Perşembe, Şubat 27, 2020

Damat Berat, Ünal Hoca'yı nasıl harcadı?

2019-2020 sezonun tartışmasız en iyi futbol oynayan iki takımından biri Trabzonspor, diğeri de Başakşehir...
Başakşehir şampiyon olma fırsatını bence geçen yıl kaybetti ve yarışın sonunu getiremeyince Galatasaray şampiyon oldu.
Bu sezon şampiyon olma ihtimalini, iyi futbol oynuyor olmasına rağmen çok yüksek görmüyorum.
Ama Trabzonspor'un bu olasılığı daha yüksek...
Ya da yüksekti...
Bir takım gelişmeler oldu ki, o gelişmeler Trabzonluların umudunu kırmasa da törpülemiş olduğunu düşünüyorum. Her ne kadar şampiyonluğun en büyük favorisi olsalar da, Bordo mavililerin işi çok zorlaştı. Özellikle de Ünal Karaman hocanın görevinden ayrılmasından ya da istifa etmek zorunda bırakılmasından sonra şampiyonluk şansı %60'lardan, %40, hatta %30'lara kadar düştü diyebilirim.
Neden?
Bir kaç neden ve etken var!
Üstte de vurguladığım gibi, birinci neden ve etken Ünal hocanın görevinden, başarılı olmasına, takımı kendisi kurmuş olmasına rağmen istifa etmeye zorlanması.
Peki Ünal Karaman'ı kim ve neden istifa etmeye mecbur bıraktı?
Elbette ki, Damat Berat Albayrak!
Fanatik bir Trabzonspor taraftarı olan Berat bey, kendini Trabzon'un üstünde gören, dolaylı yollardan değil, doğrudan, sakınmadan gizlenmeden kulübü yöneten, borçlarını hafifleten, hiç bir kulübe yapılmadığı şekilde yapılandıran, özetle Bordo Mavili kulübe nefes aldıran hamleler yapmış.
"Nasıl yapmış?" diye sormanın mana ve ehemmiyeti yok, nasıl olduğunu, bu kudreti nereden bulduğunu tahmin etmek zor değil, değil mi?
İyi de ne oldu da Ünal Karaman gitti, Hüseyin Çimşir geldi?
Şöyle anlatayım:
16 Aralık 2019 pazartesi akşamı Trabzon'da oynanan ve 2-1 kaybedilen Denizlispor maçından sonra, (ki o maçı, yazıyı hazırlarken bir daha izledim, Trabzosnpor iyi oynamış çok gol kaçırmış ve şanssız şekilde kalesinde gördüğü iki golle yenilmiş) Teknik Direktör Ünal Karaman'ın yanına gelen Damat Albayrak, "nedir bu takımın hali, neden bu kadar kötü?" diye soruyor.
Ünal hoca merttir, serttir, delikanlıdır, milliyetçidir, haddini bilmeyenlere haddini bildirmesini bilir. Kim ve ne olduğunu, makamına mevkisine bakmadan lafını esirgemez.
Esirgememiş de...
Zaten şanssız şekilde 3 puan kaybedilmiş, moral bozukluğu da had safhada, damat beyden gelen soruya, "Ben size ülke ekonomisi neden bu halde, neden kötü, diye soruyor muyum, ki ekonomi zaten kötü! Siz bana neden soruyorsunuz?" diye karşılık verir.
Ünal hocadan gelen tokat gibi cevap karşısında, haddi ve bilgisi olmadığı konularda ahkam kesmemesi gerektiğini idrak edemeyen Sn Damat Berat Albayrak, kendini Trabzon ve Trabzonspor kulübünün sahibi gibi gördüğü için o an kararını vermiş.
Ve Ünal hocanın bileti kesiliyor.
Tabi hemen değil...
Kamuoyuna asıl gerekçe yansımasın diye, sanki kulüp başkanı Ağaoğlu ile sorun yaşıyormuş izlenimi uyandırılmaya çalışılıyor.
Başkan Ahmet Ağaoğlu, durup dururken Ünal hocayı eleştiren, basına şikayet eden açıklamalar yapmaya başlıyor.
E Ünal Karaman aptal değil ya... Yıllarca Trabzon ve Milli Takım forması giymiş, kaptanlık yapmış deneyimli futbol adamı, iki sezondur emek verdiği, kurduğu ve zirveye taşıdığı takımına istifa ederek veda etmek zorunda bırakılıyor.
Tabi Bordo Mavili taraftarlar önce buna karşı çıkıyor, sosyal medyadan Karaman'a arka çıkıyorlar. Fakat, kısa sürede bu destek ilginç bir şekilde sönümleniyor ve konu sessiz sedasız kapanıp Hüseyin Çimşir hazır, kurulu ve bomba gibi takımın boşalan teknik direktörlüğüne kuruluyor!
Hüseyin hoca da uyanık, Ünal hocanın kurduğu yapıyı (sistemi) bozmadan aynen sürdürüyor ve (sanki Ünal hoca hiç gitmemiş gibi) başarılı sonuçlar almaya devam ediyor. 
İyi de madem sistem devam ediyor, iyi futbol oynayarak takım kazanıyor, şampiyonluk şansı neden %40'lara 30'lara düşsün ki?
Damat beyin full desteği de sürdüğüne göre...
Bu destek hala sürüyor mu gerçekten? Yoksa dengeler yerine otururken diğer kulüpler, Trabzonspor'a tanınan ayrıcalıklara uyandılar mı?
Elbette uyandılar. özellikle Fenerbahçe, Trabzon'a uygulanan borç yapılandırmasının kendilerine ve diğer kulüplere de tanınması gerektiği yönünde sesini yükseltince, işin rengi de değişiyor.
Tüm bunların üstüne Fenerbahçe stadında Damat Berat Albayrak aleyhine tezahüratlar da patlak verince, Fenerbahçeli olduğu bilinen Sn Reis, Ak Parti Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, bakanlarla özel ve acil bir toplantı yaparak, kabinedeki herkesin bir daha hiç bir takım lehine ya da aleyhine açıklama yapmaması ve destek vermemesi konusunda uyarıda bulunuyor.
Düşünsenize tüm tribünlerden yayılacak bir tezahüratlı protesto eyleminden sonra ne olurdu Sn Erdoğan'ın itibarı? Maazallah...
Ama Sn Erdoğan anında konuya el koyarak, tüm stadlara kötü örnek teşkil edecek olası bir toplu tribün protestolarının önünü de kesmiş oluyor...
Berat Albayrak damat beyefendiler de bu uyarıyla ister istemez çok sevdiği, şampiyon olabilmesi için her şeyi ama her şeyi yapmaya hazır olduğu biricik Trabzonpor'undan uzak kalıyor.
Bu durum elbette takıma kötü etki etmiyor. Neden? Çünkü Ünal Karaman çok iyi bir takım kurmuş, kadro tıkırı tıkır işliyor, şampiyonluğa doğru gidiyor...
..da Başakşehir, Sivasspor ve Alanyaspor'un yanına çok daha dişli bir rakip ekleniyor.
"Galatasaray!"
Ligin ilk yarısında, 10 puan geriye düşmüş Galatasaray, iyi futbol oynamamasına rağmen, Fatih Terim'in de deneyimiyle aradaki farkı kapatıyor, 20 yıl aradan sonra gelen son Fenerbahçe galibiyetiyle de zirvedeki Başakşehşehir ile puan farkını bire indiriyor. Trabzon'la puanları eşitliyor.
Her ne kadar Trabzonspor'un, Elazığı depremi nedeniyle ertelenen Malatyaspor maçı olsa da, Galatasaray deplasmanına gidecek olması ciddi bir dezavantaj!
Eğer Galatasaray iddialı duruma gelmeseydi, Trabzonspor, Başakşehir, Alanya ve Sivas'ı geçer, şampiyonluk şansı %80'lere kadar çıkardı ama Galatasaray gibi bir camianın rakip olması işi çok zorlaştırıyor.
Belki Trabzon, G.Saray'daha iyi futbol oynuyor olabilir ama son iki yılın şampiyonu, Fatih Terim  deneyimi ve taraftar farkı dengeyi bozabilir.
Eğer son haftaya puan puana girilirse, lig sonunda oynanacak erteleme Malatya maçı kader maçı olabilir ve o maçta neler olur neler, varın siz düşünün!
Trabzonspor'un, ortaya koyduğu performansla zaten her hangi bir harici, gayri ahlaki bir desteğe ihtiyacı olmadığını kanıtlamış durumda.
Ve eğer Bordo Mavililer şampiyon olursa, bu Hüseyin Çimşir'den çok Ünal Karaman'ın başarısı olacaktır...
Ve eğer Damat Berat bey araya girmemiş olsaydı ligi açık ara lider götüreceğini de bilmem anımsatmama gerek var mı?
Ve eğer şampiyonluk kaçarsa bilin bakalım suçlusu kim olacak?
Bilmediği, anlamadığı konulara burnunu sokan her kimse işte tam da odur!
Ne demiş Dostoyevski ?
Şeytan uyuyakaldı bir gün. Rüzgar sert esti. Üç tüy düştü şeytandan dünyaya. Biri paraya yapıştı, diğeri mevkiye, öteki de ihtirasa. O günden sonra şeytan hiçbir iş yapmadı.

@SuatOktySnck

                                 YAZININ VİDEOSNU İZLEMEK İÇİN TIKLAYIN: 


Cuma, Şubat 21, 2020

Sors'u Türkiye'ye kim davet etti?

Cumhurbaşkanı ve Ak Parti Genel Başkanı Erdoğan’ın başı çektiği geniş bir güruh, Gezi olaylarının arkasında “Faiz Lobisi”nin olduğunu, bu Faiz Lobisi'nin de borsa spekülatörü George Soros’un bulunduğunu İddia ediyor.
Bunu duyan sokaktaki Ak Partili vatandaş da Gezi olaylarına katılan, destekleyen herkesi
Şeytan gibi görmeye başlıyor.
Gezi olayları hakkında karar açıklandıktan sonra gözler, Soros’la bağlantısı olduğu iddia edilen isim (özellikle) Osman Kavala’daydı.
Kavala önce beraat etti, sonra 15 Temmuz darbe girişimine ilişkin tekrar tutuklandı.
Anlayacağınız, suç uyduruldu.
İşin ilginç yanı, davaya bakan tüm hakimler hakkında da soruşturma açıldı.
Yani nefret çok büyük!
Peki gerçekten de Osman Kavala Soros’çu mu?
Ya da Soros, Kavala aracılığıyla Türkiye’de ayaklanma başlatıp iktidarı devirmeye çalışmış olabilir mi?
Bu arada George Soros için kullanılan “spekülatör” kelimesinin Türkçe karşılığının “vurguncu” olduğunu anımsatmak isterim.
Bu konuyla ilgili, Gezi olaylarından hemen birkaç gün sonra, 28 Haziran 2013’te düzenli yazılar kaleme aldığım www.bursaport.com sitesinde, “Erdoğan, Soros'u tanıyor mu?” başlıklı bir yorum yazmıştım.
Şöyle demiştim o yazımda: Bloomberght.com adlı Sitede yer alan haberi okuyunca, yıllar önce Soros ile ilgili medyamızda çıkan haberler geldi aklıma.
Yıllar önce dediğime bakmayın, yani bundan yaklaşık 7-8 yıl öncesine götürecem sizi şimdi. Yazıyı kaleme aldığımda 7-8 yıl, şimdi 14-15 yıl olduğunu da hemen eklemeliyim.
Soros ile ilgili kaygı dolu ilk yazıyı Türkiye'de Can Dündar yazmıştı.
(o yazıyı aradım ama bulamadım) Dündar o yazıda Soros'un yatırım yaptığı her ülkenin daha sonra iç karışıklık yaşadığı konusunda uyarılarda bulunuyordu.
Bazı kesimler tarafından şeytanın oğlu olarak da adlandırılan ve esas işlevi borsa spekülatörlüğü yani
“vurgunculuk” olan ünlü yatırımcı ve Soros Fon Yönetimi'nin başkanı George Soros'u Türkiye'de yatırım yapması için davet eden kim biliyor musunuz?
Dönemin başbakanı Recep Tayyip Erdoğan.
14 Haziran 2005'te George Soros'u kendi makamında kabul eden Erdoğan, Macar asıllı Amerikalı Yahudi iş adamını yatırım yapması için ülkemize, davet ettiğine dair haber ajanslardan medyaya yansımıştı.
Haberi geçen ajans İHA Ankara temsilciliği: “Başbakan Erdoğan, ünlü yatırımcı Soros'u Kabul etti” Can Dündar, köşesinde Soros'u deşifre(!)
Ettikten sonra da ilk röportajı yapmak zorunda kalan ilk gazeteci de yine kendisi oldu.
Dündar röportajı yapmaya gönül rızasıyla mı gitti, yoksa kerhen mi, bilmiyorum ama iki bölüm halinde yayınlanan röportajda söylenenler bugün yaşananlara ışık tutacak ayrıntılar taşıyordu.
12 Mayıs 2005 tarihinde Can Dündar’ın sorularına açık yürekli(!) yanıtlar veren Soros'un sözlerini
kullanarak 'AKP, İslami bir ülkenin en demokratik partisi' başlığını atmıştı Milliyet Gazetesi.
Bakar mısınız tanımlamaya: 'AKP, İslami bir ülkenin en demokratik partisiymiş…
Kim diyor bunu?
Soros…
Kim?
Bugün Ak Partililer’in
Nefret ettiği isim, borsa vurguncusu…
O tarihte AKP ve Erdoğan’a nasıl da gazını vermiş borsa baronu sinsi kurt Soros değil mi?
"Nerede devrim var kızıl milyarder orada" Başlıklı 13 Mayıs 2005 tarihinde yayınlanan röportajın 2. gününde Can Dündar’ın sorularını aynı dürüstlükle yanıtlamaya devam eden Yahudi asıllı borsa spekülatör yani vurguncusu Soros amca, Can Dündar’ın, "diktatörler sizden korkuyor, çünkü siz gelince onlar devriliyor. Değişimi tetikliyor musunuz, yoksa kokluyor musunuz?” şeklindeki soruya şöyle yanıt veriyor:
“Değişim halktan gelmelidir. Elbette vakıflarımızın demokrasi talebine katkısı olabilir ama halk desteklemedikçe bu hiçbir işe yaramaz. Bu açıklama üzerine Can Dündar, “ama muhaliflere para vererek değişime önayak oluyorsunuz” diyor…
George Soros bu açıklamaya, “hayır. Ben değil, oranın halkı önayak oluyor. Biz onlara destek veriyoruz” diye karşılık veriyor…
Tam da Sn Recep Tayyip Erdoğan'ın şikâyet ettiği konulara taa 2005'te değinmiş Soros amca değil mi?
Diktatörlere karşı ayaklanan halkı destekleyen bir borsa spekülatörü.
2005'te 75 yaşında olan bu adam bugün 90 yaşında!
Peki bu adamı Türkiye’ye kim davet etmiş ve onu makamında kim konuk etmişti?
Elbette dönemin başbakanı Erdoğan…
Bugünün mutlak muktediri, tek adamı, Türkiye’nin halk tarafından seçilmiş ilk cumhurbaşkanı,
Ak Parti genel başkanı, yargıyı, orduyu, emniyet teşkilatını, medyayı, değil elinde, iki dudağının arasında tutan, yandaşları tarafından Reis ve Dünya Lideri namıyla andığı Erdoğan!
O tarihlerde Erdoğan’ı uyaran kimse olmamış mıydı dersiniz? Olmaz olur mu?
İşte onlardan biri: Güngör Uras.
Uras, 22 Haziran 2006'da Milliyet Gazetesi’ndeki köşesinde yer alan "ben Soros'tan korkarım" başlıklı yazısında şöyle bir uyarı yapmıştı: "açık toplum enstitüsü etrafında topladığı entelektüeller, yazarlar, çizerler, üniversiteler ve ülke politikasında şu veya bu görüş yanlılarına destek vermeye başlasa... Aldınız başınıza kocaman bir belayı. Soros'un pozisyon alma hakkı var da benim yok mu? Benim pozisyonum belli. Ben Soros’u sevmiyorum. Türkiye'deki ilişkilerini yanlış ve zararlı olarak değerlendiriyorum. Bunun için Soros'tan korkuyorum. Ama, benim Soros’u sevmemem "ne yazar"? Soros sevenler o kadar çok ki...
Bakınız şu kriz döneminde, AB'den, ekonomiden, enerjiden sorumlu anlı şanlı bakanlarımız.
Soros ile yemek yemek için, Ankara'yı bırakıyor, koşa koşa İstanbul'a geliyor."
Güngör Uras, AKP iktidarını, bakanlarını ve elbette Sn Erdoğan’ı kibarca uyarmış.
Bugün olduğu gibi Erdoğan o gün de kimseyi dinlemediği için, bu uyarı da havada kalmış elbette!
Şimdi gelelim bugüne.
Yani günümüze...
Sn Recep Tayyip Erdoğan "Gezi Parkı" olaylarının arkasında dış güçler olduğundan
Avazı çıktığı kadar şikâyet ederken adres olarak "Faiz Lobisi”ni göstermişti.
Yani uluslararası borsa simsarları, borsa spekülatörlerini.
Bu Faiz Lobisi’nin çıbanbaşı olarak da karşımıza Soros çıkıyor!
Üstte de vurguladığım gibi, Dündar'a verdiği röportajında ne diyordu ak saçlı sinsi
gülüşlü Soros amcamız?
"değişim halktan gelmelidir. Elbette vakıflarımızın demokrasi talebine katkısı olabilir, ama halk desteklemedikçe bu hiçbir işe yaramaz."
Yani, Soros amca demek istiyor ki "bir sıkıntı olacak ve o sıkıntı olursa, biz de o sıkıntılı kısmı kaşıyacaz yaray haline gelecek, yarayı daha da kaşıyıp iltihap olacak ve sonra..."
Sonra ne ola ki?!
Halk ayaklanması…
Olmadı darbe…
Darbe mi?
Nasıl yani?
Darbeyi kim yapacak ki?
Orduuuuu, generaller…
Peki ya askerlerin böyle bir niyeti yoksa!
O zaman niyeti olan subayların önü açılmalı, onlar üst rütbelere taşınmalı, veeee….
15 Temmuz darbe girişimi…
O generallerin paşaların önünü kim açmış, onların rütbelerini kim yükseltmişti?
Kim?
Duyamadım, kim, efendim!
Erdoğan mı, dediniz…
Evet, doğru bildiniz,
Benden bir adet çalarlı kol saati kazandınız(!)
Peki George Soros’u ülkeye yatırım yapması için Erdoğan davet etti, kabul. Gezi parkı olayları ilk
başladığı gece, yani yara kaşınmaya başlamadan, henüz küçük bir sivilceyken, apse yapmadan, daha o gece, Gezi Parkı'nda toplanan 50-60 kişilik gruba sabah ezanına müteakiben saldırı emrini kim verdi?
Kim?
Soros mu?
Acaba, Soros'un adamları İstanbul Valiliği’ne, Emniyet Müdürlüğü'ne sızmış olabilir mi, ne dersiniz?
Ya da İstanbul BŞ Belediyesi’nin dozer ve kepçelerini, ağaçları sökmek için Gezi Parkı'nın önüne
gönderen Soros muydu?
Veya, 19 Haziran 2013 Cumartesi günü, ben de oğlum Tarık ile birlikte bulunduğum Gezi Parkı’ndaki o son gün, akşam ezanına müteakiben başlayan Gezi Parkı ve Taksim müdahalesi emrini de Soros vermiş olabilir mi?
George Soros’un hem İçişleri Bakanlığı’na, hem de İstanbul BŞ Belediyesi’ne ve tabii ki, orada toplanan kalabalıklara etki edebileceğine inanıyor musunuz gerçekten?
Ya da Osman Kavala!?
Soros için şeytanın oğlu dediysem mecazi anlamda dedim, gerçekten tüm bunları yapabilecek kudrete
sahip biri olduğunu düşünmüyorsunuz umarım!
Zira benim gibi, yüz binlerce kişiden oluşan sıradan halkı meydanlara çeken polisin orantısız güç kullanımı ve dönemin başbakanı Erdoğan'ın kendini halkın üstünde görme çabası ve inadından gayri başka bir şey değildi!
Var sayalım, George Soros’un bu işlerde parmağı var...
Eğer, Erdoğan gezi parkında eylem yapan vatandaşların yanına gidip "ben de sizinle ağaçları koruyacağım. Başbakan olarak sizi destekliyorum" deseydi... Ne olurdu?
Gezi olayları bu kadar büyür müydü?
Yoksa her şey tatlıya bağlanıp konu kapanır mıydı?
Bence kapanırdı ve Soros ya da varsa bir destekçi, kuyruğunu kıstırıp kaçar giderdi... 
İyi ama, başbakan Erdoğan o emirleri kendisinin verdiğini itiraf etmemiş miydi?
Yoksa, Erdoğan ve Soros...
Yok canım o kadar da değil…
İyi de, ne peki?
Ortada çok basit ve rahatlıkla tedavi edilecek bir yara varken, yanlış tedavi uygulayarak, George
Soros gibilerine fırsat yaratırsanız ve üstelik bu insanlara ortam hazırlarsanız, "faiz lobisi bizi
yıkmaya çalışıyor!" demeniz ne kadar samimi ve inandırıcı olur?
Daha önce buradan defalarca sormuştum,
Bir daha soruyorum: Hangi AVM, hangi kışla, hangi siyasi kariyer insan hayatından daha değerlidir?
Uğratılan maddi zarar belki bir şekilde telafi edilecek.
Ya sakat kalanların kaybolan uzuvları, ölüp giden canlar?
Ya polisimizin halk nezdinde tükenen itibar ve güveni?
olanlara bakınca söyleyecek tek bir şey kalıyor: Kendi düşen ağlamaz.
Bugün yaşadığımız her türlü kaybın tek bir sorumlusu var.
O da miting meydanlarında tekrarladığı arsız yalanlarla seçmenlerini kışkırtmaya
devam eden Sn Recep Tayyip Erdoğan’dan başkası değildir.
Bunu ben demiyorum. Ne yazık ki, kendi yaptığı ya da yapamadığı icraatları ve söyledikleri; "her şeyi" apaçık kanıtlamaya yetiyor!
Kanıtlamıyor mu, yalan mı?
Siz hala dış güçler yalanına mı inanıyorsunuz?
İyi de yıllar önce ne demişti Sn Erdoğan dış güçler hakkında: “Eğer sizin bünyeniz güçlüyse, sağlamsa, bünyede olan virüs hiçbir zaman sizin vücudunuza zarar veremez"
Peki o zaman vücudun içine virüsü kim soğuktu?
Virüsü bir tanıyalım: Adı Soros.
Kim çağırmıştı?
Kim, söyleyin hadi kim?
“ya taraf olursun ya da bertaraf olursun"
“ya bizdensin ya onlardan” diyerek toplumu ikiye bölen bünyeyi zayıflatan,
virüslere karşı dirençsiz bırakan kim?
Kim?
Efendim, kim,
Duyamıyorum kim dediniz,
Çekinmeyin hadi söyleyin,
Kim?
Kemal Kılıçdaroğlu değil mi?
Tabiii yaaa, ah Kılıçdaroğlu ah,
Başımıza ne geliyorsa hep senin yüzünden.
Neyse, şaka bir yana, siz hala “başımız bitten, kıçımız itten neden kurtulmuyor?” umarım anlamışsınızdır.
Ne demiş atalarımız; “Sen eşek kalmaya razı olduğun sürece, sırtına semer vuran da çok olur…
daha sonra anırmak işe yaramayacak.
Çünkü sırtındaki semerden kurtulmaya çalışmadıkça, Süleyman gider, Recep gelir,
Recep gider Babacan gelir…
Haydi hayırlı işler…

@SuatOktySnck

YAZININ VİDEOSNU İZLEMEK İÇİN TIKLAYIN: 






Salı, Şubat 18, 2020

Geziciler mi daha tehlikeli IŞİD mi?

İçimizdeki tehlikenin farkında mısınız?
Haberin başlığı aynen şöyle:
"IŞİD'in infazcı yöneticisi Bursa'da yakalandı!"
Ne?
Kim?
"IŞİD'in infazcısı"
Yani, infazcı derken?
Katil, cani, insanları tavuk gibi gırtlaklayan insanlık düşmanı yaratıklardan biri; Bursa'nın İnegöl ilçesinde yakalanmış.
Nasıl yani...
Bi'dakka...
Van minüt...
IŞİD, Sn Cumhurbaşkanı ve Ak Parti Genel Başkanı Erdoğan'ın DEAŞ, bazı kesimler tarafından da DAİŞ olarak tanımlanan, eli kanlı... Yok yok, eli kanlı tanımlaması da yetmiyor, vicdansızlar yığını, insanlıktan çıkmış, beyni yıkanmış organik vahşi robotlardan kurulu, hastalıklı insan görünümlü yığınlardan oluşan örgütün bir mensubu Bursa'da yakalanmış!
Haber şöyle: IŞİD'in üst düzey yöneticilerinden olduğu belirlenen Suriye uyruklu şüpheli yakalandı. Yakalan şüphelinin, IŞİD adına infaz gerçekleştirdiği ve bu kanlı eylemleri sosyal medya üzerinden yayınladığı öğrenildi.
Haber şöyle devam ediyor:
İl Emniyet Müdürlüğü Terörle Mücadele Şubesi ekipleri, Suriye'nin Deyrezor kentine bağlı El-Meyadin ve El-Bukemal bölgelerinde IŞİD'in üst düzey yöneticisi olarak görev yapan "Abu Taki Alshamy" kod adlı 50 yaşındaki Y.A.A'nın, İnegöl'de saklandığı bilgisine ulaştı.
Harekete geçen ekipler, Bursa Cumhuriyet Başsavcılığının talimatıyla Özel Harekat Şubesi'nin de destekleriyle operasyon düzenledi.
İlçede bir inşaatta gözaltına alınan Y.A.A, sorgulanmak üzere İl Emniyet Müdürlüğüne getirildi. Bir doğal gaz servisinde çalışan Y.A.A'nın, IŞİD'in daha önce yayınlanan videolarında esirlerin tabancayla infaz edilmesi görüntülerinde yer aldığı öğrenildi.
Başlığa bakar mısınız? "IŞİD infazcısı yakalandı"
İyi de adam bir yere kaçmıyormuş ki yakalansın.
Tam 3 yıldır İnegöl'de yaşıyormuş da kimsenin ruhu bile duymamış.
Mide bulandırıcı...
Ürkütücü...
Korkunç...
Endişe verici...
Bu yaratık nasıl oldu da Bursa'ya, Bursa'nın İnegöl ilçesine geldi, yerleşti ve üstelik bir doğal gaz firmasında iş bulabildi?
Off ki ne of!
Yalnız haber de eksik bir şey var ki, bu benim endişemi de artırdı.
"Abu Taki Alshamy" kod adlı Y.A.A TC vatandaşı mı, Suriyeli mi?
Sonra anlaşıldı ki, Türk değil,
Suriyeliymiş. 
Soruşturma genişletilmiş ve 3 kişi daha gözaltına alınmış!
İçimiz rahat etti mi, elbette hayır!
Kafamda hala deli sorular!
Bu yaratığın Türkiye'ye girmesine kim yardımcı oldu?
Nasıl sınırı geçti?
Devlet güvenlik güçleri o sırada ne yapıyordu ve bu adam nasıl bu kadar rahat işe girip normal bir insan gibi yaşamaya başladı?
Evet, emniyet güçleri bu caniyi yakalamış ve enselemiş...
Tekrar anımsatıyorum. Adam kaçak değil, sıradan insanlar gibi normal bir hayata geçmiş, sanki sinek öldürür gibi insan öldüren kendisi değilmiş gibi!
Peki ya başkaları da var mı?
IŞİD'in uyuyan hücreleri de olabilir mi?
Yok diyebilir miyiz?
Bundan nasıl emin olabiliriz?
Suriyeliler arsızca ülkeye doldurulurken, itiraz edenlerin ne kadar haklı oldukları bir kez daha anlaşılmıyor mu?
Gerçek ve mazlum, savaş mağduru mültecilerin arasına bu insanların karışabileceği ve çok dikkatli olunması gerektiği defalarca yazılıp çizildiği halde, nasıl oluyor da caniler aramıza karışabiliyor?
İçimizdeki tehlikenin farkında mısınız?
Bizi yönetenlerin toplumu kimlerle entegre etmeye çalıştıkları, nasıl bir felakete sürükledikleri şimdi daha iyi anlaşılmıyor mu?
Bizim askerimiz Suriye'de şehit olurken...
Bir dakka...
Bir van minüt daha...
Suriye'de yaşamını yitiren Mehmetçiklerimiz gerçekten şehit mi?
İyi de şehitlik kavramı; vatan toprağını savunurken, ecdadını, soyunu sopunu, dinini imanını korur kollarken ölündüğünde olmuyor muydu?
Bizim askerimiz vatan toprağında değil, bir başka ülkenin, üstelik Müslüman olan din kardeşimiz bir ülke askeri tarafından öldürülüyorsa, toprağını, vatanını savunan kim oluyor?
Bizim askerimiz mi, Suriye askeri mi?
Bizim askerimiz şehit sayılıyorsa Suriyeli asker öldüğünde ne oluyor?
Bizim askerimiz Suriye topraklarında hedar edilirken, Suriyeli gençlerin batıda nargile keyfi yapmasının vatandaşın canını sıkması kadar doğal ne olabilir!
Evet, savaş mağduru yaşlı, kadın ve çocuk mültecilere kimsenin lafı yok da...
Aslan gibi(!) Suriyeli gençlerin arasında kaç IŞİD'li olduğunu düşünmeye çalıştıkça ne kadar büyük bir tehlikeyle karşı karşıya kaldığımızı, başımıza nasıl büyük bir bela açıldığını anlatacak kelime bulamıyorum!
Aha buraya yazıyorum. Hiç kimse güvende değil... Hiç kimse...
Ne iktidara muhalif olanlar, ne de iktidar yandaşları, yani Ak Partililer...
İçimize bu dinamiti sokanlar, dinamit sokulurken izleyen, göz yuman ya da destekleyenler, fitil ateşlendiğinde kaçmaya fırsat bulamayacaklar!
Bu arada, aklıma gelmişken değinmeden geçmek istemiyorum...
Gezi olayları yaşandığında, yani 7 yıl önce ne IŞİD biliniyordu ne DAİŞ, ne de DEAŞ...
Bugün gelinen duruma baktığımızda Gezi Olayları'na katılanların nasıl da düşmanlaştırıldığını üzülerek görüyor insan.
Özellikle de Gezi Parkı'nı hiç görmemiş, gezmemiş oradaki ruhu anlamayanların ahkam kesmesi daha da üzücü... Oysa Gezi direnişine katılanların tek bir isteği vardı. Özgür, rahat, çağdaş ve huzurlu bir ülkede, düşüncelerine, kılık kıyafetine karışılmadan yaşamak!
Gezi Parkı'nda direnenler kimseye saldırmadı, kimseyi yaralayıp sakat bırakmadı, kimsenin hayatına kast etmedi.
Elbette mesele 3-5 ağaç değildi...
Esas mesele iktidarın insanların hayatına müdahale etmeye çalışması ve buna karşı gelen, asıl amacı barışçıl olan yüz binlerce direnen insanın tarihi mücadelesi...
Bu insanlara şiddet kullanarak karşılık veren kimdi?
Yaralanan, ölen, sakat kalan kimdi?
Dönemin Başbakanı Erdoğan, Topçu Kışlası yapacaktı ya...
O yüzden kesilmemiş miydi o ağaçlar?
Sahi ne oldu Topçu Kışlası?
Gezi Parkı'nda direnen insanlar darbeci, hükumeti devirmeye kalkmakla, hainlikle suçlandı!
Oysa sonra anlaşıldı ki, esas darbe yapmak isteyen, iktidarın kuyusunu esas kazmaya çalışanlar, aynı menzilde yürüdükleri, alnı secdeye değen badem bıyıklılarmış...
Ve IŞİD...
Gezi Parkı'na katılanları lanetleyenler ne demişti o dönem IŞİD militanları için? "Öfkeden bir araya gelmiş Sünni gençlerdir"
Gerçekten de "öfkeden bir araya gelmiş Sünni gençlerden" oluşan bir grup muydu?
Peki IŞİD ne istiyordu, istediğini elde etmek için ne yaptı?
Kan, gözyaşı, acı ve ıstırap dışında... On binlerce insanı katletti...
Gezi Olayları'na katıldıkları ya da sözüm ona liderlik ettikleri gerekçesiyle aylarca, yıllarca hapiste yattı insanlar...
"Osman Kavala nihayet beraat etti, bi yere kaçmayacak, yeri ve yurdu belli... Gider istediğin zaman, canın sıkılınca tutuklarsın(!)"
diye yazmıştım ki, yine kendimizi dünyaya güldürdüğümüz bir karar çıktı ve Osman Kavala daha dışarı çıkmadan yeniden tutuklandığı haberi geldi. Üstelik bu sefer 15 Temmuz darbe girişimine ilişkin..
Şaka değil, gerekçe tam da böyle...
O zaman aklıma gelen şu soruyu sorayım: Geziciler mi daha tehlikeli IŞİD mi?
Geziciler içeride, e bir kaç IŞİD militanı da yakalandı...
IŞİD'in eli kanlı canileri ise aramızda dolaştı ve belkide hala aramızda yaşıyor olabilir...
Yakala yakalayabilirsen...
Allah sonumuzu hayretsin, diyecem ama biliyorum ki, Rabbim bu işe karışmıyor...
Evreni yaradan kudretin verdiği aklı kullanamayanlar önce çürümeye sonra da yok olmaya mahkumdurlar!

@SuatOktySnck

YAZININ VİDEOSNU İZLEMEK İÇİN TIKLAYIN:


Pazartesi, Şubat 17, 2020

Geçmiş sevgililer gününüz mübarek olsun(!)


Olmaz mı, yani sevgililer gününü anneler günü, babalar günü…
Hmm…
Yok yok yanlış örnekledim…,
Kandiller günü gibi mühim bir gün değil mi?
“Dalga mı geçiyorsun?” diye mırıldandığınızı duyar gibiyim…
Evet dalga geçiyorum, boru gibi, buz gibi, bal gibi, deli gibi, gün gibi, ay gibi,
Aslanlar gibi, delikanlı gibi kafa buluyorum sizinle…
Yok yok, kafa bulma demeyelim de, ironi yapıyorum, desem daha yerinde olur; da…
Sevgililer günü ile kandil günleri-geceleri arasında ortak nokta ne ola ki…
Şöyle açayım konuyu: Kutsal bayramlar hariç, (belki de yılbaşı) son yıllarda insanlar kandillere ve dolayısıyla da falanca-filanca günlere haddinden fazla önem verdiğini gözlemliyorum.
Şimdi yine bana birileri kızacak ve “kandiller ile sevgililer gününü nasıl aynı kefeye koyarsın bre deyyyuzzz” diyecek ama hemen onu da açıklayayım.
Arkadaşlar! Kandillerin hiçbir kutsallığı ve uhrevi bir yanı yok… (Kadir gecesi hariç ki, o da gerçekte hangi gece olduğu tam olarak bilinmiyor.
Her ne kadar Ramazan ayının yirmi yedinci gecesi olarak işaretlense de gerçekten de o geceye denk geldiği asla bilinemez.
Neden?
Çünkü, Ramazan ayı asla hep aynı tarihlere ve güne rastlamıyor da ondan. Har yıl 10 gün önce başlıyor ve 10’ar gün kayıyor…
Neyse konumuz Sevgililer günü ve abartılı şekilde kutlanan kandiller.
İnanın bana, kandiller ne kadar kutsalsa sevgililer günü, analar-babalar günü de o kadar kutsal!
Kandillerde, tatlıcılar, kandil simidi satan fırın ve pastanelerin işleri açılır, sevgililer günü, anneler ve babalar gününde de AVM’ler, restoranlar, kafe ve barlar, kuyumcular bayram yapıyor.
Kapitalizm öyle ya da böyle cebimizdeki paraları emmek için mutlaka bir yol buluyor.
Ünlüler bile sosyal medya hesaplarından sevgililer gününü idrak eden, ettiren mesajlar yağdırdılar.
Gündüz mümininler cuma gününün önemini betimleyen mesajlarla, akşam ise kapitalizmin bol kandırmacalı tatlı tuzağına düşen çağdaş görünümlü güruh…
Elbette yılbaşına karşı olan karşı güruh da boş durmadı, gerek sosyal medyadan, gerekse youtube üzerinden seslerini duyurmayı ihmal etmedi…
Ha bu arada, sevgilisi olmayanların gelenekselleşen tepkileri de her zamanki gibi en çok dikkat çeken paylaşımlar oldu…
Bana gelince…. Açıkçası ben, “bana her gün bayram” mantığıyla hareket ettiğim için, sevgililer günü, anneler ve babalar günü de tek bir gün değil, her gün doya doya yaşanması gereken değerlerdir…
Ne sevgili, ne anne, ne de baba tek bir güne sığacak kadar basit değerler değildir…
Sevgililer gününün çok mühim bir günmüş gibi kutlanmasının anlamsızlığını geçen 14 Şubat akşamı bir kez daha idrak ettim…
O akşam, Uğur Mumcu Sahnesi’ni, “İçerdekiler” adlı oyunumuzu sahnelemek için Nilüfer Belediyesi’nden kiraladık.
Kiraladık diyorum, zira daha geçen seneye kadar Nilüfer Belediyesi bizim gibi amatör tiyatroculara ücretsiz sahne olanağı tanıyordu. Artık ücret mukabilinde sahne veriyor.
İstersen, istemezsen paşa gönlün bilir…
Biz de tam da 14 Şubat gününe boşluk bulduk ve sahneyi maalesef, ne yazık ki mübarek(!) sevgililer günün akşamına kiraladık.
Oyun için duyurumuzu yaparken ve her kimi davet ettiysek; yahu o gün de oyun mu olur, bilmiyor musunuz o gün sevgililer günü?!
Eeee, ne olmuş sevgililer günüyse…
Kimse gelmez ki…
Yahu neden gelmesinler, sevgililer günü dediğin günü kutsal değil ki…
Bayram olsa anlarım, hadi kandil olsa onu da anlarım, altı üstü bir sevgililer günü arkadaş; bu günü bu kadar, abartılı bir şekilde kapitalizmin kutsal günüymüş gibi kutsamak aptallık değil de nedir?
Neyse, velhasılı kelam, biz “inadım inat yüreğim iki kanat” felsefesiyle oyunumuzun duyurusunu  yaptık, “Sevgililer gününde sevdiklerinizi tiyatroya ile sevindirin” sloganıyla sanatseverleri davet ettik ve akşamına da çıktık, oyunumuzu aslanlar gibi bi’güzel oynadık…
Pekiiii, oyunu izlemeye gelen oldu mu?
Olmaz olur mu… 
Tıklım tıklım olmasa da, çok nitelikli bir izleyici kitlesi oyun sonu bizi alkışladı… Ki, izleyiciler arasından Yenişehir İlçesi kaymakamı Suat Seyidoğlu ve arkadaşları da yer alması bizi daha çok sevindirdi…
Bizi alkışlayanların elleri dert görmesin, diyor hepsinin önünde saygıyla eğiliyorum… 
Not: Oyunumuz her pazartesi İnSanat Derneğ / Fomara Sahnesi’nde saat 20:00’de, üstelik ücretsiz sahnelenmeye devam ediyor. Tüm sanat severleri bizi alkışlamaya bekleriz…


YAZININ VİDEOSUNU İZLEMEK İÇİN TIKLAYIN: 

Pazartesi, Şubat 10, 2020

Genel merkezin yapamadığını il teşkilatı yaptı!

Bursa CHP'de kan değişikliği denemez, bu düpedüz gövde değişikliği...
Bursa ilk kongresi sonucunda İsmet Karaca üç rakibini de geride bırakarak CHP Bursa İl başkanı oldu.
İl başkanlığına aday isimler arasında rahatsızlık verici tek isim, önceki başkan Hüseyin Akkuş'un yeniden adaylığıa soyunmasıydı. Aklım almıyor, inanamıyorum, onca başarısızlığına rağmen bir insan, insan olan, düşünebilen, aklını kullanabilen ortalama zekaya sahip biri nasıl bir cür'etle tekrar aday olmayı düşünebildi anlamakta zorluk çekiyorum.
Bursa'da yerel seçimler kaybedildiyse ilk ve tek sorumlu o ilin başkanıdır. Ve seçimlerin ertesi günü, kimse baskı uygulamadan, istemeden, sormadan istifa edebilme erdemini göstermesi gerekirdi.
Akkuş öyle pişkindi ki istifa etmek, çekip gitmek yerine kongrede tekrar aday oldu.
Ben bu durumda ilk suçlayacağım isim, istifayı aklının ucundan bile geçirmeyen o il teşkilatının başındaki kişidir elbet.
Sonra da genel merkez....
Teşbihte hata olmaz; şöyle bir örnek vereyim de konu daha iyi anlaşılsın.
Varsayalım şampiyonluğa oynayan bir takımınız var ve son haftalarda teknik direktörünüz saçma sapan hatalar yapıyor, son hafta final maçında kendi takımı değil de bir başka takımın maçını izlemek için başka şehre gidiyor. Sonuç olarak yeniliyorsunuz ve rakibiniz şampiyon oluyor.
Yeni sezon için o kulübün yöneticileri o teknik direktörü takımın başında tutar mı?
Tutmaz değil mi? Hemen istifasını ister ya da takımdan kovar, yeni teknik adam getirir.
Peki CHP genel merkez yönetim kurulu, yani Genel Başkan Kema Kılıçdaroğlu ne yaptı?
Kulağının üstüne yattı, onca tartışma ve şamatayı, hoş olmayan polemikleri uzaktan izlemekle yetindi. Üstelik Hüseyin Akkuş'un yeniden aday olmasına bile kayıtsız kaldı.
Peki yeniden aday olabilme cesaretini nereden buldu Akkuş?
Elbette ki Bursa Millet vekilleri Orhan Sarıbal ve Erkan Aydın'dan...
Sonuç olarak Hüseyin Akkuş geri çekilebilme erdemeni gösteremediği için kaybetmekle kalmadı rezil de oldu.
Sarıbal ile Aydın ise sadece destekledikleri adayın kaybetmesiyle burukluk yaşadılar, diyebiliriz. Onun dışında onlar için hava hoş(!)
İsmet Karaca'ya gelirsek...
Karaca enerjik ve dinamik bir izlenim çiziyor.
İsmet başkanın tek dezavantajı Mudanya Belediye Başkanı Hayri Türkyılmaz gibi seviyesiz ve vasat birini yanına almış olması.
Koskoca CHP Bursa teşkilatı içinde Türkyılmaz gibi birinin alternatifinin bulunamamış olması, en az Hüseyin Akkuş'un başarısızlığı kadar beni hayretlere düşürüyor. Kesinlikle CHP'ye yakışmayan biri...
Hayri Türkyılmaz dışında İsmet Karaca'nın ilk bakışta eleştirilecek bir tarafını göremiyorum.
Bakalım Akkuş'un başarısızlığının üzerine İsmet Karaca nasıl bir performans gösterecek ve bakalım başarsız olması halinde çekip gitmesini becerecek mi, yoksa genel başkanı Kılıçdaroğlu gibi koltuğuna yapışacak mı?
Yerel seçimlere daha çok zaman olduğu düşünülürse Karaca ve ekbinin hazırlık yapabilmesi için epey bir sürece sahip olduğunu söylemek zor olmaz.
Tabi bunu kullanabilirse...
"İsmet Karaca ne yapar?" sorusunun karşılığımı vermek zor; "iyi organize olur, Akkuş'un nerede, nasıl ve neden yanlış yaptığnı" analiz ederse "başarılı olur" aksi takdirde "Akkuş gibi rezil olup gider" der, yazıya son noktayı koyarım...

@SuatOktySnck

Salı, Şubat 04, 2020

Göbeklitepe mi daha kutsal, Petra mı, Mekke mi?


İnsanlık tarihini değiştiren ve hatta yeniden yazılmasına sebep olan keşif kuşkusuz Göbeklitepe’nin gün yüzüne çıkarılmasıyla oldu. Bilim adamları bu tarihi keşfin gizemini çözmeye çalışırken, medeniyet ve hatta dinler tarihi 12 bin yıl öncesine ötelendi.

Düşünsenize, daha Sümerliler yok, Mısır medeniyeti ortaya çıkmamış, insanlık yerleşik düzene geçmemiş, insanlık avcı toplayıcı konumunda ve bugün Urfa merkeze 22 kilometre uzaklıkta bir mabet yapılıyor.

Biz, Göbekli tepe diyoruz ama mabedi inşa edenler kim bilir ne ad vermişti bu yapıya!

Ve en çok yanıtı merak edilen soru da o insanlar neden böyle bir yapı inşa etme ihtiyacı hissetti?

Aslında bu sorunun karşılığı çok da zor değil.

Tabi bana göre değil...

Bence, bugün bile her birimizin kendimize sorduğu “ben kimim, neden varım, hayatımın anlamı nedir?” sorularına yanıt bulmaktan başka bir şey değil!

Her şey, düşünmeye başladığımız anda başladı.

Elbette, birdenbire, şak diye olmadı bu düşünme ve sorgulama durumu…

Asırlar ve asırlar, yüz binlerce yıldan sonra var oluşuna anlam vermeye çalışan insan denen varlık, Göbeklitepe’ye bir mabet inşa etme ihtiyacı hissettiğinde, medeniyet de başlamış oldu!

Ve dinler…

Sümerlilerin inançları, Babil, Hinduizm, Budizm, paganizm, Mısır medeniyeti ve tek tanrılı dinlerin ortaya çıkması…

Şöyle geriye dönüp baktığımızda tek tanrılı dinlerin tarihinin en fazla 4 bin, 5 bin, hadi bilemediniz 6 bin yıl öncesine kadar dayanır diyelim.

Peki ya ondan öncesi?

7 bin, 8 bin, 10 bin ve 12 bin yıl önce yaşayan insanlar?

Ve hatta 50 bin, 100 bin, 250, 300 bin önce yaşayan atalarımız?

O kadar eskiye gitmeyelim de biraz daha yakına, İsa’dan, yani milattan sonra 22 Nisan 571’e gelelim…

Bu tarih, İslam peygamberi Hz Muhammed’in doğduğu tarih olarak kabul ediliyor.

Kanadalı tarihçi yazar Dan Gibson 20’li yaşlardan başlayarak hayatında 30 yılı aşkın bir süreyi Ortadoğu’da, özelikle Suudi Arabistan, Ürdün, Lübnan, Kudüs ve Suriye civarında geçirmiş.

Bu süre içerisinde birçok araştırma yapmış, bir çok kaynak kitap incelemiş ve bu araştırma ve incelemeler sonucunda, Ürdün’de bulunan Petra harabelerinin, İslamiyet’in başladığı yer olabileceği kanısına varmış.

Bununla ilgili de “Kutsal Şehir Petra” adlı bir belgesel hazırlayan Gibson iddialarını somut belgelere dayandırırken, özellikle de İslam tarihçilerine seslenerek, “Ben İslamiyet’in ve Hz Muhammed’in doğduğu toprakların Mekke değil, Petra olduğunu iddia ediyorum. Gelin beni çürütün!” diyor, nedense hiçbir İslam tarihçisi bu çağrıya karşılık vermiyor!

Sadece sosyal medyada ve özellikle Youtube üzerinden, hakaret ve aşağılama dışında somut argüman geliştiren birileri çıkmadı.

Dan Gibson’ın belgeselini defalarca izledim. Her seferinde, “acaba bir açığını, gediğini bulabilir miyim, acaba Dan bir İslam düşmanı olabilir mi?” diye düşündüm durdum?

İyi de Den Gibson İslam dinini yok sayıp aşağılamıyor ki?

Sadece bazı gerçeklerin değiştirildiğini iddia ediyor. Ki bu gerçekler az buz da değil, bunlar Müslümanların asırlardır kandırıldığını ortaya çıkaran gerçekler olabilir.

Gerçekten biz Müslümanlar asırlardır kandırıldık mı?

Gerçekten son peygamber Hz Muhammed ve İslamiyet Mekke değil de Petra’da mı doğdu?

Petra kelimesinin kuranda geçip geçmediğiyle ilgili bir açıklama yapmıyor Dan Gibson ama Mekke kelimesiyle ilgili de ilginç saptamaları var!

Mekke çorak ve ıssız bir yer mi? Hadisler ve tarihi kaynaklarda anlatılan Mekke tasvirleriyle mevcut Mekke birbirine uyuyor mu?

Hac görevi İslam’dan önce de vardı. Ve insanlar hacı olmak için Kabe’ye geliyordu. İyi ama hangi Kabe’ye?

Bildiğimiz kadarıyla Mekke’den Medine’ye göç yani hicret olayı gerçekleşti. Bu hicret mevcut Mekke’den Medine’ye mi, yoksa Petra’dan Medine’ye mi oldu? Eski hac yolculuklarının odak noktası neresi?

Mevcut Mekke acaba gerçekten başka bir yerden taşınmış olabilir mi?

Hz Muhammed’in ataları Kureyşliler. İslam peygamberi Kureyş kabilesinden gelme. Peki Kureyşliler nereden gelme? Nebatiler’in Arapların ataları olduğu ve Nebatiler de Petra’da yaşadıkları gerçeğine ne demeli?

Dan Gibsın belgeselinde çok ciddi kanıtlar ve argümanlar sunuyor.  Mesela bütün tarihi bilgilerde Mekke’nin surlarından söz ediliyor. Fakat mevcut Mekke şehrinde hiçbir zaman sur olmamış. Peki ya Petra’da?

Hz Muhammed’e vahi geldiği mağara var. Bu mağara Hira dağında.

Oysa Dan Gibson belgeselinde Hira dağının da, mağaranın da Petra’da olduğunu söylüyor.

Hz Muhammed’in vefatından sonra Mekke’nin kontrolü Abdullah bin Zübeyr’e geçiyor. İnbi Zübeyr sahabelerden Zübeyr bin Avvam ile halifelerden ilki olan Ebu Bekir bin Kuhafe'in kızı Esma bin Ebu Bekir'in oğlu, İslam peygamberi Muhammed bin Abdullah'ın eşlerinden biri olan Ayşe bin Ebu Bekir'in yeğenidir aynı zamanda.

Muaviye ordularının Mekke’ye saldırmaları var mesela. Bu konu hakkında Dan Gibson bakın ne anlatıyor?

Hz Muhammet vefat ettikten sonra İslamiyet’in kontrolü önce ilk halife Hz Ebu Bekir’e, ardından hz Ömer’e, sonra Hz Osman’a ve ardından hz Ali’ye halifelik olarak geçiyor. Zaten biliyorsunuz Halifelik, halef olmaktan, yani bir öncekinin yerine geçmek anlamında halef-selef olmak durumu… İşte bu dönemde İslam’ın siyasallaşmaya başladığı görülüyor. Özellikle de Hz Ali’nin ölümünden sonra hem devlet yani halifelik, hem de İslamiyet tamamen Muaviye’nin kontrolüne geçiyor. Bana göre Allah’ın Hz Muhammed elçiliğinde tebliği ettiği İslam özünü kaybederek, Allah’ın değil Muaviye’nin dini haline geliyor. Peki nasıl?

İslam dini Muaviye’nin kontrolüne geçtikten sonra bir şeyler olduğu kesin. Benim de kafamı kurcalayan bazı olaylar yaşanmış o dönem ve o olaylar mevcut İslam toplumunun yozlaşmasının da en büyük nedenlerinden biri olduğunu düşünüyorum.

Kuran değişmiş olabilir mi? Bu gerçekten de kabullenmesi kolay olmayan bir soru. Hiçbir harfinin değişmediğini iddia eden birçok ulema var da, Abbasi’lerin yaptıklarına ne demeli?

Gerçekten Abbasiler tarih ile oynadılar mı? Oynadılarsa Müslümanların bugün bu halde olmalarının nedeni dini yani İslam’ı, yanı Allah’ın kelamını işlerine geldiği gibi yorumlamaya kalkmış olmalarından kaynaklanıyor olabilir mi? Mekke ile Becce aynı anlama mı geliyor? Mevcut Mekke şehir, Becce’nin çakması mı?

Yanıtını merak ettiğim o kadar çok soru var ki?

Dan Gibson bu sorulara yanıt vermekten çok ortaya attığı iddialarla yeni sorular oluşturuyor. Ama hiçbiri dayanıksız ve belgesiz değil. O nedenle belgeselini izlemenizi tavsiye ederim.

Dediğim gibi bu iddiaları kabullenmek kolay değil. Hele ki kökleşmiş, tabulaşmış inançlar toplumu yozlaştırdıysa…

İddiaları çürütmek mi, yoksa küfür edip inkar etmek mi?

Bilmiyorum, eğer Dan Gibson haklıysa… ki, değdim gibi argümanları çok sağlam.

Bu iddialara karşı argüman geliştirmeyi de şimdiye kadar kimse başaramadığına göre…

Bugün milyarlarca insanın inandığı İslam’ın, yüce Allah’ın son peygamber hz Muhammed aracılığı ile insanlara tebliği ettiği din ile hiçbir ilgisi olmadığı gerçeğini ortaya çıkarır. Dan Gibson’ın çalışmasını çok izledim ve hala izliyorum, sorguluyorum. Amacım Gibson’ı haklı çıkarmak ya da çürütmek değil, sadece kafamda oluşan soru işaretlerine karşılık bulmak?

Peki bulabildim mi?

Henüz değil, ama sormaya ve sorgulamaya devam ediyorum. Çünkü biliyorum ki, gerçek oralarda bir yerde duruyor ve gerçeklerin er ya da geç açığa çıkmak gibi bir huyu vardır. Belki yarın belki yarından da yakın.

Ne diyor İstiklal marşımızın yazarı, Mehmet Akif;

“Aldanma insanların samimiyetine. Menfaatleri gelir her şeyden önce. Vaat etmeseydi Allah cenneti; O'na bile etmezlerdi secde.

YAZININ VİDEOSUNU İZLEMEK İÇİN TIKLAYIN: 

Cumartesi, Şubat 01, 2020

Bayraklar yırtılmakla aşınmaz!


Yunan vekil Ioannis Lagos kalktı AB parlamentosunda ay yıldızlı bayrağımızı yırttı. Vay efendim sen misin bunu yapan, Türkiye'de faşist Logos'a saydıran saydırana, hakaret eden edene.

Hatta ve hatta Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı da geri kalmadı ve Ioannis denen gerzeğe re'sen soruşturma başlattı. Peki memlekette onca olumsuz durum varken, onca haksızlık ve hukuksuzluk, kadına ve çocuğa taciz, tecavüz ve şiddet olayları yaşanırken ses çıkarmayanlar bayrak söz konusu olunca neden aslan kesiliyor?

Peki bayraklara saldırılmak ülkelere nasıl bir zarar verebilir? Dünya'da en çok yakılan ve yırtılan bayrakların İsrail ve ABD bayrakları olduğu düşünülürse...

Amerikalılar bizden daha mı az seviyor ülkelerini de bayraklarına bizim kadar değer vermiyorlar?

Aslında bu sorunun yanıtını da biliyorum.

Bize yıllarca bayrağımızın kutsal olduğu anlatıldı. anlatılmakla kalınılmadı beynimize kazıtıldı.

Bayrak için ölmeyi, bayrak için her şeyi yapmayı belletenler, bunun "sığ" bir "bayrak milliyetçiliği"ne evrileceğini düşünmediler.

Belki ruhumuza bayrağın kutsallığını kazıtan şu sözler olabilir: "Bayrakları bayrak yapan üstündeki kandır, Toprak eğer uğrunda ölen varsa vatandır."

Sanki bu sözler Mehmet Akif'in dizeleri gibi gelirdi bana...

Oysa "15 yılı karşılarken" şiirinin son iki satırında geçer ve dizeleri yazan Mithat Cemal Kuntay'dan başkası değil...

Şiirde çok derin ve haklı anlamı vardır gerçekte...

Biz bayrağımızı seviyoruz da dünyada en çok bayrakları hakarete maruz kalan, yakılan, yırtılan İsaril ve ABD'liler daha mı az seviyor ya da bayrak sevmekle vatan sevmek aynı ya da ayrı şeyler midir?


Kahve köşelerinde konuşurken hep söylenir ya "25 milyon Yahudi ve küçücük avuç kadar İsrail ile Araplar baş edemiyor" diye...

İsrailliler, bayraklar yakılıp yırtılınca hiç birinin umurunda olmuyor, hele Amerikalıların hiç umurunda değil...

Adamlar biliyorlar ki, bayraklarının yakılıp yırtılması ile ülkeleri zarar görmeyecek. Bayraklarının yakılması değil ülkelerinin güçlü olması önemli olan!

Amerikalılar bayraklarını kilotları dahil her bir taraflarında kullanırlar. Biz ise bayrak için ölüyoruz.

ABD dünyanın süper gücü...

Peki ya biz?

Biz, sadece bayrağımız için (gerekirse) her şeyi yapmaya hazırız, o kadar...

Onlar uzaya çıkıp aya, Mars'a gidiyor, galaksileri fethediyor...

Biz bayrağımıza hakaret eden oldu mu, kıyameti koparıyoruz...

Onların ekonomisi, teknolojisi, sanatı, mimarisi dünyaya yön veriyor...

Biz, bayrağımızı seviyoruz.

İş haksızlıklara ses çıkarmaya, vakıflarda, kuran kurslarında çocuklar taciz edildiğinde ses çıkarmaya, haykırmaya gelince, şu Yunan'ın zibidi faşist vekile gösterdiğimiz tepkinin binde birini göstermeyi akıl edemiyoruz.

Ekonomimiz çökme aşamasına gelmiş, yolsuzluklar had safhaya ulaşmış, Kızılay'ın bağışları çarçur edilmiş, deprem için toplanan paraların nereye harcandığı açıklanamamış ama Ekrem İmamoğlu'nun kayak yapması kadar bile tepki oluşmuyorsa...


CHP eski Milletvekili Barış Yarkadaş Kızılay'da olanları parlamentoya taşımış, soru önergesi vermiş ama iktidar partisinden konuyla ilgili hiç tepki gelmemiş..

Ya bu duruma kim tepki göstermesi gerekir?

Bayrak yırtılabilir, yerine daha büyük bir bayrak koyarsınız ama ülkemiz zarar görür, ekonomimizi çöker, ülkemiz zayıflarsa yerine bir başka ülke koyamayız...


Bize yalan söyleyenlere itiraz edebilmek marifet...

Haksızlık karşısında suskun kalıyorsan eğer; bayrağını sevsen ne olur sevmesen ne...

Bayraklar yırtılmakla aşınmaz ama geleceğimiz çalınırken ses çıkarmamak toplumu köle olmaktan kurtaramaz...

@SuatOktySnck

KONUYLA İLGİLİ VİDEOYU İZLEMEK İÇİN TIKLAYIN: