Cuma, Ağustos 28, 2015

Plan tıkır tıkır işliyor…

Facebook’taki eski paylaşımlarına baktım dün…
7 Ağustos 2014’te, yani bir yıl kadar önce, Kürt aslılı gazeteci Namık Durukan’ın 28 Şubat 2013’te Milliyet’ten manşette yayınlanan “İmralı Zabıtları” başlıklı haberi paylaşmışım.
O haber yayınlandıktan sonra, özellikle AKP cephesinde İmralı’da yapılan gizli görüşmeler ifşa olmuş ve bu haber yüzünden, hafızam beni yanıltmıyorsa, Namık Durukan işinden kovulmuştu.
Peki o haberde ne vardı da AKP kıyameti koparmış, ortalık karışmıştı?
Haberin içeriğine göre yapılan gizli görüşmelerde Apo, ciddi ciddi Türkiye’yi tehdit ediyor, eğer sözünde durulmazsa “50 bin kişi ile halk savaşı olacak” diyor.
Sadece bu da değil Abdullah Öcalan’ın tutanaklara geçen sözleri. AKP’ye ve Recep Tayyip Erdoğan’a verdikleri desteğin önemine de dikkat çekiyor ve “Biz Tayyip Bey’in başkanlığını da destekleriz. Biz AKP ile bu temelde başkanlık ittifakına da gireriz” diyerek yapılan gizli anlaşmanın en önemli maddelerinden birini daha açığa çıkarıyordu.
AKP ile PKK ya da Apo ile Erdoğan arsında belli ki bir pazarlık yapılmış ve karşılıklı sözler verilmiş.
Fakat bu tutanaklardan Tayyip Erdoğan’ın, Apo’ya ne vaat ettiğini tam olarak anlayamıyoruz.
Apo’nun “Eğer verilen sözler tutulmazsa 50 bin kişi ile halk savaşı olacak” sözüne karşılık gelecek vaat neydi?
Apo’nun serbest bırakılması ve Güneydoğu’da özerk bir bölge (Kürdistan) olabilir mi?
Peki bu nasıl olacak?
Oldu da bitti maşallah, nazar değmez inşallah, şeklinde olması beklenemezdi elbette.
Kanlı olmalıydı, öyle kanlı ki, öyle bir şey olmalıydı ki, millet “yeter artık, bırakın şu Apo’yu, kurun şu Kürdistan’ı da yetti gayri, yeter ki kan dursun, analar ağlamasın” aşamasına gelinmesi amaçlanıyordu.
Çünkü mesele sadece Kürdistan’ın kurulması da değil. Mesele batıdaki (rahatları yerinde) Kürtlerin kurulacak Büyük Kürdistan’a gitmek isteyip istememeleriydi…
İşte bütün mesele bu!
Çünkü Apo da biliyor, Erdoğan ve Sam Amca da biliyor ki, batıda yaşayan Kürtlerin hiçbirinin Kürdistan umurlarında değil.
Hepsi tek bir şey istiyor: HUZUR
HDP ve Selahattin Demirtaş’a o nedenle güvendi yüz binerce kişi… Demirtaş öyle bir sempati ile boyadı ki insanların gözünü, tüm engellemelere, tüm provokasyonlara rağmen 80 milletvekili çıkartarak beklenmedik şeklide barajı geçmeyi başardı ve planları alt üst etti.
Demirtaş istemediği halde, bir anda barışın umudu oldu, Abdullah Öcalan’ı gölgede bırakan bir popülariteye ulaştı.
Böyle bir yıldızın gölgesi altında kalmak demek Apo gibi bir despotun ve yönettiği terör örgütünün kabulleneceği bir durum olamazdı…
Dünkü çocuk, bir anda tüm Kürtlerin ve huzur isteyen Türklerin barış umudu olamazdı!
Üstelik AKP ile yürütülen gizli planın da ötesindeydi. Çünkü HDP’nin barajı geçip AKP’nin tek başına iktidar olamaması demek, hem Apo’nun özgürlüğünün, hem de Kürdistan’ın önünün kesilmesi demekti.
Ve 7 Haziran seçimlerinin hemen akabinde, verilmeyen 400 milletvekilinin hesabı sorulmaya, Demirtaş ve HDP’nin parlayan yıldızının üstü kanla örtülüp söndürülmeye başlandı.
Önce Suruç katliamı, ardından iki polisin uykuda katledilmesi, ve kan ve kin, acı ve gözyaşı.
Öldürülen yüzlerce Kürt genci, haince ve kalleşçe pusuya düşürülen güvenlik görevlileri ve kaçan huzur, yıkılan barış umutları!
Hep bir planın pis ve kanlı hamleleri olarak sırıtıyor önümüzde.
Plan o kadar belli ki, o kadar aleni ki…
Bugün gelinen süreçte, HDP ve Demirtaş’ın göstermelik PKK ve akan kana yönelik tepkileri ve AKP-PKK savaşının şifreleri, Apo’nın Milliyet Gazetesi’nde Namık Durukan’ın haberleştirdiği tutanaklarında gizli…
Aslında gizli de değil, görmek isteyene her şey ortada…
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın erken seçim istemesi ve öncesinde koalisyon kurulamaması…
MHP’nin meclis başkanlığı sırasında tutumu…
Çocuklar gibi küsen CHP'nin tuzağa düşüp geçici hükumete bakan vermemesi...
Ve seçim hükümetinin sadece AKP ile HDP arasında kurulacak olması…
Hepsi ama hepsi bir planın sonucu…
2 Kasım pazartesi sabahı Erdoğan istediğini alamazsa…
Veya planın dışında bir başka sonuç çıkarsa, 7 Haziran’dan sonra olanları düşündükçe yaşanacakları tasavvur bile etmek istemiyorum…

Son olarak; ben bu coğrafyada Kürtlerle yan yana huzur ve barış içinde yaşamak istiyorum. Benim gibi düşünen çok Kürt olduğunu da biliyorum…
Keşke medeni bir toplum olsaydık da savaşmak yerine, bir referandum ile sorsalardı hepimize: Kürtlerle ayrılalım mı, ayrılmayalım mı?
Hiç olmazsa bu kadar kan akmazdı!  
Kan dökmek yerine el sıkışarak ayrılmak o kadar zor mu?

Not: haberin yayınlandığı Millyet.com.tr'de ana kaynağını bulamadım. O nedenle kaynak olarak bir başka linki ekledim: "İmralı Zabıtarı" haberinin tamamını okumak için tıklayın: http://t24.com.tr/haber/iste-imralidaki-gorusmenin-tutanaklari,224711

Perşembe, Ağustos 20, 2015

Ve bir millet acı çeke çeke uyanıyor!

Herkes değil tabi hala uyanamayanlar da var…
Uyanmak istemeyenler…
Kimi iktidar partisine göbekten bağlı, çıkar ilişkisi olduğu için tüm bedbaht duruma rağmen ortaya çıkan acı tabloyu görmek istemiyor…
Kimi de büyülenmişçesine göremiyor trajediyi ve bu trajedinin asıl suçlusunun kim olduğunu.
Herkesi suçluyorlar, esas suçlanması gerekeni garip bir şekilde suçlamaya dilleri varmıyor ya da cesaret edemiyor, veya hata yaptıklarını, oy vererek büyük günaha ortak olduklarını kabullenmek istemiyorlar!
Fakat, yavaş yavaş, acı çeke çeke gerçeği öğrenen büyük bir kitle var ve o büyük kitle, “400 Milletvekili verin bu iş huzur içinde çözülsün!” sözünün ne anlama geldiğini idrak etmeye başladı…
Bir ay içinde 50 kusur güvenlik görevlisi ve bir de diğer tarafta ölen ve aslında TC vatandaşı olan kandırılmış yüzlerce Kürt genci Çünkü karşı tarafta kaç gencin öldüğünü de tam olarak bilmiyoruz.
Her şehit cenazesinde alışık olmadığımız tepkiler daha yüksek sesle dile getirilmeye başlandıysa, bu acı uyanışın, bazı şeylerin farkına varmalarının sonucudur.
Hele bir de şehit cenazesinde Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ailelere yönelik Ne mutlu şehit ailesine, ne mutlu onun tüm yakınlarına sözü belki de bardağı taşıran son damla oldu.
Anaların, babaların, ablaların, evlatların, kardeşlerin yüreği yanmış, ocakları sönmüş ama sayın Cumhurbaşkanı Erdoğan onlardan mutlu olmalarını bekliyor.
Bağrı yanık analar, yüreği kavruk babalar, kardeşler, hesap soruyor: Erdoğan'ı başkan seçseydik evladımız ölmeyecek miydi?
Yemiyor artık, bu millet bunu yemiyor ve sormaya devam ediyor: Hep garibanların çocukları mı yanacak, hep garibanların ocaklarına mı ateş düşecek?
Bakan yuhalanıyor, vali kendini tepkilerden zor kurtarıyor. 
Bu savaşın bir kazananı olmadığı apaçık ortadayken bu ekilen nefret tohumları kime yarayabilir ki?
Oysa önce Kürt açılımı sonra barış süreci başlamamıştı.
AKP barış sürecini ciddiye almadığını, bunu bir seçim malzemesi olarak kullandığı iddialarının gerçekliği artık kanıtlandı.  
AKP’nin ne kadar yanlışı varsa HDP’nin de bir o kadar yanlışı olduğunu ifade etmek gerek.
PKK ve KCK'nın aslında hiçbir zaman barıştan yana olmadığını, bugüne kadar süreci sabote etmek için yaptıkları eylemleri anımsadıkça asıl amaçlarının üzüm yemek değil bağcıyı dövmek olduğunu daha iyi idrak edebiliyor herkes!
Ve çünkü kendileri Kandil'de güvenli şekilde kanlı eylemleri organize ederken gencecik insanları, bile bile ölüme yolladıklarını gariban Kürt aileler de anlamış vaziyette...
Evet,  Kürdüyle Türküyle, Lazıyla, Arnavudu, Boşnak’ı, Gürcüsü ile bu millet yavaş yavaş, acı çeke çeke uyanıyor!

Keşke daha önce uyanabilseydik

Pazar, Ağustos 16, 2015

Sabrı olmayan gitsin Bizans takımların izlesin

Bence Bursaspor’a da, yönetimini de, teknik kadroya da haksızlık ediyorsun(uz)..
Yapmanız gereken çözüm önermek, ama ne yazık ki, Bursa'da çözüm önerecek akıl yok.
Ben de soruyorum, siz Bölükbaşı'nın yerinde olsaydınız ne yapardınız?
Bu durumda, Bellushi'yi, Volkan'ı, Ozan'ı, Bakambu'yu nasıl takımda tutardınız?
Onların Gitmesinin suçlusu gerçekten Bölükbaşı ve yönetimi mi?
Battalla'nın nasıl ve neden kaçtığını unuttunuz mu?
Sıradan taraftarın sabırsızlığını ve düz mantıkla düşünmesini anlarım ama gazetecilik yapan eli kalem tutan insanların eleştirirken daha makul ve mantıklı davranmasını, bazı argümanları, koşulları ve bir takım gerçekleri dikkate alarak eleştirmelerini beklerim.
Ne Sağlam, ne Bölükbaşı babamın oğlu değildir...
Yer geldiğinde de (herkes gibi) eleştirilmelidir.
Recep Bölükbaşı'nun (özellikle) üslubu, konuşma tarzı konusunda çok şey söylenebilir. Fakat, takımın düştüğü şu durumu için doğrudan onu suçlamak haksızlık olur. Hele ki Ertuğrul Sağlam'a böyle bir maçta vurmak...
Rakibe tek bir pozisyon verip, (o da karambolden) gol yemiş, şansızlık sonucu direkten bir topun dönmüş ve kaybetmişsin ve daha ligin ilk haftasıyken, telafileri mümkün haftalar önümüzdeyken...
Skor değil, spor yazarlığı yapmanın ne kadar önemli olduğu aklıma geliyor hemen.
Bursa medyası ile İstanbul medyasını ayıran en önemli unsur da galiba buradaydı, ama... Galiba her alanda olduğu gibi medyacılıkta da İstanbul’un arka bahçesi olmuşuz da ben yeni fark etmişim…
Dünkü maçta Sağlam’ı yaptığı değişiklikler için eleştirirken, eğer o top direkten dönmeyip gol olsaydı ve maçı o golle kazansaydık da eleştirebilecek miydik?
İşte bu durumda spor değil, skor gazetecisi olup çıkıyorsunuz…
Her haç, her sezon, her teknik adam, her yönetim ve her takım kendi içinde değerlendirilmelidir…
Bursaspor tarihin en şansız sezon öncesini yaşadı.
Düşünsenize; geçen yıldan 9 futbolcunuzu kaybetmişsiniz ve bunların en önemlileleri, sözleşmeleri devam ettiği halde, hazırlık kampına katılmışlar ve tam da lig başlayacakken, “biz yokuz” deseler, siz ne yapardınız?
Bölükbaşı’nın yerinde siz olsanız ne yapardınız?
Sağlam’ın yerinde olsanız, yaralı Trabzon’a karşı deplasmanda nasıl oynardınız?
Açık futbol oynardım diyenin aklına şaşarım!
Tek pozisyon verip şansız yenilen bir takım için sabretmeye değer.
Sabrı olmayan gitsin başka takımları izlesin, malum Bizans orada!