Pazar, Mayıs 26, 2019

Kendi düşen ağlamaz…


Sen üç yıl üst üste düşmemeye oynarsan, düşersin…
Çünkü aranıyorsun demektir.
Çünkü senin yönetimin beceriksizlerden oluşuyor demektir…
Çünkü beceriksizlerden oluşan yönetim kurulu ve başkanı teknik adam seçimlerinde, oyuncu transferinde yaptığı yanlışlardan ders alamamış demektir…
Kaşınıyorsun demektir, ben bu takımı başarılı olsun diye değil, ligden düşsün diye kuruyorum demektir…
Neyse düştük ve kendi düşen ağlamaz…
Ağalayan varsa da sezon başı olanlara, önceki iki yıl yaşananlara baksın da öyle kendi haline ağlasın...
Çünkü bu takımı sadece oynanan futbol anlamında değil, kaynakların kullanımı anlamında da ligden düşürmüş bir yönetim vardı kulübün başında ve iki yıldır başaramadığını üçüncü yılında başardı, nihayet ve 2009-2010 yılının Süper Lig Şampiyonu Bursaspor 14 yıl sonra bu kabusla bir kez daha karşılaştı…
Ali Ay ve yönetimi suçlu mudur?
Elbette suçludur, ama ondan daha büyük suçlu olanlar var ve mesela bence en büyük suçlu taraftarlar ve kongre üyeleridir.
16 Mayıs 2010’da gelen şampiyonluğu neredeyse kendilerine mal eden ve utanmasalar, “bu takımı biz şampiyon yaptık, biz olmasaydık şampiyon olamazdı” demeye getirebilecek kadar densizler yığınıdır Bursaspor taraftarı ve bugün bu takım düştüyse çıkıp “bu başarısızlıkta en büyük suç bizimdir!” diyebilmelidir ki, bunu diyebilecek erdemli insanlardan yoksundur o güruh!
Ali Ay Yönetimi tekrar göreve seçilirken oy verenler, Atatürk Stadı yıkılırken sesini çıkarmayanlar suçludur ve elbette medya suçludur, hem de çok suçludur.
Siyaset kulübün içine habis gibi çöreklenirken kalemini oynatmaya, iki satırı bi araya getirmemek için 3 maymun taklidi yaparak ortalıkta dolanan satılmış köşe yazarları, köşesini kaptırmak istemeyen gazeteci müsveddeleri suçludur…
Futbolcular da suçludur da, onları ödemelerinden yoksun bırakan başkan Ali Ay ve yönetiminin yanında suçlanacak en son kişiler futbolculardır. Teknik direktör Samet Aybaba da suçludur ama esas ona güvenip de bu takımı emanet edenlerdir en büyük suçlu…
“Suçlu ayağa kalk!” desem bu şehirde utancından başını öne eğecek adam kalmaz, ki adam da yok zaten! Olsaydı, bugün bunları yaşamazdık…
Bursasporluyum ve gururluyum, zerre üzülmüyorum; bu takımı alt ligde değil daha alt ligde ve en alt ligde olsa bile sevip destekleyeceğiz, o ayrı mesele...
Sezon öncesi hep yazdık, hep uyardık…
Böyle giderse düşeriz, Ali Ay bir Bursaspor düşmanı g,b, davranıyor, bu takımı düşürmeden gitmeyecek, dedik...
Samet Aybaba ile olmaz, böyle gidersek düşeriz, dedik...
Kendi sahasında rakiplerini yenemeyen takım düşer diye bas bas bağırdık...
Düştük...
Ağlamak beyhude bu saatte...
Çünkü KENDİ DÜŞEN AĞLAMAZ!

NOT: Bu arada Bursaspor, şampiyonluk yaşayıp da ligden düşen ilk takım olarak adını tarihe kara harflerle yazdırdığını üzülerek anımsatıyorum, emeği geçenlerin kutluyorum(!)

Pazar, Mayıs 19, 2019

İmamoğlu itiraf etti: Ben projeyim(!)

Söyleşi programlarının duayeni Okan Bayülgen ekranlara bir döndü pir döndü...  Dijital yayın yapan 100 TV'de söyleşi programlarına bir süredir kaldığı yerden devam eden  Bayülgen, malum nedenlerden ötürü KanalD'de ki programına son verildiği için ortalıkta görünmüyor ve program yapmıyordu.
Bayülgen'in dün gece yayınlanan Uykusuzlar Kulübü adlı programının konuğu İstanbul Büyükşehir Belediye başkan adayı Ekrem İmamoğlu oldu.
Okan Bayülgen'in sorularına samimi yanıtlar veren genç belediye başkanı adayı, "Siz bir proje misiniz?" sorusuyla birlikte stüdyoda bulunan izleyicilerin şaşkınlıkla karışık bir kaç gülüşmeden sonra, bir iki alkış duyuldu. İmamoğlu kısa bir süre düşündü ve “Evet ben bir projeyim" diye yanıt verdi. Stüdyoda kısa bir sessizlik ve yine gülüşmelerin ardından sözlerine devam eden İmamoğlu, deneyimli sunucunun şaşkın ve merak dolu bakışlarına aldırmadan, kendisinin Atatürk Cumhuriyeti'nin bir projesi olduğunu belirtince stüdyoda bulunan izleyicilerden büyük alkış aldı. Programın sonunda ise kendisi için hazırlanan sürpriz eşliğinde horon tepti.
Görüntüler güzeldi de, benim kafamı karıştıran Bayülgen'in yönelttiği "proje misiniz?" sorusu oldu?
Bu programı sosyal medyadaki paylaşımlardan canlı izledim. Fakat benim açımdan daha ilginç bir durum vardı; akşam saatlerinde karşılaştığım fanatik Ak Partili bir arkadaşımla ayak üstü yaptığım muhabbet sırasında buna benzer bir konuyu anlatması oldu. Arkadaş, o kadar koyu bir Ak Partili ki, bir dönem eleştirel paylaşımlarıma tahammül edememiş ve beni Facebook'ta arkadaşlıktan çıkarmıştı. Sonra nasıl olduysa (belki pişmanlık yaşamış olmalı) tekrar arkadaşlık önerisi gönderip tekrar sanal arkadaşlarım arasına katılmıştı. Yani o derece fanatik bir Ak Partili'dir kendisi.
Ekrem İmamoğlu'nu destekleyip desteklemediğimi sordu önce ve cevabımı beklemeden, "O bir proje" dedi.
"Nasıl yani, bunu da nereden çıkardın, bir kanıtın var mı?" diye sorunca...
Yahu,  dedi... Baksana 4-5 ayda nasıl da parlattılar adamı, proje olmasa bu hale gelir mi?
Ben de bunu üzerine;
-Bunu parlatan Recep Tayyip Erdoğan oldu, farkında değil misin? Reis hakkını yedikçe İmamoğlu İstanbul'un adayı olmaktan çıktı, bir anda tüm Türkiye'nin gönlünü kazandı. Bu durumu Erdoğan kendisi yarattı, dedim.
-Yok, yok İmamoğlu bir proje, diye ısrarla vurguladı ve anlatmaya devam etti: Adamın konuşmaktan süslü laflar emekten başka bir marifeti yok, kapasitesi sıfır, nerede Binali Bey, nerede İmamoğlu, dedi.
-Peki, dedim ben de; Erdoğan ve Ak Parti için de ABD ve CIA'nın projesi diyorlar, diye ekledim hemen...
-Erdoğan öyleydi başta ama artık değil, dedi. Erdoğan projeden çıktı...
Erdoğan, proje olmaktan çıkmış, yeni proje Ekrem İmamoğlu'ymuş...
Muhtemelen tüm Ak Partililer aynı fikirde...
Vallahi bilemem, İmamoğlu projedir ya da proje değildir diyemem, çünkü kanıt yok, dedim...
İyi de, İmamoğlu da proje ise acaba Erdoğan gibi o da henüz belediye başkanıyken ya da daha önceden Amerika'ya gidip gizli görüşmeler yapmış mıdır? Yoksa sadece bu kadar kısa sürede popüler olmasına bakıp, halkın büyük bir bölümünün ve elbette sanatçıların teveccühünü kazandığı için mi bu düşünce oluştu, tahmin etmek zor değil...
Eğer Ak Parti Genel Başkanı Sn Erdoğan İmamoğlu ile bu kadar uğraşmasaydı ve seçimler sonrası bunca tantana patlatılmasıydı İmamoğlu bu kadar popüler olur muydu, mazlum ve mağdur duruma düşürülmeseydi bu halk böylesine bağrına basar mıydı?
Eğer Ekrem İmamoğlu onların dediği gibi bir projeyse Erdoğan niye bile bile bu projenin değirmenine su taşıyıp projeye destek verdi?
Yoksa Erdoğan da İmamoğlu projesinin bir parçası mıdır, ne dersiniz?
Evet; Okan Bayülgen'in "Proje misiniz?" sorusunun pat diye sorulmadığı, bilinçli olarak hazırlandığı anlaşılıyor. Muhtemelen Ekrem İmamoğlu da yanıtını bu yönde hazırlamıştır. Çünkü, bu proje dedikodularının onların da kulağına geldiği ve bir cevap verilmesi gerektiği anlaşılıyor.
Tabi bu durum İmamoğlu'nun proje olup olmadığı sorusunu yanıtlamaz elbet!
Lakin benim endişem, yandaş medya tarafından programda kullandığı "Evet ben bir projeyim" lafının kırpılıp sorgulama yeteneğine haiz olmayan seçmen kitlesine "İmamoğlu proje olduğunu itiraf etti" şeklinde manşetlere taşınacağı yönünde.
Yandaş medya bunu bu şekilde kullanırsa kimse şaşırmasın...
Çünkü gerek seçim öncesi gerekse seçim sonrası hakkında çıkan yalan ve hakaret dolu iftiraları düşündükçe, ağzından çıkan bu sözlerin çarpıtılmayacağını düşünmek saflık olur.
Peki, şimdi Bayülgen İmamoğlu'nun rakibi diğer aday (gerçi esas rakibi Erdoğan ama) Binali Yıldırım'ı da davet etse...
Binali bey canlı yayına katılır mı dersiniz?
Vallahi katılırsa ve Binali beyi de canlı yayında görsek hiç fena olmaz ama Reis bu işe ne der, işte orası sakat nokta!
Bayülgen'in karşısında Binali beyin ne hale geleceğini düşünmek bile istemiyorum...
E peki ya Erdoğan katılsa...
Neyyy, Erdoğan mı? Tövbe haşa, Canlı yayına, Erdoğan, hem de yandaş gazeteciler olmadan...
Kıyamet kopmadığı sürece, hayatta öyle bir şey olmaz...
Sahi kıyamet neden hala kopmadı?(!)

@SuatOktySnck

Pazar, Mayıs 12, 2019

Kalleş Türkler her tarafta…


Daha önce (2014’te) kendi blogumda, “Türkler Kalleş midir?” başlıklı bir yazı kaleme almıştı.
Aradan 5 yıl geçmiş ve bazı Türklerin, özellikle kendine milliyetçi ve ülkücü ve hatta Osmanlı aşığı diye niteleyenlerin ne kadar büyük kalleş olduklarını, arsızca kalleşlik yapmaya devam ettiklerini görüyoruz…
Bu konuya daha önce değinmiştim ama bir daha anımsatmakta fayda var…
Biz toplum olarak kalleşleri ve kalleşliği nerede gördük?
Elbette Yeşilçam filmlerinde ve özellikle Cüneyt Arkın'ın Battalgazi, Kara Murat ve Malkoçoğlu gibi tarihi macera filmleri ve vurdulu kırdılı polisiye filmlerinde…
O filmlerde kötü adamlar bizim için kalleşti ve tek bir kişiye en az 5-10 kişi saldırıdır.
Gerçi Cüneyt abimiz hepsinin hakkından gelirdi ama gerçekte hiç de öyle olmadığını, olamayacağını biliriz…
5 kişi, tek kişiye karşı saldırdığında sonuç genelde tel kişinin yenilgisiyle sonuçlanır…
(2015’te yaşanan, İrlandalı turiste 5-6 kahraman Türk’ün saldırıp da dayak yediği o olay istisna tabi)
Gerçek hayatta kalleşçe saldırma olaylarını bu aralar çok sık duymaya başladık…
Bu kalleşçe saldırılardan biri Bursa Mudanya’da, diğeri de Ankara’da’da yaşandı…
Bu iki olayın ortak noktası, saldırıya uğrayan ve yaralanan kişiler Milliyetçi (MHP’li) kesimden olmaları.
Mudanya Belediyesi’nin MHP’li meclis üyesi Zeki Saygılı, Mudanya Belediye Meclis'in olağan toplantısında CHP tarafından getirilen önergeye olumlu oy kullandı diye bir grup ülkücünün kalleşçe saldırısı sonucu feci şekilde dövülmüş. Olayı, gazeteci dostum Bilal Kayaaltı’nın “MHP'li Meclis Üyesi Zeki Saygılı'yı kim dövdü?” başlıklı köşe yazısında okuyunca dehşete kapıldım…
Bu olayın şaşkınlığının henüz atlatamamışken, benzer kalleşçe bir saldırı haberi de İstanbul’dan gelince ister istemez,“Ne oluyoruz abi, burası neresi, mafya devleti mi, vahşi batı mı? Ülke ne hale geldi?” diye sormadan edemedim.
Yeniçağ Gazetesi yazarı Yavuz Selim Demirağ, katıldığı bir televizyon programı sonrasında 7 kişilik bir grubun beyzbol sopalarıyla saldırması sonucu ağır yaralanıyor ve GATA'da tedavi altına alınıyor!
Yıl olmuş 2019 ve birileri kalleşçe ve hunharca birilerine saldırıyor ve ellerini kollarını sallayarak ortadan kayboluyor, ne polis, ne savcı ne de her hangi bir kollu kuvvet ya da adalet bunları bulut yaptıklarının hesabını soramıyor.
(Hoş yakalansa ne olacak, ülkenin muhalefet liderine yumruk atan adamın serbest bırakılıp kahraman ilan edildiği bir coğrafya burası...)  
Bunlar Türkiye’de yaşanıyorsa, bilin ki ortada adalet, hak hukuk kalmamış demektir. Bilin ki işlenen her suç, yapılan her gasp birilerinin yanına kar kalıyor.
Günümüz Türkiye’sinin gerçekleri, Yeşilçam filmlerinden daha dehşet verici hale gelmiş görünüyor.
Üstte Türkiye’nin vahşi batıya döndüğünü yazdım ama haksızlık etmemek lazım, kovboy filmlerinde düello etmek vardır. 3-5 kişi tek kişiye arkadan saldırmaz batı geleneğinde. Bu gelenek bize Araplardan geçmiştir. Onlar, teke tek alt edemeyecekleri noktada, tek kişiye grup halinde (çoğunlukla arkadan ya da pusu kurup) saldırıp intikam alırlar.
Ve şunu da anlıyoruz ki, ortadoğunun pusu kurma, zayıfı ezme, güçlünün yanında yer alma, kalleşçe intikam alma, birilerinin tetikçisi olarak işaret edilen kişiye saldırma ve linç geleneği Türklerde de iyice benimsenmiş…
Saldırıyı sadece fiziki şiddet olarak almayın; sosyal medyada da dikkat ederseniz, fikrini beğenmedikleri yazarların yorumlarının altına hemen küfürlü ve hakaret içeren yorumlar yazarlar. Bu aslında fiziki şiddetin yazıya dökülmüş halidir.
Karşısındakine sözle, yazıyla adabıyla, erkekçe, mertçe yanıt verecek kapasitesi olmayanlar, acizliklerini ortaya koyarak anında küfür ve hakaret etme yoluna başvurular. Çünkü kapasiteleri bu kadar.
Aynı şekilde, teke tek baş edemeyecekleri birini alt etmek için, 5-10 kişiyle saldırmaları da bu yüzdendir.
Kalleş bir toplum haline geldiğimizin kanıtıdır tüm bu olanlar.
Yeşilçam filmlerinde kalleşler sahneye çıktığında tüm salon aynı anda yuhalamaya başlardı; ben de buradan gerçek hayattaki bu kalleşleri kalemimle yuhalıyorum: Yuhhhhhhhh!

Pazartesi, Mayıs 06, 2019

Levent Gültekin’in işi çok zor…


Yazar Levent Gültekin hafta sonu Bursa’daydı. Alevi Kültür Dernekleri Bursa Şubesi’nin davetlisi olarak bir konuşma yapan Gültekin’in işinin ne kadar zor olduğunu bir kez daha gördük. Konuşmasında samimiyetinden kuşku bırakmayan Levent Gültekin’in özellikle HDP’ye ve CHP’nin Atatürkçülük yaklaşımına yönelik eleştirilere bazı dinleyiciler abartılı tepkiler verdi ki, hem HDP'nin yanlışlarını dile getirmesinde, hem de Atatürkçülüğün din gibi tabulaştırılmasıyla ilgili eleştirilerinde sonun kadar haklıydı. Fakat, kendi fikirlerine yönelik eleştirilere tahammül gösteremeyenler ortamın gerilmesine neden oldu.
Anlaşıldı ki, biz toplum olarak kendimize yapılan eleştirileri hazmedebilecek, bunlardan kendimize ders çıkarabilecek düzeye gelememişiz.
Düşünsenize, aydın ve ilerici biriyler olarak bilinen Aleviler arasında bile böyle bağnaz ve tutucular çıkabiliyorsa, muhafazakâr kesimin bu durumda olmasına da şaşırmamak gerekiyor.
Konferansın ardından Levent Gültekin ile YouTube kanalımız “Sen Ne Dersin” için özel bir söyleşi gerçekleştirdik.
İlginç konulara değinen Gültekin’in dikkat çekici sözleri arasında HDP, Selahattin Demirtaş, Ekrem İmamoğlu ve İstanbul Belediye Başkanlığı seçimleri hakkında oldu söyledikleri.
İstanbul seçimlerinin iptal edilmesi gerektiğini ifade eden Gültekin, muhalefetin Ankara ve İstanbul’u kazanmış olmasının başarı olmadığını, Türkiye’nin hala tek adam tarafından yönetildiğini anımsattı ve bu durumu muhalefetin göz ardı ettiğini söyledi.
Ekrem İmamoğlu’nu da, göreve gelir gelmez hemen Anıtkabre gitmesini ve hatta kuran okumasını eleştiren Gültekin, benzer davranışları Recep Tayyip Erdoğan’ın da yaptığını ve bu davranışlarıyla İmamoğlu’nun kendisine Erdoğan’ın belediye başkanı olduğu dönemi anımsattığını ifade etti ve “Recep Tayyip Erdoğan da o zamanlar fakir sofralarında oturuyordu” dedi.
HDP’nin, PKK’nin güdümden kurtulamadığı için Türkiye partisi olamadığına işaret eden usta yazar, www.diken.com.tr sitesinde kaleme aldığı “Açlık grevleri, PKK’nın ölüm oyunu ve HDP’nin sessizliği” başlıklı son yazısını anımsatarak, terör örgütünün Selahattin Demirtaş’ın da ölüm orucunu başlaması için baskı yaptığını ve Demirtaş’ın buna direndiğini ilk defa açıkladı.
PKK Terör örgütünün, ceza evinde yatan birçok HDP’li genci zorla açlık grevine sokup ölüme yolladığını ve bu gençlerin de örgütün elinde rehin olduğunu ifade eden Gültekin, bir başka açıdan Binali Yıldırım’ın da Erdoğan’ın elinde rehin tutulduğunu, onun her dediğini yapmak zorunda kaldığını anlattı.
Söyledikleri içerisinde beni en çok hayrete düşüren konu, terör örgütünün Selahattin Demirtaş’ı bile ölüme yollayabilecek kadar zalim ve acımasız hale geldiğinin ortaya çıkması oldu. Sonra düşündüm ki, Demirtaş’a bunu yapanlar acaba ailesini de tehdit ediyor olabilirler mi?
Peki tüm bunlar olurken devletimiz ne yapıyor dersiniz?
Elbette seyrediyor…
Benzer saptamayı Levent Gültekin de yaptı ve devlet ile PKK arasında gayri resmi bir ittifak olduğuna işaret etti.
Çünkü örgütün varlığı devletin uyguladığı politikalara bağlı. Bugün devleti yönetenler de PKK’ya ihtiyaç duyuyor, çünkü ne zaman başları sıkışsa pat diye PKK saldırı düzenliyor, birkaç şehit geliyor ve ortalık yine karışınca, devlet içinde çöreklenen, kanla beslenen güruh karşılarındaki düşmanı diri tutmuş oluyor.
Dikkat edin, PKK saldırılarını yine sıklaştırdı bu aralar…
Bu aralar derken, ne zamana tekabül ediyor bu durum dersiniz?
Elbette Ak Parti yerel seçimlerde oy kaybedip büyük şehirleri kaybettikten sonra…
Sizce tesadüf mü?
Yani Ak Parti güçlüyken ses çıkarmayan terör, Ak Parti oy kaybedince neden tekrar eylemlerine başladı dersiniz?
E hani dağda, mezrada 700-800 terörist kalmıştı…
Öyle dememiş miydi İç İşleri Bakanı Süleyman Soylu?
Hatta, örgüt elebaşlarından Duran Kalkan yayınladığı bildiride Türkiye Cumhuriyeti'ne tehditler savururken, yeni terör saldırılarına başlayacaklarını açıkladı.
Bu arada, İmralı'ya giden Öcalan'ın avukatları, düzenledikleri basın toplantısında, PKK liderinin barış mesajlarını açıkladılar.
Şimdi burada ciddi bir çelişki var. Örgüt "saldıracaz, kan dökecez" diyor, ama örgütün ceza evindeki lideri, yaşanan sorunlar için "Başta savaş olmak üzere, fiziki şiddet araçlarıyla değil, yumuşak güçle yani akıl, politik ve kültürel güçle çözebiliriz" diyor...
Belli ki, "iyi polis, kötü polis"çilik oynanıyor...
Belli ki kanlı oyun hala devam ediyor, belli ki analar ağlamaya, duvarları sıvasız evlere ateş düşmeye devam edecek!
O zaman şunu sormak gerekmez mi?
Hangi dava, hangi mevki, şan-şöhret, mal-mülk, hangi koltuk insan hayatından, ülke çıkarı ve menfaatinden daha değerlidir?

Perşembe, Mayıs 02, 2019

İstanbul ve İzmir’de ulaşıma indirim, Bursa’da bindirim(!)


Bursalı şaşkın, Bursalı kandırıldığını düşünüyor…
31 Mart’ta Belediye başkanlığı seçimlerinde tercihini Ak Parti adayı Alinur Aktaş’tan yana kullanan Bursalı, İstanbul ve İzmir’in indirim yaptığı ulaşımda zam üstüne zam görünce, “Biz Alinur Aktaş’ı tercih ettiğimiz için cezalandırılıyor muyuz?” diye sormaya başladı.
Oysa vatandaş, İktidar partisinin kazandığı batıdaki tek Büyükşehir belediyesi olarak kalan Bursa’ya daha çok yatırım ve daha çok kolaylıklar sağlanacağını, hizmet kalitesinin artacağını umuyor.
Peki Ak Parti Bursa’yı cezalandırdı mı?
Bence Alinur Aktaş’ın bu zamları yapmaktan başka şansı yoktu. Eli mahkûmdu…
Zira bir önceki belediye başkanı Recep Altepe döneminde Bursa Büyükşehir Belediyesi, Türkiye’nin en borçlu belediyesi olmuştu ve borçların ödenmesi için kaynak yaratılması gerekiyordu.
En kolay kaynak bulma yolu da elbette ulaşım kanalıydı, Sn Aktaş da seçim biter bitmez gecikmeden zamları uygulamaya koydu. Şimdilik ulaşıma zam yapıldı, yakında suya ve (BESAŞ) ekmeğe de muhtemel zamlar gelecek.
İyi de “Bursa Türkiye’nin en borçlu belediyesi olurken hangi hizmet kaliteli ve sağlam yapıldı? O paralar nerelere harcandı? Madem belediyenin paraya ve kaynağa ihtiyacı var, yıkılan Atatürk Satdı’na yapılan düzenlemeler şimdi yeniden yıkılacak ve tekrar sil baştan inşa edilecek!
O zaman sormazlar mı, “bu ne perhiz bu ne lahana turşusu!” Bursa’nın "Millet Bahçesi"ne mi ihtiyacı var, yoksa daha önemli ve ciddi sorunlarını çözmeye mi? Hem kaynak sıkıntısı çekeceksiniz, hem de aciliyeti olmayan işlere kaynak aktaracaksınız!
Hiç kusura bakmayın ama bunda ciddi bir çelişki var.
Muhalefete geçen İstanbul Büyükşehir Belediyesi ulaşıma indirim yaparken Bursa’da iktidarın gücünü arkasına almış bir belediyenin zam yapmasını Bursalılara açıklamak zorundasınız!
Recep Altepe döneminde yapılan hataların faturasını bu halk ödemekten bıktı.
Bursalılar, onlara fatura çıkarasınız diye seçmedi sizi Sn Alinur Aktaş, bunu ben kendi fikrim olarak söylemiyorum, etrafımda duyduğum ve size oy vermiş hemşerilerimin tepkisi?
İstanbul ve İzmir nasıl oluyor da ulaşımda indirim yapabiliyor ama Ak Parti’nin kalesi Bursa seçmenini zamla cezalandırıyor?
Oysa Ak Parti teşkilatı, Kızılcıhamam’da yaptığı son toplantıda Sn Erdoğan, Sn Aktaş ile bir buçuk saatlik özel bir toplantı yaptığı haberleri geliyor, geliyor da, sadece bugün değil 17 yıldır Bursa’yı, ihmal eden Ak Parti teşkilatı, kalesi olan bir şehre bundan sonra hak ettiği değeri verecek mi, vermeyecek mi?
İşte bütün mesele bu!
Bütün Bursa bu sorununun cevabını merak ediyor ve seçimin hemen arkasından gelen bu zam hem akıllarını karıştırdı, hem de umutlarını kırdı…
Kaldı ki Erdoğan’ın Bursa BŞ Belediyesi Başkanı Alinur Aktaş’a “yol haritanı iyi çalış" diye talimat verdiği konuşuluyor kulislerde.
Ben de bir Bursalı olarak merak ettim, seçimden hemen bir ay sonra ulaşıma zam yapmak bu yol haritasıyla beş yıllın sonunda Bursa’yı nereye taşıyacak, Bursa sorunlarından kurtulup çağdaş çözümlere kavuşmuş olacak mı? Yoksa Recep Altepe’yi aratacak mı?
Çünkü, Altepe, rahmetli Hikmet Şahin’i mumla aratmıştı. Üstelik Şahin, Altepe ve Aktaş aynı partinin belediye başkanlarıydı…
Alinur Aktaş’ın bu iki isimden avantajlı olduğu bir durum var; genç, dezavantajlı durum ise Ak Parti teşkilatı metal yorgunluğunu hala atlamadı.
Aktaş gençliği ile teşkilatının metal yorgunluğunu Bursa’ya hissettirmezse hem Bursa kazanır, hem de kendisi…
Aksi taktirde 5 yıl sonra yorulan metal küf-pas içinde bir Bursa bırakır ki, kaybeden sadece Aktaş ve Ak Parti değil 3 milyonluk kent ve halkı olur!  

YAPILAN ULAŞIM ZAMMINA VATANDAŞ NE DİYOR? İZLEYİN: https://www.youtube.com/watch?v=yOOrPgSYvpE