Pazartesi, Mayıs 06, 2019

Levent Gültekin’in işi çok zor…


Yazar Levent Gültekin hafta sonu Bursa’daydı. Alevi Kültür Dernekleri Bursa Şubesi’nin davetlisi olarak bir konuşma yapan Gültekin’in işinin ne kadar zor olduğunu bir kez daha gördük. Konuşmasında samimiyetinden kuşku bırakmayan Levent Gültekin’in özellikle HDP’ye ve CHP’nin Atatürkçülük yaklaşımına yönelik eleştirilere bazı dinleyiciler abartılı tepkiler verdi ki, hem HDP'nin yanlışlarını dile getirmesinde, hem de Atatürkçülüğün din gibi tabulaştırılmasıyla ilgili eleştirilerinde sonun kadar haklıydı. Fakat, kendi fikirlerine yönelik eleştirilere tahammül gösteremeyenler ortamın gerilmesine neden oldu.
Anlaşıldı ki, biz toplum olarak kendimize yapılan eleştirileri hazmedebilecek, bunlardan kendimize ders çıkarabilecek düzeye gelememişiz.
Düşünsenize, aydın ve ilerici biriyler olarak bilinen Aleviler arasında bile böyle bağnaz ve tutucular çıkabiliyorsa, muhafazakâr kesimin bu durumda olmasına da şaşırmamak gerekiyor.
Konferansın ardından Levent Gültekin ile YouTube kanalımız “Sen Ne Dersin” için özel bir söyleşi gerçekleştirdik.
İlginç konulara değinen Gültekin’in dikkat çekici sözleri arasında HDP, Selahattin Demirtaş, Ekrem İmamoğlu ve İstanbul Belediye Başkanlığı seçimleri hakkında oldu söyledikleri.
İstanbul seçimlerinin iptal edilmesi gerektiğini ifade eden Gültekin, muhalefetin Ankara ve İstanbul’u kazanmış olmasının başarı olmadığını, Türkiye’nin hala tek adam tarafından yönetildiğini anımsattı ve bu durumu muhalefetin göz ardı ettiğini söyledi.
Ekrem İmamoğlu’nu da, göreve gelir gelmez hemen Anıtkabre gitmesini ve hatta kuran okumasını eleştiren Gültekin, benzer davranışları Recep Tayyip Erdoğan’ın da yaptığını ve bu davranışlarıyla İmamoğlu’nun kendisine Erdoğan’ın belediye başkanı olduğu dönemi anımsattığını ifade etti ve “Recep Tayyip Erdoğan da o zamanlar fakir sofralarında oturuyordu” dedi.
HDP’nin, PKK’nin güdümden kurtulamadığı için Türkiye partisi olamadığına işaret eden usta yazar, www.diken.com.tr sitesinde kaleme aldığı “Açlık grevleri, PKK’nın ölüm oyunu ve HDP’nin sessizliği” başlıklı son yazısını anımsatarak, terör örgütünün Selahattin Demirtaş’ın da ölüm orucunu başlaması için baskı yaptığını ve Demirtaş’ın buna direndiğini ilk defa açıkladı.
PKK Terör örgütünün, ceza evinde yatan birçok HDP’li genci zorla açlık grevine sokup ölüme yolladığını ve bu gençlerin de örgütün elinde rehin olduğunu ifade eden Gültekin, bir başka açıdan Binali Yıldırım’ın da Erdoğan’ın elinde rehin tutulduğunu, onun her dediğini yapmak zorunda kaldığını anlattı.
Söyledikleri içerisinde beni en çok hayrete düşüren konu, terör örgütünün Selahattin Demirtaş’ı bile ölüme yollayabilecek kadar zalim ve acımasız hale geldiğinin ortaya çıkması oldu. Sonra düşündüm ki, Demirtaş’a bunu yapanlar acaba ailesini de tehdit ediyor olabilirler mi?
Peki tüm bunlar olurken devletimiz ne yapıyor dersiniz?
Elbette seyrediyor…
Benzer saptamayı Levent Gültekin de yaptı ve devlet ile PKK arasında gayri resmi bir ittifak olduğuna işaret etti.
Çünkü örgütün varlığı devletin uyguladığı politikalara bağlı. Bugün devleti yönetenler de PKK’ya ihtiyaç duyuyor, çünkü ne zaman başları sıkışsa pat diye PKK saldırı düzenliyor, birkaç şehit geliyor ve ortalık yine karışınca, devlet içinde çöreklenen, kanla beslenen güruh karşılarındaki düşmanı diri tutmuş oluyor.
Dikkat edin, PKK saldırılarını yine sıklaştırdı bu aralar…
Bu aralar derken, ne zamana tekabül ediyor bu durum dersiniz?
Elbette Ak Parti yerel seçimlerde oy kaybedip büyük şehirleri kaybettikten sonra…
Sizce tesadüf mü?
Yani Ak Parti güçlüyken ses çıkarmayan terör, Ak Parti oy kaybedince neden tekrar eylemlerine başladı dersiniz?
E hani dağda, mezrada 700-800 terörist kalmıştı…
Öyle dememiş miydi İç İşleri Bakanı Süleyman Soylu?
Hatta, örgüt elebaşlarından Duran Kalkan yayınladığı bildiride Türkiye Cumhuriyeti'ne tehditler savururken, yeni terör saldırılarına başlayacaklarını açıkladı.
Bu arada, İmralı'ya giden Öcalan'ın avukatları, düzenledikleri basın toplantısında, PKK liderinin barış mesajlarını açıkladılar.
Şimdi burada ciddi bir çelişki var. Örgüt "saldıracaz, kan dökecez" diyor, ama örgütün ceza evindeki lideri, yaşanan sorunlar için "Başta savaş olmak üzere, fiziki şiddet araçlarıyla değil, yumuşak güçle yani akıl, politik ve kültürel güçle çözebiliriz" diyor...
Belli ki, "iyi polis, kötü polis"çilik oynanıyor...
Belli ki kanlı oyun hala devam ediyor, belli ki analar ağlamaya, duvarları sıvasız evlere ateş düşmeye devam edecek!
O zaman şunu sormak gerekmez mi?
Hangi dava, hangi mevki, şan-şöhret, mal-mülk, hangi koltuk insan hayatından, ülke çıkarı ve menfaatinden daha değerlidir?

Hiç yorum yok: