Çarşamba, Ağustos 13, 2014

Emine Ülker Tarhan ve Süheyl Batum'a selam olsun(!)

Açıkçası, yerel seçimlerin ardından sosyal medyadaki hesaplarımdan Kemal Kılıçdaroğlu’nun derhal istifa etmesi gerektiğini, Emine Ülker Tarhan’ın da partinin başına geçmesi gerektiğini vurgulamıştım…
Derken, Cumhurbaşkanlığı seçimleri yaklaştı ve Kılıçdaroğlu’na “son” bir şans daha verilmesi gerektiğini düşünerek, Emine Ülker hanım konusunu rafa kaldırmıştım.

Gel zaman git zaman, CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu ve MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli “Çatı Aday” başlığı altında, Recep Tayyip Erdoğan’ın karşısına (bana göre) en doğru ismi çıkardılar.
Bunu daha önce “Ekmeleddin cahili olmaktan değil, cahil kalmaktan kork!” başlıklı değerlendirme yazısında bu köşemde anlatmaya çalışmıştım. Tekrar değinmeme gerek yok, meraklısı linki tıklayıp fikrimi öğrenebilir.
Twitter hesabımdan da, “Atatürk dirilse, CHP onu aday gösterse, bu gerzek solcular, ‘bula bula onu mu buldunuz da aday gösterdiniz?’ diye yine burun kıvırırdı” şeklinde yazdım. Ne kadar haklı olduğumu 10 Ağustos gününün akşam saatlerinde bir kez daha üzülerek anladım…
12 Ağustos günü de Emine Ülker Tarhan ve Süheyl Batum’un başını çektiği CHP’de ki muhalif grubun açıklamaları düştü gündeme…
Süheyl Batum çoktandır gözümden düşmüştü ya, Emine Ülker Tarhan da bu davranışıyla yerle yeksan oldu, yıkıldı gitti gözümde.

Pusuya yatmış çakallar gibi Kılıçdaroğlu’nun bir kez daha tökezlemesini beklemişler resmen. "Fırsat bu fırsat" diyerek, partiyi genel kurula davet eden bildiriyi okudular.
Bu açıklamalar bana hiç samimi ve dürüstçe gelmedi. Çünkü Ekmelettin İhsanoğlu’nun adaylığına karşı çıktılar. Çıkmakla kalmayıp başarısız olması için, alttan alta, gizliden gizliye çalıştıkları da anlaşılıyor.
Nasıl anlaşılıyor? CHP’nin muhalif kanadına yakın gazetecilerin İhsanoğlu hakkında yazdıkları yorumlardan, her şey o kadar aleni ortadaydı ki... 

Siz partinizin kararına karşı çıkacak, seçmeninizi sandıktan soğutacak, kendi içinizde bölünecek, uyumsuz bir görüntü çizecek ve rakibiniz Erdoğan'ın seçilmesine en ciddi katkıyı koyacak, sonra da "Zaten biz öyle olacağını biliyorduk. Başarısız oldunuz, hadi bakalım çekin gidin!" diyeceksiniz.
Yok bacım, yok, ne konuşmaya, ne de tek bir söz söylemeye hakkınız yok!
Evet, Kemal Kılıçdaroğlu derhal istifa etmeli… Geç bile kaldı Kemal bey… Fakat siz de en az Kılıçdaroğlu kadar suçlusunuz. 
O nedenle onunla birlikte siz de gitmelisiniz! Muharrem İnce de Ekmelettin İhsanoğlu’na karşıydı ama o rakibin seçilmemesi için İhsanoğlu’na destek verdi?

Peki ya siz, Emine Ülker Tarhan, Süheyl Batum, siz ne yaptınız?
Seçmenin sandığa gitmesi için partide nasıl bir çalışma yürüttünüz?
Bugün Recep Tayyip Erdoğan %51.8 ile Cumhurbaşkanı seçildiyse, kuşkusuz katkının büyüğü (bilerek ya da bileyerek) sizindir.
Ne mutlu Erdoğan'a ki, sizin gibi muhalifleri var(!)
Medyadaki kalemşörlerinizle birlikte küçük hesaplarınız yüzünden Çankaya’da bir AKP’li daha var…
Sırf Kemal Kılıçdaroğlu gözden düşsün ve partiyi siz ele geçiresiniz diye, tarihi bir işbirliğinin içine çomak soktunuz.

Benzer bir durum Fransa 2002 seçimlerinde yaşanmıştı. Irkçı parti FN'nin lideri LePen cumhurbaşkanı seçilmesin diye Fransa'daki sol seçmen büyük oranda sandığa gidip oyunu kullandı. (Bizimkiler gibi boykot etmedi) Sağın diğer lideri bile Chirac'ı desteklemişti.
Fransa’da Chirac'a oy veren sosyalistlerin oranı %72 olduğunu da anımsatsam sizin için bir şey ifade eder mi? Fransız sosyalistleri karşı görüşte olmasına rağmen sağın liderine oy verebilmişti. Bizde ise CHP, MHP ile Erdoğan’a karşı ittifak yaptı diye solda kıyamet koptu. Oysa Türkiye’de solun oyunun hepi topu %10'un bile altında olduğunu hesaba katamamanız ne büyük hata!
Evet orası Fransa, onlar bir amaç uğruna birlik olabiliyorlar, peki ya biz?

Ya siz ne yaptınız, sayın Tarhan, sayın Batum?
Sırf kişisel siyasi hesaplarınız yüzünden, seçmenin aklını karıştırarak insanları sandıktan soğuttunuz. Recep Tayyip Erdoğan’a kendi yandaşlarının bile yapamayacağı katkıyı sağlayarak Çankaya’ya çıkardınız.
CHP seçmeninin büyük bölümü, sayenizde seçimi boykot etti.
Umarım Kemal Kılıçdaroğlu onurlu bir davranışta bulunur ve istifa eder de sizden biri partinin başına geçer.

Peki o zaman bu halktan hangi yüzle oy isteyeceksiniz?
Birileri de çıkıp “Biz de sizi boykot edip sandığa gitmiyoruz. Ne haliniz varsa görün!” derse…
“Aman yapmayın etmeyin” demeye hakkınız olacak mı?
Böyle bir şey olmaz mı sanıyorsunuz, inanmıyor musunuz?
E o zaman aday olun, seçime gidin de boykot nasıl yapılırmış, bizzat yaşayın…




Salı, Ağustos 12, 2014

Siz hala "AGORA"yı izlemediniz mi?


Dün gece CNBCE'de  AGORA filmi vardı. Kaçınız izledi bilmiyorum ama o filmle ilgili daha önce www.bursaport.com sitesinde "Agora" diye bir film! başlığında bir yazı kaleme almıştım. O yazıyı bir de buradan, güncelleyip paylaşıyorum: 
***
2009 İspanyol yapımı bir sinema filminden söz edeceğim size, hem de izlemenizi şiddetle tavsiye edeceğim! Ben daha önce DVD’den izledim filmi ve bugüne kadar görmemiş, böyle bir filmi göz ardı etmiş olduğum için kendime kızdım.
Eğer siz izlemediyseniz mutlaka ama mutlaka izleyin.
AGORA sadece bir sinema filmi değil, dünyada halen hüküm süren ŞİDDETİN tarihini de anlatıyor!
Filmin Şilili yönetmeni Alejandro Amenábar, yıldızı ise İngiliz aktris Rachel Weisz
2009 yılında Cannes Film Festivali'nin açılış filmi olan Agora, dünya tarihinin ilk entelektüel kadını HYPATIA'nin öyküsünü anlatırken, dinin yanlış ve işimize geldiği gibi  yorumlandığında insanları ne hale getirdiğini gözler önüne seriyor.
İslamiyet henüz gelmemiş, Roma İmparatorluğu'nun çöküş yılları olan 4. yüzyılın sonlarını anlatıyor. Agora, Mısır’ın İskenderiye Feneri ve en büyük kütüphanesinin yer aldığı bölgenin de adı aynı zamanda.
Paganlar bölgenin hakimi. Ancak Hristiyanlık giderek yayılıyor ve bu durum Paganları rahatsız ediyor. Ne kadar azınlıkta olduklarını fark etmeyen Paganlar, kovana çomak sokup Hristiyanlara saldırınca, ilk nefret tohumlarını da ekiyorlar!
Paganlar Hristiyanlara, Hristiyanlar Paganlara, paganizm bitince, Hristiyanlar Yahudilere, sonra Yahudiler Hristiyanlara ve nihayetinde de Hristiyanlar tekrar Yahudilere saldırıp din ve Allah adına kan dökmeyi sürdürüyorlar.
Bakın, henüz Müslümanlar yok ortada. Onlar da gelince zaten olanları biliyorsunuz, Haçlı seferleri ve onlara karşı direnen Müslümanlar ve olanlar…
Film sadece 4. yüzyıldaki bir dönemi anlattığı için İslamiyete bulaşmıyor ama ister istemez izlerken de ondan sonra ve hatta günümüzde yaşananları da sorgulatıyor.
Bakınız Suriye'de, Irak'ta olanlara... Filmi izlerken Parabolinler adlı fanatik Hristiyanlar size IŞİD militanlarını çağrıştıracak, sakın şaşırmayın!
Filmin genç yönetmeni Amenábar, zaman zaman kamerasını olayların geçtiği bölgenin 200-300 metre üstte (tepeye), hatta dünyanın (atmosfer) dışına kadar çıkartarak, insanların böcekler gibi, nasıl da zavallı olduklarını göstermeye çalışıyor ki, bu konuda da çok başarılı oluyor.
Uçağa binenler ya da bir gökdelenden aşağıya bakanlar, birer mikro organizma ya da hızla hareket eden karıncaları anımsatan insancıkları, otomobilleri fark etmişlerdir. Koskocaman bir gezegende, birbirini katleden zavallı insanlar, sözde din ve Allah uğruna birbirlerini yok etmeye çalışıyorlar...
“4. yüzyıldan bugüne ne değişti, neyi paylaşamıyoruz?” sorusunu sorduruyor…
Kepler’in ancak 17. yüzyılda astronomi üzerine düşüncelerini kanıtlayabildiği kadın bilimci Hypatia, düşünce ve aydınlanma savaşçısı olarak adını tarihe yazdırarak, dini değil mantığı üstün tuttuğunu öğreniyoruz. Bunu da çok açıkça dile getiriyor ve bu da bilim kadınının sonu oluyor. Çünkü kilisenin dini liderleri İncil’de yazılanları işine geldiği gibi yorumlayınca da cadı olarak ilan edilen Hypatia, taşlanarak öldürülüp etleri tüm İskenderiye'ye dağıtılıyor.
Böylece bugün, Müslümanların sıklıkla kullandıkları recm (taşlayarak öldürme) yönteminin de kimlerden İslamiyete girdiğini öğrenmiş oluyoruz.
Agora için söyleyecek çok şey var. Ama izlenmesi ve ibret alınması gereken bir film olduğunu ısrarla tekrar anımsatıyorum...

Filmin fragmanını izlemek için: http://www.youtube.com/watch?v=bTZZHPR5kEo 

Cumartesi, Ağustos 09, 2014

Mesele Erdoğan’ın şahsında değil, üslubunda!

Gazeteler, Radyo ve TV’ler, emniyet, yargı ve askeri kaynaklar… Para, iktidar, güç, hırs, gözü dönmüşlük, kibir, saygısızlık… Her şey ama her şey Recep Tayyip Erdoğan’ın yanında…
Hangi kanalı açarsanız açın, hangi gazete sayfasını çevirirseniz çevirin, hangi radyo, hangi internet sitesine, hangi cade, sokak, apartmana girerseniz girin, sadece o ve bir tek o çıkıyor karşımıza: RECEP TAYYİP ERDOĞAN
Yarın 10 Ağustos 2014… Türkiye tarihin
de bir ilk ve Cumhurbaşkanını seçeceğiz hep birlikte.
Ancak anlaşılan Erdoğan ve partisi seçimi kazanmak için akıllara gelen ya de gelmeyen hangi yöntem varsa hepsini kullanıyor ve kazanmak için her yolu mubah sayıyor.
Ve gelen mesajlara, iletilere haberlere bakınca anlıyoruz ki, Recep Tayyip Erdoğan Cumhurbaşkanı ilan edilmiş bile…
Fakat bir gariplik var;
Az önce Bursa Millet Vekili Hakan Çavuşoğlu ile Bursa yerel medyasında çalışmış, bir ara AKP’den milletvekili aday adayı olmuş Cennet Cankılıç’tan cep telefonuma farklı iki mesaj  geldi (SMS): Neredeyse yalvaran bir üslupla RTE’ye oy vermemi istiyorlar.
(Cennet'i tanırım ama Çavışolu'nu rüyamda bile görmedim(!) )
İyi de nasıl olacak bu? Daha düne kadar çapulcu, bozguncu, hain, düşman olarak beni ötekileştiren Recep Tayyip Erdoğan değil miydi?
Bu ne yüzsüzlük, bu ne aymazlık, tutarsızlık böyle?
AKP’li dostlarım bana kızıyor. “Recep Tayyip Erdoğan’ı neden sevmiyorsun?” diye soruyorlardı.
Tekrar söylüyorum, benim sorunum Erdoğan’ın şahsına yönelik değil, sorunum tavırlarında, “Tarafsız olursan bertaraf olursun” diyerek beni dışlamasında. İyi yaptıklarını alkışladım, yanlışlarını da eleştirdim, eleştirince de kötü adam oldum.
Tekrar söylüyorum, bu yaptıklarını RTE değil de Kemal Kılıçdaroğlu veya Devlet Bahçeli ya da Ekmelettin İhsanoğlu da yapmış olsaydı, tepkim Erdoğan’a gösterdiğim tepkiden daha sert ve acımasız olurdu.
Mesele Erdoğan değil, siz hala anlamadınız mı, mesele Erdoğan’ın kendi paçasını kurtarma meselesi…
Ben ve benim durumumda olanlar bunu görüyor da, bazıları neden anlayamıyor, ben de onu anlayamıyorum…
Ben yandaş ya da yalaka değilim. Bu güne kadar asla haksızlardan, ezenden yana olmadım, bundan sonra da olmam…

Atılan SMS'ler, yürütülen kampanyalar, kafa karıştırmalar... Öyle görünüyor ki, seçim yapılmadan RTE Cumhurbaşkanı ilan edilmiş bile... Ama olsun, biz yarın yine de gidip oyumuzu kullanalım. Vicdanımız rahat olsun!

Siz kime oy verirsiniz bilemem ama vicdanı olan, mazlumun yanında yer alır. İnanın RTE hiçbir zaman mazlum olmadı, aksine mazlumun ahını aldı.

O ah var ya o ah, çıkarsa aheste aheste sakın ola şaşırmayın…

Mesele Erdoğan değil, mesele üslubu!

Gazeteler, Radyo ve TV’ler, emniyet, yargı ve askeri kaynaklar… Para, iktidar, güç, hırs, gözü dönmüşlük, kibir, saygısızlık… Her şey ama her şey Recep Tayyip Erdoğan’ın yanında…
Hangi kanalı açarsanız açın, hangi gazete sayfasını çevirirseniz çevirin, hangi radyo, hangi internet sitesine, hangi cade, sokak, apartmana girerseniz girin, sadece o ve bir tek o çıkıyor karşımıza: RECEP TAYYİP ERDOĞAN
Yarın 10 Ağustos 2014… Türkiye tarihinde bir ilk ve Cumhurbaşkanını seçeceğiz hep birlikte.
Ancak anlaşılan Erdoğan ve partisi seçimi kazanmak için akıllara gelen ya de gelmeyen hangi yöntem varsa hepsini kullanıyor ve kazanmak için her yolu mubah sayıyor.
Ve gelen mesajlara, iletilere haberlere bakınca anlıyoruz ki, Recep Tayyip Erdoğan Cumhurbaşkanı ilan edilmiş bile…
Fakat bir gariplik var;
Az önce Bursa Millet Vekili Hakan Çavuşoğlu ile Bursa yerel medyasında çalışmış, bir ara AKP’den milletvekili aday adayı olmuş Cennet Cankılıç’tan cep telefonuma farklı iki mesaj  geldi (SMS): Neredeyse yalvaran bir üslupla RTE’ye oy vermemi istiyorlar.
(Cennet'i tanırım ama Hakan Çavuşoğlunu rüyamda bile görmedim(!) )
İyi de nasıl olacak bu? Daha düne kadar çapulcu, bozguncu, hain, düşman olarak beni ötekileştiren Recep Tayyip Erdoğan değil miydi?
Bu ne yüzsüzlük, bu ne aymazlık, tutarsızlık böyle?
AKP’li dostlarım bana kızıyordu. “Recep Tayyip Erdoğan’ı neden sevmiyorsun?” diye soruyorlardı.
Tekrar söylüyorum, benim sorunum Sayın Erdoğan’ın şahsına yönelik değil, sorunum tavırlarında, “Tarafsız olursan bertaraf olursun” diyerek beni dışlamasında. İyi yaptıklarını alkışladım, yanlışlarını da eleştirdim. Eleştirince de kötü adam oldum.
Tekrar söylüyorum, bu yaptıklarını Erdoğan değil de Kemal Kılıçdaroğlu veya Devlet Bahçeli ya da Ekmelettin İhsanoğlu da yapmış olsaydı, tepkim Recep Tayyip Erdoğan’a gösterdiğim tepkiden daha sert ve acımasız olurdu.
Mesele Erdoğan değil, siz hala anlamadınız mı, mesele Erdoğan’ın kendi paçasını kurtarma meselesi…
Ben ve benim gibi olanlar bunu görüyor da, bazıları neden anlayamıyor, ben de onu anlayamıyorum…
Ben yandaş ya da yalaka değilim. Bu güne kadar asla haksızlardan, ezenden yana olmadım, bundan sonra da olmam…
Siz kime oy verirsiniz bilemem ama vicdanı olan, mazlumun yanında yer alır. İnanın RTE hiçbir zaman mazlum olmadı, aksine mazlumun ahını aldı.

Çıkarsa aheste aheste sakın ola şaşırmayın…