeni statlar yaparak bu işin olmayacağını idrak edememiş olmamız bile durumu özetlemeye yetiyor.
Neymiş, UEFA Almanya ile Türkiye’yi değerlendirirken taraflı davranmış ve bazı taahhütlerimizi bile görmezden gelmiş.
Neymiş o taahhütler?
-Türkiye, acil bir durumda statları 8 dakikada boşaltma garantisi vermiş ama Almanya herhangi bir garanti verememiş…
-Türk devleti organizasyon için her türlü garantiyi verirken, Alman devleti aynı desteği sağlamamış
-Türkiye, bilet karaborsasını önleme konusunda UEFA’ya önemli teminatlar vermiş, Almanların dosyasında bu konuda somut bir bilgi yokmuş…
-Almanya, statlar için UEFA’dan para istemiş ama Türkiye ücret almayarak UEFA’ya 40 milyon Euro’luk tasarruf paketi sunmuş…
-Türkiye, maçları Türk Telekom ile dünyaya verip, UEFA’ya 80 milyon Euro’luk bir başka tasarruf paketi daha sağlamış...
-Türkiye UEFA’ya 153 bin metrekarelik ağırlama alanı sunmuş, Almanya’nın statları bu konuda çok gerilerdeyimiş…
Ve tüm bunlara rağmen Türkiye UEFA’nın 16 yönetim kurulu üyesinin katıldığı oylamada, sadece 4 oy alarak 12 oy çıkaran Almanya’ya şampiyonayı kaptırmasını “batı bizi kıskanıyor, bizi çekemiyorlar, bize düşmanlar” şeklinde algılamak ise yaşadığımız akıl tutulmasının iflah olmaz düzeylere eriştiğinin kanıtıdır.
Düşünsenize bu inanılmaz taahhütlere rağmen bizi değil UEFA üyeleri Almanları tercih edebiliyor!
Aaa, batı bizi gerçekten de sevmiyor mu yoksa(!)
Evet, batı bizi sevmiyor, hatta belki de bize düşmanlık bile besliyor olabilirler, ama bu Müslüman olduğumuz ya da çok güçlü veya yollar, köprüler, hava alanları yaptığımız için değil, tam aksine, çağdaş olamadığımız, yasalarımızı her vatandaşa eşit uygulayamadığımız, adaleti adil dağıtacak sistemleri kuramadığımız, tek adam ile ileri değil hızla geriye gidiyor olmamızdan kaynaklanıyor.
Eğer bu sırladıklarımı yapamıyorsanız, modern statların, köprü ve yolların hiçbir ehemmiyeti kalmıyor çağdaş dünyanın nezdinde!
Aslında durumu en iyi özetleyen açıklama Şansal Büyüka'dan geldi, "UEFA haklının değil güçlünün yanında yer aldı" dedi Büyüka...
Ha şunu bileydik; demek ki neymiş, biz güçlü falan değilmişiz. Mahalle Muhtarı tavırlarıyla ülke yönetilmeyeceğini, hele ki dış politika güdülemeyeceğini günün birinde belki anlayacaz...
Çünkü yol yapmak bizi ne güçlü yapıyor ne de haklı!
Güçlü olmak için teknoloji üretmek, hukuk devleti olmak, trafik kurallarına uyan, yerlere çöp atmayan bir toplum haline gelmek, eğitimde çağdaşlaşmak gerek...
Tüm geriye gidişimize, batıdan emin adımlarla kopmamıza rağmen, Avrupalıların organizasyonlarına talip olmak da pişkinliğin Türkiye versiyonu olarak kayda geçmeli…
Adamların bizi istemediklerini biliyoruz ama onlarla aynı kulvarda yarışmaya kalkıyor, her seferinde de boyumuzun ölçüsünü almamıza rağmen akıllanamıyoruz.
Madem Avrupalı gibi çağdaş olmak için gerekli olan elzem adımları atmıyoruz, öyleyse ne hakla 2024 Avrupa Futbol Şampiyonası’na talip oluruz ki?
Ne yüzle?
Batı açık açık diyor ki; “Demokrasin yoksa sana değil şampiyona, yağmurlu havada su bile yok(!)”
Demokrasin kadar konuş!
Haydi dağılın şimdi…


Salı, Eylül 25, 2018

Liyakatlık öldü yaşasın torpilli dayanışma(!)


Torpilin var mı?
Torpil, yani dayın, amcan, yüksek mevkilerden birinden edindiğin, hatırı sayılır bir “hamili kart yakinimdir” kartviziti elinde olan şanslı biri misin?
O zaman sana tüm kapılar açılır, her yerde iş bulur, arzu ettiğin her makama şak diye yerleşirsin…
O iş için yeterli misin, değil misin, hiçbir önemi yok, kimse  de sana bi şey diyemez, torpilin kadar konuş(!)
Liyakat miyakat hak getire…
Torpilin yoksa vay haline…
Sınavlarda bu ülkede neler olduğunu yakın tarihte yaşananları hepimiz biliyoruz.
Çalınan sınav soruları, haksız yapılan atamalar vs vs…
Peki yetenek sınavlarında da torpil olur mu, jüri yeteneğini gördüğü halde, yetenekli genci değil de torpilli birini tercih eder mi?
“Etmez…” diyemem…
Geçtiğimiz haftalarda güzel sanatlar fakültelerinin yetenek sınavları yapıldı.
Başkanı olduğum İnSanat Derneği yönetim kurulu üyesi genç bir arkadaşımız Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi Bodrum Güzel Sanatlar Fakültesi Sahne Sanatları Bölümü’nün yetenek sınavına girdi.
Bu sınav için aylarca hazırlandı, ezberler yaptı, araştırmalarda bulundu, değerli tiyatro ustalarından ve sanatçılardan yardım aldı; ve bileğinin hakkıyla kazanacağını umut edip, Kız başına, onlarca kilometre yol kat ederek, yapılacak sınava girmek için Bodrum’a gitti…
Bodrum GSF’nin Sahne Sanatları Bölümü sınav yönergesinde, (10 erkek 10 kız) toplam 20 öğrenci alacaklarını açıklamalarına rağmen, sadece 12 öğrenciyi okula aldılar.
(İLK AŞAMA SONUÇLARI
VE İLK PAYLAŞILAN DUYURU)
Burada bir tuhaflık var; ilk aşamada yetenek sınavından 12 öğrencinin ikinci aşamaya geçtiği duyuruldu.
Arkadaşımız ise elendiği için ikinci aşamaya kalamadı. Ertesi gün yapılması gereken ikinci aşamanın akıbeti ise iki gün sonra belli oldu…
İkinci aşama olarak açıklanan sonuçlara bakıldığında ise ilk aşamayı kazanan 12 öğrencinin tamamının sınavı geçip okula girmeye hak kazandıkları anlaşıldı.
İlk aşamayı geçen aynı 12 öğrencinin, ikinci aşamayı da geçip sınavı kazanması çok garip!
Yedek öğrenci yok, ikinci aşamada elenen yok! İkinci aşama yapıldı mı yapılmadı mı belli değil…
İlk aşamada öğrenciler hangi kritere  göre belirlendi, kaçar puan    aldılar o da belirsizdi…
(İKİNCİ AŞAMA SONUÇLARI)
İlk duyuruda puanlar yoktu, fakat daha sonra ilk duyurunun yer aldığı PDF dosya değiştirilip yerine puanların işlendiği yenisi eklenmiş.
Zira sınava katılan 73 öğrenciden 12 öğrencinin hem ilk, hem de ikinci aşamayı kazanmaları kafalarda soru işaretleri oluşturmaya yetti.
Torpil mi var, yetenek sınavında birilerinin hakkı mı yendi, o sırada (kazanan 12 öğrenci arasında olduğunu öğrendiğimiz) bir öğrenci ile ortalıkta dolanan ismini yazmak istemediğim ünlü bir oyuncu bozuntusunun samimiyetinin(!) mideleri bulandırdığını da eklemek isterim.
Bu sınava o malum ünlü etki etti mi, ben bilmem sınav komitesi bilir(!)
Sevinen sayısı 12, hayalleri yıkılan 61 öğrenci... Kazananlardan kaçı hak etti, kaybedenlerden kaçının hakkı yendi, işte bütün mesele bu!
Şaibe elmanın içindeki kurt gibidir, vicdanları kemirmiyorsa, ağacı ilaçlamak yetmez!
Hakkı yenen bir kişi dahi olsa yazık değil mi?
Bunlar nerede oluyor?
Kurucuları arasında ünlü oyuncu Nejat İşlerin de bulunduğu Bodrum GSF Sahne Sanatları Bölümü’nde…
Bu arada anımsatmak isterim, bazı nedenlerden ötürü Nejat İşler’in okulla bir ilgisi kalmamış. (Acaba bu durumlar yüzünden mi okul ile bağlantısı koptu, bilemiyorum)
Ülkenin kırsalını kontrol etmek, oralarda adaleti sağlayıp müdahale etmek kolay olmasa gerek de, Bodrum gibi çağdaş insanların çoğunlukta olduğu bir bölgede benzer gayri ahlaki durumların yaşanıyor olabilme ihtimalini düşündükçe ülkemizin geleceğine dair umutlarımız iyice tükeniyor…
Şunu da anımsatmak isterim; söz konusu sınava giren ve ilk aşamada elenen İnSanat Derneği Yönetim Kurulu üyesi arkadaşımız elendiğine değil, hakkının yenmiş olabilme ihtimaline üzülüyor ve ortaya çıkan bu tablo endişelerinde haklı olduğunu gösteriyor. Aynı zamanda ünlü bir tiyatro ve sinema oyuncusunun yeğeni olan arkadaşımız isteseydi rahatlıkla dayısını araya sokup kendine torpil yaptırabilirdi.
“Kendime güveniyorum ve bileğimin hakkıyla kazanmak istiyorum” demişti bana sınav öncesi.
Şimdi sorarım size; torpil yaptırmamak suç mudur bu ülkede?
Demek ki, hak, hukuk, adalet ve nihayet liyakat ölmüş…

Yaşasın torpillilerin haksız dayanışması(!)

Yetenek Sınavı ilk aşama sonuçları, elenenler ve ikinci aşamaya geçenler: http://sablon.mu.edu.tr/Icerik/gsf.mu.edu.tr/Duyuru/Sahne%20Sanatlar%C4%B1%20I_A%C5%9Fama%20S%C4%B1nav%20Sonu%C3%A7lar%C4%B1.pdf

İkinci aşama sonuçları ve okula girmeye hak kazananlar: http://sablon.mu.edu.tr/Icerik/gsf.mu.edu.tr/Duyuru/Sahne%20Sanatlar%C4%B1%20B%C3%B6l%C3%BCm%C3%BC.pdf
NOT: Üniversitenin tanıtım videosunda da kontenjanın 20 kişi olduğu belirtiliyor ama iki aşamalı olması gerekirken tek aşamada alınan öğrenci sayısı 12...

(Kontenjan sayılarını belirten açıklama)
@SuatOktySnck

Cuma, Eylül 21, 2018

BŞ Belediyesi’nin yükselen 'Şeker'i(!)


Bu şeker başka şeker, bu şeker bildiğiniz gibi değil…
Bu şeker aynı zamanda pek şerbetli…
"şerbet zaten şekerle olur" demeyin, bu şeker yapış yapış, vıcık vıcık...
Ona hiç kimse ne dokunabiliyor, ne de gık diyebiliyor.

Konumuz Şerbetli Numan Şeker efendi!
Bir önceki yazımda, Bursa İl Milli Eğitim atamalarında, Danıştay’ın atamalarla ilgili “durdurma” kararına rağmen yaşanan skandalı “Bursa’da “şerbetlenmiş” atamalar…” başlığında ele almış, yaptığım araştırmalar sonucu karşıma Numan Şeker ismi çıkmıştı.

Numan Şeker’in her devrin ve tam da bu devrin adamı olduğunu icraatlarından anlamak zor değil.
Trabzon doğumlu olduğunu öğrendiğim, Erzincan İmam Hatip Lisesi’nden, Uludağ Üniversitesi’ne uzanan eğitim serüveninin ardından demir attığı Bursa’da 15 yıl kadar Eğitim Bir-Sen başkanlığı yapan Şeker, bu süreçte de neredeyse her atamaya etki edip, tabiri caiz ise İl Milli Eğitim Müdürlüğü’nü parmağında oynatacak kadar kudret(!) sahibi olmuş.
 Ben şahsen ismini Facebook arkadaşlarımdan birinin paylaşımını görünce duymuştum. Arkadaşım, Numan beyin BŞ Belediyesi’ne atandığıyla ilgili eleştiri dolu sert paylaşımının altına (kim olduğunu bilmeden) “Ne biliyon, belki de pek Şeker biridir(!)” diye yorum yazdığımı anımsıyorum.
Daha sonra, Numan Şeker ismini sorduğum hemen her eğitimci, taraflı tarafsız, Eğitim Bir-Sen’li ya da Eğitim-Sen’li, kim olursa olsun, söz birliği etmişçesine benzer tepkiyi verdi: Aman aman, Milli Eğitim camiası bir beladan kurtuldu… Düşman başına!
Düşman mı?
Bela mı?
Nasıl yani?
Ne belası?
Madem belaydı nasıl oldu da 15 yıl bir sendikanın başında görev yaptı?
Bu yetmiyormuş gibi Ak Parti’den Milletvekili aday adayı oldu ve nasıl BŞ Belediyesi’ne daire başkanı olarak atandı?
Peki bu bela BŞ Belediyesi’ne ve dolayısıyla (pek takdir etmeye başladığım) atanmış başkanı Alinur Aktaş’ın “Şeker”ini yükseltmesin?

Aslında açıklaması basit; Şekerli Numan ağabeyimiz, soyadında da tevekkeli önemli makamlarca şerbetlenmiş bir mertebeye yükselmiş; buradan bulduğu cesaret, özgüven ve gayri resmi yetkilerle kendini muhafazakâr eğitimci kardeşlerimizin seve seve ya da sehven veya mecburen, haklarını arayacakları sendikalarının başında tutmuşlar…
Tabi kendi hakları kollanırken, başkalarının haklarının yendiğini ne kadar umursamışlar, o konuyu tüm değerli eğitimcilerin vicdanlarına bırakıyorum.

O şimdi Bursa Büyükşehir Belediyesi Daire Başkanı olarak atandı.
Kim atadı, emri nereden geldi, kimin adamıdır, somut bilgi edinememekle birlikte karşımıza İç İşleri bakanı Sayın Süleyman Soylu çıkıyor.

Şeker’in sırtını yasladığı dayı Soylu mudur değil midir, çok da önemi yok; burada bir Bursalı olarak beni ilgilendiren ve endişelendiren mesele Numan efendinin ardında bıraktığı soru işaretleri ve etrafındaki insanların verdiği dehşet tepkiler. (Ki, bazılarını buradan yazmaya terbiyem müsaade etmiyor)
Tekrar,  altını çizerek anımsatıyorum:
Numan Şeker’in şekerinde boncuk mu var da ısrarla ve inatla birileri onu bir mevkie yamamaya çalışıyor?
16 yılı geride bırakıp 17. yılına girmeye hazırlanan Ak Parti’nin etrafında uçuşan şaibeler sıcaklığını korurken, Numan Şeker’i parlatma çabaları neyin nesi?
Koskoca Bursa’da şaibesiz kimseyi bulamıyor mu Ak Parti teşkilatı?
Liyakat liyakat diye yırtındığımız bir dönemde; onca temiz, namuslu, vizyonel, objektif, (İlle de Bursa doğumlu olmasına da gerek yok) Bursa’yı seven, Bursa’nın sorunlarını bilen, tasası olan, bu konuda bilgi, birikim ve deneyime sahip en az 20 tane Ak Partili adam gibi adam sayarım size ve neden Numan Şeker?

Sn Alinur Aktaş’ı, FotoFest basın toplantısında bir kez daha dinledim; sanata, sanatçıya ve Bursa’nın çağdaşlaşması için duyduğu hassasiyetinden bir kez daha emin oldum; Recep Altepe döneminde yapılan yanlışlara düşmemek için soruyorum Numan Şeker’e kefil misiniz Sn Aktaş?
Bir Bursalı olarak size güvendiğimiz gibi ona da güvenelim mi?
Yoksa, “yerel seçimlere kadar” bekleyip görelim mi?

Beklerken BŞ Belediyesi “şeker komasına” girmesin, diye de eli kalem tutan duyarlı bir kentli olarak uyarmayı görev sayıyorum.

Yoksa ne Aktaş, ne de Numan Şeker babamın oğlu. Benim için iki değer var, o da Bursa ve ülkem, gerisi teferruat!


Pazar, Eylül 16, 2018

SKANDAL! Bursa’da “şerbetlenmiş” atamalar…


Bursa İl Milli Eğitim Müdürlüğü’nde müdürlük atamalarındaki şaibeler iyice ayyuka çıkmış durumda… Danıştay 2. Dairesi’nde, Karacabey ve Osmangazi’de görevli iki müdürün açtığı bir yürütmeyi durdurma davası var.

Bu davaya göre; Danıştay, Milli Eğitim Bakanlığı tarafından 2016 yılında 24 Mayıs – 26 Mayıs tarihleri arasında gerçekleştirilen Bursa İl Milli Eğitim Müdürlüğü Müdürlük Görevlendirme Sözlü Sınavları’nın tamamı hakkında, mülakatlarda ‘Atatürk İlke ve İnkilap Tarihi’ sorularına yer verilmediği gerekçesiyle davada yürütmeyi durdurma kararı vermişti.

Öyle ki 2016’da yapılan bu atamalarla ilgili Danıştay’ın 20 Şubat 2018’de yürütmeyi durdurma kararına rağmen, İl Milli Eğitim Müdürlüğü bu kararı sumen altı edip, dört buçuk ay sonra, yani 4 Temmuz 20018’de uyguluyor.

Neden peki?

Şöyle ki; 2018 yönetici atamalarının gerçekleşebilmesi için bu görev yerlerinin boş görünmesi gerekiyor. Bu kadroları duyuruya çıkarmamak ve yine aynı kişileri buralarda görevlendirmek için devletin idare ile ilgili karara en etkili mercii olan Danıştay 2. Dairesi’nin aldığı kararını görmezden gelerek geç uyguluyor.

Kim uyguluyor?

Devletin Milli Eğitim Bakanlığına bağlı, İl Milli Eğitim Müdürlüğü!

Bunu yapmaya yetkileri var mı, bilemiyorum ama etik olmadığı apaçık ortada…

O zaman bir de şöyle soralım:

-Danıştay’ın kararına rağmen; boşalan müdürlük kadroları 2018 yönetici atamalarında tercihe açık hale neden getirilmedi?

-Boşalan müdürlüklere yeniden görevlendirmeler hangi usule göre yapıldı?

-Bu atamalarla ilgili haklı gerekçeleri varsa “Danıştay’ın kararı medyaya yansıdığı halde” bunlarla ilgili kamuoyuna yeterli açıklama neden yapılmadı?

Devam edelim; 5 Temmuz 2018 tarihli yazı ile yargı kararı gereği müdürler (öğretmenler) eski görevlerine döndürülüyorlar.

Buraya kadar her şey normal görünüyor, diyelim…

Ancak 6 Temmuz 2018 tarihli bir başka yazı ile de eski görevlerine “müdür olarak” döndürülenler, görevden alındıkları okullara bu sefer “müdür vekili” olarak atanıyorlar.

Yani ortada bariz bir usulsüzlük var:

Daha basit ve herkesin anlayacağı şekilde anlatmam gerekirse;

İl Milli Eğitim Müdürlüğü, herhangi bir okulda öğretmen ya da başka bir unvanla görev yapan bu eğitim çalışanlarını okullara müdür olarak atıyor. Danıştay “yapılan itiraz üzerine” bu atamaların sınavın usule uygun yapılmadığını hükmedip atamalarla ilgili yürütmeyi durduruyor. Fakat Bursa İl Milli Eğitim Müdürlüğü her ne hikmetse bu kararı “kendi adamları dışında başkaları atanamasın" diye geç uyguluyor.

Ne demek kendi adamları?

Onu da şöyle anlatalım;

Tahmin edebileceğiniz gibi bu öğretmenler iktidara yakın bir sendika olan Eğitim-Birsen üyesi. Bu boş görev yerleri eğer duyuruya çıksaydı, maazallah karşı görüşte ki düşman ülkenin(!) sendikalara üye öğretmenler de atanabilecekti.

Bunun önüne geçmek için İl Milli Eğitim Müdürlüğü böyle bir (sözüm ona) kurnazlık yaptığı anlaşılıyor.

Peki, İl Milli Eğitim Müdürlüğü kurnazlık adı altında yaptığı bu gayri ahlaki davranışı , ya da şöyle daha çarpıcı bir ifadeyle yazmak gerekirse, “bu adaletsizliği” tek başına mı yaptı?

Ona değinecem ama; “bu kul hakkı yemek değil midir?” diye sormadan edemiyorum…

Hepsi de namazında niyazında olan, defalarca umre yüzü görmüş devletin memurlarına kim akıl verdi?

Elbette ki; Eğitim-Birsen’in kendini uyanık zanneden yöneticileri.

Peki bunlar kimdir, nedir?

Numan Şeker’in 15 yıl başkanlığını yaptığı Eğitim-Birsen yönetimi…

Numan Şeker’i yakından tanıyalım: Uzun yıllar Memur-Sen ile Eğitim-Birsen Bursa Şubesi başkanlıklarını yürüten bu pek şeker adam(!), Erzincan İmam Hatip Lisesi’nden mezun olduktan sonra Bursa Uludağ Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’ni tamamlayıp öğretmenliğe başlıyor.

Bir ara Bursa’dan Ak Parti Milletvekili aday adayı da olan “Şeker”li beyefendi; sadece şekerli değil şerbetli de olmalı ki, vekil adaylığı sırasında sendikadaki başkanlığa tekrar seçilerek görevlerine dönüş yapıyor.

Mesele bu değil, elbette mesleğine geri dönecek ama esas sorun Numan Şeker’in İl Milli Eğitim Müdürlüğü’ne etki edecek ve atamaları bile belirleyecek gücü nereden ve nasıl bulabildiğidir?

Diyeceksiniz ki, “bu olaylar yaşanırken İl Milli Eğitim Müdürleri’nin eli armut mu topluyordu?”

E artık armut mu topluyordu, yoksa başka bir şey mi, karar sizin…

Bu noktada konumuz İl Müdürleri değil, Numan Şeker!

Şu anda nerede biliyor musunuz şerbetli Numan Şeker Efendi?

Sıkı durun; 29 Ağustos’ta Bursa Büyükşehir Belediyesi Daire Başkanı olarak atandı!

Vay vay vay… Ne şerbetli adammış Numan Şeker ağabeyimiz…

Ak Parti teşkilatı onu vekil yapamadı ama kıyak bir mevkiiye atamayı başardı(!)

Peki ya sizce, BŞ Belediye Başkanı Sn Alinur Aktaş’ın rızası var mıdır bu sürpriz ve herkesi şaşkınlığa uğratan atamadan?

Ben bilmem başkan bilir(!)

Sn Aktaş, bu yazıdan sonra bir açıklama yaparsa biz de öğreniriz gerçeği…

Evet, sadede gelelim ve mevzuya son noktayı koyalım…

Belli ki, Bursa Milli Eğitim camiasında birilerinin hakkı çatır çatır yenmiş ve bu hakkı yiyenler, yenmesine vesile olanlar ya mükâfatlandırılmış veya halâ hak etmedikleri görevlerini sürdürüp, hak etmedikleri maaşları alıp çoluk çocuklarına haram lokma yedirmeye devam ediyorlar!

Bu bir SKANDAL değil midir?

Bunu ben değil, benim vicdanım ve inandığım etik değerler söylüyor.

Zaten dinimiz bu konunda neyi emrediyor, bunu en iyi onlar bilecektir. Bile bile bu işleri yaptıysalar, vay onların haline!


Not: İl Milli Eğitim Müdürlüğü’nün Danıştay’ın kararına itiraz ettiğini ve bu itiraza henüz karar çıkmadığını da öğrendiğimizi anımsatmak isterim…

@SuatOktySnck


DANIŞTAY'IN BURSA VALİLİĞİNE, VALİLİĞİN DE İL MİLLİ EĞİTİM MÜDÜRLÜĞÜNE YOLLADIĞI KONUYLA İLGİLİ YAZIŞMALARI OKUMAK İÇİN ALTTAKİ FOTOĞRAFLARIN ÜSTÜNE TIKLAYABİLİRSİNİZ...


Cuma, Eylül 14, 2018

Başımızda ki bela “Suriyeliler!”


Savaştan kaçmış, savaşın sillesini gerçek anlamda yemiş, evi yurdu yıkılmış sevdikleri katledilmiş olan mazlumlar değil bu yazının eleştirdiği…
Sadece bu yazı ve bu yazının satırlarını yazan yazarın da derdi bu değil; toplumda giderek artan bir öfke var ve bu öfkeye tercüman olmak maksadıyla yazıyorum…
Ki, ben İsveç’te 10 ay mülteciler arasında bir mülteci gibi yaşayıp, konuyla ilgili “Gölge Adamlar” adlı bir belgesel çekmiş, üstüne de "Avrupa'da Mülteci Olmak" adlı kitap kaleme almış biriyim; mülteciler benim kırmızı çizgimdir, bu böyle biline…
Amma ve lakin; Türkiye’de yaşanan sorun artık bir başka noktaya evrilmiş durumda. Olay, “Suriyeli din kardeşlerimiz bizim misafirlerimizdir” olayının dışına taşmıştır. Ortada misafir kalmamış, yerel halk, misafir diye gelenler karşısında ikinci, hatta üçüncü sınıf insan konumuna itilmiştir.
Bu millet, Anadolu’yu vatan bellemiş, gerek sınırlarımızın dışından gerekse sınırlarımızın içinden, bir takım zorunlu nedenlerden ötürü yer değiştirmiş göçmenlerden oluşur. Göçmenliğin ne olduğunu iyi bilir! Ufak tefek homurdanmalar dışında hiçbir muhacire böylesine öfke, böylesine nefret duyulduğunu anımsamıyorum.
Öyle ki, ailesi 1950’li yıllarda eski Yugoslavya’dan Türkiye’ye göç etmiş ve muhacir olmanın zorluklarını derinden yaşamış biri olarak yazıyorum bunları.
Mübadele ile getirilenler, Yugoslavya’dan gelenler, Bulgaristan’dan, Kırım’dan, Gürcistan’dan, Afganistan’dan Kuzey Irak’tan, Kosova’dan, Bosna’dan kaçanlar gibi birçok mülteci gördü bu ülke ve hiçbirine de “tu kaka” demedi…
Ama Suriyeliler, Suriye’den gelen din kardeşlerimizle yaşananları bu düzlemde değerlendirmek zorlaşıyor…
Suriyeliler’in durumu “mülteci” normlarını aşmış durumda.
Bunun tek bir sorumlusu var; o da süreci iyi yönetemeyen, kendi vatandaşını “misafirler” karşısında ezdiren hükumetten başkası değil.
Dünyanın hiçbir yerinde, hiçbir ülke kendi vatandaşını öteleyip, mültecilerin altında ezdirmez. Her ülkenin vatandaşı, kendi ülkesinin birinci sınıf vatandaşı olmalı!
Mültecilerin statüsü, konumu ve hakları bellidir...
Türkiye’de tam tersi…
Bunu fark eden halkımız ister istemez, “mazlum-haklı-haksız” ayırımı yapmadan öfke biriktirmeye, insani melekelerini yitirmeye başladı.
İşte en büyük tehlike burada!
Ekonomik koşullarda zaten yeterince yıpranan, bunalan, baskılanan karamsar vatandaş, Suriyeli mültecilere birtakım ayırımcılıklar tanındığını görüyor ve öfkesini bu noktada birleştiriyor!
Bursa’da bir süredir Çarşamba semti ve Başaran’da yaşanan olayların temelinde bunlar yatıyor.
Çok değil, 4-5 yıl önce Bursalıların yaşadığı mahallelerde hem insan profili değişti, hem de görüntü.
Bu kadar hızlı bir değişim, Arapça konuşan insanlar, Arapça tabelalar, bariz yozlaşma, artan çöp yığınları, bu sorunlara çözüm üretemeyen yerel yöneticilerin basiretsiz ve çaresizliği de eklenince, kaotik ortam da kaçınılmaz oluyor.
Savaştan kaçan bu insanların 4-5 yıl içinde nasıl olur da marketler, restoranlar, tekstil ve konfeksiyon atölyeleri açabildiklerine hayret ediyor herkes!
Çünkü bunlar alışıldık şeyler değildi.
Bulgaristan’dan gelen soydaşlarımızın bile, aynı dili konuşmamıza rağmen adapte olmaları 15-20 yıl sürmüştü.
Suriyeli din kardeşlerimiz ise maşallah, sanki asırlardır bu ülkede, bizimle birlikte yaşıyorlarmış gibi hemen birkaç yılda misafir olmaktan çıkıp yerli(!) gibi davranmaya başladılar.
“Oh ne ala, çok çabuk uyum sağladılar, ne güzel” diye düşünenler yanılıyor, zira Suriyeli kardeşlerimiz yerli halkla kaynaşmak bir yana, yaşam alanlarını kendilerine benzetmekten ileriye gidemediler!
Durum vahim; Suriyeli din kardeşlerimiz misafirlik mertebesini aşıp, yerel halkın tepesine çıkmış görünüyor...
Bakalım buna kim nasıl dur diyecek.
Eğer çözüm bulunamazsa ki, kök salmaya başlayan bu insanları kim hangi kudret ait oldukları ülkelerine gönderecek, o da belli değil….
Eğer çözüm bulunmazsa ya bir arada yaşamayı öğrenecez (ki zor görünüyor) ya da birbirimizi yavaş yavaş yok edecez...
Büyük belanın çanları çalmaya başladı.

Pazartesi, Eylül 10, 2018

Alinur Aktaş’ı alkışlamak istiyorum!


Birçok yönden eleştirebiliriz, yanlışlarını da sıralayabiliriz tek tek ama müsaade ederseniz, Bursa BŞ Belediyesi’nin Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından Bursa’ya atanan yeni ve en son başkanı Alinur Aktaş’ı bir konuda tebrik etmek istiyorum!
Neden peki?
Çünkü bir önceki başkan Recep Altepe’nin yapmadığı ya da yapamadığı şekilde kendi tiyatrocularına sahip çıkacağını gösterdiği için…
Görüntüde sahip çıkacak gibi görünüyor; yarın ne olur, bunun sadece göz boyama bir ziyaret mi olduğu anlaşılır mı bilemem.
Böyle yaparsa övdüğümüz gibi eleştirmesini de biliriz…
Ama ben tebriklerimi önceden yapayım dedim.
Sn Alinur Aktaş, belediyesine bağlı olan Şehir Tiyatrosu’nun oyuncularını, TKM (Tayyare Kültür Merkezi’nde) yeni sezon öncesi hazırlanan oyunun provası sırasında ziyaret etmiş ve başarılar dilemiş.
Bu davranış, Recep Altepe’den göremediğimiz bir durumdu, o nedenle hem şaşırdım, hem de mutlu oldum.
Ki, Altepe eksi tarihi binada uzun yıllar görev yapmasına, TKM iki adımlık mesafede bulunmasına rağmen (adam akıllı) ne bir oyunlarını izledi, ne de başarılar diledi kendi sanatçılarının…
“Sanatsız kalmış bir milletin hayat damarlarından biri kopmuş demektir” diyen ülkemizin kurucu önderi Mustafa Kemal Atatürk’ün bu veciz sözünün altının doldurulması adına, Sn Aktaş’ın çabasını takdirle karşılıyorum.
Bu sanatsal çabanın salt tiyatro ile değil, Recep Altepe döneminde sudan sebeplerle harcanan İpek Yolu Film Festivali’nin yeniden hayata geçirilerek sinema sanatı adına da yapılmasını diliyorum.
Recep Altepe döneminde belki de hayata geçen tek ve en önemli festivalin Uluslararası Fotoğraf Festivali FotoFest’in de Alinur Aktaş döneminde yeniden canlanacağını umut ediyorum.
Çünkü ilk başladığında Bursa eski Milletvekili Ceyhun İrgil ve BUFSAD çabalarıyla hayata geçmiş ve İpek Yolu Film Festivali’nden sonra kente fark edilir bir sanatsal dinamik kazandırmıştı. Lakin son 3 yıldır FotoFest ilk yıllarda ki heyecan ve canlılığını yitirmişti.
Çünkü festival demek bayram demek, yani bu bir sinema festivali ise “sinemanın bayramı”, fotoğraf festivali ise “fotoğrafın bayramı” veya “müziğin ya da kültürün bayramı” anlamı taşır. Bir kent sadece hanları hamamları, yolları, alt yapısıyla değil, sanatı ve kültürüyle de yükselmeli.
Sn Altepe döneminde takdirle karşıladığımız han ve hamamların onarımı o nedenle yeterli bir çaba değildi. Onları onarmak, yeniden hayata geçirmek eyvallah da, yaptıklarınızı dünyaya anlatabilmek için sanata ev sanatçıya ihtiyacınız var; eğer o kültür merkezlerini sanatla, (sadece geleneksel sanatlar da yetmez) çağdaş sanatlarla desteklemezseniz, ortaya güdük bir manzara çıkar. İnsanları sanat merkezlerine çekmenin yolu da sanata ve sanatçıya sanatlarını icra edebilecekleri ortam yaratmaktan geçer.
O nedenledir ki; Alinur Aktaş hem genç olmasının verdiği dinamikle, hem de sanata bakış açısıyla Bursa’da özlemini duyduğumuz “Sanat Şehir Bursa” etiketinin altını doldurabilecek potansiyele sahip görünüyor.
Elbette, potansiyele sahip olmakla o potansiyeli değerlendirmek aynı şey değil ama hiç olmazsa ben, Bursa’da sanatla iştigal eden ve eli kalem tutan biri olarak Sn Aktaş’ta bunun ışığını görüyorum.
Umarım kendisi bu ışığı sadece tek bir yöne değil, taraflı tarafsız ayırımı yapmadan, Bursa’nın, Bursalı’nın yararlanabileceği “her bir yöne” çevirip oyumuzu hak ettiğini kanıtlar!

@SuatOktySnck

Cumartesi, Eylül 08, 2018

Milli zevksizlik takımı…


Nereden bakarsanız bakın, heyecan yok, umut yok, lezzet yok, zevk yok…
Ülkenin kılcal damarlarına kadar sızan vasatlık, elbette Milli Takım’a da sirayet edecekti, etti de…
Ekonomisi, adaleti, sanatı, kültürü yozlaştığına göre; futbol geride kalır mı?
Milli demeye bin şahit isteyen isimlerden kurulu, toplama, yığma, uyumdan, adaptasyondan uzak bir kadro vardı Rusya karşısında...
UEFA Uluslar Ligi B Grubu’nda ilk maçımızı Trabzon’da oynayacaz; maç başlamadan canlı yayının hangi Tv kanalında olacağının bile belli olmaması heyecanı törpüleyen ilk emarelerdi… Ve Milliler sahaya konfeti yağmuru altında çıkarken sözüm ona destek veriyordu Trabzonlu taraftar… Ama zemini çirkinleştirmekten başka bir işe yaramadığı anlaşılan bu etki, zevksizliğin peşi sıra gelen diğer habercisiydi sanki.
Ruslar’dan gelen şahane gol ve buna aynı güzellikte karşılık veren Serdar Aziz’in bazukası ile ilk yarı 1-1 tamamlandı. Ki, maçın bu iki golden başka güzel diyebileceğimiz hareketi de yoktu…
Devre arasında ise Trabzonlu taraftarların zevksizliğinin kanıtı olan konfetileri temizlemek için sahaya ellerinde süpürgelerle giren hademe görünümlü görevli bacılarımızın görüntüsü ise zevksiz gecenin zirvesine oturdu.
Rusya, Dünya Kupası öncesi hazırlık maçında 1-1’le Rusya’da yenişemediği vasat takım Türkiye’yi bir gol daha atarak bu kez Türkiye’de 2-1 yenmeyi başardı ve zevksiz gecenin zevk alan tek tarafı oldu!
Milli Takımımızın bu vasatlığının rastlantı olmadığını sanırım anladınız. İpleri kimin kontrolünde olduğu malum bir federasyon başkanı, içi geçmiş bir teknik direktörün kurduğu özgüvenini yitirmiş futbolculardan oluşan kadro...
Şener’i mi saysam, Mehmet Topal’ı mı, o haliyle İtalya SeriA’da nasıl oynadığına kendisinin bile hayret ettiği Hakan Çalhanoğlu’nu mu, Oğuzhan Özyakup’u mu?
Ultra vasat mı desem, vasat altı mı ne!
Rusya biraz daha dikkatli olsa maç 3, hatta 4-1 bile olabilirdi… Türkiye’nin vasatlığına onlar da ayak uydurdu desem abartmış olmam.
Dedim ya zevksizlik ve vasatlık dört bir yanımızı sarmış…
Süperliği sadece adında olan Türk futbolunun elit ligine bakınca aslında hiç de süper olmadığını ve Milli Takımın neden bu halde olduğunu anlayabiliyoruz.
Vasat yabancılarla körelen yerli yeteneklerin içler acısı hali ise ayrı bir trajedi…
Umut sıfırın altında.
Bu zihniyet ve bu kalitesizlikle, pazartesi akşamı gruptaki ikinci maçında İsveç’e karşı deplasmanda başımıza gelecekleri şimdiden tahmin edebiliyorum...
Neyse, umudunuzu kırmak istemem; belki yanlışlıkla bir puan alırsak zil takıp oynayabilriz, ne olur ne olmaz, daha büyük bir yanlışlıkla kazanırsak eğer silahlarımızı zulada bekletelim ki, sevinçten birbirimizi vurarak bir kaç masumun kanına girmek için zaman kaybetmemiş oluruz(!)

@SuatOktySnck

Çarşamba, Eylül 05, 2018

Kütüphaneler batar mı?


Soru saçma gelebilir; ama ülkemizin geldiği kritik durumu anlamak açısından anlatacağım olay çok önemli…
Kültür ve Turizm Bakanlığı Kütüphaneler ve Yayımlar Genel Müdürlüğü’ne bağlı olan Halk Kütüphanelerinin elektrik faturalarını ödeyemez duruma geldiğini biliyor muydunuz?
Yer Bursa Halk Kütüphanesi…
Saat akşam 20:00 civarı, içeride 20 vatandaş varken birden görevli geliyor ve Kütüphane’de bulunanlara, özür dileyerek diğer salona geçmelerini rica ediyor.
Görevlinin uyarısıyla neye uğradıklarını şaşıran vatandaşlar neden böyle bir uygulama yapıldığını sorduklarında ise gerekçe hepsini dumura uğratır.
İl Halk Kütühanesi’nin ödenmemiş 14 bin TL’lik elektrik faturası varmış, bu faturayı ödeyebilmek için yöneticileri kaynak arayışındaymış ama bulamamış, tasarruf sağlamak amacıyla böyle bir uygulamaya gidilmiş…
14 bin TL elektrik borcu ve ödenememiş faturalar ve yöneticileri bu borcu ödemek için para bulamıyorlar.
Ne zaman?
2018’in Türkiye’sinde…
Ülke batıyor mu?
Yok canım ne batması? Baksanıza, Cumhurbaşkanlığı Külliyesi’nin masrafları takır takır ödeniyor. Cumhurbaşkanımız Sn Erdoğan’ın Zafer Bayramı için verdiği resepsiyonda kuş sütü bile eksik değil, 300 odalı yazlık yapımı tam gaz devam ediyor, Ahlat ilçesinde 1071 metrekare oturma alanı olan, 10 dönüm üzerine bir “Cumhurbaşkanlığı köşkü” bile yapılacak. Eğer ülke batıyor olsaydı bu masraflar yapılır mıydı?
İyi de Bursa gibi bir ilin kütüphanesi nasıl olur da elektrik faturalarını ödeyemeyecek duruma gelir?
İl Halk Kütüphanesi Bursa’nın en eski ve içerik bakımından da en kapsamlı kütüphanelerinden biri.
Başlıkta ki soruyu tekrar yöneltiyorum:
Kütüphaneler batar mı?
Kütüphaneler nasıl batacak duruma gelir?
Tasarrufa geçmek, faturalar ödenemeyecek duruma gelince mi akıllarına geldi?
Kütüphanelerden tasarruf sağlayınca ülke ekonomisi düzelecek mi?
Kültür ve Turizm Bakanlığı demek ki kütüphaneleri için gerekli bütçeyi oluşturmamış.
Ne yapmak lazım peki?
Kek ve çayların beleşe verileceği kıraathaneleri mi yerine geçirsek?
Ya da camilerin her cuma yaptığı, haftanın belirli bir günü kütüphane önüne mendil açıp bağış mı toplamaya başlasınlar?
Sahi Kültür ve Turizm Bakanlığı ile Diyanet İşleri’nin bütçesi nedir?
Hangisi fazla, hangisi eksik?
Hangisi elzem, hangisi fuzuli?
Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın 2018 yılı bütçesi 3 milyar 997 milyon lira iken, Diyanet'in 2018 bütçesinin 7 milyar 774 milyon 183 bin lira olmasına ne diyelim, şöyle diyelim; “buyurun cenaze namazına…”
El Fatiha…


Pazartesi, Eylül 03, 2018

Beşiktaş’ı elimizden kaçırdık…


İtiraf etmem gerekirse, pek umutlu değildim Beşiktaş maçından. Alınacak bir puan bile büyük bir başarıdır diye düşünüyordum.
Bir puan aldık ve hala aynısını düşünüyorum.
1-1’lik sonuç harika…
Neye göre harika?
Bir yanda toplama takım Bursaspor’a, diğer tarafta oturmuş kadrosuyla Beşiktaş’a bakınca böyle düşünüyorum.
Takımının en önemli, özellikle savunmada kilit isimlerini satmış ve Beşiktaş’a karşı en az 5 futbolcusu yeni ve ilk defa bir arada oynayan Bursaspor’un ne kadar şansı olabilirdi ki?
Futbol çok enteresan bir oyun, bazen oturmuş takımlar bile toplama takımlar karşısında zorlanabiliyor.
Bursa’da, dün akşam bunu gördük. Bursaspor’un ilk defa bir araya gelen futbolcuları konuk takım Beşiktaş’ı neredeyse yeniyordu.
Bu noktada futbol matematiği devre dışı kalıyor...
Hafta içi UEFA Kupası ön eleme turunda Partizan’ı evire çevire yenen Beşiktaş, Bursa’da tek puanı zor kurtardı. Aynı Beşiktaş geçen hafta kendi evinde Antalya’ya yenilmişti…
Ligimiz çok süper de biz mi ligimizi küçümsüyoruz, yoksa nedir anlayabilmiş değilim.
Teknik adamları kıyaslarsak, Şenol Güneş ile Samet Aybaba arasında kıyas götürmeyecek kadar deneyim ve bilgi birikim ve başarı farkı var!
İyi ama nasıl oluyor da Beşiktaş’ın oturmuş kadrosu Bursaspor’un toplama takımına karşı bocalıyor?
Maça gelince;
Bursaspor biraz daha dikkatli olabilse, daha ilk yarı öne geçme şansı yakalayabilirdi… Kesinlikle oyunun tek hakimiydi…
İkinci 45 dakika konuk takım oyunda dengeyi kurduğu ve ilk yakaladığı tek fırsatta skoru lehine çevirip 1-0 öne geçti.
Lakin Bursaspor kolay pes edecek gibi değildi, güçlü rakibine karşı tekrar oyunun kontrolünü ele aldı ve çok kritik bir dakikada golü bularak eşitliği sağlamayı başardı.
Kazanamayacaksan kaybetme, hele ki böylesi maçlarda... Alınacak bir puanın değeri paha biçilemez.
Üstte de sıraladım gerekçesini… Bu kadroyla, böylesi bir dönemeçte; yenilmemek önemli.
Giden isimlerin yerine gelen yeniler kesinlikle güven verdi…
Şahsen ben kendim Samet Aybaba’ya karşı ön yargılı olsam da, bu kadar kısa sürede bu tür zorlu maçlara yeni oyuncuları motive etmek, takımı hazırlamak kolay olmasa gerek. Aybaba’nın hanesine artı olarak bunu ekliyorum.
Sezon öncesi Ankaragücü maçında izlediğim ve hayal kırıklığına uğradığım kasvetli göründü dağılmış.
Bu mevcut kadroda ciddi tek eksik skorer forvet, yani iş bitirici bir golcü, santrfor…
Stancu’nun bu işin için yetersiz olduğunu anlamak için futbol uleması olmaya gerek yok. Ama anlaşılan eldeki malzeme de bu!
İş baş aşçının maharetine kalacak görünüyor; elde ki bu malzeme ile önümüzdeki haftalarda futbol soframıza ne tür lezzetler koyacak hep birlikte görecez...

Umarım bu performans sadece Beşiktaş’a karşı ortaya çıkmamıştır. Çünkü Anadolu takımlarının en belirgin sendromu, İstanbul takımlarına karşı sergiledikleri performanstan sonra ki hafta yenilmeleridir. Geçen hafta Fenerbahçe’yi yenen Göztepe’nin bu hafta yenilmesi, en taze örneklerden biri…

Bursaspor’un umut veren futbolunun, önümüzde ki haftalarda da sürmesi dileğiyle…

Dip Not: Hakem Cüneyt Çakır Beşiktaş'ın golünde pozisyonu ofsayt olarak değerlendirmedi. Tam tersi olsaydı, Bursa için o karar gol olur muydu emin olamıyorum.

Bir not daha; sahada Bursaspor forması giyen altyapıdan yetişmiş 4 oyunumuz vardı ve bu galibiyetten de, puanlardan da daha değerlidir ki, paha biçilemez...