Pazar, Mayıs 28, 2017

Süper Lig bu şehre de takıma da fazla…

Evet fazla…
Çok bile…
Bu nankörlüğün bir bedeli, bir kefareti olmalıydı, galiba bunu ligden düşerek ödeyecez hep beraber!
Evet henüz düşmedik, Trabzon’u deplasmanda yenersek, ya da Rize son maçında kaybederse ligden düşmeyecez belki; de hak ediyor muyuz?
Uzun bir aradan sonra Bursaspor’u canlı gözle izlemek için, ilk defa Timsah Arena, ya da Cumhurbaşkanı Sn Erdoğan’ın hoşlanacağı tabirle söyleyeyim: (hani arena Türkçe değil, o isimle rahatsız oluyormuş da o nedenle futbol sahalarının adının içinde arenanın kullanılmamasını emretmişti ya, başka meselemiz yokmuş gibi…) Bursaspor’u bu zor ve çok önemli, neredeyse sezon finali niteliği taşıyan maçta yalnız bırakmamak için, hafta içi passolig çıkartıp ilk defa “Bursa BŞ Belediyesi Stadyumu”na gittim...
Hani, belki keramet bendedir de enerjimi hisseden futbolcular aşka gelip az biraz canlanır, diye de içimden kendi kendime geyik de yapmadım değil.
Keramet bende değilmiş. Bu kadar ruhsuz, bu kadar isteksiz bir takım acaba ligde kalmak istemiyorlar sanki.
Timsah Arena'da rezalete tanık oldum!
Utanç kelimesi hafif kalır. Ruhunu kaybetmiş bir yığın vardı ortada...
Bir takım nasıl bu hale gelebilir, diye tez yazasım var üstüne...
Acaba futbolcuların bilinç altında, “Lan siz bizim otobüsümüze saldırdınız, bizi yumrukladınız, beter olun, beter” gibisinden bir psikoloji olabilir mi, diye aklımdan geçmiyor da değil.
Zira futbolculardaki bu cenaze evi sakinlerinin ruh hallerinin başka bir açıklamasını bulamıyorum.
Ligin ilk yarsında takımın şansla da olsa kazandığı maçları mumla aradığımız bir ikinci yarının sonunda gelinen nokta bu. Kendi sahamızda Gençlerbirliği’ni bile yenemiyoruz. Zaten kendi evinde kazanamıyorsan, o lig sana fazladır, lükstür. Düşmek kaçınılmazdır.
Bu takım ligin son haftasında büyük bir olasılıkla düşecek. Trabzon’u yenmemiz mümkün değil. Rize’nin kaybedeceğini de düşünemiyorum.
Maç sonu gerçek bir Bursaspor taraftarı aynen şöyle dedi: Biz, Kasımpaşa deplasmanından sonra otobüse saldırıp, Harun’u yumrukladığımız gün ligden düştük.
O nedenle, Ali Ay’mış, Recep Bölükbaşı’ymış, Hamza Hoca, Yok Mutlu Hoca vs vs. Bunlardan önce bence gerçek suçlu her şeyi bilen ama bi halttan anlamayan, haddini bilmeyen taraftarlardır.
Bir iki satır da Adnan Örnek Hoca için yazamadan noktayı koymayayım:
2010 yılında Bursaspor şampiyon olduğunda o takımın dinamolarından biri de Sercan Yıldırım’dı. Ve sen takımında bulunan bu dinamodan yararlanmayı beceremiyor, futbolcularını küstürüyorsan, hiç kusura bakma hocam sana da bu takım fazla…
Bir aşçı, yetersiz malzemeyle de olsa lezzetli yemek yapabiliyorsa o iyi bir aşçıdır.
Ama eldeki malzemeyi gerektiği gibi kullanamıyorsa o aşçı değil olsa olsa bulaşıkçıdır!



Pazar, Mayıs 07, 2017

Bursa, altı evliya üstü eşkıya(!)

2010’larda amatör bir grubun yaptığı bir rap şarkının sözlerinde geçiyordu bu sözler: “Altı evliya üstü eşkıya gerisi dört duvar önümde yok riya girişi var çıkışı yok burası Bursa”
Biraz abartılı bir tanımlama olsa da aslında bir isyanın ve haklı bir tepkinin dışa vurumdur bu benzetme!
Ve daha çok tribünden çıkan gençlerin sloganıydı.
Bursaspor 3 haftada toplam 16 gol yiyerek, tarihin en rezil düşüş ve çöküşünü yaşarken taraflı tarafsız herkesi şaşkınlığa uğrattı ve son Rize deplasmanında alınan 6-0’lık yenilgi bana “Bursa, altı evliya üstü eşkıya” sloganını anımsattı.
Bursa neden bu hale düştü, kim bu hale düşürdü diye, şimdi herkes kelle avcılığına başlamışken, kimse de aynaya bakmayı akıl edemeyecek, kuşkunuz olmasın....
Evet Burası Bursa. Altında ne kadar evliya, üstünde ne kadar eşkıya var bilemem ama şunu biliyorum: Bu kentte 2+2 4 etmez.
Çünkü Bursa’da herkes her şeyden anlar. Bursa’da herkes teknik direktördür, santrfor, kaleci ve liberodur, süper yöneticidir, başkandır, belediye başkanlığının kralını yapar her biri, kahvehane, kafe ve arkadaş toplantılarında konuşur, slogan atar, bağırır, çağırır, lanet eder, küfür eder ama iş icraata gelince, fosss…
Çünkü bu Bursa, şöyle ya da böyle kente şampiyonluk yaşatmış Ertuğrul Sağlam’ın arkasına teneke bağlayıp kentten kaçırmıştır. Çünkü bu taraftar kendi evladı kaleci Harun’u yumruklamıştır…
Nankörlüğün kitabını yazsalar Bursalının yaptıkları sayfalara sığmaz.
Abartıyor muyum?
Evet, abartıyorum; ama az bile yapıyorum.
Bir Bursalı, Bursasporlu olarak yazıyorum bunları. Bu kenti benden daha iyi tanıyan çözümleyen biri daha çıkmaz.
Tarihi ve kültürü ve potansiyeliyle Bizans’a kafa tutmuş bir coğrafya burası, Anadolu isyanının başkenti.
Bursaspor başkanı Ali Ay’a küfür ve hakaretler gırla bu aralar. Aynı grup Recep Bölükbaşı’nı sevmiyordu. Ondan öncekileri de sevmemişti bu taraftar.
“Ama şimdi rahmetli İbrahim Yazıcı’yı saygıyla yâd ediyorlar ya…”
Eh yani o kadar olsun, atalarımız bu durum için “Kör ölür badem gözlü olur” diye boşuna dememiş.
Bu taraftarın rahmetli Yazıcı’ya neler dediğini unutmadık.
Velhasıl-ı kelam; Burası Bursa.
Burada tutunmak, başarılı olmak, Bursalı'yı memnun etmek çok zordur.
Her şeyi dört dörtlük yapsanız bile "neden 5-4’lük değil" diye burun kıvırırlar.
Kahvehanede emeklisinden, kenar mahallesindeki esnafına, kafedeki üniversiteli gencinden, devlet dairesindeki memuruna, gazetecisinden, fabrikadaki, işçisine, memuruna kadar…
Havasından mıdır, suyundan mı, bilemem ama…
Burası Bursa, altında yatan ölüsüyle, üstteki dirisiyle çelişkiler diyarı ve asla ama asla kalıbının şehir değildir.
Uludağ’ı, Ulucami’si, Yeşil’i, Çekirge’si, kestanesi, kebabı, şeftalisi aldatmasın sizi, Türkiye’nin en kötü yönetilen şehirdir, çünkü böyle yönetilmeye layıktır, belediyelerinden, valisine, futbol kulübünden tiyatrosuna kadar, çoktan ligden düşmüş de farkında değil!



Perşembe, Mayıs 04, 2017

Boyut mu önemli, işlev mi?

Aklınıza yanlış bir şey gelmesin. Aslında sormak istediğim müstehcen bir şey değil. Boyut derken niceliğin, işlev derken de niteliğin öneminin altını çizmek istedim.
Her musibeti, her türlü olumsuzluğu Yahudilere bağlama ve Yahudilerin dünyayı ve dolayısıyla Amerika'yı yönettiğini sanan bazı ezik tipler vardır mutlaka etrafımızda. Onlara yanıt olacak bir bilgi paylaşıyorum, meraklısı varsa buyursun okusun. 
Bir yanda 180,6 milyonluk Türk dünyası (Turancı bir web sitesinde ise 303.3 milyon olduğumuzu iddia etmiş mesela) diğer yanda ise 16,5 milyon Yahudi dünyası var! 
Türkler şöyle esaslı bi yellense, ortalığı tozunu atacak ne Yahudi bırakacak etrafta ne de dış düşman(!) Peki neden olmuyor, gelin ona bi göz atalım: ABD'nin nüfusu (2016 sayımına göre) 324.3 milyon. Bu 324 milyon içinde Yahudi nüfusu 7 milyon civarında. Yani Amerikan vatandaşlarının sadece %2'si Yahudi. Yazıyla: Yüzde iki... 
Şimdi gelelim bu yüzde 2'lik Yahudi toplumunun süper güç ABD içindeki rolüne ve konumuna.
 ABD'deki ileri gelen düşünürlerin ve entellektüellerin %45'i Yahudidir. ABD'deki büyük üniversitelerdeki profesörlerin %30'u, ABD devlet kademelerinde bulunan üst düzey bürokratların %21'i, New York ve Washington gibi büyük şehirlerde bulunan hukuk firmalarının %40'ı, Amerikan medyasında çalışan editör, gazeteci, yazı işleri müdürlerinin %26'sı, Amerikan sinema ve film sanayinde yönetmen, metin yazarı, prodüktör olarak çalışanların %56'sı… Ve en zengin 400 Amerikalı milyarderin %23'ü, yani 92 kişisi Yahudidir. (*)
Bir toplum, ancak okuyarak, bilim üzerine çalışarak, birbirlerine saygı ve sevgi ile sıkı sıkıya bağlı olarak böyle bir konuma gelebilir.
Bir din düşünün ki, ilk emri "OKU" olsun. O dinin peygamberi de çıkıp, "İlim Çin'de de olsa arayın" desin. Ve bir devlet adamı düşünün ki; "Hayatta en hakiki mürşit ilimdir..." diyerek milletine yol göstersin. Amma ve lakin buna rağmen halk, kendilerinin cahil bırakılmalarına ses çıkarmasın, tepki vermesin.
 O zaman şunu soralım: kim gerçek Müslüman? Ya da gerçek Müslümanlık nedir? İnsan olamadıktan, cehaleti yenemedikten sonra Müslüman olsan ne olur, olmasan ne! Cehalet üzerine bir din ve ahlak kurgulamaya çalışanlar mı, yoksa bilim ile dünyaya yön verenler mi başarılı oluyor?
Ne demiş Mustafa Kemal Atatürk? "Yalnız tek bir şeye ihtiyacımız vardır, çalışkan olmak. Servet ve onun tabii neticesi olan refah ve saadet yalnız ve ancak çalışkanların hakkıdır"
Peki biz çalışkan mıyız? Yani biz derken Müslümanları kast ediyorum.
Bu arada çalışmak ile çalışkan olmak aynı şeyler değil.“Çalışkan” demek, üreten, icat eden, dünyaya/insanlığa faydalı ürünler, teknolojiler yaratan, geliştiren anlamında kullanılmalı.
Yoksa özellikle biz Türkler çok çalışıyor ve çalıştırılıyoruz ki, tarihte insanlığa tek bir faydamız dokumuş o da yoğurt, ayran ve nihayetinde cacık yapmak.
Evet evet, biz Türkler çok çalışıp asırlar içerisinde bunu başarmışız. Ha, bir de atalarımız şahane ata biner ve acayip ok atarmış. Taaa ki, gavurun biri barut ve silahı icat edip mertliği bozana dek(!) 
Yıllar önce ünlü bir siyasetçimiz Süleyman Demirel, Sovyetler dağıldıktan sonra, ortaya çıkan Türki cumhuriyetlerini kastederek, “100 milyon olunca Dünyayı titrecez!” demişti. Bir diğer siyasetçimiz Bülent Ecevit ise siyasi hasmının, bu açıklamasına karşısında şu gerçekçi saptamayı yapmıştı: “Nicelik değil, nitelik önemlidir!”
Yıllar önce TVlerde yayınlanan bir araba lastiği reklamın sloganı şöyleydi: Kontrolsüz güç, güç değildir.
Sonuç: Bir yanda 16 buçuk milyon boyutunda Yahudi toplumu, diğer yanda 180 buçuk milyon boyutunda Türk toplumu.
Karar verin, boyutu mu, işlevi mi değerlidir?

NOT: (*) İstatistiki veriler ABD'li siyaset bilimci Seymour Martin Lipset'in "Liberalism, Conservatism, and Americanism", Ethics & International Affairs vol 4 (1990) başlıklı araştırmasının 5. bölümünden alınmıştır. 27 yılda ABD'deki Yahudi lobisi ne kadar artmıştır varın siz hesaplayın!