Pazar, Şubat 21, 2016

Ezile ezile 1 puan aldık, mutluyuz(!)

Maçtan hemen önce, Twitter hesabımdan Bu akşam Fener Fener gibi oynarsa onları rahat yeneriz, yok eğer Fener, tıpkı Amed gibi, GB gibi oynarsa, Fener bizi yener! Demedi demeyin! diye yazdım…
Tribünler boş, ekranlarının başında olanlar, raporuyla Bursaspor’u PFDK’ya sevk eden hakem Hüseyin Gökçek’e, sonra TFF’ye ve ardından da hakeme attığı bozuk para ile sahanın kapanmasına vesile olan, sözde Bursasporlu o sahtekara sonsuz saygılarını sunuyor, tribünde olmasalar bile, kâh Timsah Arena’nın dışından, kâh televizyon karşısında desteklerini esirgemiyordu…
Heyecan had safhadaydı...
Maç başladı ve o da ne; Fener akın akın geliyor, Bursaspor top yekün, “Çanakkale geçilmez”i oynuyor, diyemiyorum; çünkü ortada ne Çanakkale var, ne de Fener’in hızını kesebilecek geçilmez bir hamle!
Fener Fener gibi oynuyor ama Bursaspor Bursaspor gibi değil, tam tersi Amed ve Gençlerbirliği gibi oynamaya niyetli...
Bursa’dan Fener’e gidenler; Volkan Şen ve Fernandao sanki eski takımlarına karşı değil de karşılarında ezeli rakipleri G.Saray varmışçasına hırslılar; hırsları gözlerini de karartmış olmalıydı ki, yakaladıkları çok uygun fırsatları ya çerçeveyi bulamadıkları için harcadılar ya da Harun Tekin’e takıldılar…
Evet; Harun!
Geçen sezonun Bursaspor’da en fazla forma giyen ismi, bu sezon önce Ertuğrul Sağlam’ın, ardından da Hamza Hamzaoğlu’nun altın makasıyla kesik yemiş, yeni transfer Mert Günok’a kaleyi kaptırmıştı.
Mert, önce Ertuğrul Sağlam’ın başını yedi, sonra da hatalarıyla Hamza hocanın ve taraftarın canına tak ettirdi.
Harun da yedekte kaldığı süre içerisinde boş durmamış, kendini iyi hazırlamış ki, emaneti geri aldığı iki maçta da kalenin esas sahibi olduğunu dosta düşmana kanıtladı.
Maç, Fenerbahçe takımı ile Bursasapor savunması arasında geçti, demek haksızlık olmaz; hatta bence, Kaleci Harun, Şamil ve Hosogai ile rakip forveti arasında oynandı, demek mücadelenin nasıl geçtiğini, elde edilen tek puanın aslında bu üç ismin, neredeyse kusursuz futbollarıyla alındığını rahatlıkla söyleyebilirim.
Maçtan sonra Hamza hoca “iyi mücadele ettik” diye özetlemiş maçı.
Hayır, tekrar ve defaatle belirtiyorum ki,  iyi mücadele eden 3 kişi vardı: Şamil, Hosogai ve Harun…
Fenerbahçe, hiç olmadığı kadar rahat geldi Bursaspor ceza sahasına. Onlara baskı yapan ne bir forvet, ne de bir orta saha dizilimi vardı; savunmanın sol kanadı yol geçen hanı gibiydi; beceriksiz olan Fener forveti ve muhteşem oynayan kaleci Harun…
İkinci 45 dakika “Hamza hoca nasıl bir müdahalede bulunacak, acaba kötü futbolun farkında mı?” diye düşünürken, değişen hiçbir şeyin olmaması umutlarımızı da köreltti.
“Geçen yılın 3 kupa kazanmış bir takımın (G.Saray) teknik direktörü kendi sahasında nasıl bu adar mahkum oynatır yeni takımını? Acaba rakibinin UEFA Kupası’nda oynadığı L.Moskova maçındaki performansından mı etkilendi?” diye için için içimizi kemirirken, Hamza hoca 1 puana yatmak için Necid’i kenara alırken, Fenerbahçe maçı kazanma hamlesini Van Persie’yi sahaya sürerek yapıyordu.
Evet; haddini bilmek iyi bir şeydir. Ama bu takım Başakşehir gibi bir rakibe karşı gerçek performansını gösterirken, Amed ve G.Birliği gibi rakiplere karşı da tuhaf yenilgiler aldı...
Evet; Bursaspor Süper Lig’in son 6 sezonunda sahasında Fenerbahçe’yi hiç yenemedi. Son lig galibiyetini Fenerbahçe karşısında şampiyonluk yaşadığımız 2009-2010 sezonu 22. haftasında İstanbul’da 3-2’lik skorla almıştı. Lig tarihi boyunca 94 kez karşılaşırken Fenerbahçe 48, Bursaspor 13 kez kazanmış olabilir. Ama bu kadar kötü de oynanmaz ki arkadaş.
Evet; bir puan güzel hatta bu berbat futbola lüks bile…
Bursaspor iyi oynayıp da yenildiği ve puan kaybettiği maçları da var ama bir Bursasaporlu olarak beni üzen, korkak ve kişiliksiz futboldur.
Tek tesellim; Harun Tekin’in yeniden kaleyi devir alması. Eğer bir sakatlık olmazsa ve eğer Hamza hoca özgüvenini kıracak bir şey yapmazsa, Harun’u bir daha kaleden kimse koparamaz!

Pazar, Şubat 14, 2016

Kim bu İsmail Akbay?

İçinizde İsmail Akbay’ı tanıyan varsa parmak kaldırsın…
..?
Peki kimdir sizce İsmail Akbay?
Besteci olabilir mi?
Ya da şarkıcı?
Tiyatro oyucusu?
Yazar?
Gazeteci?
Futbolcu olabilir mi?
Yok canım, futbolcu olaydı, ya da şarkıcı veya artis, tanırdık mutlaka(!)
En azından ben tanırdım, değil mi?
Star’da (dün gece) yayınlanan Okan Bayülgen’in Dada programını izlerken, aslında formatına pek de aykırı olan, Prof. Dr. Arsev Eraslan ve Stuart Kline adlı iki konuğu dikkatimi çekti.
Sürekli “lay lay lom, şıkıdım yandan aman oh(!)” modundaki içeriğine uygun akan programda bilim konuşulunca ister istemez dikkat kesildim.
“Okan Bayülgen’in başına sünger mi düştü, hayırdır, ne oluyoruz? NASA, Bilim, kara delikler, Einstein felan..." derken, bu iki konuk; bilim üzerine, NASA’da çalışan Türkler üzerine konuşmaya devam etti ve sıklıkla İsmail Akbay ismini telaffuz ettiler…
Ve birçok kişi İsmail Akbay’ı ilk kez bu şekilde duymuş oldu...
Bilen biliyordu gerçekten de, kimdi İsmail Akbay? 
NASA tişortlu konuklardan, Türk Havacılık Kronolojisi kitabının yazarı Amerikalı (İnternette casus olduğuna dair bilgiler dolaşan) Stuart Kline, İsmail Akbay’ın 1930 Mudanya’nın Trilye (Zeytinbağ) beldesinde doğmuş olduğunu söyleyince şaşkınlığım bir kez daha arttı.
Akbay, NASA’da çalışmış, Bursa Erkek Lisesi ve ardından devam ettiği İstanbul Haydarpaşa Lisesi mezunu bir hemşerimizmiş meğer ve ben bu ismi daha önce duymamıştım.
Kendimden utandım...
Meğer ne cahilmişim ki, bir Bursalının NASA’da çalışmış olduğundan habersizmişim...
Sadece NASA'da çalışmış olması değildi onu özel kılan.

Çünkü Akbay aynı zamanda NASA'da çalışan ilk Türk mühendis. 1956 yılında Üniversite eğitimi için ABD’ye gidiyor ve Tennessee Üniversitesi’nden fizik mühendisi olarak mezun oluyor. 
İşte onda sonra Dünyaca ünlü roket bilimci Dr. Wernher Von Braun tarafından Marshall Uzay Merkezi’nde Apollo Saturn V-S1C roketinin F1 motoru entegrasyon çalışmalarını sürdürecek mühendis ekibine seçilen birkaç mühendisten biri olmayı başarıyor Akbay.  Ve aynı zamanda Apollo - Soyuz Test Projesi'nde Saturn 1B/H-1 motor entegrasyon çalışmalarında da öncülük eden birkaç isimden biri. İsmail Akbay 1963-1975 yılları arasında NASA’da yönetim kademelerinde de görev yapacak kadar üst kademelere yükseliyor.
NASA deneyiminden sonra uzay teknolojilerinin Amerikan uzay sektörüne transferi ve diğer federal bütçeli teknolojilerin ticarileştirilmesi alanında çalışan bu değerli fizikçinin ülkemize bir faydası olmamış mı dersiniz?
Olmaz mı?
1996 yılında Ege Serbest Bölgesi’nde Uzay Kampı kurma fikrinden bahsederek Uzay Kampı Türkiye düşüncesinin ilk temellerini atıyor. Haziran 2000’deki açılış törenine katılıp kampın sonraki gelişim ve ilerlemelerini takip ederek Uzay Kampı Türkiye’nin en büyük destekçisi oluyor.
Düşünsenize; Mudanya ilçesinin (o zamanlar köy olan) Zeytinbağ’da doğmuş bir köylü çocuğu, taa Amerikalara gidiyor, Dünyanın en önemli projesinde görev yapıyor ve Bursalıların bundan haberi yok.
İsmail Akbay gibi bir değer Bursa’dan çıkmış ama Bursa Valiliği, Bursa BŞ Belediyesi, hatta BTSO, bugüne kadar neden her hangi bir girişimde bulunmadı; ya da bulundu da neden kamuoyuna yeterince yansımadı, yansıtılmadı, merak ediyorum!
İsmail Akbay, emekli olduktan sonra yaşamını sürdürdüğü ABD'nin Huntsville kentinde, evinde çıkan yangında dumandan boğularak 2003 yılında ne yazık ki hayatını kaybetmiş. Akbay’ın ölümü de ayrı bir trajedi aslında; karısını alevler arasından çıkardıktan sonra geride kalan çok sevdiği köpeğini de kurtarmak için tekrar eve giren Bursalı bilim adamının bu özverisi ne yazık ki hayatına mal olmuş!
İsmail Akbay’a Bursa’nın ve Bursalının bir vefa borcu olduğunu düşünüyorum.
Bir bilim merkezine, bir caddeye veya bir meydana ismi verilemez mi? 
Heykeli dikilemez mi?
Zeytinbağ’da doğduğu ev müze yapılamaz mı?



Cuma, Şubat 05, 2016

Metro mu, hızlı tramvay mı?

Önce adını koymak lazım...
BursaRay Metro mu, tramvay mı?
Metro diyorlar ama Bursa’da işleyen raylı sistem sadece “Hızlı Trmavay”dır.
Yani Metro değil, bildiğimiz tramvayın biraz daha hızlısı. Metro olsa tamamı yerin altında ve hızı çok daha fazla mı fazla olmalı…
BursaRay hızlı mı?
Eh işte, metro kadar olmasa da fena değil…
O zaman tam metro değilse yarım metro dememiz lazım; yani hızlı tramvay!
Lakin, gel gelelim, görmemişin raylı sistemi olmuş, onu da metro sanmış durumu hasıl olmuş vaziyette…
Neyse, halk arasında bilinen tabiriyle, Bursa’nın Metrosu var ama bu metroyu adâbıyla kullanmayı, binmeyi, inmeyi, orada yolculuk etmeyi, yürüyen merdivenlerde nasıl duracağını bilmeyen bir güruh da var; anımsatayım dedim.
Yani şöyle böyle değil; bal gibi metrodan inip-binmesini beceremeyen çok ciddi bir kitle yaşıyor Bursa’da!
Bunlar dışarıdan gelen yeni göçmenler falan değil, aman yanlış anlaşılmasın.
BursaRay’ı sıklıkla kullanan bir Bursalı olarak, söyleyebilirim ki; durum içler acısı…  
Türk halkının ne kadar eğitimsiz ve bir o kadar da saygısız olduğunu anlamak istiyorsanız, BursaRay’ı kullanın ve orada olanları trajik olarak gözlemleyin.
Durum tahmin ettiğinizden de vahim!
Vagonlara binmeye çalışırken “aman bir an önce yer kapayım” telaşına düşen sevgili Bursalı hemşerilerimiz, aniden kapılara hücum eder;  ama nafile… Çünkü aynı anda içeridekiler de inmeye çalışır ve onlar da inemez.
 Ve kafası basmaz, şunu düşünemez: “Eğer içeridekiler inemezse, boşalıp yer açılamaz, önce ben onların inmesine izin vereyim ki, yer açılsın ve ben de binebileyim”
Hürraaaa, kapılara…
İnenler ile binenler arasında amansız bir mücadele başlar!
Biraz abartıyor muyum?
Evet abarttığımın farkındayım, ama bizzat kendim yaşadığım olaylar bunlar. Bir keresinde Şehreküstü İstasyonu’nda tam inerken, benzer bir durum ile karşılaştım. Ben inmeye çalışırken aynı anda kalabalık bir güruh içeri girmeye yeltenince tam kapının önünde kollarımı açıp, “Giremezsiniz, önce inenlere izin verin” diye bağırdım.
Vayy, bunu yapan sen misin?
Vagona binmeye çalışan bir vatan evladı, bana hakaretler etmeye başlamaz mı?
Allahtan içeridekiler benden yana tavır aldılar da olay daha fazla büyümeden yatıştı.
Bir keresinde de vagona panik halde binmeye çalışan bir hacı amcaya müdahale etmiş, daha sonra da hacı amcanın “Karışma bana, yoksa seni gebertirim” tehdidiyle karşılaşmıştım.
Yürüyen merdivenlerden saygı gereği sağ tarafta durup acelesi olanların hızla geçmesi için sol tarafı boş bırakmak gerekir; bu basit saygı kuralına uyan var mı?
Ne gezeeerr…
En son, Olay Gazetesi yazarı Adnan Baştopçu, yolculuk sırasında uyulmayan bir başka saygı kuralını kaleme alarak konuya değinmiş ve Bursalı hemşerilerimizin yolculuk hallerine bizzat, şahsen kendisi tanıklık etmiş.

Not: Bununla ilgili; İnSanat Derneği olarak “Bursa’da yaşıyorum, Bursa’yı seviyorum” başlıklı birer (demo) film çekmiştik; meraklılar için linkini paylaşıyorum: http://insanat.web.tv/video/burulasa-demo-film__p4bcksf5xri



Salı, Şubat 02, 2016

Bursaspor’u kim eledi?

Geçen yılın Türkiye Cumhuriyeti Ziraat Türkiye Kupası finalisti Bursaspor, bu yılın kupa elemelerinde grubundan yenilgisiz çıktı ve Amed adlı iki alt ligde yer alan bir takımla eşleşti.
Maç Bursa’daydı…
Tıpkı geçen yılın kupa finalinin oynandığı gibi…
Bu arada, geçen yıl bize kupayı zehir eden takımın teknik patronu da bu yıl bizim takımın başında, işe bak!
Maç değil Bursa’da, galaksinin her hangi yerinde, bir değil, bin kez de oynansa Amed’in Bursa’yı yenme olasılığı “binde bir”di…
Pazar günü işte bu “binde bir” ihtimal gerçekleşti.
Neden gerçekleşti?
“Amed gibi alt ligde oynayan vasat bir takım, nasıl oldu da Bursaspor gibi üst düzey bir takımı yendi?” sorusunun yanıtı aslında basit!
Rakibi küçümsemek…
“Biz bu takımı havada karada yeneriz” havasıyla maçı ciddiye almamak…
Tarihte örneklerine rastladığımız, İstanbul takımlarının da başına gelen, bu kez bizim de başımıza geldi…
Ve “Rakibi küçük görmenin, maçı ciddiye almamanın” işleyen evrensel kuralı da yerini buldu:
Hüsran ve rezillik…
Bu rezilliğin tek sorumlusu var o da Hamza Hamzaoğlu’dur…
Maçtan sonra ki açıklamalarını okudum da gerçekten inanamadım.
Yok Amedli bazı futbolcuları kutlamıyornuş da, yok kışkırtmışlar da, yo şu yok bu…
Ey Hamzaoğlu Hamza!
Maç Bursa’da…
Rakibin taraftar desteği yok…
Ve rakip senin sıkletinde değil…
Çıkıp, “Bunun suçlusu benim, takımı bu maça motive edemedim, rakibi ben dahil hepimiz küçük gördük ve bu yüzden yenildik” deseydi, eyvallah…
Hâlâ elenmeye bir kılıf aramaya çalışması fena halde canımı sıktı.
Neden?
Çünkü geçen yıl hemi Bursa'da, hemi de yorgun kadrosuyla kupayı elimizden alan takımın 3 kupalı teknik direktörüydü Hamzaoğlu, …
Bu söylemler yakışıyor mu Hamza hocaya?
Lamı cimi yok!
Adamlar geldiler, Bursaspor gibi bir dev takımı, Bursa’da elemeyi başardılar.
Kim başardı?
Bir futbol takımı başardı.
Bu takım resmi ve TFF’ye kayıtlı tescilli bir spor kulübü müdür?
Evet…
Oynadığımız bir spor müsabakası mıydı?
Evet…
Yaaa eveeett, elbette EVET…
Madem devletin tanıdığı legal bir spor kulübü ile oynuyorsun ne diye maçı maç olmaktan çıkarıp onların istediği “savaş” kategorisine sokarak tuzağa düşüyorsun?
Sonuç: 1-2 ile kupaya elveda…
Adı Aşk Bu Eziyetin, ama bu eziyet falan değil düpe düz "YÜZ KARASI!"
Maça bu mantıkla bakarsan, değil Bursa’da, Mars’ta bile oynarsan kaybedersin…
Maçtan sonra terör örgütü yandaşlarının paylaşımları sapır sapır ayyuka çıkmaya başladı.
E çıkar tabi…
Onlara bu fırsatı tanıyan, haykırma şansı veren senin basiretsizliğinse; ya çıkıp rakibini alkışlayacaksın ya da hatanı kabul edip susacaksın!
Sonra da “ben nerede yanlış yaptım?” diye düşünüp, bu kayıptan gerekli dersleri çıkaracaksın!
Çünkü bu kaybın yarası nasıl kapanır bilmem... 
Taraftarın Hamza hocaya olan güveni ciddi anlamda zedelemiştir…

Hamza hoca bunun farkına varamazsa, seneye soluğu Amedspor’un başında alır, demedi demeyin(!)