Ayla filmini nihayet izledim.
Amerikan Sinema Sanatları ve Bilimleri
Akademisi’nin yabancı dilde verdiği Oscar’ın Türkiye’nin aday adayı…
Bugüne kadar Oscar’a aday olsun diye yolladığımız en iyi
yapım olduğunun altını çizmek isterim.
Gerçekten de olmayan Türk sinemasının çok çok üzerinde
bir prodüksiyon var ortada.
Konusunun gerçek ve Kore savaşını işleyen ilk film olması
kuşkusuz gişedeki başarısının da karşılığı…
Oscar heykelciğini alarak tarihe geçeceğini umuyorum,
alamasa bile en azından adaylık koparacak düzeyde bir iş Ayla!
İyi bir film…
Bakın “film” diyorum; gerçekten yaşanmış bir olayın
yeniden kurgulanıp sinemaya aktarılması söz konusu. Gerçeğin bire bir aynısı
olmasını beklemek, yok efendim tarihi gerçekleri anlatmıyormuş da, yok şöyle
değil de böyleymiş gibi bir takım zırvalıklar filmin kalitesini de gişesini de
etkilemiyor. Tekrar anımsatıyorum bu bir film…
Gerçek ise filmin sonunda perdeye yansıyor.
Filmin sonundaki bu olayı yazının sonunda anlatacam ama
şimdi filmin beni rahatsız eden noktalarına değinmek istiyorum.
Yiğit Güralp’in senaryolaştırdığı gerçeklerden alıntılarla kurgulanmış öykünün filmini
izlerken kaç kişi sorguladı bilmem ama ben şu soruyu yönelttim kendime: Bizim
Kore’de ne işimiz vardı? Oraya yollanan askerimiz ne için öldü, kimin için
sakat kaldı? Öykünün (ne kadar gerçek bilemiyorum) komünist karakteri Mesut Teğmen
biraz sorgular gibi olsa da, bu yarayı pek kaşımak istememişler anlaşılan.
Bu film Oscar’dan iyi bir sonuç alacaksa (en azından
adaylık için) kurgusunun yeniden gözden geçirilmesi ve özellikle
belgeselcilerin Güney Kore’ye gidiş gelişlerdeki gereksiz uzun ve sıkıcı
sahneler kısaltılıp filmin ritmi artırılmalı.
Japonya nire Kore nire?
Bir bakıyoruz ki, küçük Ayla’yı da alıp Süleyman Astsubay,
Ali Astsubay ve Mesut Teğmen hop Tokyo’ya, yani Japonya’ya uçmuşlar. Sanırsınız
ki, Tokyo-Seul git-gel 6 saat(!) Hem o kızı nasıl götürebilirsiniz ki ülke
dışına, hemi de savaş ortamında? Filmin en gereksiz ve öyküye hizmet etmeyen
sahnelerden biriydi Tokyo gezisi, filmin ruhuna da aykırı!
“OYUNCULARIN PERFORMANSLARI”
Gerçek Süleyman Astsubay’a benzemese de İsmail Hocaoğlu
iyi iş çıkarmış. Yaşlılığını canlandıran Çetin Tekindor ise filmdeki en yanlış
tercih olmuş. Ne Hocaoğlu’na benziyor, ne de gerçek Süleyman Dilbirliği’ne…. Üstelik
Babam ve Oğlum’u akıllara getiriyordu ki, filmden çıkan birkaç kişiden, sırf bu
tercih yüzünden (alakası olmamakla birlikte) “Sanki Babam ve Oğlum gibiydi”
şeklinde konuşmalara kulak misafiri oldum. Ki, Çetin Tekindor’un kalitesine
diyecek lafımız yok, fakat Babam ve Oğlum’un babası Hüseyin’i Ayla’da da
hissetmek pek hoşumuza gitmedi.
Hele ki Tekindor’un ensesinin arkasına toplanmaya çalışılmış
saçının kuyruğu ise o kadar sakil duruyordu ki, “keşke saçını at kuyruğu
bırakıp o haliyle oynasaymış” diye aklımdan geçirdim.
Eğer yönetmen Can Ulkay’ın tercihi değilse, Leyla ile
Mecnun dizisinde ki Mecnun tiplemesinden kurtulamamış Ali Atay ne yazık ki.
Genel olarak oyuncu performansları gayet başarılı. Murat
Yıldırım, ki ben ondan böylesine bir performans beklemiyordum açıkçası, Teğmen
Mesut’ta çizdiği komünist karakterle alkışı hak ediyor. Taner Birsel, Damla
Sönmez Büşra Develi ve elbette ki, küçük Ayla’yı canlandıran Kim Saol… Koreli
küçük yıldız muhteşemdi, filmin gerçek yıldızıydı!
Dediğim gibi, bu bir filmdi, sinema filmi; gerçeğin
yeniden kurgulanıp 125 dakikada beyaz perdeye aktarılmasıyla ortaya çıkan
sinemasal bir illüzyon.
Filmin sonunda, jenerik sağ tarafta akarken, perdenin sol
tarafında da gerçek Süleyman ile gerçek Ayla’nın yıllar sonra gerçek
buluşmaları yansımaya başladı beyaz perdeye.
Peki ne oldu dersiniz?
İzleyicilerin birçoğu ayaklandı ve bu gerçek sahneyi
izleme zahmetinde bile bulunmadılar ki, beni en çok duygulandıran sahne, Seul’un
Ankara adlı parkında, 2010’da yaşanmış olan bu gerçek sahneydi. Filmin kurgulu anlatımında ağlayan ağladı,
film bitti ve her şey koltukların altına atılan salya-sümüklü kâğıt mendillerde
kaldı.
Keşke filmin sonuna, jenerikten önce, “Film bitmedi,
biraz da gerçekleri izleyin” diye bir uyarı (yazılsaydı) yapılsaydı, çünkü
ayaklanan aceleci izleyicilerin önümüzü kapatması yüzünden, gerçekleri tam
olarak izleyemedik.
Üstte de ifade ettiğim gibi, Ayla her türlü ödülü hak ediyor.
Oscar’ı aldı aldı, eğer Ayla alamazsa “Ben James Değilim” alacak demedi
demeyin(!)
Tabi çekebilirsem… :)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder