Salı, Nisan 26, 2016

Başımıza çorap ören kim?

Nisan ayının başlarında ABD’nin Ankara büyükelçiliği Türkiye’nin, özellikle Güneydoğu’suna gitmemeleri konusunda vatandaşlarını uyarırken, İncirlik Üssü’ndeki sivil yurttaşlarını da tahliye etmeye başlamıştı.
Aynı günlerde vatandaşları için benzer bir uyarı da İsrail’den gelmişti…
ABD’nin yaptığı uyarıda, Hatay, Kilis, Gaziantep, Şanlıurfa, Şırnak, Diyarbakır, Van, Siirt, Muş, Mardin, Batman, Bingöl, Tunceli, Hakkari, Bitlis, Elazığ, Adana, İzmir ve Muğla ile ilgili güvenlik uyarısında bulunması kafaları karıştırırken, konuyla ilgili Türkiye’den hükümet nezdinde tek bir açıklama bile gelmemişti.
Şimdilik Kilis'te kan ve korku var! Listedeki diğer illerde yarın en olacak Allah bilir(!)
Ben ve benim gibi durumdan endişe edenler ise, özellikle sosyal medya aracılığı ile yaptığımız paylaşımlarda, “Ne oluyoruz? Bunca garabetten başımıza nasıl bir başka büyük kötülük gelebilir ki?” diye soruyor, olacakları çaresizce beklemeye koyuluyorduk.
Öncesinde ise PKK ve IŞİD el ele vermiş, peş peşe ülkeyi bombalarla kan gölüne çevirmişti…
Ve başımıza gelecek büyük kötülüklerin ilk uyarıları Suriye sınırındaki Kilis’ten duyulur oldu.
Önce ufak ufak roketler boş alanlara düştü.
Sonra bir de baktık ki, bu roketler sivil hedefleri vurmaya başlamış…
Savunmasız vatandaşlarımızın öldüğü anlaşılmasına rağmen hükmet kanadından, yayın organlarından, sanki münferit bir olaymış gibi saldırıların küçümsendiği dikkatlerden kaçmadı.
Oysa aynı hükmet, sınırı 12 saniye ihlal etti diye Rus uçağını düşürmekten imtina etmemişti.
Fakat son roketli saldırılardan sonra TSK, geç de olsa buna yanıt vererek, karşı saldırıya geçti.
Evet bu bir savaştır artık. Karşı taraftan, IŞİD olduğu tahmin edilen grup Türkiye’ye saldırarak tahrikte bulunduğu apaçık ortada.
Peki IŞİD durup dururken ne diye bize saldırmaya başladı ki?
Aynı IŞİD içeride Suriye ve Rusya ile de savaşırken Türkiye’yi karşısına ne diye alır, mantıklı geliyor mu size de?
Ve aybaşında, ABD ile İsrail’in vatandaşlarına yaptığı uyarıyı da bu olanların yanına eklediğimizde, üzerimizde oynanan oyunun başımıza açacağı belaları düşündükçe gözüme uyku girmiyor!  
En üzücü olan nokta ise bizi yönetenlerin bu oyunda sadece seyirci olmaları…
Her gün şehit, her gün hüzün, her gün bir ananın yüreğine ateş düşerken, birileri başımıza çoraplar örüyor, tepemizdeki beyefendilerin keyfi yerinde, “Anayasa dindar mı olsun? Erdoğan başkan olsun mu, olmasın mı?” diye tartışıyor, 23 Nisan için getirdikleri şehit çocuğunun yürek yakan ağlamasına bile kayıtsız kalabiliyorlar!
Ha bi de köprüler yaptırdılar gelip geçmeye karam, analar boşuna zırlamasın, zira “evlatlarımızı feda etmeye hazırız” dediklerinde hepiniz alkışlamıştınız ya?

Öyleyse alkışlamaya devam…

Cuma, Nisan 22, 2016

Yaktın bizi Ceyhun İrgil(!)

Ceyhun İrgil, çok başarılı bir cerrah… Ve ayriyeten sanat ve sanatçı dostu da. Ve CHP’nin Bursa’dan 2. sıradan seçilen milletvekili, Türkiye Büyük Millet Meclisi Milli Eğitim, Kültür, Gençlik Ve Spor Komisyonu üyesi aynı zamanda…
Büyük zorluklarla çekip 2010’da vizyona soktuğumuz ilk uzun metraj sinema filmimizde bize Bursa’dan ve hatta Türkiye’den en çok sahip çıkan isimdi.
İrgil, kara kaşımız kara gözümüz için bize destek olmamıştı. Çünkü yaptığımız işin siyaset üstü bir sonucu olduğunu biliyordu.
Sanatçının partisi martisi de olmazdı, olmamalıydı da zaten. O da bizim siyasi düşüncemize, dünya görüşümüze bakmadan, samimiyetimize ve sinema yapma çabamıza istinaden projemizin vizyona giriş aşamasına dek sürekli katkılarda bulundu.
Ceyhun İrgil o zaman vekil değildi ve buna rağmen yaptıkları bizim için çok değerliydi…
Biz, 2010’daki filmimizden sonra yeni bir uzun metraj sinema film projesi geliştirdik ve filmimize destek amaçlı Kültür Bakanlığı Sinema Genel Müdürlüğü’ne başvurduk.
Eksiksiz olarak hazırladığımız “Ç-Engel” adlı projemiz, sadece bir sinema film değil, aynı zamanda bir sosyal sorumluluk projesiydi de… Çünkü filmin başrolüne Apert sendromlu engelli bir gencimizi koymuş, bu sayede “Apert” sendromuna dünyada ve Türkiye’de farkındalık yaratmayı amaçlamıştık.  
Bu durumdan haberdar olan Dr Ceyhun İrgil de proje hakkında Sinema Genel Müdürlüğü ile görüşebileceğini söyleyerek bizden projenin ayrıntılarını istemiş, bu filmin çekilmesi için kişisel olarak katkı sağlamayı amaçlamıştı. İrgil’in bu samimi yaklaşımının projemize sorun çıkaracağını hesaba katmamıştık elbette. Geçtiğimiz günlerde Sinema Genel Müdürlüğü, desteklenen ve desteklenmeyen proje kararlarını açıkladı ve çok umutlu olduğumuz Ç-Engel'in desteklenmeyen projeler arasında yer aldığını üzülerek öğrendik. 
Daha sonra yaptığımız araştırmada, aralarında bizim projemizin de yer aldığı birçok başvuruyu Sinema Genel Müdürlüğü kendi kafasına göre eleyip, sadece 60 projeyi kurulun incelemesine sunmuş.
Araştırmalarımızı derinleştirdiğimizde ise projeleri incelemesi gereken seçici kurulun, Kültür Bakanlığı, Sinema Genel Müdürlüğü ile büyük tartışmalar yaşadığı bazı kurul üyelerinin de, bakanlığın yanlı tutumları nedeniyle istifa ettiğin öğrendik.
Bizim projenin hangi gerekçe ile (yönetmelikte olmadığı halde) uyduruk bir ön elemeye takıldığını öğrendiğimizde ise şaşkınlığımız daha da arttı. Çünkü Sinema Genel Müdürlüğü bürokratları, iktidar karşıtı olabileceğin düşündüğü projeleri, daha kurula gitmeden kafalarına göre elemişler. CHP Bursa Milletvekili Ceyhun İrgil’in bizim proje ile ilgili Sinema Genel Müdürlüğü’nde yaptığı görüşmeler münasebetiyle, iktidar karşıtı olduğuna kanaat getirilerek, seçilen 60 projenin dışına itilmiş.
Yani anlayacağınız, Dr Ceyhun İrgil projemize 'katkı sağlamaya çalışırken' farkında olmadan elenmemize neden olmuş.
Kültür Bakanlığı Sinema Genel Müdürlüğü, 2016-2 Sayılı Sinema Destekleme Kurulu Kararı gereği, başvuran 179 projeden toplamda sadece 40 projeye 23.495.000 TL desteklenmesine karar verilmiş. Bizim de başvurduğumuz Uzun Metrajlı Kurgu Film Yapım Projelerinden 27’sine (geri ödemeli ama nedense kimse geri ödemiyor) en az 400 bin, en fazla 1 milyon TL olmak üzere toplam, 18.750.000 TL yapım desteği sağlarken, 139 başvuru “Desteklenmeye Uygun Bulunmayan Projeler” kategorisinde değerlendirilmiş(!) Fakat neye istinaden ve hangi kıstaslara göre desteklenmesi uygun bulunmadığı ise açıklanmamış.
Diğer 138 proje ne için elendi bilmiyorum ama projemizin desteklenmeme nedenini yaptığımız araştırmalar sonucu öğrendik elbet.
CHP Milletvekili Ceyhun İrgil yüzünden.
Ah Ceyhun ah, bize “yardımcı olacağım” derken, bak neler ettin, şimdi biz bu filmi nasıl çekecez arkadaş? :(
Ah Ceyhun ah, yaktın bizi(!)

Desteklenen ve desteklenmeyen projeleri alttaki linklerden inceleyebilirsiniz:
-2016-2 Sayılı Sinema Destekleme Kurulu Kararı Açıklandı!

Pazartesi, Nisan 18, 2016

Hamza hoca Bursa’da emanet mi?

Kaçan puan büyük oldu…
Hatta puan da değil, puanlar…
Bir değil iki değil, tam üç puan bıraktı Timsah Arena’da Bursaspor…
Bu maçı TV karşısında izledim.
Oysa ilk defa Timsah Arena’ya gidip taraftarlarla aynı atmosferi paylaşmayı planlamıştım hafta içi. İsveç’ten ziyaretimize gelen kayın biraderim Nusret’i, 75’lik babam Ferik ustayı, oğlum Ferit ve diğer kayın biraderim Agim’i de alıp maça götürmeyi  hayal ediyor, bunun için cumartesi gününden bilet almak için Atatürk Stadı’nın orada, Kültür Park girişindeki gişelerde sıraya girdik.
Sıra çok ağır ilerlerken gişedeki görevliye durumu sorduğumda acı gerçekle de yüzleştim. Çünkü artık maçlara biletle girme devri bitmiş, tek maça dahi olsa mutlaka passolig almak gerekiyormuş.
“Tamam, sorun değil, alalım” diyorum ama öyle “hemen alalım” demekle de olmuyormuş.
Her kişi için nüfus kâğıdı ve fotoğraf gerekiyor. Yabancıysa maçı izlemek isteyen, pasaport ibra etmek zorunda ve elbet fotoğraf…
ABD'ye vize değil sadece bir futbol maçına, tek seferlik bilet almak için bunlar isteniyor.
Böyle olunca elbette biz de passolig sillesi ile böyle acı bir şekilde tanışıp, gişelerden kös kös uzaklaşırken, bunca yıldır, büyük taraftar kitlelerinin passolige neden tepki gösterdiklerini de, bizzat yaşayarak anlamış olduk.
Maçın sonucuna bakınca “iyi ki de bu rezaleti canlı canlı izlememişim” demekten de kendimi alamadım.
Evet, tek kelimeyle, Bursaspor’un oynadığı ya da oynayamadığı futbol “rezalet"ti...
Birkaç gün önce, ligin en parlak futbolunu oynayan şampiyonluk adayı Beşiktaş’a karşı direnen takım gitmiş, ne oynadığı belirsiz, amaçsız, ruhsuz, isteksiz bir futbolcu yığını çıkmıştı Akhisar karşısına.
Oysa onlara inanan hatırı sayılır bir taraftar kitlesi Timsah Arena’nın tribünlerindeki yerini almış, bilinen ve insanın içini kımıldatan tezahüratlarla ruhsuzlar takıma ruh aşılamaya çalışıyordu.
Bir takım altı günde nasıl bu kadar çaptan düşebilir?
Bu takım hiç mi çalışmadı?
Bu takımı motive etmesi gereken kim?
Hamza Hamzaoğlu ne iş yapar?
Büyük umutlarla alınan Balázs Dzsudzsák nerede, Dany’e ne oldu?
Beşiktaş maçındaki golle moral bulan Miroslav Stoch ve sezon başında attığı gollerle takımı sırtlayan Tomáš Necid’e bu maçta neden yedek?
Bu oyunculara para veriliyor, hem de büyük paralar?
Doğru, bunları Hamza hoca almadı, sezon ortası Bursa’ya geldi.En güvendiği prensi Deniz sakatlanıp çıktı.
Deniz takımın tek kurtarıcısı mı?
Peki, bu futbolcuları maçlara hazırlayacak olan kim?
Velhasıl kelam, Bursaspor, Akhisarspor karşısında çok büyük bir fırsatı tepti. Sadece takım değil, Hamza hoca da taraftarın güvenini fena halde tüketti.
Bu maç kazanılsaydı, üst sıralar için ciddi bir avantaj yakalayacak, Bursa’da Galatasaray’ı da yendiğinde (ki G.Saray’ı yenmeyeni dövüyorlar) belki Avrupa’ya gidebilme şansını bile zorlayacaktı.
Olmadı, bu fırsatı arsızca tepti Hamza hoca ve talebeleri…
Kaçan 3 puan değerindeki balık büyük oldu!
Galiba Hamza Hamzaoğlu görev yaptığı kentin Bursaspor’a verdiği önemini anlayamamış. Belki kendini Bursa’da emanet görüyordur, belki aklı hâlâ G.Saray’da olabilir; her ne olursa olsun, bu takımın ruhsuzlaşmasını haklı çıkarmaz.
Eğer gerçekten böyle düşünüyorsa, hem kendine yazık eder, hem de kendisine inan taraftarlara ki bu taraftar birini sevdi mi ya tam sever, ya da nefret eder!
Biri bu durumu Hamza hocaya anımsatsa iyi olur…
Yok eğer, GS'de olası bir yönetim değişiminde yeniden İstanbul'a gitmeyi hayal ediyorsa da... 
Bursa'da iz bırakmadan gideceği için, taraftarın ondan nefret etmesine bile gerek kalmayacak, demektir, yolu açık olsun....

Not: Hamza hoca benim güvenimi Amedspor'a elendiğimiz maçta zaten kaybetmişti. Ezcümle anımsatayım, dedim!

Cuma, Nisan 08, 2016

Yazık oluyor Kemal Bey’e(!)

İstifa etmenin tam da sırası…
Evet evet, tam zamanı.
“Kim istifa edecek?” demeyin bana; AKP’li bakanlar değil tabi…
Onların fıtratında istifa diye bir gelenek yok…
7 Seçim kaybetmesine rağmen, AKP’nin ve pilotu Sayın Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın bundan mağduriyet çıkarabileceğini öğrenememiş olması, istifa etmesi için tek gerekçesi!
Oysa bugüne kadar AKP’liler ve başta Erdoğan olmak üzere, yaptıkları ve söyledikleriyle seviyesizliğin dibine vurdular. (Hangi birini saysam bilemiyorum) Onlar yapınca normal karşılanıyor (ki, yaptıkları ne bir Müslümana, ne de insanım diyene yakışabilecek söylemler değil) Ama Kemal Kılıçdaroğlu son söyleminde olduğu gibi bir gafı kimse yakıştıramıyor.
Neden biliyor musunuz?
Çünkü, Kılıçdaroğlu kibar ve beyefendi bilinen bir siyasetçi ve bu söylemleri herkes ayıplıyor. Ama diğerlerine yakıştırılıyor. Bu durum bile çok şeyi açıklamaya yetse de, 7 seçim kaybetmiş birinin hala istifa etmemiş olmasını açıklamaya yetmiyor!
7 Seçim kaybetmiş biri elbette düştüğü böylesi bir dumur vaziyette de istifa etmeyeceği aşikar!
Peki Kılıçdaroğlu neden bunu yaptı?
Bence söylediklerinin hasımları tarafından mağduriyet malzemesi olarak kullanacağını hesap edemedi.
O nedenle ısrar ve inatla, “sözümün arkasındayım” dedi, “bu sözü ben uydurmadım, Muammer Güler’den daha önce duymuştuk” dedi, sözlük anlamını açıkladı, çok şey dedi…
Kemal Kılıçdaroğlu’nu eleştirenler de Ramazanoğlu’nu bu şekilde eleştirdiği için ağır şekilde eleştiriyorlar.
Peki CHP Lideri; Aile Bakanı Sema Ramazanoğlu’nu daha önce daha da kibarca, gerektiği gibi eleştirmemiş miydi?
Elbette eleştirdi ama normal eleştirileri kimse ciddiye almadı ki...
Neden ciddiye alınmadı peki?
Çünkü karşı tarafta; "Bir kereden bir şey olmaz" diyenlerin, "Milletin a.. koyacağız"diyenlerin ahlaksızlığına o kadar alışmışlar ki hangi söylemin ahlak dışı olduğunun bile farkında değiller.... “Ananı alda git” diye çiftçiyi başından kovanı mı ararsın, bayan gazeteciye, “ben de senin apış aranış çekeyim mi?” diyenini mi?
Tacize uğrayan 45 Müslüman evladı çocuğumuz hakkında tek kelime etmeyen liderin peşinden giden, kadına uygulanan şiddete susan bu güruhun, Kılıçdaroğlu’nun “ayakları altında yatıyor” lafını elbette ki cinsel içerikli versiyonu şeklinde algılayacak.
Çünkü onların fıtratında böyle algılamak var(!)
Dedim ya…
İstifa etmeli…
İşte bu nedenle Kemal Kılıçdaroğlu hemen şimdi, şu an, ya da yarın sabah veya akşam, mutlaka bırakıp gitmeli…
Kemal bey kaldıkça daha çoookkk iktidarın maskarası olacak, daha önce uyarmıştım, “son seçimden sonra bırak git, tıpkı Avrupalı emsallerinin yaptığı gibi istifa et” dedim, dinlemedi…
Az biraz saygı ve sempatisi vardı, son söylem ve eylemleriyle bunu da kaybediyor, çok yazık!