Cuma, Temmuz 18, 2014

Atın Arapları gaz odalarına olsun bitsin(!)

Varsayalım İsrail, Gazze’yi yok etti!
Varsayalım kara harekâtı sırasında önün gelen herkesi kılıçtan geçirircesine tek tek öldürdü İsrail askerleri. Var sayalım Nazilerin yaptığı gibi tüm Filistinlileri bir kampa topladı ve gaz odalarında yakmaya başladı.
İsrail’de, Amerika’da, Avrupa’da yaşayan Yahudi vatandaşlar mutlu olacak mı?
Evet bu yazdıklarım çok uç şeyler.
Peki, kumsalda oynarken atılan bombaların 4 çocuğu öldürmesi, İsrail’in Tel Aviv kentinde yaşayan aynı yaşlardaki bir çocuğu mutlu eder mi? O çocuk, “oh ne güzel oldu, askerlerimiz çocukları parçaladı!” 
der mi?
Bir yanda bir avuç Filistinli, diğer yanda tam teşekküllü, son model askeri teçhizatla donatılmış İsrail komandoları kara harekâtı başlatmış. Ayrıca İsrail hükümeti 18 bin yedek asker için de seferberlik emri çıkartmış.
Peki, ne için? Hangi düşman için?
Köşeye sıkıştırılmış, çaresiz, bir avuç Filistinli için…
ABD başkanı Obama açıklama yapıyor, “İsrail’in yanındayız” Almanya başbakanı Merkel, “İsrail’i destekliyoruz” diyor da ne için, kime karşı?
İsrail’in karşısında bir canavar mı var?
Nasıl bir kin, nasıl bir nefret, öfke bu?
Kâğıdı ters çevirip bir başka açıdan bakalım; aynı durumda Yahudi’ler olsaydı ve Araplar Kudüs’te Yahudi’leri aynı şekilde kıstırıp bombalasaydı, Yahudi çocukları kumsalda oynarken parçalasaydı, biz susar mıydık? Tepki göstermez miydik sanıyor birileri?
Nazi kamplarında katledilen Museviler için gözyaşı dökmedik mi hiç?
Ataları gaz odalarında katledilmiş bir millet nasıl olur da Naziler kadar vahşi ve katil hale gelebilir? Yahudilere soykırım uygulayan Hamas mıydı, Naziler mi?
Maksat nedir, İsrail neyi amaçlamakta, tüm Arapları yok mu etmek istiyor, ya da yeryüzünde Müslüman nüfusunu harcamak mı niyeti?
Daha önce (www.dorduncukuvvetmedya.com adlı bir sitede) “HZ. MUSA'NIN LANETLİ KULLARI” başlıklı bir yazı hazırlamıştım (Artık o site AKP ve RT Erdoğan’ı eleştirdiğim için yazılarımı yayınlamıyor) 07 HAZİRAN 2010’da aynen şöyle demişim:
Başbakan Erdoğan’ın, Tevrat’taki ‘on emir’den biri olan “öldürmeyeceksin!”anımsatmasını, üstelik İngilizce ve İbranice yaptıktan, muhalifi Kemal Kılçıdaroğlu da hemen “çalmayacaksın, yalan söylemeyeceksin!” emirlerini de ekledikten sonra Tevrat’ta anlatılanlar geldi aklıma…
Bu yazıyı kaleme aldığım sıralarda, “on emir” atışması devam ediyordu.
Neyse, birileri yaptığı vahşet, işlediği cinayetlerin yanlarına kâr kalacak olmanın keyfiyle bu tartışmaya bir taraflarıyla gülüyordur, kimsenin kuşkusu olmasın!
Dünya’da İsrail hükümetine “dur” diyebilecek bir babayiğit yok, anlaşıldı bir kez daha!
Başta başbakanımız, mangalda kül bırakmıyor söylemlerinde ama icraat görebilmiş değiliz henüz, ne Türkiye’den ne de öteki bağımsız(!) ülkelerden!
“Peki İsrail bu cesareti nereden alıyor, neden bu kadar aymaz ve umursamaz?” sorunun yanıtı çok açık ve net aslında.
Ben biraz daha geçmişe inip, çık kısa bir anımsatma yapmak istiyorum.
Bundan 10 yıl kadar önce İsveç’te bulunduğum sırada bir misyonerin kaldığımız eve bıraktığı (Türkçe) Kitab-ı Mukaddes vasıtasıyla Tevrat’ı ve akabinde İncil’i okuma fırsatı bulmuştum.
Kitabı okuduktan sonra (inananlarına saygı duymakla beraber) Hıristiyanlığın tamamen uydurma bir din olduğuna kanaat getirdim.
Tevrat’ı okurken de Yahudilerin psikolojisini daha iyi anladım. Çünkü Tevrat onlara şöyle diyor: Rab İsrail oğullarını öncelikle yaratmıştır. Esas kulları İsrail oğullarıdır. Diğer insanları İsrail oğullarına köle olsunlar, hizmet etsinler diye yaratmıştır!
Belli ki bugün bu buyruğu gerçekleştirmek için her şeyi yapıyor Musa’nın kulları. İyi de aynı Tevrat, on emirde, Başbakanımız sayın Recep bey ile CHP lideri sayın Kemal bey’in anımsattığı emirleri de buyurmuş, ancak hükümet nezdindendeki Yahudiler bu emirlere pek aldırdıkları görülmüyor! 
Sadece bugün mü?
Hayır!
Hazreti Musa zamanında da işine nasıl geldiyse öyle davranmış İsrail oğulları…
Tanrı’nın Musa aracılığı ile söylediği her şeyin tersini yapmışlar… Hatta gidip, altından yaptırdıkları buzağı heykeline tapınmışlar, Musa Sina Dağına (Tur-i Sina) çıkarak tekrar Allaha yalvarıp ümmeti için af dilemiş, on emir gelmiş, Allah İsrail oğullarını yine affetmiş…  Ama onlar hem peygamberleri Musa’ya, hem de Allahın’ın onlar için indirdiği emirlere karşı gelmeye devam etmişler.
Asırlar geçmesine rağmen, İsrail oğullarının iktidarı ellerinde bulunduran bugünkü kulları, onca lanet, onca acı, gözyaşı ve yaşadıkları katliamlardan ders almamışçasına inandıkları dinin emirlerine sırt çevirmeyi sürdürüyorlar!
Yani Başbakan ve CHP Genel Başkanı boşuna yırtınıyor. Onlar kendi dinlerini de yasaklarını da herkesten iyi biliyorlar ve buna rağmen zulüm yapmaya devam ediyorlar!
“Neden?” sorusunun yanıtını ise zaman gösterecek!
Çünkü gelen haberlere göre İsrail içinde de, dünyanın başka yerlerindeki Yahudi ve diğer halklar da İsrail ordusunu yöneten hükümetinden bir hayli muzdarip.
Silahsız sivillerin bulunduğu Mavi Marmara gemisine yapılan son saldırı, tüm dünya televizyonlarında apaçık yansıyınca İsrail hükümetinin şeytanlardan(!) oluştuğu anlaşıldı!
İçimizdekilerin (özellikle medyada) farkında olmadan düştükleri tuzağı gördükten sonra Olağan Şüpheliler filminin şu ünlü repliğini anımsadım:“Şeytanın en büyük hilesi tüm dünyaya var olmadığına inandırmaktır”
İsrail’i ve bizimkileri gördükten sonra bu yalana kananların sayısının az olmadığını görmek çok üzücü… Hele ki koskoca kalemşörlerin, usta, üstat ve hocaların, efendilerin yorumları açıklamaları boğazlarımızda düğüm oldu, midemize oturdu!
***
İşte böyle, 4 yıl önce bunları yazmışım. O günden bu güne aynı İsrail aynı şiddet devam ediyor. 
Öyle, "van minut" diye cazgırlık yapmakla bu işler düzelmiyormuş, onu anladık.

Ama benim esas kafamı kurcalayan bir başka konu var! 

Daha bir kaç ay önce Suriye'de, Irak'da IŞID denen sözde müslüman örgütün bir kalemde 1500 kişiyi kurşuna dizmesi, kestikleri müslüman kafasıyla futbol oynamasına rağmen kılı kımıldamayanların şimdi aslan kesilip birden celallenmesi neyin nesidir? 

Evet, Filistinde ölen her can için yüreğimiz yanıyor, da, ölen Iraklı, Suriyeli ve Türkmen kardeşlerimiz için bu arkadaşlar nerelerdeydi?

Sayın Başbakan ve Cumhurbaşkanı adayımız Erdoğan o zaman neden IŞİD'in katliyamları için ses etmedi, neden acaba?

Cuma, Temmuz 11, 2014

Yoksa Erdoğan kaybetmekten mi korkuyor?

Geçen gün Ahmet Hakan, Hürriyet Gazetesi’ndeki köşesinde, “Cumhurbaşkanı adayı Erdogan’a sorular” başlıklı yazısında
Recep Tayyip Erdoğan’a, birçok kişinin sormadığı ya da sormaya cesaret edemediği çok önemli sorular yöneltmiş.

Ama en önemli soruyu unutmuş:

“Erdoğan neden başbakanlıktan istifa etmiyor?”

Muhalefet ısrarla Erdoğan’ın hemen başbakanlık görevini bırakmasını istiyor. MHP bunun için resmen harekete geçti.

Etik olan da Erdoğan’ın başbakanlıktan istifa edip, tamamen Cumhurbaşkanlığı’na odaklanması…

Ama Erdoğan istifa etmiyor, etmeye de niyetli görünmüyor… Aksine genel seçimlere hazırlanan siyasi bir parti lideri gibi mitingler düzenliyor, her türlü imkanı köküne kadar kullanıyor!

Mesela, halkın paralarıyla beslenen devletin resmi TV kanalı TRT bile Recep Tayyip Erdoğan’ın resmi yayın kanalı haline gelmiş. AKP ve Erdoğan'ı öyle vahşice destekliyor ki, TC tarihinin hiç bir döneminde TRT bu denli iktidar yandaşı haline getirilmemişti. 

Diğer yandaş gazete, radyo ve TV’lerin performanslarını saymıyorum bile…

YSK’nın cumhurbaşkanlığı şartları arasında adayların görevlerinden istifa etmeleri gerektiği yer alıyor. Ancak iktidar partisi AKP bunun da kılıfını uydurmakta gecikmedi ve resmi şartları işine geldiği gibi yorumlarken, Erdoğan’ın başbakanlıktan istifa etmesini gerektirdiğine dair bir madde yer almadığı iddiasıyla, bu şartı alenen hem suiistimal, hem de ihlal ediyor.

Peki Erdoğan gerçekten de neden istifa etmiyor?

Etmiyor, çünkü onu istifaya zorlayacak herhangi bir yaptırım gücü ülkede kalmadı. E o da bunu paşa gönlünce, keyfince ve en arsız şekilde kullanıyor.

Mutlak güç onda…

Arkasında, çok emin olduğunu sandığı %50’lik bir oy potansiyeli var…
Gerçi o oy oranı Erdoğan’ın mı, yoksa partisinin mi, 11 Ağustos pazartesi sabahı hepimiz göreceğiz!

Neyse, Türkiye başta olmak üzere, yavru vatan Kıbrıs, yurtdışı konsolosluklar, Ortadoğu ve Balkanlar’da "Erdoğan %90 Cumhurbaşkanı seçilecek” diye konuşuluyor, seçimi kazanacağına mutlak gözüyle bakılıyor…

E o zaman madem kendinden bu kadar emin herkes, Recep Tayyip Erdoğan neden başbakanlığı bırakmıyor?

Yoksa sanıldığı gibi Cumhurbaşkanı seçileceği o kadar da garanti değil mi?

Kimse bunu sormuyor: E arkadaş, medya arkanda, iktidar arkanda, ordu, bürokrasi, polis hepsi ama hepsi seni destekliyorken, neden Cumhurbaşkanlığı için başbakanlıktan istifa edip de Ekmel İhsanoğlu ve Selahattin Demirtaş’ın karşısına eşit pozisyonda çıkmıyorsun?

Böyle bir soru yöneltmek elbette olanaksız. TC sınırları içinde, RTE'nn karşısına kim çıkıp da bunu sorabilir ki?

Mümkünatı yok.
Çünkü başbakan ve cumhurbaşkanı adayı Erdoğan'da da, bu soruyu yöneltebilecek birinin karşısına çıkma cesareti yok! O nedenle, medeni ülkelerde gördüğümüz, siyasilerin tv programlarına katılıp da cesurca tartıştığı canlı yayınları 12 yıldır bu ülkede artık görmüyoruz. (AKP'den önce vardı, desem ülkenin düştüğü medeniyet seviyesi anlaşılır mı acaba?)

Başbakan Erdoğan, yandaş ve besleme gazetecilerin dışında başka hiç bir gazeteciye mülakat vermiyor, karşısına da geçmeye yüreği yetmiyor!

Gelelim "Erdoğan Başbakanlıktan neden istifa etmiyor?" sorusuna...
Aslında bu sorunun yanıt çok basit…

Yurudun her hangi bir kahvehanesinde pişpirik oynayan, sonra da ibadetini huşu içinde ifa eden sıradan bir AKP’li gibi düşünelim: Yav Erdoğan bu kadar aptal mı, adam gücü yakalamış ne diye bıraksın. Elbette kullanacak her şeyi. Ben de olsam elimdeki gücü bırakmam tabi, aptal mıyım ben?

-İyi ama bu ne kadar ahlaki, ne kadar İslami değerlere, Müslümanlığın eşitlik ilkesine yaraşır?
Ya da onların anlayacağı dilden soralım, "Böyle yapmak helal midir, hocam?" 

Hoş, "Erkekler oruçluyken kadına bakarken boşalırsa orucu bozulmaz" diye fetva verebilen bir ulemaları varken, bu sorular da anlamını yitiriyor ya, neyse...

İşte bu soruya içten, yürekten ve samimi yanıt verdiğimiz zaman şu sonuç ortaya çıkıyor:
Erdoğan başbakanlıktan istifa etmez, edemez. Çünkü Erdoğan sanıldığı gibi Cumhurbaşkanlığı seçimini kazanacağından o kadar da emin değil. Sadece, kamuoyunu böyle olduğuna inandırmaya çalışıyor.

Eğer kazanacağına mutlak inansaydı, emin olsaydı, başbakanlığı bırakır, rakiplerinin karşısına öyle çıkar, seçime de tarafsız biri olarak girerdi.

Girmiyor, çünkü Erdoğan korkuyor, kaybetmekten korkuyor!

Çünkü Recep Tayyip Erdoğan’ın fıtratında tarafsızlık yok. Adil yarışmak yok, samimiyet yok… Kazanmak için her şeyi mubah görüyor!

Çünkü seçimi kaybederse, 12 yıllık iktidarının da sonu olacağını biliyor. Kaybetmesi halinde tüm planladıkları, hesapları alt üst olacak…

Kaybederse…
Eğer kaybederse, Erdoğan için hesap günü de yakın demektir!

Oysa kazanmak gibi, kaybetmek de insanın fıtratında var.

Ama önemli olan nedir biliyor musunuz?

Delikanlı gibi kaybetmek…

Ne demiş Samuel Beckett; “Hep denedin, hep yenildin. Olsun. Gene dene, gene yenil. Daha iyi yenil”

Ben de şunu ekliyorum: Eğer kaybedeceksen de başbakanlıktan istifa et ve yenilsen bile “Adam gibi yenil”

Ne mutlu yenilgiden ders çıkarabilecek olanlara…

Şimdi birileri şunu diyecek: Başbakan hiç kaybetmedi ki.

Bazen hayat öyle sırlar saklar ki, kazandığın zaman aslında kaybetmiş, kaybettiğin zaman belki de kazanmışsındır.

Yeter ki insan ne kazandığını ve ne kaybettiğini anlayabilsin!

https://twitter.com/inSanatDernegi

Perşembe, Temmuz 03, 2014

Kim mazlum, kim zalim?

İlahi adalet var mı yok mu?
Bu sorunun yanıtını merak ediyorum ben de…
Ama önce şöyle kısa bir "zamanda yolculuk" yapmak istiyorum.
Kimsenin kuşkusu olmasın tarih mazlumların zaferlerini yazmış hep...
Peki gerçek mazlum, gerçek zalim kim? Gelin ona bir bakalım…
Zaman yolculuğumuzda ilk durak MÖ 480 yılı…
Leonidas’in 300 Spartalı’dan oluşan mütevazi ordusu, yaklaşık 250 bin Persli’den oluşan 1. Serhas’ın devasa ve donanımlı ordusuna karşı destansı bir mücadele vermiş.

31 Mart 627 tarihinde gerçekleşen Hendek Muharebesi’nde ise Müslümanların 3.000 savaşçısı, müşriklerin 10.000 savaşçısı ve 600 atlısına karşı zafer kazanmış…

Selahaddin Eyyubi de 1. haçlı seferlerinde devasa Hıristiyan ordularına karşı benzer bir zafere ulaşmıştı.

18 Mart 1915’te Çanakkale’de Osmanlı’nın kaybedecek gözüyle bakılan zayıf ama inançlı ordusu, Amiral John de Robeck komutasındaki 16 savaş gemilik dev donanması ve her türlü imkana ve mühimmata sahip itilaf devletleri ordusunun Çanakkale'yi geçmesine izin vermemişti.

Ve günümüzde farklı bir mecrada, farklı bir amaç ve uğurda benzer bir mücadele söz konusu.
Bir yanda her türlü medya, kamuoyu,  iktidar desteği ve maddi olanaklara sahip Recep Tayyip Erdoğan, diğer yanda kaybedeceğine mutlak gözüyle bakılan, aday gösterildiği partiler tarafından bile tartışılan, maddi imkanlardan, medya desteğinden yoksun Ekmelettin İhsanoğlu’nun Cumhurbaşkanlığı adaylığı…

Aynı şey Selahattin Demirtaş için geçerli olsa da, nedense kimse onun adaylığını tartışmıyor.

Ortada çok ciddi bir gayri adil ve gayri ahlaki mücadele söz konusu.

Sanki İhsanoğlu mazlum duruma düşmüş gibi.

Tıpkı Spartalılar gibi…
Ya da müşriklerin komutanı Ebu Süfyan’a karşı savaşan Müslümanlar gibi…

Bir yanda yüzde 43’lik devasa yandaş ordusuyla TC’yi yıkma yolunda son kaleyi ele geçirmeye çalışan Recep Tayyip Erdoğan, diğer yanda bu kaleyi korumak için Ekmelettin İhsanoğlu’na bel bağlayan muhalefet…
Her şey ama her şey Erdoğan’dan yana.
Erdoğan’ın maça 1-0 önde başladığını söylemek yanlış olmaz.
Lakin, bizim halk mazlumların, ezilenlerin yanında yer alır hep.

Zalimlere karşı savaşan ve tek başına onlarca Bizanslıyı haklayan Kara Murat filmleriyle büyümüş bu halkın, zalimle mazlumu ayırt edemeyecek kadar vicdansız olmadığını düşünüyorum.
Zengin kız fakir oğlan aşkında, zalim fabrikatör babaya lanet etmiş bir ırkın ahfadıysa söz konusu, “bu da mı gol değil” diyen Turist Ömer’in isyanına ortak olacakların sayısını 11 Ağustos 2014 Pazartesi günü hep birlikte göreceğiz.
“Bunlar sadece filmlerde mi olur? İyiler sadece filmlerde mi kazanır? Gerçek hayatta kötüler belalarını bulacak mı, bulmayacak mı?” sorularının yanıtını ben de merakla bekliyorum.
Mazlumun ahı tecelli edecek mi, yoksa o bir efsane mi?
“İlahi adalet diye bir şey var mı, yok mu?” sorusunun karşılık bulacağı gündür işte o gün!

Yeter ki bu halk, kimin zalim, kimin mazlum olduğunu idrak etsin, “sandıktan civciv mi çıkacak kuş mu? hep birlikte göreceğiz…

https://twitter.com/inSanatDernegi