Çarşamba, Eylül 30, 2015

HDP mitingde bayrak asmamış yuhhh(!)

Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan, AkSaray’da gerçekleşen geleneksel haftalık Muhtarlar buluşmasında HDP’nin Almanya’da yaptığı mitingde her ülkenin bayrağı asılı olmasına rağmen Türk bayrağı asılmamasını eleştirmiş.
Yani HDP Türk bayrağı asmış olsa mesele yok…
Bütün mesele bayrakta…
Peki, artık HDP kalleş parti, daha düne kadar onlarla barış süreci yürüttüğünüz, “Diyarbakır’daki mitinglerde, İmralı müzakerelerinde el ele gönül gönüle olduğu parti hangisiydi?” diye sormuyorum.
Erdoğan, HDP’yi bu şekilde eleştirirken, Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun, İran Cumhurbaşkanı Ruhani ile ABD'de yaptığı resmi görüşmede  İran İslam Cumhuriyeti bayrağı yer alırken Türk Bayrağı'nın olmadığı dikkat çekti.
Şimdi…
HDP Almanya’da resmiyeti olmayan bir etkinlik yapıyor. Mitingin yapıldığı salonda hemen hemen her ülkeden bayrak var. Ama Türk bayrağı yok. Belli ki, o bayrakları asan HDP değil, salonun gerçek sahipleri. Yani Türk bayrağı olsa ne olur, olmasa ne olur. Bundan HDP sorumlu olamaz ve kaldı ki Türk bayrağının asılı olması da zorunlu değil!
Niye değil?
Çünkü resmi bir etkinlik değil.
Anlaşıldı mı?
Peki ya Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun İran Cumhurbaşkanı Ruhani ile yaptığı görüşme?
Resmi mi?
Evet resmi…
Neden Türk bayrağı yok?
Ama İran bayrağı var…
Hangisi daha büyük sorun?
Davutoğlu’nun resmi görüşmesinde bayrak olmaması mı, HDP’nin gayri resmi mitinginde bayrak olmaması mı?
Mesela Başbakan Davutoğlu ABD'de Aleksis Çipras ile de görüşme yaptı ve o görüşmede Yunanistan bayrağı ile Türk bayrağı vardı…
İran ile görüşmesinde neden Ayyıldız’lı bayrağımız yoktu?
Bunu CHP de MHP de sordu ve Davutoğlu ne dedi biliyor musunuz?  
“Ucuz bir polemik. Dikkat ederseniz bayrak da masaya konan sembolik mahiyettedir”
Ha, CHP ve MHP eleştirince ucuz bir polemik oluyor, ama Recep Tayyip Erdoğan söyleyince önemli bir mesele haline geliyor öyle mi?
Sadece bu değil…Sayın Erdoğan’ın daha önce İran ile yaptığı görüşmelerde de Türk bayrağı yer almamış. Neden acaba?
İran’ın Türk bayrağına karşı nasıl bir alerjisi var bilmiyorum ama benzer durumun Erdoğan’ın Suudi yetkilerle yaptığı görüşmelerde de ortaya çıktığını unutmadık. Suudiler’in de Türk bayrağına tahammül edemedikleri bir gerçek.
Anlaşılamayan konu Recep Tayyip Erdoğan’ın ve AKP’lilerin bu konudaki tutarsızlığı.

Başka söze gerek yok, fotoğraflar ve söylenenler her şeyi anlatmaya yetiyor.











Recep Tayyip Erdoğan'ın İran ve Suudi Arabistan ile yaptığı resmi görüşmelerin hiçbirinde Türk Bayrağı kullanılmadı! Putin'in İran ile yaptığı görüşmelerde ise Rusya bayrağının yer aldığı görülüyor!

(Not: Fotoğrafları büyük görmek için üstüne tıklayın)

Salı, Eylül 29, 2015

Ben olsam istifa etmiştim..

Bursaspor taraftarı, Eskişehir maçında tarihe utanç puntolarıyla geçecek bir tepkiyle, önce yönetimi, sonra da Ertuğrul Sağlam’ı istifaya davet etti.
Pek neden?
Taraftar ne istiyor?
Hep başarı istiyor, kazanan bir takım istiyor, herkesi yensin, coştursun istiyor?
Evet ama böyle bir takımı herkes destekler?
Geçen yıl ki kadrosundan en önemli oyuncularını şu ya da bu nedenle kaybetmiş ve yeniden yapılanmış. 
Hem de lig başlamadan bir hafta önce. Çok önemli ve güvendiğin iki yıldız oyuncun, en ciddi rakibine kaçarcasına gitmiş…
Yeni oyuncular gelmiş ve üstelik hepsi de birbirinden yetenekli, önemli isimler.
Takımın başında bu kente şampiyonluk armağan etmiş Ertuğrul Sağlam gelmiş…
Bu kadro sezon öncesi hazırlığını yapamamış. Uyum sorunu olacağı belli…
İhtiyacı olan tek şey destekti… O efsane taraftarının desteğine..
Uyumsuz olan bu kadro ne yazık ki tarihinin en kötü başlangıcını yaptı.
Yapması da kaçınılmazdı.
Toplama bir takımdan başka ne beklenebilir ki?
Üstüne bi de şansızlık eklenince…
İşte bu zor dönemeçte taraftara büyük iş düşüyordu…
Bu taraftar en zor anında bu takımı yalnız bırakmamıştı.
Filmini yaptım, biliyorum, ikinci ligde bile yalnız bırakmamıştı takımını…
Ama bir şeyler oldu bu taraftara… Doydu mu, sapıttı mı, bağlılığını ve asal görevini mi umuttu?
 “Biz şampiyon takımı sevmedik, sevdiğimiz takımı şampiyon yaptık!” diyen hangi takımın taraftarıydı?
Hani "Adı Aşk'tı Bu Eziyetin?"
Bu mu büyük taraftarlık?
Ligin henüz 6. Haftası.
Rakip Eskişehirspor. Geçen yılki kadrosunu korumuş, oturmuş bir rakip…
İşte bu takıma karşı, yeni kurulan Bursaspor bir ara %70’e, %30 topla oynama üstünlüğü sağlamış, sağlı sollu akınlarla rakibi bunaltmışken…
Birden, önce yönetime, sonra da Ertuğrul Hoca’ya tepki yağmaya başlıyor. Oysa takım iyi oynuyor, her an gol atabilecek haldeyken.
“Yönetim istifa, Sağlam istifa…”
Akıl alır gibi değil… Bu nasıl bir ihanettir!
Allah'tan takımın çoğunluğu yabancı ki tepkileri anlamıyor.
Ertuğrul hoca kenarda yıkılıyor…
Hadi yönetimi istemiyor, Bölükbaşı’nı sevmiyorsunuz…
Sana şampiyonluk rüyası yaşatmış Ertuğrul Sağlam’a bu nankörlüğü nasıl yaparsın bre zındık?
Yazıklar olsun hepinize! Bursa taraftarının adını tarihe “nankörler” diye kara bir leke olarak yazdırdınız.
Takıma bu dönemde sahip çıkmayacaksan ne zaman destek vereceksin?
Madem Sağlam ve yönetimin başarılı olmasını istemiyorsan, maça gelme, destek olmuyorsan köstek olma?
Takıma ihanet etmek için mi geldiniz stada, takımın yenilmesi sizi mutlu mu edecekti?
Ve 2-0’dan sonra yaptıklarınızın başka ne anlamı olabilir ki?
Ben olsam Sağlam’ın yerinde, bu maçın ardından istifa eder giderdim.
Bu kadar cahil ve bilinçsiz taraftar yığını Bursa tarihinin hiç bir döneminde bir araya gelmemişti.
Var sayalım sizin tepkinize karşılık önce hoca sonra da yönetim istifa etti.
Ee, ne olacak?
Her şey tak diye düzelecek mi?
Yeni gelecek yönetimin ve hocanın elinde sihirli değnek mi olacak, şak diye kupalar mı kazandıracak?
Anlaşıldı ki şampiyonluğu da hak etmemiş bu taraftar!
Şampiyon olmuş bir kentin taraftarı bunu yapıyorsa, yuh olsun hepsine…
Süper Lig fazla size, yeriniz 2. Lig…
Çünkü böyle bir taraftar süper ligi de hak etmediğini belli etti. Böyle devam ederlerse, destek yerine köstek olacaklarsa aha buraya yazıyorum, bu takım düşer...

Pazartesi, Eylül 21, 2015

Bursa’da adam mı yoktu?

AKP, 1 Kasım seçimleri öncesi aday listelerini açıkladı ve 18 kişilik listenin ile iki sırasına Bursa ile alakası olmayan Mehmet Müezzinoğlu ile Efgan Ala’yı koydu…
Müezzinoğlu 7 Haziran seçimlerinde de ilk sıradaydı ve o gün de garipsemiştim. Şehit cenazesi sırasında yaşananlar sonrası, Bursalılar’ın tepkisinden güç bela kaçırılarak kurtarılması dikkate alınmadan yeniden, hemi de ilk sıradan aday göstermesine daha da çok şaşırdım.
Beni bundan da çok şaşırtan Efgan Ala’nın Bursa’dan ikinci sıradan aday gösterilmesi oldu aslında.
Daha önce, memleketi Erzurum’dan meclise girmesine rağmen neden tekrar Erzurum’dan değil de Bursa’ya sürgün gönderilircesine aday gösterilmesi gerçekten de tartışılması gereken bir durum…
Bursa’nın bağrından çıkmış, kenti iyi bilen Faruk Çelik yine Urfa’ya, Bursa’yla alakası olmayan "Yiğitlerin âlâsı" sloganıyla hemşerilerinin bile tepkisini çeken Ala Bursa’ya…
Ala’nın Bursa’da ne işi var?
Müzezzinoğlu’nun Bursa’ya ne faydası olabilir?
Evet, fayda…
Ben konuya, çok sevdiğim şehrime maksimum fayda noktasından bakıyorum…
O nedenle partilerin adı sanı değil, bu kente, bu ülkeye, millete ne verecek, ne yapacaklar, diye düşünüyorum.
Mesela CHP, 7 Haziran seçimleri öncesi ön seçimle belirlediği adayların büyük çoğunluğuna sadık kalarak 1 Kasım’a girmeye hazırlanırken, seçilebilecek adayların tamamı Bursa’nın özünden çıkmış, kenti tanıyan sorunlarını bilen isimler.
AKP ise temayül yoklamasında ilk sırada çıkan partililerin sevip değer verdiği Önder Matlı ve Yüksel Yeni gibi Bursa’yı bilen isimleri liste dışı bırakırken, Dr. Musrafa Esgin gibi bir adayı da 12. sıraya koyarak Bursa’ya aslında hiç önem vermediğini de kanıtlamış oldu.
Nüfusu 3 milyona yaklaşmış bir kenti ya umursamıyor AKP teşkilatı, ya da ”Bursa’dan odunu da aday göstersek bu halk seçer” diye düşünüyor olmalı.
Bu Bursa’nın mı ayıbıdır yoksa AKP teşkilatının mı, 2 Kasım sabahı hep birlikte görecez.  
Fakat görünen o ki, Erzurum’dan dışlanarak Bursa’ya sürülen Efgan Ala ile Bursalılar tarafından yuhalanan Mehmet Müezzinoğlu’nun yer aldığı bu liste, Bursa’nın AKP kalesi unvanını zedeleyerek kalede gedik açılmasına neden olabilir…
Zira hem Ala, hem de Müezzinoğlu’nun sevimsizlikleri ayyuka çıkmış durumda!

Perşembe, Eylül 17, 2015

5 Yıl önce 5 yıl sonra aynı acılar...

Beş yıl önce, 2010'da kaleme almışım alttaki yazıyı ve "Burası Türkiye mi Kürdiye mi?" diye sormuşum...

İktidar yanlıları, barış sürecinde "12 yıldır analar ağlamıyordu" diyorlardı ya, arşivden çıkardığım bu yazımdan da anlaşılacağı üzere, anaların gözyaşları hiç dinmemiş, ağıtlar, yakarışlar, yalvarmalar hiç susmamış ki...

Beş yıl sonra gelinen süreçte de aynı korku filmini, gözyaşları içerisinde izlettiriyorlar bize, kan daha kırmızı, acı daha acı, gözyaşları daha delici, yürek dağlayıcı...

Bugün de sorulan “İllallah ettiren, canımızdan bezdiren terör nasıl biter?" sorusunu 2010'da da sormuşum...

..ve şöyle devam etmişim sormaya, sorgulamaya:
Bölücü, parçalayıcı, yıkıcı, yakıcı ve acı veren PKaka örgütünün yaptıkları söz konusu olan!
Dünya tarihi itibariyle 2010 Haziran ayına vardığımız şu günlerde yaşananların Kürt halkıyla ve haklarıyla ilgisi olmadığı, örgüt amacının üzüm yemek değil, bağcıyı dövmek olduğu bir kez daha anlaşılıyor!

Bugün aylardan eylül, Yıl 2015 değişen bir şey olmuş mu?
HAYIR...

Bakın 2010'da ne yapmış iktidardaki hükumet:
TSK’nın sınır ötesi operasyonlarının bunca yıldır sonuç vermediği, bundan sonra da hiçbir işe yaramayacağı aşikâr!
Malum terör örgütünün ‘taşeron’ olduğu da her geçen gün biraz daha belirgin şekilde anlaşılıyor.
İşte, İsrail ile yaşadığımız bu krize paralel İskenderun’da yapılan son saldırılar birbiriyle ilintili gibi görünmekte.
Ha, bir de şu var!
Biz ne zaman Sam Amca’yla bir polemiğe girsek, çıkarlarımız çatışsa, karşı gelip dik dursak Güneydoğu’da bir şeyler olmuş. ‘Maşa’nın ucundaki zehirli kor parçası yüreğimizi yakmış. Eskiden bu ambargo ya da ekonomik kriz şeklinde karşımızı çıkarken, bugün “terör” olarak içimizi parçalar olmuş.
30 yıldır çözüm bulamamışız. İsrail göstere göstere zülüm ederek yarattığı terörü bitirmedi. Zira şiddet şiddeti doğuyor.
Hadi onlar ektiğini biçiyor, ya biz!
Güneydoğu da yaşanan trajediyi inkâr etmemekle birlikte Ortadoğu’da, Kuzey Irak’ta emperyalist işgalci kuvvetlerin, İsrail’in yaptığı zulmün kaçta kaçını Kürtlere biz yaptık da Pekaka kan dökmeye devam ediyor?!
Elebaşları içerdeyken nasıl oluyor da terör saldırılarının önüne geçilemiyor?  Cumhur’un başı, Genel Kurmayın Başı, Millet’in Başı çaresiz kalmış, hatta önceki hükumetler buna çözüm bulamamışlar!
Neden, nasıl, niçin?
***
O tarihte, uzun metraj filmime yapımcı arayışlarım için 10 gündür İstanbul’daymışım ve şunları yazmışım gözlem olarak:.
"Öyle kalabalık, öyle etkileyici ve yorucu, öyle kaotik ki İstanbul! Her taraf Kürt… Aksaray, Sirkeci, İstiklal Caddesi, Levent, Maslak, Kartal, Kasımpaşa, Beylükdüzü, Sefaköy… Terörden kaçan Yeditepeli dev değirmende almış soluğu… 15 milyonluk nüfusun ne kadarı Kürt’tür dersiniz?
Yalan, inanın bana yalan! Mesele Kürt sorunu değil, insanlık sorunu…
Her yer Kürt, her işte Kürtler… Elini sallasan bir Kürt’e çarparken, İstanbul’a Kürtler hükmederken, en ünlü artistler, şarkıcılar, mafya babaları, tiyatrocular, yönetmenler, gazeteci-yazar ve politikacılar Kürt’ken, hangi terörden, hangi haktan hukuktan, adaletten söz edilebiliriz!
Ülkenin adı Kürdiye olsa veya Türkiye olsa ne yazar, olmasa ne çıkar!
Türkiye adındaki bu ülke İstanbul’dan ibaret görülüyorsa, Diyarbakır İstanbul’a ne kadar uzaksa, Bursa’da o kadar yakın kalıyorsa, nasıl çözülecek sorunlar!
***
Ortada bir oyun var ve bu oyunun kuralını 25 milyon oldukları sanılan Yahudiler mi koyuyor, yoksa onlar da mı taşeron?. Biz ise mahalle maçlarındaki topu olmayan çocuk misali bu oyuna dâhil olmaya çalışıyoruz.
Tek bir seçenek kalıyor geriye: Ya biz de bir top bulup oyunun kadrosunu ve kuralını kendimiz seçeceğiz ya da başka bir oyuna gireceğiz.
Tabi oynayacak bir top ve takım arkadaşı bulabilirsek…

2010'da, "Hem Devlet, hem de gerilla terörüne kurban güdenlere Allah'tan rahmet, yakınlarına başsağlığı diliyor, bu eylemi gerçekleştirenleri ve bugüne kadar durdurmayı başaramayanları da lanetle anımsıyorum!"derken, "2015'te ne değişmiş ki?" diye sormadan edemiyorum bugün... Ve saf aklımla şu notu düşmüşüm yazını altına: 

Not: Pekaka terörünün bitmesi için bir yol daha var ve hiç denenmedi: Ülkede refah içinde yaşayan tüm Kürt kökenli entelektüel sanatçı, politikacı, gazeteci, yazar ve işadamları, işkadınları çıkıp konuşmalı ve bitmek bilmeyen, cana ve mala, ekonomiye, huzurumuza mâlolan bu şiddetin durması için, başka ana ve babaların ağlamaması için ortak bir MANİFESTO yayınlamalı!  Ve Kürt halkına seslenmeli. “PKK Kürt halkının temsilcisi değildir. PKK bir maşadır” diye haykırmalı yoksa “bana dokunmayan yılan bin yaşasın” mantığıyla sessiz kalmak, her türlü beslendikleri bu ülkeye ve halklarına İHANETTİR!

Salı, Eylül 15, 2015

Allah'a iftira atmanın arsızlığı…

Takdiri ilahi ne demek?
Açıklamasını da yapatım hemen: Bizim bir suçumuz yok ilah öyle buyurdu, takdir onun.
Yani buradaki ilah Allah, yani yaratıcı, yani âlemlerin rabbi…
İnananlar için her şeyin gerçek sahibi, var oluş nedeni: Türkçesi Tanrı, İngilizcesi God, Arnavutçası Zot, İbranicesi Rab, Hıristiyanların Kutsal Ruhu, Arapların Allah diye tanımladıkları tek ve yüce varlık…
Yani yeryüzünde olan insanların başına gelen bütün kazaların, belaların, kötülüklerin suçlusu o, öyle mi?
İnsanların hiç hatası, kusuru, kabahati yok…
Ne oluyorsa takdiri ilahi, öyle mi?
Suudi Arabistan’ın başkenti Mekke’de bulunan Müslümanların hac merkezi, en kutsal mekanı, en yüksek mertebesi Kabe’de geçen hafta, ibadet etmekte olan hacıların üstüne vinç devrildi, 107 Müslüman öldü. Kabe’nin etrafı kan revan oldu.
Yıllardır tamamlanamayan ve kutsal bir mekândan çok AVM’yi andırmaya başlayan Kabe’nin genişletme çalışmalarını yürüten Bin ladin Grubu kazayı “takdiri ilahi” olarak açıkladı.
Evet, vincin devrilmesinin suçlusu da Allah imiş, geçmiş olsun!
Mukadderat…
Pekiiiii…
Takdiri İlahi diyerek suçu üzerlerinden atanlar Allah’a iftira etmiş olmuyorlar mı?
Elbette bu bir iftiradır…
İye de Allah buna itiraz edebilir mi?
Yani, “Bi dakka ya, kendi hatalarınızı, kusurlarınızı ne için bana yüklüyorsunuz! Bu sizin suçunuz!” der mi?
Demez elbet…
Çünkü Allah bu, kaportacı Abdullah değil…
İnsanlık tarihi boyunca bu iftira mütemadiyen Allah’a atıldı durdu ve atılmaya devam ediyor.
Alemleri var ettiğine inanılan bir güçse söz konusu, kalkıp evrende mikro organizmadan da daha küçük organizma olan bir mahlukatın kendisine iftira atmasıyla uğraşmıyor.
Uğraşmadığını anlamak için ulema olmaya gerek yok.
Aynı iftira 1999 depreminde de atılmadı mı?
Evlerin, apartmanların hem çürük, hem de fay hattı üstüne yapılmasına göz yumulduğu halde, müteahhitler, belediye başkanları, ruhsatlara imza atan mühendisler yerine, “takdiri ilahi” denilerek yaradan suçlu ilan edilmedi mi?
O kadar da geriye gitmeye yok…
Daha birkaç yıl öncesine kadar, Soma’da, Ermenek de kömür madenlerinde yüzlerce işçi göz göre göre, diri diri toprağa gömülürken muktedirler, “Bu işin fıtratında var” diyerek suçu ve suçluları göz ardı etmeye kalkmadı mı?
Ölen öldü, yapacak bir şey yok “Takdiri İlahi…”
Ama derler ki, “Allah’ın sopası yok…” diye..
Yok ama atalarımız buna da şöyle karşılık veriyor:  Sap döner keser döner, gün gelir hesap döner!
Eğer bir toplum çürümüşse, o toplumun içi çürük bireyleriyle tek tek uğraşmak yerine belki de toplu bir “duuuur hele…” uyarısı gelecektir, belli mi olur.

Ne de olsa “takdiri ilahi(!)”

Cuma, Eylül 04, 2015

E hani huzur İslam’daydı?

Müslümanlar neden kaçıyor, nereye kaçıyor?
Aslında neden kaçtıklarını biliyoruz da, biraz daha açayım istedim…
Müslümanlar kaçıyor, çünkü ülkelerinde savaş var?
Savaşı kim başlattı, kim kışkırttı, kim körükledi, savaşan gruplara kim destek veriyor, kimin silahlarıyla birbirlerini öldürüyorlar?
Bu sorunun yanıtı belli, sır değil!
Batılı gelişmiş ülkeler…
ABD, Almanya, Fransa, İngiltere, İtalya, İspanya…
İsveç, evet İsveç…
Silah ve ilaç üreten, bunların satışı, pazarlaması ve dağıtımı kontrolünde olan ülkeler bunlar.
Yani Ortadoğu’da akan kanın vebali ve gerçek sorumlusu bu ülkeler…
Peki, savaştan kaçan Müslüman halk nereye gidiyor, hangi ülkeye sığınmaya çalışıyor?
Ülkelerindeki kaostan, kandan, şiddetten, ölümden bıkıp daha medeni olduklarını düşündükleri Hıristiyan ülkelere…
Bu ilk değil…
15-20, 30 ve 40 yıl önce de vardı bu durum, bugün de var!
Savaşların sorumlusu ülkeler kendilerine sığınan bu Müslümanlara kapılarını açmak zorunda…
Türkiye’nin bu olaylarda katkısı ve payı ne kadardır bilen biliyor ama zaten yıllardır göçmenlerin sığınılacak son limanı Türkiye değil miydi?
 Şimdi ise daha medeni odluklarını düşündükleri batı ülkelerine gitmek için geçiş noktası durumunda ülkemiz.
Ölümü göze alarak, ülkemizden sadece geçip, huzur ve mutluluk, barış dolu bir yaşam için batıya koşuyorlar!
Buna rağmen Türkiye’de 3 milyona aşkın Suriyeli göçmen olduğu tahmin ediliyor.
Fakat burada olanlar da fırsatını bulsalar, bir saniye bile Türkiye’de kalmayacakları malum.
Neden?
Çünkü Türkiye onlar için de medeni bir ülke değil.
Medeniyet daha batıda…
İslamiyet’in merkezi Kabe'nin bulunduğu Mekke’ye (Suudi Arabistan’a) değil, Katar’a değil, Ürdün’e değil, Kuveyt’e, BEA’ya değil, gavur diye hakaret ettikleri Hıristiyan ülkelere gitmek istiyorlar!
Türkiye ise sadece bir köprü, geçiş noktası…
Huzuru İslamiyet’te değil Müslüman olmayan başka ülkelerde arıyorlar…
E hani huzur İslam’daydı?
Bunu tüm Müslümanlar sorgulamalı?
Müslümanlar neden huzuru Hıristiyan ülkelerinde arıyorlar?
NEDEN?
Neden Müslümanlar bu kadar cahil?
Müslümanlar birbirlerine düşecek kadar neden geri kalmış?

NEDEN?

https://twitter.com/inSanatDernegi

Çarşamba, Eylül 02, 2015

Vicdanlar rahatladı, haydi şimdi yatmaya(!)

Sosyal medyada sapır sapır kıyılarımıza vuran mazlumların cansız minik bedenlerinin fotoğrafları paylaşılmaya başlandı…
Bir baktım, ikinciye yüreğim el vermedi bakmaya…
İlk kareyi gördüğümde şunu sordum kendime: Bir ana-baba, evlatlarını nasıl böylesi bir tehlikeye atabilir ki?
Üstelik o yolculuğa çıkmak için üstüne para da ödüyorlar…
Bir ölüm kaç para?
Benim hayatım ne kadar eder?
Ya sizin ki?

Ölümden kaçıp ölüme koşmuşlar, koşuyorlar, bu gidişle, dur denilemezse koşmaya devam edecekler.
Bu yazıyı kaleme almaya başlamadan önce Bursa Fomara Meydanı’ndan geçip Zafer Plaza AVM’nin klozetlerinden yararlanıp malum ihtiyacımı halletmeye gidiyordum. Giderken de, İnSanat’ın hemen yakınındaki Suluki Cami’nin avlusuna konuşlanıp mendil açmış bir Suriyeli aile gözüme ilişti, hemen az ötede ise minik kızları, yere şapka sermiş belki de bir lokma ekmek için para bekliyordu…
elim cebime gitti, "avuçladığım bozuklukları versem, biter mi sorun, çözülür mü?" dedim kendi kendime... Peki ya yarın, öbür gün? Peki ya gelemeyenler?
Kim bilir Suriye’nin hangi şehrinden, binlerce kilometre yolu kat edip Bursa’ya ulaştı bu aile ve iki küçük çocuk…

Türkiye’de 3 milyonu aşkın Suriyeli mülteci olduğu tahmin ediliyor.
Siz bu satırları okurken kim bilir kaç kişi daha yola koyuldu.
Barack Hussein Obama, bu saatlerde tatlı rüyasından uyanıp sabah kahvaltısını yapmaya hazırlanıyorken Beyaz Saray’da…
Dünyanın e zengin ailesi Rothschild (Jacob Rothschild) mensupları da ABD’de, Avrupa’da, Avustralya’da…
Vladimir Vladimiroviç Putin sevgilileriyle Moskova’da fingirderken…
Suudi kralı Salman bin Abdülaziz el-Suud, Kabe'ye karşı sabah namazını ifa ederken...
Recep Tayyip Erdoğan AkSaray’da gece uyurken rahat mıdır, mutlu ve huzurlu mudur?

Kim bilir kaç kişi daha IŞİD tarafından katledildi, kim bilir kaç kişi daha huzurlu yuvasını terk etmek zorunda bırakıldı, ölümüne yola çıktı, bilinmezliğe, kan ve karanlığa…
Ve şu an, tam da şimdi kim bilir kaç kişi daha Akdeniz’in ortasında Allah’a yalvarıyordur “Kurtar bizi ya rab!”
Siz, sahillerimize vuran o cansız bedenlerin fotoğraflarını paylaşarak vicdanınızı rahatlatırken bunları da bilin istedim.

Bilmenizi isterim ki, bu satırları yazanın ailesi de bir zamanlar balkanlardan kaçıp bu topraklara sığınmış göçmen bir ailenin evladıdır… Ve bilmenizi isterim ki, bunları yazan mültecilerin belgeselini yapmış ve kitabını yazmış, bir dönem İsveç’te onlarla birlikte yaşamış, onların hayatlarına, umut ve hayallerine tanıklık etmiş biridir.

Siz o fotoğrafları paylaştıktan sonra gidip özçekim (selfi) yapacaksınız, akşam yemeğinizi yiyecek, belki sinemaya veya bir yakınınızın düğününe gideceksiniz… Ya da elinize kumandanızı alıp dizilerle dalıp unutacaksınız az önce paylaştığınız sahile vuran o cansız bedenin fotoğrafını...

Recep Tayyip Erdoğan başkan olup tek başına bir ülkeye hükmedip, etrafındaki yandaşlarının hayatını garantiye almanın planını yapacak…
Kemal Kılıçdaroğlu da, Bahçeli de onu devirmenin hayalini kuracak…
PKaka ise ortadoğu (etrafımız) yanmıyormuş gibi ülkemizin tükenmiş umut ve huzuruna dinamit koymanın sinsi ve hain planlarını kurmaya devam edecek.

Evet, kıyamet yakın diyorlar…
Bence kıyamet yakın falan değil, kıyamet işte bu.. Kopuyor da farkında değiliz, cayır cayır yanıyoruz kıyamet ateşinde de kimse farkında değil.
Varsa yoksa ben, hep ben, sadece ben, bir tek ben, ben ben…
Bazen ateş düştüğü yeri yakar, bazen de ateş yakacak yer bulamayınca her yeri yakar.

Vicdanınız rahatladı mı, haydi şimdi yatmaya, dağılın…

İsveç'te mülteciler ile ilgili yaptığım belgeseli izlemek isteyen tıklasın:"Gölge Adamlar"