Çarşamba, Nisan 23, 2014

İtirazım var, bu filme kimse gitmesin(!)

Çünkü, İtirazım var böyle sinema seyircisine!
Hoş, ben “Gidin sinemada izleyin, bu film Recep İvediklere de, Düğün Dernek’e de, Eyvah Eyvahlara da on değil yüz basar” desem de nafile…
Filmde gerçeklik dersen var, mizah desen var, kara komedi dersen var, ak komedi(!) dersen var, taşlama dersen var, dram dersen var, Türkiye dersen köküne kadar var, filmde var oğlu var…
Ama bir tek filme hakkını verecek izleyici ortada yok!
Ve doğum günüm münasebetiyle Onur Ünlü’nün Bursa’da Zafer Plaza Cinetech sinemalarında gösterimde olan son uzun metraj çalışması “İtirazım var”ı ısmarladım kendime ;) Film Türkiye genelinde ise 73 salonda vizyonda ve ilk 3 gün 16.669 kişi izledi.
Kıyaslamak gibi olmasın ama Recep İvedik4 gibi saçma sapan bir filmi ise bu millet bu hafta itibariyle 7.055.955 kişi ile mükafatlandırdı.
Elbette bu bir rekor.
Aman yanlış anlaşılmasın, “İvediklere kimse gitmesin izlemesin” demiyorum.
Ama birader, sinemada sinema filmi izlenir, skeç değil.
İtirazım Var ile 33. İstanbul Film Festivali’nden Onur Ünlü'nün en iyi yönetmen, Serkan Keskin’in de en iyi erkek oyuncu olarak ödüllendirildiği bir filmin ilk üç günün on altı buçuk bin kişinin izlemesi nedir, ne büyük bir toplumsal aymazlıktır öyle!
Elbette, filme +18 yaş sınırlaması getirilmesinin de gişenin düşük kalmasındaki payı yadsınamaz, kuşkusuz!
Kültür Bakanlığı, filmin geniş kitlelere ulaşmasının önüne geçmek için böyle bir çaba içerinse girdiğini anlamak zor değil. Bir iki aşina küfür için İtirazım Var filmine +18 gösterim izni vermenin başka izahı yok, zira pekala +13 vizyon izni de verilebilirmiş…
İvedik serileri gibi içi boş, saçma esprilerin yer aldığı bir film ile İtirazım Var gibi içi dolu, toplumsal hiciv kalitesinin üst seviyede olduğu bir filmi karşılaştırmak doğru olmamakla birlikte, yine de insan düşünmeden edemiyor.
Çünkü, İtirazım Var son yıllarda sinema filmi olarak vizyona girmiş, değer yargıların, yozlaşmanın, güncel olaylara dokunduran belki ilk ve tek yapım diyebilirim.
Çünkü senaryonun izleyeni güldürmek için özel bir çabası yok, her şey gerektiği dozda ve kalitede!
Serkan Keskin’in muhteşem performansıyla hayat verdiği ve “star”laştığı Salman Bulut, gerek dizi film, gerekse sinema karakterleri içerisinde son 10-15 yılda yaratılmış en gerçekçi ve özgün figür olduğunu söylemek abartı olmaz!

Bundan sonraki haftalarda izleyici filmi keşfedip sinemaya koşar mı, bilemem ama izlemeyen bu filmde çok şeyi kaçırır.
Özellikle de Recep İvedikleri gözü kapalı görmeye gidenlere öneriyorum, “gidin sinema filmi izleyin, gidin hem polisiye, hem mizah, hem de seviyeli, içi dolu eleştirel sinema nasıl yapılırmış anlayın. Gidin sinemaya ‘İtirazım Var’ı izleyin ve İvediklerin ne denli boş film olduğunun farkına varın!”

Gider misiniz?
Elbette gitmezsiniz, çünkü gittiğinizde kalitesizliğiniz ortaya çıkacak ve belki de utanacaksınız, değil mi?
Fakat unutmayın ki, utanmak iyidir, çünkü “Dünyayı Utanç Kurtaracak” demişti İsveçli dünyaca ünlü yönetmen   
Siz de dünyayı kurtarma adına (istemeden de olsa) böyle bir adım atabilirisiniz belki, kim bilir? ;)



Pazar, Nisan 20, 2014

Türkler kalleş midir?

Önce, kalleş ne demekmiş ona bakalım!
TDK sözlüğünde aynen şöyle yazıyor:  Birine gizlice kötülük eden...
Arapça’dan dilimize girmiş sayısız sözlerden sadece biri, Kalleş!
Ben bu sözü Cüneyt Arkın’ın vurdulu kırdılı filmlerden bilirim.
Bir yanda Cüneyt ağabeyimiz ve arkadaşları, öte yandan kötü adamlar, yani kalleşler!
Kara Murat veya Malkoçoğlu filmlerinde ise Bizanslıların veya Rusların hepsi birer kalleşti.
Erol Taş en büyük kalleşlerden biriydi mesela… Bilal İnci. Turgut Özatay, Önder Somer, Hüseyin Baradan, Altan Günbay, Yadigar Ejder, Tecavüzcü Coşkun, Nuri Alço…
Kalleşlerden kalleş beğen!
Peki, gerçek hayatta kalleş kimdir, kime denir? Etrafımızdaki kalleşleri nasıl anlayabiliriz?
Şimdi size gerçek bir kalleşlik olayını anlatacam ve etrafımızda ne kadar çok kalleşlik edebilecek insanın olduğunu daha iyi anlayacaksınız.
Olayı yaşayan ortanca oğlum Tarık.
Geçen gün, üniversite çıkışı Bursa’da Hoca Hasan Mahallesi’nden geçerken bir kavgaya tanık oluyor.
Tarık’ın anlattığına göre, bir camiye cenaze namazına gelen iki arkadaş, arabayı öyle bir şekilde park etmişler ki, daha önce park etmiş bir araç onlar yüzünden çıkamıyor ve uzun süre yolu kapatan aracın sahiplerinin gelmesini bekleme durumunda kalıyorlar. Lakin yanlış park etme yüzünden çıkamayan diğer aracın iki sahibi de bu yüzden yetişmeleri gereken deniz otobüslerini de kaçırıyorlar ve ciddi anamda mağdur oluyorlar.
Neyse, cenaze namazı bitip de yanlış park eden vatandaşlar arabalarının başına gelince, haklı olarak öfkeli diğer iki araç sahibiyle tartışmaya başlıyorlar. Bir süre sonra tartışma alevlenince de cenaze namazından çıkan 2 kişiden biri telefon edip 2 kişiyi daha çağırıyor.
Böylece, daha önce 2’ye 2 olan grubun dengesi 4’e 2 olarak bozuluyor. Sonradan gelen iki kişilik takviye ile cesaretlenen yanlış park eden grup, deniz otobüsünü kaçıran 2 arkadaşa saldırıp ağız burun dağıtıyorlar. 
İlk başta grubu ayırmaya çalışan Tarık, iş çığırından çıkıp diğer iki kişi de gelince olayı izlemekle yetinmeyip telefonla (155) polise haber ettiyse de zaten mağdur olan iki arkadaş kalleşçe bir saldırı ile esaslı bir dayak yemekten kurtulamıyorlar.
Sonra ne olduğunu öğrenemedik ama buradaki durum şu: 2’ye 2 kavga etmeye cesaret edemeyen cenazeden çıkmış iki vatan evladı, telefonla çağırdıkları diğer arkadaşlarının yardımı ile kavgadan kazançlı çıkmayı başarıyorlar(!)
Pek bu bir kalleşlik değil mi?
Delikanlılık bunun neresinde?
Aynı durum polis için de geçerli değil mi?
Silahsız vatandaşına, sırf protesto etme hakkını kullanıyor diye, gaz tabancası kapsülü ya da plastik mermi ile gözünden ya da kafasından vurmak da kalleşlik değil mi?
Türkiye Cumhuriyeti polisi Türkiye Cumhuriyeti vatandaşın canına nasıl kast eder?
Gezi olaylarında gördük, yetmedi Bursaspor-G.Saray kupa maçından sonra çıkan kargaşada Türk Polis bir Bursasporlu taraftarı plastik mermi ile gözünden vurup kör ediyor!
Bu ne büyük bir kalleşliktir öyle?
Karşında silahsız bir yurttaş var ve gariban ailelerin polis olmuş çocukları, gariban ailelerin silahsız çocuklarının kafasına gözüne hedef alıyor.
Hele savunmasız kadına ve çocuklara uygulanan şiddete ne demeli?
Bu bile bizim karakterimizi, zavallılığımızı kanıtlamaya yetmiyor mu?!
Zoru görünce kaç...
Düşene tekmeyi bas...
Hasmına pusu kur, arkadan vur...
Aman, bana dokunmayan yılan bin yaşasın...
O zaman başlıktaki soruyu bir daha yöneltiyorum: Türkler kalleş midir?
Evet bence kalleştir, hem de sapına kadar kalleştir.
2’ye 2 kavga etmeye cesareti olmayan, silahsız direnişçi ile mücadele ederken, üstündeki üniformaya, elindeki silaha, gaz tabancasına güvenen pis birer kalleşiz hepimiz.
İnanmıyorsanız, etrafınıza bakın, o kadar çok kalleş var ki…

…olmadı geçin aynanın karşısına ve sorun kendinize: Acaba ben de kalleş miyim? 

 https://twitter.com/inSanatDernegi

Çarşamba, Nisan 16, 2014

Kent Kargaşa Meydanı…

Bursa’nın tam da ortasında Kent Meydanı adında çirkinlik abidesi… Hani ucube filan diyecem ama heykellere haksızlık etmek istemiyorum(!)
Hakkını da yemeyeyim, Kent Meydanı Recep Altepe değil, bir önceki başkan rahmetli Hikmet Şahin’in ilk kazığıdır Bursa’ya!
İlk diyorum çünkü ikinci kazığı da, sağ olsun Recep Altepe TOKİ Doğanbey’de Bursa’nın böğrüne hançer gibi çakarak Şahin’den geri kalmadığını dosta düşmana gösterdi.
Neyse, konumuz TOKİ değil Kent Meydanı.
Ya da "Kent Kargaşa Meydanı" demek daha yerinde belki...
Zaten yeterince gayri estetik ve işlevsiz olan Kent Meydanı'na BŞ Belediyesi de sanırım işlevini artırmak için “kargaşa” yaratmayı uygun görmüş(!) Gündüz Kent Meydanı’nın oradan geçerken, karşısına geçip şöyle bir bakın bakalım; meydan girişinde nasıl bir çirkinlik var!
Ben bir Bursalı olarak bundan rahatsızlık duyuyorum, diğer hemşehrilerim neden gocunmuyor anlamakta zorluk çekiyorum.
Önde, kartonetten uydurulmuş devasa Recep Altepe’nin ve BŞ Belediyesi’nin propagandasını yapan bir portresi var. (Altepe’nin sanki reklama ve propagandaya ihtiyacı varmış gibi) Hemen paralelinde Kızılay’ın kan toplama aracı, az ötede yine BŞ Belediyesi’nin yeni hizmet binasının garip maketi, onun da yanında Çaykur’un reklam standı, Kent Meydanı’nın girişine set çekmiş, ucubeliği perçinleyerek, Bursa’nın aslında ne kadar taşra olduğunu haykırıyor!
Tam bir Ortadoğu kenti Bursa, zira hiçbir Avrupa kentinin göbeğinde böyle bir kargaşaya rastlayamazsınız.
Hele bi de akşam saatlerinde aynı yere gidin, bakın ve ağlayın. Kent Meydanı’nın göbeği otopark vaziyette!
Meydanın çirkin aydınlatma sisteminden söz etmiyorum bile. Aydınlatma direği değil sanki onlarca araba farlarını açmış bulunduğu yeri değil boşluğa doğru geçenlerin gözlerini rahatsız edecek şekilde kamaştırmaktan başka bir işe yaramıyor.
Bundan bir ben mi rahatsız oluyorum, başka Bursa evladı neden tepki vermez, yoksa bende mi bir tuhaflık var, anlamıyorum!
BŞ Belediyesi hanlar-hamamlar onarıp kültür merkezileri açıyor, ne güzel, bravo, alkışlıyorum, fakat kentin göbeğindeki kargaşa nedir arkadaş?
Bu çirkinliği kim temizleyecek, BŞ Belediyesi mi?
Yoksa Bursa valiliği mi?
E hani Bursa Avrupa şehriydi?
Çakma değil gerçek bir Avrupa şehri oluşturmak istiyorsanız, işlevsiz tramvayları oraya buraya kondurmak yetmiyor.
Zira önce düzen oluşturmak, planlı, programlı ve estetik düşünmek gerek.
El oğlu böyle yapıyor, peki ya biz?



Cumartesi, Nisan 05, 2014

Nah sana BuKart

Gazeteci kim denir?
Önce şunu belirteyim ki, benim gibilere gazeteci denmez!
Günümüz koşullarında “gerçek gazeteci kim?” sorusuna verilecek yanıt bir değil, yüzlerce.
Ama en popüler yanıt, gemisini yürüten, işsiz kalmayan gazeteci, “gerçek gazetecidir!”
Valla ben demiyorum, bu millet böyle diyor!
Çünkü banan yapılan en büyük eleştiri, “baksana sen dalgana, sana mı kaldı yanlışları düzeltmek”
Haklılar, zira ben Türkiye, hele ki Bursa koşullarında asla gerçek bir gazeteci olamadım hiç bir zaman.
Öyle gaza gelip son anda ÇGD’ye (Çağdaş Gazeteciler Derneği’ne) üye yaptılar, ancak benim faal olduğum dönemdeki gazeteciliğin kalmadığını geç de olsa idrak ettim.
Ya da ettirdiler…
***
BŞ Belediyesi’ne bağlı BURULAŞ, Bursa’da aktif olan gazetecilere, görevlerini daha kolay ifa etsinler diye bir süredir kent içinde ücretsiz seyahat kartı veriyor(muş).
...muş, diyorum zira faal gazetecilikten uzak kaldığım dönemde böyle bir kolaylığın sağlandığından haberim yoktu.
Gerçi, sarı basın kartı sahibi gerçek gazeteciler evvelden zaten bu hakka sahiptiler de, benim gibi kendini gazeteci sananlar ise böyle bir lüksten uzaktılar!
Lükse bakar mısınız?
Kent içinde Belediyeye ait tüm ulaşım hizmetlerinden bedava ve sınırsız yararlanmak…
İtiraf etmeliyim ki, gazeteciliğin en alt sınıfı olan muhabirler için bu gerçekten de çok önemli bir lüks.
BURULAŞ bu işi gazetecilikle ilgi dernekler aracılığı ile yürütüyor. Bursa Gazeteciler Cemiyeti ile Bursa Çağdaş Gazeteciler Derneği üyelerinden istenen listedeki herkese BURULAŞ özel BuKart’lardan verdi…
Bir ÇGD üyesi olarak benim de bundan yararlanmam gerektiği söylendi baştan. Tam da işsiz kaldığım dönemde, kent içi ulaşımı için benim gibi meteliksiz biri için önemli bir kolaylık olacaktık.
Sonra bir de baktım ki, ÇGD’nin verdiği listede benim adım silinmiş.
Gerekçe, çok manidar: İşsiz gazetecilere BuKart verilmiyor(muş)!
Şaka değil, valla böyle. ÇGD başkanı Yüksel Baysal bana öyle dedi. “Sen işsiz olduğun için, BuKart vermediler her halde”
-Her halde mi?
-?
İşsizliğin ardından suratıma patlayan bu şamarın acısı hala böğrümde…
Bu kart alamadığım için değil, “adam yerine konmadığıma üzüldüm”
Bunca yıldır, kendi imkanlarımla ulaşım sağlamış, olmadı ayaklarım sağ olsun, yürümüşüm, yıllardır böyle, bundan sonra da farklı olmasında sakınca yok.
Fakat, önce kart verecez deyip de sonra “Ne kartı? Değil kart, sana su yok su!” dercesine dışlanmam fena koydu.
Sonra ben de, önce Gazeteciler Cemiyeti’ni başvurdum ve Bursa’da ne kadar işsiz üyeleri olduğunu sordum.
Cemiyetten Sinan Tunç, bununla ilgili Bursa’da somut bir veri olmadığını söyledi.
Ardından da ÇGD Başkanı Yüksel Baysal’a da yönelttim aynı soruyu. O da bilmiyordu Bursa’da kaç işsiz gazeteci olduğunu.
Merak ettiğim şuydu, sadece bana mı BuKart verilmedi, yoksa başka ismi çizilen gazeteci var mıydı?
Benimle birlikte Bursa’da kaç işsiz gazeteci olduğunu net olarak öğrenemedim.
Sanırım BURULAŞ listede sadece benim adını çizmiş.
***
E ama BŞ Belediyesi’ni, Recep Altepe’yi, Türkiye'nin sahibi iktidardaki AKP’yi, koskoca Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ı eleştirirsen, az bile sana oh olsun!
Nah sana bedava seyahat!
Ayıp mı oldu?
Çok mu kaba?
Olsun, koskoca Bursa medyası, koskoca BŞ Belediyesi ve BURULAŞ sadece bir kişiyi cezalandırıyorsa başka ne diyebilirim ki?
Ama oysa mantık şu olması gerekmiyor mu?
ÇGD de, Cemiyet de önce işsiz kalmış üyelerine öncelik tanınması için girişimlerde bulunması gerekmez mi?
Esas işsiz kalmış gazetecinin o karta ihtiyacı yok mu?
Zaten işsiz kalmış, maddi açıdan da sıkıntı yaşaması yüksek ihtimal bir gazetecinin ücretsiz kent içi seyahat etmesini sağlamak bu kadar zor mu?
Zor değil de o gazetecinin adı Suat Oktay Şenocak’sa o her şeye müstahak, o beter olsun, o gebersin gitsin, yok olsun, allahından bulsun.
Onlar işi Allaha bırakmayıp, önce adımın altını çizdiler, sonra da…
“Nah sana BuKart!” dediler, hamdolsun!