Cuma, Mayıs 22, 2015

Bursa metal yorgunu…

Türk ekonomisinin gözü bir haftadır Bursa’da...
Otomotiv sektörünün kalbinin attığı bu kentin üç önemli fabrikası TOFAŞ, OYAK Renault ve MAKO işçileri hak ettiklerini düşündükleri ücreti alabilmek için inanılmaz bir direniş gösteriyor.

Daha önceleri çok grev gördüm, birçok boykot ve eyleme tanık oldum ama Bursa’da ilk defa böylesine bir dayanışmaya rastlıyorum.

Dün, TOFAŞ işçilerinin direnişine tanık olmak ve yaşananları belgelemek için fabrikanın önüne gittiğimizde direncin enerjisi anında hissettik!

Teşbihte hata olmaz ama sanki küçük çaplı bir Gezi Parkı direnişi havası vardı fabrikanın önünde. Çadırlarda sabahlayan işçiler, sürekli ziyarete gelen eş ve çocukları, endişeli ana ve babalar, tribünü aratmayan organize ve yaratıcı tezahüratlar, onlara destek veren Bursaspor (Texas) taraftar grupları, bedava dağıtılan çaylar, evden getirilen yiyecekler...

Her ne kadar bazı işçiler Gezi ile kıyaslanmaktan rahatsızlık duysalar da ortaya çıkan tablo direnişi işaret ediyor ve direniş denince de Gezi Parkı akla geliyordu.

"Her Yer TOFAŞ, Her Yer Direniş..."
"Direne Direne Kazanacağız..."

Gezi Parkı direnişinin izlerini taşıyan sloganlardan sadece bir kaçı...

Bir tek, gaz bombalı, yüzü maskeli Çevik Kuvvet ile TOMA’lar eksikti. Onlar da olsa (iyi ki de yoklar) direniş tam olacakmış sanki(!) 

Onların yokluğunda güvenliği sağlamak Asayiş ekiplerine kalmış. Onlar da bazı belediyelerin, işçilere destek amaçlı gönderdiği erzakların ulaşmasını engellediği şeklinde iddialar kafamızı kurcalamıştı. Her konuştuğumuz işçi bu iddianın gerçekliğini doğrulayan ifadelerle durumu özetledi.

Akşama doğru işçileri ikna etmek üzere fabrikaya gelen TOFAŞ CEO’su Cengiz Eroldu’nun çabaları sonuçsuz kaldı. Çünkü, bağlı bulundukları Türk Metal Sendikası’nın kendilerini temsil etmediğini anlayan işçilerin çok büyük bölümü sendikadan istifa etmişti.

Daha önce eşine rastlanmamış bir dayanışma örneği gösteren, sendikasız olmalarına rağmen, birlik ve beraberlik içinde hareket ederek Cengiz Eroldu’nun “Eylemi bitirin ve yarın sabah 06:.45’te iş başı yapın” çağrısına hep bir ağızdan şu karşılığı verdiler: Ölmek var dönmek yok!

Renault'da direniş yapan işçilerle de sürekli irtibat halinde olan TOFAŞ işçileri kendilerinden emin, istediklerini almadan eylemi bitirmeye niyetli olmadıkları net bir şekilde gösterdi.

İşçilerin bir kısmı içeride, bir kısmı dışarıda hayranlık uyandıran bir uyum ve güven içerisinde, pes etmeye niyetli görünmezken, tıpkı Avrupa’daki işçilerin sahip oldukları haklar gibi “Avrupa Şehri Bursa’nın çağdaş işçileri olarak” yaşamak istediklerini dile getiriyorlar...

Direnişte dikkat çeken bir diğer ayrıntı da halkın onlara verdiği destek. Özellikle Yalova Yolu'ndan geçen her araç, (otomobil, kamyon, tır ya da otobüs) TOFAŞ'ın önüne geldiğinde hemen kornalarına asılıyor ve desteklerini, hem korna, hem alkış hem de sözlü olarak gösteriyorlar! 

Peki ya siyasiler?

CHP ve Vatan Partisi’nden siyasetçilerin bazıları gelip destek vermiş. Fakat iktidar partisi AKP’den hiçbir siyasetçinin (yanlarına gelmek bir yana) dertlerini sormaması hepsinde büyük bir hayal kırıklığı yaratmış görünüyor.

Direnişin ilk günlerinde bazı AKP belediyelerinden yardım gelmiş ama sonra onlar da kesilmiş. CHP’li Mudanya ve Nilüfer Belediyesi’nden yollanan yardımların polis engeline takılmış olması, işçilerin direncini kırmak yerine daha da pekiştirmiş.


İşçiler yorgun ama umutsuz değil, çünkü haklı olduklarına inanıyor ve istediklerini alıncaya kadar direneceklerini söylüyorlar!

Özetle, TOFAŞ, Renault ve Mako çalışanları, işçi sınıfı tarihinde anlı, şanlı ve haklı bir direniş göstererek, gerçek anlamda "tarih yazıyorlar" Bu gösterdikleri çaba gelecekte övgüyle bahsedilecek, "hak verilmez, alınır" sözünün doğruluğunu kanıtladıkları için yürekten alkışlanacaklar!

NOT: Bursa'da Coşkunöz Metal ve Gölcük'te bulunan Ford Otosan otomotiv fabrikası işçileri dün işbaşı yaparken bir grev haberi de Ankara'dan geldi. Türk Traktör fabrikası işçileri talepleri karşılanıncaya kadar iş başı yapmayacaklarını belirterek iş bırakma eylemine başladı.

Cuma, Mayıs 15, 2015

Bakmak ile görmek arasındaki fark!

Okuma özürlü bir toplumuz.
Sadece bakıyoruz. 

Okuyorsak da anlamaktan yoksunuz.
Resimlere bakıyoruz ama resmin içeriğine değil. Baksak da görmüyoruz.
Yani bakmak ile görmek arasındaki fark çok büyük...
Göremedikten sonra bakmak pek bi işe yaramıyor.

Facebook'ta dün tesadüfen ilginç bir olay yaşadım.
2 yıl önce babam kalp ameliyatı geçirmiş, ameliyatın hemen ertesi günü de babamla ilgili profilimden bir fotoğraf paylaşmıştım.
Facebook dün bana bir anımsatma yaparak, “2 yıl önce bugün” diyerek babamın ameliyatı ile ilgili paylaşımımı gösterdi.
Ben de Facebook’un bu hizmetinden(!) yararlanarak Vay be 2 yıl olmuş, babamın şu an maşallahı var, turp gibi  başlığı ile fotoğrafı tekrar paylaştım.
Aman Allah’ım o da ne, 2700 küsur kişilik arkadaş grubumdan yüzlerce geçmiş olsun mesajı yağmaya başladı. Fotoğrafı gören geçmiş olsun dedi. Hatta bazı akrabalarım endişeye kapılıp babamı telefonla bile aradı. Nedense kimse fotoğrafın başlığını okumadı.
Oysa başlığa baksalar, iki yıl öncesinin haberi olduğunu anlayacaklardı.
Neyse geç de olsa bazı dostlardan geçmiş olsun mesajı almanın zararı yok, diyerek, hepsine teşekkür edip yorumlarını beğenmeyi de ihmal etmedim.

Sonra aklıma bi şey denemek geldi.
Dün gün içerisinde, İnSanat Derneği 16mm Sinema Atölyesi bünyesinde çektiğimiz 3 kısa filmimiz Bursa’ya Türkiye çapında 3 ödül birden getirdiği haberini aldık ve hemen bu olayın üstüne bunun fotoğraflı bilgisini paylaştım.
Çok ilginçtir, ödül aldığımız bu mutlu ve güzel haber, babamın iki yıl önce ameliyat olduğu haberin tırnağı bile alamayacak derecede ilgi gördü.
Sonra, yapılan yorumların arasına da ekledim bu başarı haberini ama 3-5 kişi dışında nedense mutlu ve başarılı olmamız kimseyi ilgilendirmedi.

Sonuç:
Sağlık her şeyden önemli…
Evet önemli…
Başarılı olmanız milletin pek de umurlarında değil, paylaşımı görüyor ama umursamıyorlar. Çünkü onlar öyle bir başarıyla empati kuramıyorlar. Başlarına böyle bir başarı gelmeyecek. Ama hastalık her an kapılarını çalabilir ve o zaman bu ilgi ve alakaya onlar da ihtiyaç duyabilir.
Bir bencillik mi söz konusu?
Evet arsız bir bencillik bu... Ama bizim toplum ne yazık ki böyle…
Ve elbette okuma ve yazılanı idrak etme yoksunu olmamız da bunda yadsınamaz bir gerçek.
Öyle ki, bunda sadece eğitim düzeyi orta derecede olan dostlarım değil, koca koca 
öğretmen, mühendis, gazeteci, reklamcı, simitçi, gazozcu, hacı-hoca, ev hanımı ve küçük esnaflar da dâhil…

Herkes kendisiyle empati kurarak beğeni ve yorumlara ilgi gösteriyor. Yarın öbür gün kendilerinin de sağlıklarını yitireceği ihtimal ve endişesi sağlıkla ilgili paylaşımlara dikkat kesilmelerinde etken olduğunu düşünüyorum.

Yoksa, eski olmasına karşın ilgi gören ama yeni olduğu halde 3 ödül almış bir olaya aldırmamlarının başka açıklaması olabilir miydi?!

Salı, Mayıs 12, 2015

Dünya Evren’e de kalmadı…

Bugün cenaze töreni yapıldı bir zamanların muktediri, heybetli ve pek kudretli Kenan Evren’in…

98 yaşındaydı son nefesini verdiğinde...

Kimine göre yaptıkları yanına kar kaldı ve hesabını veremeden öldü.

Gerçekten huzur içinde mi öldü Evren, yoksa iddia edildiği gibi son 20 yılı hastane odalarında, doktor kontrolünde, “ha bugün ölecek, ha yarın” korkusuyla mı geçti, bilemiyoruz.
Ama bir gerçek var ki, Sultan Süleyman’a bile kalmayan dünya Kenan Evren’e de yar olamdı.

Ben cenaze törenini merak ediyordum, nasıl olacak, nasıl geçecek diye…

Çünkü, kızı Şenay Gürvit, CNNTurk’te Mirgün Cabas’ın sunduğu programa telefonla katılarak, “Türkiye’de 70 milyon’dan 60 Milyonu babamı takdir ediyor” demişti.
Elbette bu normal, nasıl ki kargaya yavrusu kuzgun görünüyorsa, anası/babası da yavrusuna dünyanın en mükemmel insanı olarak görünmesi doğal…

Ne yaptıysa Evren milleti için yaptı, deniyor. Hatta, 17 yaşındaki Erdal Eren’i, yaşı büyütülerek astırılması dahi Millet’in bekası içindi, onlara göre…

Nihayet o Evren, birçok kişinin idam ettiren, elleri titremeden imza attığını defalarca dile getiren bir zamanların korkulan adamı, 100. yaşını göremeden son nefesini verdi.

Kimine göre de ölmedi, düşünceleri ve zihniyeti, muktedir olmayı sevenlere miras kaldı, hala kullanılmakta…

***
Bugün Ankara Akseki Camii'nde cenaze namazı kılındı. Bir zamanlar peşinde pervane olan, ağzından çıkacak bir tek sözüne köle olmaya hazır yalaka ve yandaşlar ortada yoktu. Sadece bir grup asker ve bir çok medya mensubu…  Cenaze namazı ardından imam helallik istediği sırada iki kadın “Helal olsun” diyen askerleri arasından avazları çıkarak "Haram olsun" diye bağırdı.

Ardından da koşturmacalar, kadınları susturmaya çalışmalar, vs vs…

Oysa bir şeyi helal ya da haram etmek kulun insiyatifindedir. Bu İslam dininin inananlarına tanıdığı demokratik bir haktır(!)

Kimi bunu haykırır, kimi içinden söyler.

Bu kadınlar da bu haklarını haram etmekten yana kullanmayı tercih etmişler.

Anlaşılan zorla helal ettirmek muktedirlerin fıtratında var.

***
Kenan Evren’in kim ve ne olduğunu tekrar yazmaya, anlatmaya gerek yok. Çünkü o, Sam Amca'nın "bizim çocuklar başardı" diye övündüğü çocukların ağabeyi idi... 12 Eylül 1980 sabahını daha dün gibi anımsayanlardan biriyim. 14 yaşındaydım ve o gün nedense hep bir pazar günüymüş gibi yer etmişti kafamda. Oysa günlerden cumaydı ve bugün yaşadığımız nice sorunların temeli, nice acıların tohumları işte o gün atılmıştı.

Bugünün muktedirlerinin geçmişten ders almamaları ne acı!

Cumartesi, Mayıs 09, 2015

Kılıçdaroğlu bu kez istifa edecek mi?

Ana muhalefet partisi lideri, CHP Genel Bakanı Kemal Kılıçdaroğlu çok önemli ve dikkat çekici vaatlerde bulundu. 
Normal koşullarda bu vaatler bir partiyi uçurması gerekir. 
Yani, iktidar yolunda bir partiye kayda değer oy artışı sağlayacağı düşünülür.
Fakat yapılan kamuoyu yoklamaları ve anket sonuçları, CHP’nin %30’u görmeyeceği yönünde.

Evet, kendine haksız avantaj sağlamakta bir beis görmeyen AKP iktidarını sürdürmek için siyasi arenada adil dövüşmüyor.
CHP, hem Başbakan Davutoğlu, hem de Cumhurbaşkanı Erdoğan'a karşı, yani çift rakiple mücadele ediyor. Yazılı, sözlü ve görüntülü medya AKP’den yana arsız bir tavır sergilemekte. 

Ana muhalefet partisi, bunlara rağmen AKP’nin en güçlü rakibi durumunda. Medya ise HDP’nin barajı geçip geçemeyeceğine odaklanmış vaziyette…

Oysa AKP’nin en fazla oy kaybedeceği kesim HDP ya da CHP kanadı değil, milliyetçi oyların adresi MHP...

İktidar partisi, terör örgütü PKK'nın İmralı'da ömür boyu tutuklu lideri Abdullah Öcalan ile büyük bir özen ve gizlilik içinde yürüttüğü "Barış Süreci"ni bozma pahasına, milliyetçi oyların MHP'ye kaymaması için didiniyor.

Anketlere göre, Devlet Bahçeli’nin dümende olduğu MHP’nin oranı şimdilik %17 civarında…
HDP ise %9 ile %11 arasında gidip geliyor ve barajı geçmesi halinde seçimlerden ilk sırada çıkacak partinin önemli bir oyu da kaybolmuş olacak.

CHP'nin 1. parti olup olmamasından ziyade, HDP'nin barajı geçip AKP'nin oy kaybedip kaybetmeyeceği üzerine yapılıyor tüm hesaplar!

Bu bir spor karşılaşması olsaydı, CHP'nin sürpriz yapabilme olasılığını da hesaba katabilirdik.
Fakat, hakemi taraf tutan, seyircinin bir türlü sevemediği bu müsabakada CHP'nin kazanma ihtimalinden ziyade ben Kemal Kılıçdaroğlu'nun takınacağı tavrı merak etmekteyim!

7 Haziran’a bir aydan da az zaman kaldı. Bugüne kadar AKP'ye karşı tüm yarışları kaybeden ve şimdiye dek çoktan siyaseti ya da genel başkanlığı bırakması gereken Kılıçdaroğlu bakalım bu son seçimi de kaybederse ne yapacak?

Çünkü İngiltere’de hafta içi yapılan seçimlerde, iktidar partisi karşısında kaybeden muhalefetteki partilerin liderleri hiç kimseden uyarı beklemeden, ceketlerini alıp, oturdukları koltuğu bırakıp gittiler.

İşçi Partisi lideri Ed Miliband ve Liberal Demokratlar’ın lideri Nick Clegg çağdaş ve demokratik sistemde yapılması gerekeni yaptılar. Yani onurlarıyla istifa ettiler!

“Yav, bize ne İngiltere’den, burası Türkiye” diyenler olabilir…
Evet Burası Türkiye ama anımsatmak lazım, CHP Lideri Kılıçdaroğlu’nun bu son seçimi. Eğer CHP iktidar olamazsa. Yani yine AKP’nin altında kalırsa istifa mekanizmasını işletmesi gerek.
CHP, parti içi demokrasiyi kullanarak, ön seçimle adaylarını belirledi. Aynı demokratik ve çağdaş hareketi 8 Haziran sabahı Kemal beyden de ben şahsen bekliyorum.
(Gerçi önceki seçimlerde de beklemiştim ama…)

Üstte de yazdım, tekrar anımsatıyorum: Anketler ve istatistikler CHP’nin seçimden 1. parti çıkma ihtimalinin olmadığına işaret ediyor. 

Elle tutulur tüm gerçekçi vaatlerine, dürüst ve samimi, demokratik tavrına rağmen Türk halkı, cumhuriyetimizin kurucu unsuru, Atatürk’ün partisi CHP’yi ya da Kemal Kılıçdaroğlu’nu sevmiyor, güvenmiyor ve inanmıyor, gibi...

Sorun CHP’de mi, Kemal Kılıçdaroğlu’nda mı; yoksa Türk halkında mı bir tuhaflık var, karar sizin!

Bu tabloya bakınca, 8 Haziran sabahı Kılıçdaroğlu’nun istifa edip etmeyeceğini merak ve heyecanla bekliyorum.

Bugüne kadar, Kılıçdaroğlu’na bu soru yöneltilmedi.
Buradan ben sorsam acaba sesimi duyulur mu?
-Sayın Kemal Kılıçdaroğlu, 7 Haziran’da yine seçimi kaybederseniz (Avrupa’daki çağdaş meslektaşlarınızın yaptığı gibi) 8 Haziran sabahı istifa edecek misiniz?