Çarşamba, Nisan 29, 2015

Sana "yavrum" diyebilir miyim, yavrum?

Aslında birinin yavrusu olmak hiç de kötü değil.
Hem kim birilerinin yavrusu değil ki…
Eğer ortada bir yavru varsa, mutlaka ana da var demektir.
Yavru asla bir yavru olarak kalmaz ve zaman içerisinde, yavruluktan (bebeklikten) çocukluğa ve derken ergenliğe geçer, ardından da gençlik, orta yaş ve yaşlılık…
Fakat bazıları, 40’na da gelse ana için bir yavru, bir çocuktur.
Evet, insani ilişkilerde böyledir de devlet ilişkilerinde durum nasıl olmalıdır?
KKTC, yani Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ne hala yavru vatan demek ne kadar doğru olabilir?
1983’te kurulan, gerek Anavatan’dan ayrı ve ufak tefek olması, gerekse uğrunda çok bedeller ödenmesi nedeniyle Kıbrıs’a yavru vatan dedik durduk.
E insan ömrüyle 32 yaşına gelmiş bir devlete hala “yavru” demek Anavatan’ın hoşuna gitse de yavru vatanın bundan sıkıntı duyması da kaçınılmazdı.
Nitekim KKTC’nin yeni seçilen Cumhurbaşkanı Mustafa Akıncı da “Yeter ama eşek kadar adam olduk, hala yavru da yavru… Ne yavrusu? Bize yavru demeyin, diyecekseniz kardeş, deyin, canım deyin, ciğerim deyin, artık bana bebek muamelesi yapmayın!” diyerek Anne Vatan’a postasını koydu.
Anavatan’nın babası da geri durur mu? O da açtı ağzını yumdu gözünü, "Ağzından çıkanı kulağının duyması lazım. Bu ülke Kuzey Kıbrıs’a bir bedel ödedi. Şehitler verdi. Acaba Sayın Akıncı bu mücadeleyi tek başına yürüteceğini mi düşünüyor? Kuzey Kıbrıs’a bakışımız yavru vatandır. Bundan sonra da bu devam edecektir” diye harladı.
Bu karşılıklı gerilimden sonra gelen bilgilere göre seçilmiş iki reisi cumhur konuşup, koklaşıp ortamı yumuşatmışlar.
Laf arasında da Anavatan’ın babası, artık kendi ayakları üstünde durmak isteyen yavrusuna “İlk ziyaretinizi Ankara’ya gerçekleştirirsiniz…” diye tembihlemiş.
Peki Akıncı’nın buna yanıtı ne olmuş dersiniz?
“Bizi başka tanıyan ülke mi var; elbette Türkiye ‘ye gideceğiz”
Ne oldu? Şaşırdınız mı?
KKTC’yi bizden başka kimse tanımıyor mu?
Hay Allah, neden ki?
Bizim onu yıllardır bir yavru olarak tutmuş olmamızın bunda etkisi var mıdır acaba, ne dersiniz?
Bir türlü büyümesine, kendi ayakları üzerinde durmasına izin vermemiş olmamız bunde etken mi oldu acaba?
Hiç insan kendi yavrusunun gelişmemesini ister mi?
Yani, insan dediğime bakmayın, devlet işte!
Yavru vatanımızı bizden başka kimse sallamıyor mı?
Kürt kardeşimiz de yıllardır arka bahçede kendi evini yapmak istiyor ama ona da “hayır olmaz, senlen etle tırnak gibiyiz, ayrılamayız” diyoruz.
Ee ne olacak, KKTC yavru, Kürtler kardeş olarak mı kalacak?
Yavrumuz kendi ayakları üstünde, kardeşlerimiz de bir başına var olamayacak mı, onların böyle bir hakkı yok mu ve daha yıllarca Türkiye’nin kamburu olarak mı kalacaklar?

Cuma, Nisan 24, 2015

24 Nisan neşe dolamıyor insan(!)

23 Nisan çocukların bayramıydı...
24 Nisan ise Ermenilerin Türklerden nefret etme bayramı(!)
Fakat benim bu konuda kafamı kurcalayan bazı sorular var. Müsaadenizle onları sormak istiyorum, kendime!
Ermenistan'da hiç Türk var mı acaba?
Azeri, Tatar, Özbek, Kırgız ya da... Ya da bir başka Müslüman azınlık da olabilir...
Neyse...
Fransa'da yaşayan Diyarbakırlı Ermeni müzisyenler baba-oğul Onnik ve Ara Dinkjian Diyarbakır’da konser vermiş, ayakta alkışlanmışlar. Bu iki değerli sanatçıyı geçen akşam NTV’de Gece-Gündüz programında izledim. Özellikle 86 yaşındaki baba Onnik’in performansı ve okuduğu içten Türküler çok etkileyiciydi…

Sonra düşündüm ve bir soru daha yönelttim kendime: “Ermenistan’da bir Türk sanatçıya böylesine bir saygı gösterilebilir mi?”
(Ermenistan derken, orada doğumlu bir Türkü kast ettim...)

Ardından da aklıma gelen Türkiye Ermenilerini saymaya başladım…
Atatürk’ün ricasıyla Türk Dil Kurumu’nun başına getirilen Agop Dilaçar, müzisyenler Onna Tunç, Garo Mafyan, fotoğraf ustası Ara Güler, sinema eleştirmeni Alin Taşçıyan, sinemamızın emektarları Nubar Terziyan, Sami Hazinses, Toto Karaca, Vahi Öz, Kenan Pars, Kevork Malikyan, manken Vahe Kılıçarslan, rock müzğinin sembol ismi Hayko Cepkin, pop müzik sanatçısı Rober Hatemo, gazeteci Hayko Bağdat, yazar Sevan Nişanyan, gazeteci Etyen Mahçupyan, sinema yazarı Artun Yeres ve kızı Natali Yeres... Ve elbette merhum Hrant Dink... Bunlara iki dostum Karolin Sarı ile Loren Vayloyan'ı da eklemek istiyorum…

Bir çırpıda sıralayabildiğimTürkiye Ermeni’si sadece bunlar...

Bazılarının çok özel hayranları var ve TC vatandaşı olarak önemli işler yapmışlar bu ülkede...

Ermenistan'da hiç Türk var mı, ya da Azeri?
Bilmiyorum ama olduğunu da sanmıyorum...
Peki ya olsaydı, acaba kaç Türk, Türkiye'deki Ermeniler gibi elit birer sanatçı olabilirdi?

Ermeniler Türklerden nefret ediyorlar...
Azımsanmayacak bir Türk kitlesi de Ermenilere benzer hisler besliyor...

24 Nisan 1915 olaylarının yıl dönümü münasebetiyle ben de bu konuya değinmek istedim. Malum, her 24 Nisan'da Ermeni diasporasının geleneksel Türk düşmanlığını dünyaya körüklediği gün haline gelen Ermeni soykırımını kabul ettirme ve Türkler'den nefret etme şenliklerinde(!) bu yara kaşınmaya ve bizi de kaşındırtmaya devam ediyor.

Belli ki Ermeniler bu işten vazgeçmeye niyetli değil. Sadistçe bir duyguyla Türklerin bu halinden keyif alıyor olmalılar!

Ben de merak edip, "Türkiye'deki ünlü  Ermenileri" ortaya sereyim dedim. Sonra da kafama takılan soruyu bir daha yönelttim: Ermenistan'da Türkler de azınlık olarak yaşasaydı, Türkiye'nin Ermeni vatandaşlarına yaptığını yapar mıydı?

Kaç Türk sanatçısı çıkabilirdi Ermenistan'dan?

Bizim yaptığımız gibi, Ara Güler'i, Onna Tunç'u Garo Mafyan'ı, Hayko Cepkin'i, Nubar Terziyan'ı, el üstünde tuttuğumuz gibi bir Türk'ü bağırlarından çıkarıp alkışlayabilme cesareti gösterebilirler miydi?

Türkler, (Osmanlı İmparatorluğu'nun son döneminde) Ermeni'lere soykırım uyguladıysa, (hani biz tehcir diyoruz, Ermenler insanlık suçu işlediğimizi iddia ediyorlar ya) dedelerimizin canı sıkılıp da, "dur ya gidip şu bir milyon Ermeni'yi keseyim de stres atayım" mı, dedi acaba?

Ya da Osmanlı dışından gelen (Ruslar tarafından) kışkırtılan Ermeni çetelerinin Doğu Anadolu'da Türk köylerine saldırması yüzünden mi yaşandı bu büyük trajedi?

Çünkü aklım almıyor, kafam karışıyor. Bu Türkler soykırım yapabilecek kadar planlı ve sistemliydi de nasıl çökebildi Osmanlı?

Hem o dönem Osmanlı'nın en önemli mevkilerinde görev alan Ermeniler yetkin ve etkin değil miydi? Ne diye rahatlarını bozup Osmanlı'yı içten yıkmaya kalkıp, sonra da kendi soydaşlarına soykırım yapılmasına göz yumdular?

Üstte saydığım, günümüzde de sevilen ve sayılan bu ünlü Ermeni isimler neyin nesidir arkadaş? Bu Türkler ne psikopat milletmiş böyle, Ermenileri önce katlediyor, sonra da kalanlarını ülkenin en elit vatandaşı yapıyor, alkışlıyor, baş tacı ediyor!

Bu ne yaman çelişkidir böyle, gel de çık işin içinden(!)
***
Varsayalım ortada bir soykırım var!

Peki, o soykırımı kim yaptı?
1915'te yönetimde kim varsa onlar...
Onlar kim?
Osmanlılar...
E hani Türklerdi... Hem Osmanlılar kendilerine Türk demiyordu ki!
Osmanlı'nın üst yönetimi ve bürokrasisi Ermeniler gibi Rumlar, Yahudiler, Arnavutlar ve imparatorluktaki diğer azınlıkların kontrolünde.
Azınlık dediğime bakmayın. Aslında doğru tanımlama diğer etnik gruplar olmalıydı. Çünkü Osmanlı döneminde azınlık olan bu saydığım gruplar değil Türkler'di!
Evet Türkler...
Anadolu'da yaşayan, tarım ve hayvancılıkla uğraşan, eğitimsiz, cahil, büyük bölümü göçebe olan topluluk...
Hani Ermeniler'in, (hatta Kürt ve Süryaniler bile) "Türkler bizi katletti" diye itham ettiği Türkler var ya onlar işte!
***
Bu soruları alt alta dizdiğimde aklım karışıyor ve sahnelenen piyese inanasım gelmiyor!
Bu cahil köylü ve çiftçi topluluk nasıl 1 milyon Ermeni'yi, sonra da 500 bin Kürt ve binlerce Süryani'yi katlederek soykırım uygulamış, aklım almıyor.

Sonra Onnik ve Ara Dinkjian'ı düşünüyorum... NTV'de canlı yayında Türküleri'ni söylüyor. Aklıma Hrant Dink geliyor; on binlerce TC vatandaşının, "Hepimiz Hrantız hepimiz Ermeniyiz" haykırışı yankılanıyor kulaklarımda...
Nefret tohumları ekenlere anlam veremiyorum!

https://twitter.com/inSanatDernegi

Salı, Nisan 21, 2015

Bu lig kimin?

Futbolda adalet aramak!
Ne saçma değil mi?
Adaletsiz ülkede adaleti futbol camiasından ummak…
Adalet nerede kaybolmuş ki futbolda bulalım…
Adalet hangi alanda, hangi sektörde var ki futbolda olacak!
Taraflı tarafsız herkesin saptaması şu: Bursaspor şampiyon olduğu yıldan daha iyi futbol oynuyor.
Eee, iyi oynuyor da ne oluyor? Şu başına gelenlere baksanıza!
İlk yarı şanssızlıktan yakasını kurtaramazken, ligin ikinci yarısında da hakemlerden çektiğini hiçbir şeyden çekmedi.
Şampiyonluğun en güçlü adayı Fenerbahçe ile çok önemli bir maç oynadı Bursaspor. Ligin ilk yarısında Bursa’da 1-1 berabere kaldığı maçın rövanşında Kadıköy’de rakibi ile gecikmeli randevusundan önce, maçın hakeminin Hüseyin Gökçek olduğu açıklanır açıklanmaz Bursa cephesi, özellikle taraftarlar haklı bir endişeye kapılmıştı. Rakibi yenmek ya da berabere kalmak mümkündü, ya hakemi?
Çok garip ve olağan üstü bir olay yüzünden maçlar bir hafta ertelendi. İddia şuydu ki, Bursa maçı öncesi Fenerbahçe’de çok ciddi sakatlar vardı. Ve Ligin ertelenmesi  Ev sahibi takıma nefes aldıracaktı.
Fener kazanırsa lider olacak, kaybeder ya da berabere kalırsa şampiyonluk yarışında ciddi bir kayıp yaşayacaktı.
Çünkü rakip, ligin en iyi takımlarından Bursaspor...
Peki Bursaspor gibi bir takımı nasıl yenersiniz?
Çıkarsınız, takır takır hücum eder, savunmada rakibi etkisiz kılar ve evire çevire yenersiniz…
Ya da çıkar oynarsınız. Rakibiniz nizami bir gol atar, hakem o golü ofsayt gerekçesi ile iptal eder.
Siz baskılı oynar ama pozisyon bulamaz, fakat rakibin ataklarını gol çizgisinden çıkarırsınız. Sonra rakip oyuncuyu kendi ceza alanı içinde yaka paça indirirsiniz. Hakem bunu görmezden gelir. Sonra da olmayan bir pozisyonda hücum oyuncunuz rakip savunmaya faul yapar ve golü atarak 1-0 kazanır, çocuklar gibi sevinirsiniz.
Ne güzel değil mi?
Şahane… Tam da İstanbul medyasının istediği tablo ve heyecan…  Bi GS lider olur, sonra arada BJK ve nihayet esas oğlan FB liderlik koltuğuna oturur ya da oturtulur!
-Fenerbahçe lider oldu mu?
-E oldu…
-Bursaspor’un hakkı yendi mi, emekleri gasp edildi mi?
-Yav olacak o kadar... Kime hata yapmıyo ki hakemler yapmasın!
-Evet ama bir maçta, üç öldürücü hata yapılır mı?
İstanbul medyasında birkaç yorumcu dışında Bursaspor’un hakkının yendiğini dile getiren kaç FB yorumcusu duydunuz?
Bir, iki, beş?
Vallahi dün Bursaspor başkanı Recep Bölükbaşı’nın yerinde olmak istemezdim.
Ben olsam, sadece Bursaspor’u değil, tüm Anadolu takımları olarak topyekun çekilirim ligten. FB, GS, BJK, bi de Kasımpaşa ve Başakşehir’i de alsınlar, beşli grup yapıp takılsınlar, ne de olsa şampiyonun adı konmuş… Ya FB, ya GS ya da BJK şampiyon olacak, belli... Arada Bursaspor, Trabzon'dan sonra çıkıp tekere çomak sokmaya kalksa da, bi daha hayatta işi şansa bırakmaz Bizans! Bırakmayacağını da 2010’dan sonra gayet somut şekilde anladık. 
O zaman oynamanın ne anlamı var ki. Onca masraf, onca emek, onca çaba, onca umut, alın teri ve gözyaşı...
Günah değil mi?
Eğer Anadolu takımları bu ligde uvertür ise bir daha şampiyon olabilme ihtimalleri yoksa…
Biz bu ligi ne diye izleyelim arkadaş?
Bu lig kimin?

Bu ülke, bu şehir, bu insanlar kimin?

Cuma, Nisan 17, 2015

Sansür bahane, reklam şahane!

Sansür  Fransızca “censure” kelimesinin Türkçeye girmiş hali…  Türk Dil Kurumu Sansürü şöyle açıklıyor: Her türlü yayının, sinema ve tiyatro eserinin hükumetçe önceden denetlenmesi işi, sıkı denetimi…
Peki sansür gerçekten de etkili bir yöntem mi?
Yani gerçekten de bir eseri ya da her hangi bir düşünceyi engellemeye yarıyor mu, yoksa o çalışmayı daha da ilgi çekici hale getirip değerini artırıyor mu?
Eğer bir şeyi engellemek ve yaygınlaşmamasını istiyorsanız yapacağınız işin sansür olmadığını düşünüyorum.
Son yıllarda, özellikle de AKP döneminde garip bir sansür uygulaması dikkat çekiyor. Bir şeyi sansürleyip yasaklarken sonucunu asla kavrayamıyorlar!
Bir yandan sansür koyan devlet, özellikle sinemada, gerek belgesel, gerekse kısa veya uzun metraj Kürt temalı filmlere Kültür Bakanlığı vasıtasıyla inanılmaz bir maddi destek verdiği görülüyor. Sadece Kültür Bakanlığı değil aslında, bir çok festival Kürt temalı filmlere daha çok şans tanıyor. Bunlar arasında if Film Festivali, Akbank Kısa Film Festivali ve Gezici Festival başı çekiyor. Adana Altın Koza ve Antalya Film Festivali de Kürt filmi gördüğünde yelkenleri suya indirenlerden…
Bu festivallerin komisyonlarındaki Kürt lobisinin gücünden midir nedir, bilemiyorum ama son 15-20 yıldır “Kürtler” üzerinden film yapmak moda oldu sanki ve Kürt konusu sömürüldükçe sömürüldü. Ayrıca Reha Erdem gibi usta bir yönetmen bile konuya kayıtsız kalamayıp, PKK gerillası olmak zorunda kalan genç bir kadının hikayesini anlattığı “Jîn” adlı film çekmekten kendini alamadı.
Bu dönemde film mi çekmek istiyorsunuz, karakterlerinizi Kürtlerden seçin, bir de durumu ajite edin festivaller filminizi havada kapar.
Peki ya sansür mekanizması Kürt filmlerine dokunmuyor mu?
Dokunuyor elbet, dokunmaz olur mu?
Lakin amaç gerçekten sansürlemek mi, yoksa (farkında olmadan)reklamını yapmak mı, anlamak pek de kolay değil!
En taze örneğini 34. İstanbul Film Festivali'nde yarışma dışı gösterilmesi gereken Çayan Demirel ve Ertuğrul Mavioğlu'nun yönettiği 'Bakur/Kuzey' belgeseli yaşadı.
Çayan Demirel ve Ertuğrul Mavioğlu büyük bir cesaret örneği göstererek(!) yaptıkları, Türkiye'deki PKK kamplarındaki yaşantıyı anlatan belgesellerini İstanbul Film Festivali'ne yolluyor ve ön elemeden geçirtme başarısı sağlayarak, gösterim hakkı kazanıyorlar.
PKK kampları, hem de Türkiye sınırları içinde…
Daha önce hiçbir yerde yansımamış görüntülerin yer aldığı bir belgesel.
İster Kürt olun, ister Türk ya da Laz veya Çerkes…
Objektif ve sanatçı/gazeteci gözüyle baktığınızda, mesleki anlamında önemli bir iş var ortada.
Gerçekten belgeselde ne anlatılıyor? Terör örgütünün propagandası mı yapılıyor, yoksa sadece gündelik yaşamlarından kesitler mi yer alıyor, bilmiyorum!
Fakat belgesel son anda sansür kılıcının öldürücü(!) darbesiyle kendini festival dışında buldu. Gerekçe ise belgeselin eser işletim belgesine sahip olmamasıymış.
Hadi canım..
İyi de, İFF bugüne kadar bir çok filmi eser işletim belgesi olmadan göstermiş bir organizasyon.
Bu gerekçeye kim inanır, belki Kadir İnanır(!)
Böyle mazerete böyle  espri :D
Kültür Bakanlığı belli ki, Türkiye sınırları içinde PKK kamplarının belgelenmesiyle ilgili bir sıkıntı yaşamış ve bunun kamuoyuyla paylaşılmasını engellemeye çalışmış.
Peki bu sansür işe yaradı mı?
Elbette ki hayır…
12 Eylül döneminde bir çok film, şarkı, roman, gazete dergi, üstelik pornografik unsur yasaklanıp sansürlenir ama bi şekilde el altından hedef kitlesine ulaşmayı başarırdı.
2015’te de durum farklı değil! Hele internet çağında asla…
Türkçesi ‘Kuzey’' Kürtçesi “Bakur’ belgeseli de sansürlenip festival dışına itilince kıyamet koptu. Sosyal medya çalkalandı… Yılların İstanbul Film Festivali 34. yılında karizmasını fena çizdi! En baba yönetmenler, yazarlar, aktör ve aktrisler ya festivalden filmlerini çekti ya da çok sert açıklamalarla sansürü ayıpladılar.
Üstüne üstelik Ankara Film Festivali’ne bile sirayet eden sansür belası yüzünden ünlü yönetmen Onur Ünlü başkanlığındaki jüri festivalden çekildiğini açıkladı.
Çok enteresandır, geçen yıl Antalya Altın Portakal da, ön jürinin seçtiği, Reyan Tuvi'nin gezi olaylarını derlediği 'Yeryüzü Aşkın Yüzü Oluncaya Dek' belgeselini festivalden atmış ama ne yazık ki, ‘Bakur’a verilen destek Tuvi’nin çalışmasına verilmemişti.  Hatta Onur Ünlü başta olma üzere bir çok yönetmen, filmlerini çekmeyi nedense akıl edememişti.
Buna rağmen Reyan Tuvi'nin gezi belgeseli ummadığı bir ilgiye karşılaşmış, ulusal ve uluslararası bir çok başka festivalden davetler alarak teselli bulmuştu.
Bakur, yani Kuzey belgeselinin başına gelecekler de farklı olmayacak. Bilakis daha fazla ilgi göreceğini kestirmek kehanet olmaz.
Belgesel yasaklanmasaydı belki festival hengamesi arasında kaybolup gidecekti. Amma ve lakin şimdi, ulusal ve uluslararası bir çok festival Bakur’u duydu. Sansür sayesinde herkes bu belgeseli merak ediyor.
Emin olun ki belgeseli çeken arkadaşlar, sansürcü başına dua ediyorlardır… Şimdi gelsin festivaller, gelsin ödüller! ;)

https://twitter.com/inSanatDernegi

Çarşamba, Nisan 01, 2015

Elektrikler kesildi, alışmadım hocam(!)


Birkaç saat önce (dün gece 23:45) ortanca oğlum Tarık ile birlikte İnSanat’tan çıktık Fomara’dan aşağıya eve doğru gidiyoruz. Konumuz malum gündem: Savcı Kiraz'ın rehin alınması, operasyon sonucu saldırganların öldürülmesi ve savcının vefat ettiğine dair gelen son üzücü haber…
Ve Türkiye’yi felç eden elektrik kesintisi…

Herkesin aklını karıştıran ve hükmet kanadından tatmin edici samimi bir açıklama gelmemesi, spekülasyonları da beraberinde getirdi.
Yok, Keban barajına bomba konuldu…
Yok, şirketler ucuz elektrik satmamak için bunu yaptı…
Yok, IŞİD saldırı düzenledi…
Yok, önceki gün Türkiye’ye nota veren İran, Rusya ile bir olup sattıkları doğal gazı kestiği için bu kesinti yaşandı…
Yok Enerji nakil hatlarındaki sistem çöktü…
Yok, nükleer enerjiye geçecekler de halkı ikna etmek için kesintiyi bilerek yaptılar… vs vs vs…
Milletin ağzı torba değil ki büzesin…  Ağzı olan konuşur, eli klavyeye değen herkes yazar, fikrini de,  zikrini de ortaya döker oldu.
Bilgi kirlendikçe kirlendi…

Bu kirlilik içinde makul ve akla yatkın olanlar da yok değil elbet…
Mesela, nükleer santral yapılacak olması ve bu konuda toplumdan gelecek “toplu” tepkileri azaltmak için, “Bakın, elektriksiz kalınca ülke ne hale geldi. Nükleere de ülkenin acilen ihtiyacı var. Nükleere karşı çıkarsanız elektriksiz kalmaya da razı olursunuz, ona göre!” dendiğini hepimiz biliyoruz!
Bu şok elektrik kesintisinin ardından kafaları karıştıran ve “sabotaj var” diyenleri haklı çıkaracak ilk açıklama Slovakya’dan başkanlık oynamaya devan eden Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’dan geldi: Üçüncü bir nükleer enerjinin adımını atacağız!

Yani bu kadar da rastlantı olmaz ki… Böyle bir açıklama yapmak için bugünü mü bekledin usta?
(Her ne kadar yarın, "ben öyle bir şey demedim" de diyebilir gerçi ya...)
Erdoğan böyle konuşunca ve gün boyu, tüm ülkeyi felce uğratmış elektrik kesintisi de olmuşsa…
Ve bir de üstüne, yol kenarındaki mini bilboardlara (raketlere) asılmış  “GÜÇLÜ TÜRKİYE’NİN YENİ ENERJİSİ:  AKKUYU NÜKLEER” afişini görünce dumur kat sayımız da elbette ikiye katlandı. 
Afişte konu mankeni olarak 3 küçük sevimli çocuk kullanılmış ve nükleer enerjiyi sempatik göstermek için her unsur işlenmiş!

“Pes” dedim kendi kendime. Bunu gören oğlum Tarık hemen cep telefonunu çıkardı ve afişi fotoğrafla belgeledi… Ve elbet ben de onunla birlikte afişi belgelemekten geri kalmadım.
“Bu afiş daha önce vardı da biz mi fark etmedik? Yoksa yeni mi asıldı?” gibi sorular kafamızda dolanıp, mantıklı bir karşılık bulmaya çalışırken, işin içinden çıkamadığımızı fark ettik.

Ülkeyi gün boyu durma noktasına getirmiş, sebebi açıklanmamış ulusal çapta bir elektrik kesintisi olmuş.... Üstüne, ülkenin en muktedir adamı Erdoğan nükleer enerjinin gerekliliği ile ilgili açıklama yapmış... Büyük şehirlerin merkezlerinin en işlek caddelerine nükleer enerji reklamını yapan afişler asılmış!

İnsanın başka ne gelebilir ki aklına?
Bu işin içinde bir (sanki) iş var, ama...

"Nükleer enerjinin reklamı mı olur? Ne bu, çikolata mı, otomobil mi? Bayram değil seyran değil, bu nükleer enerji reklamı da neyin nesi?" dediğinizi duyar gibiyim...

Elektriklerin olağanüstü kesintisinin nedeni gerçek anlamda kamuoyuna açıklanmadıkça, son iddia hükumetin başını çok ağrıtacağa benziyor!