Perşembe, Mayıs 29, 2008

BU BAŞARI SADECE CEYLAN'IN BAŞARISIDIR!


"Bravo en büyük Nuri başka büyük yoook!" "Nuri Bilge sen bizim her şeyimizsin!" "Nuri Bilge buraya yumruk havaya!" "Türkiye seninlen gurur duyuyoooor!

-Millet hava alanına akın etti mi, yollara akıp arabalarının üstüne çıkıp Ayyıldızlı bayraklarla, kent meydanlarına taştı mı, tabancalar, tüfekler atıldı, zafer meşaleleri yakıldı mı, yaralı ve ölü sayısı belli mi?

"Avrupa avrupaaa duy sesimiziiii işte bu Türk sinemasının motor sesleriii(!)" diye haykırdı mı birileri?

-Yo...

-Niye ki... Bu başarının Gassaray'ın UEFA şampiyonluğundan, Milli Takım'ın finallere gitmesinden, Fener'in çeyrek finalinden geri kalır bir tarafı mı var?

-Yoo...

-Ee, hani, bu başarı Türkiye'yi gururlandırmıştı?

Yollara düşmese de millet, çılgınlar gibi kutlamasa da, yorumlara bakıldığında başarıya nasıl da herkes sahipleniyor ama!

***

Filmleri bu ülkede salon bile bulamayıp ilgi görmediği gibi üstat hakkında yazılanlar da pek okunmayacak ya neyse(!) Yukarıdaki gibi bir göndermeyle yazayım da belki birileri yanlışlıkla futbol yazısı filan sanıp okuyabilir(!)

Söz konusu olan Nuri Bilge Ceylan ve sineması...

Usta fotoğrafçı ve Altın Palmiyeli sinema insanı, bence gerçek bir sanatçı...

Pazar akşamı N.B. Ceylan'ın başarısı gurur vericiydi, lakin NTV'de ödül töreni öncesi yayınlanan görüntüler arasında bir röportaj vardı ki, Ceylan'ın sinemasını gayet iyi özetliyordu.

Nereli olduğunu anlayamadığım bir eleştirmen, Cannes Film Festivalini değerlendirirken N.B.Ceylan'ın çalışması hakkında "Müthiş ve büyüleyici görüntüler var Üç maymun'da ama öykü gene yok!" benzeri bir konuşma yaptı...

Nuri Bilge Ceylan'ın sinemasının en açık özeti bu: Görüntü var, hikâye ara ki bulasın!

Peki, nedir söz konusu olan bu sanatın adı, yani Nuri Bilge Ceylan'a Cannes'da bir 'Altın Palmiye', bir 'Jüri Özel Ödülü' ve son olarak da 'En İyi Yönetmen' ödülü kazandıran derdini anlatma biçemi?

SİNEMA, elbette sinema!

Yani fotoğraf değil tek başına, oyunculuk da değil...

Sinema bir bütün; içinde tüm sanatları barındıran, çağımızın en sihirli betimleme yöntemi!

Ceylan ise fotografik anlamda sinema yapmaya çalışıyor ve bu nedenle gişe de yapamıyor, halka da ulaşamıyor!

Böyle bir derdi de yok zaten, olsaydı her sene Cannes Film Festivali için(!) film de yapmazdı...

Gönül ister ki, Nuri Bilge Ceylan'ın filmleri hem gişede, hem de uluslararası festivallerde doludizgin gitsin! (Bir İvedik kadar değer vermiyor bu halk eserlerine(!)

Bu arada, sinema anlayışımla, Ceylan'ın tarzının örtüşmediğini vurgulamadan geçemeyeceğim...

Ben sinemayı hayatın imitasyonu olarak görüyorum. Asla 'gerçeğin ta kendisi' olamaz, ne kadar uğraşırsak uğraşalım beyaz perdede gerçeğin bir taklidini yaratmaktan öte geçemeyiz! Amaç gerçeğe en yakın, inandırıcı sinema yapmak olmalı...

Ve anlattığımız bir masal olmalı, bir takım gerçek öğelerin yan yana dizimi, biraz fotoğraf, müzik, edebiyat, tiyatro, resim, heykel ve bolca insan ve doğa, yani yaşamdan kesitler...

***

Cannes'da Susuz Yaz filmi gösterilen Metin Erksan için aynı akşamın gecesi NTV'de hazırlanmış özel bir bölümü izleme fırsatı da buldum. Bu topraklarda yetişmiş en özel sinema insanlarından Erksan, biraz da yaşlılığın verdiği etkiyle olsa gerek kendisini Yeşilçam ve dolayısıyla da Türk sinemasının dışında (üstünde) tuttuğunun altını çizidi; günümüz Türk sinemasında hiçbir yönetmeni beğenmediğini söyledi laf arasında. Sadece tek bir isme özel bir paragraf açtı: Fatih Akın

Akın'ın çabasıyla Susuz Yaz'ın Cannes'da gösterilmesi, üstadın sempatisine vesile oldu mu bilinmez ama ben Metin Erksan kadar acımasız değilim. En az Fatih Akın ve N.Bilge Ceylan kalitesinde çok değerli yönetmenler var bu ülkede. Lakin hiçbiri bu halkın ivedi(!) bir ilgisiyle karşılaşmadı.

'Halkta mı bir sorun var yoksa o yönetmenlerde mi?' sorusunun yanıtını daha önce bu sütunlarda kaleme aldığım bir başka yazımda değerlendirmiştim! (Bu millet sinemadan anlamaz!)

Her ne kadar başarı Türk sinemasının değil, (Bazıları Türk sinemasını genelleyerek başarıyı yaymaya çalışsa da) bu alınan ödül Nuri Bilge Ceylan'a verilmiştir. Türk sinemasıyla yakından uzaktan ilgisi yoktur kazanılan bu ödüllerin...

Yine de Ceylan'ın başarısını alkışlamalı ve beğensek de beğenmesek de sinemasına sahip çıkıp saygı göstermeliyiz.

Çünkü fotoğraf karelerini peş peşe ekleyerek yaptığı, sonuç itibariyle sinema sanatıyla örtüşen çalışmalar!

Cannes'ın üçüncü kez taçlandırdığı Nuri Bilge Ceylan'ı alkışlamayı, uzun metraj film çekebilmek için cebelleşen bir yedinci sanat yolcusu olarak kendime görev sayıyorum!

Tebrikler Ceylan, nice gişe yapmış filmlere, nice Palmiyeli, hatta Oscar'lı başka filmlere;

tebrikler...

KAYNAK: http://www.dorduncukuvvetmedya.com/dkm/article.php?sid=10916

YİYİN BİRBİRİNİZİ

Siz birbirinizi yerken, eloğlu dostluk nasıl olur ekran başında tüm dünyaya gösteriyor. Ben Fenerbahçe ile Galatasaray'ın UEFA ya da Şampiyonlar Ligi'nde karşılaştıklarını ve yaşanacakları tasavvur bile edemiyorum. Hoş, böyle bir ihtimal milyonda bir de olsa, Galatasaray'ın bu son şampiyonluğundan sonra olanlara bakınca "aman böyle bir şey olmasın" dememek için kendimi zor tutuyorum!

Taraftarlar birbirini sevmeyebilir, hatta tekmelerle, yumrukla bile kavga edebilir, keza ediyor da... Tıpkı İngilizler, Alman, Fransız, Arjantin veya Kolombiyalı futbol tutkunları gibi... Lakin elitler, gazeteci ve yöneticiler ve üst düzey isimler çok dikkat etmeli...

Kışkırtma ve tahrikten kaçınmalı!

Fakat Fenerbahçe tutkusunun travmatik etkileri Askeri bir gemiye sarı lacivertli bayrak çektirebiliyor!

Galatasaray, Anadolu Yakası'nda bulunan tesislerinde şampiyonluk kutlaması yapacakmış

"Vayy, nasıl olur, Nasıl Gassaray böyle bi şeye cüret eder!"

Nefrete bakar mısınız?

Söz konusu olan Türk futbol tarihinin en önemli üç takımından biri değil de Mars'tan gelmiş işgalci uzaylıların takımı sanki!

Anadolu yakası da Fenerbahçe Cumhuriyeti'nin sınırları ya...

Sarı Laciverti camiaya ayakta, kutlamaları engellemek, sabote etmek için her yolu denemeye hazır! Bir emir gelse üst makamlardan, yakıp yıkacaklar kutlamaların yapılacağı mekanı! (Nitekim kutalamalar geniş güvenlik önlemleri arasında yapılıyor)

Ve son olay FB TV'de yaşanmış...

www.milliyet.com.tr de yer alan habere göre, "Geçen çarşamba günü sabaha karşı Fenerbahçe TV'de "Filede Bu Sezon" programını izlemek isteyenler, Galatasaray'ın şampiyonluk kutlamalarını görünce gözlerine inanamadı. Taraftarlar, olay üzerine FB TV'yi telefon yağmuruna tuttu, tepkilerini internet sitelerinde dile getirdi"

Psikolojiye bakar mısınız?

Tüm Fenerbahçe camiası toplu travma yaşıyor ve bunu önlemesi gerekenler müdahale etmiyor!

Aksine basın mensupları da üstüne benzin dökmeye devam ediyor!

Bakınız Milliyet.com.tr'nin başlığına: FB TV'de affedilmez hata!

Nasıl ya!

Ne demek bu şimdi?

Ne hatası? Burada hata nerede ey gazeteci kardeşim! (Ahmet Çakar gibi konuştım :-)

Bu başlığı atan da büyük olasılıkla sarı lacivert gözlüklerle dünyaya bakan bir kardeşimiz!

Ateşi söndürecek sözler kullanmak varken, bir kibrit de o çakıyor barutun üstüne!

(Zira G.saray sapkını bir arkadaşım olayı duyunca "biz de olsa aynı şeyi yapardık" diyerek, yaşanan düşmanlığı su yüzüne taşıdı)

Aynı milliyet.com.tr, Moskova'da oynanan ve penaltılarla Avrupa Şampiyonu olan Manchester United'ın Chelsea'yi ödül töreni sırasında alkışlamasını bakın hangi başlıkla veriyor: "Gerçek büyüklük budur!.."

Evet gerçek büyüklük bu, ama sizin yaptığınız da "gerçek bir rezilliktir!" üstelik rezilliğin, iki yüzlülüğün dik alasıdır!

Bu arada FB TV 'de Galatasaray'ın şampiyonluk görüntülerinin yayınlanmasından sonra ne olmuş biliyor musunuz?

Fenerbahçe Televizyonu Genel Müdürü İhsan Topaloğlu, olayın bir personelin görevi başında uyuyakalmasından kaynaklandığını açıklamış, veeee...

Sıkı durun; eski gazeteci Topaloğlu, görevi başında uyuklayan personelin işine son verildiğini açıklamış!

E tabi, düşman kuvvetlerin zafer görüntülerini yayınlamak çok büyük ve affedilmez bir hata, bu ihanetin bedeli de ölüm(!) olmalı, değil mi?

Yazıklar olsun!

Spora düşman tohumları ekenlere ve bu düşmanlığa ses çıkarmayan sarı lacivertli üst düzey isimlere "YUH" olsun!

Bu düşmanlık, yaktığınız bu öfke ateşi, gün gelecek sizi de yakacak, bilmiş olun!


Kaynak: http://www.dorduncukuvvetmedya.com/dkm/article.php?sid=10908

CİNCON İLE KARI SANARYA


Önce şunu vurgulamak istiyorum, bu satırların yazarı bir Bursasporludur, 3 büyük diye adlandırılan takımların Avrupa'daki başarıları dışında hiçbir sonucu umursamamaktadır! Lakin yiğidi öldürüp, hakkını vermek gerektiğine de yürekten inanır!

Fenerbahçelilerin hazımsızlığını, fanatik Galatasaraylı bir arkadaşım anımsattı geçen akşam. Büyük güçlüklerle elde edilen şampiyonluğu "inanılmaz" diye nitelerken, ezeli rakiplerinin kendilerine saldırma ve karalama kampanyasına hız vereceklerini ekledi hemen ve Fenerlilerin alaylı "CinCon" tanımlamasını da "Karı Sanaryalar" olarak karşılık verdi.

"Hep onlar bizimle kafa yapacak değil ya, onlar bize CinCon diyorsa biz de onlara Sarı Kanarya'nın başlarındaki harfleri, değiştirip, "Karı Sanarya" diyoruz!

***

Biraz rencide edici bir durum ama bu olayın hazımsızlıktan kaynaklandığını da vurgulamakta yarar var!

Bu hazımsız durumun ortaya çıkışını da arkadaşım şu şekilde özetliyor:

"Her şey Fatih Terim döneminde üst üste elde edilen şampiyonluklar ve üstüne UEFA + Süper Kupa Şampiyonluğu ile başladı. O dönem Fenerbahçeliler bu başarıların altında çok ezildi. Unutmuş olabilirler ama Avrupa'da G.Saray'ın oynadığı her maçta rakip takımı destekleyen pankartlar açan, (Leeds United maçı bunun en çarpıcı örneğidir) UEFA finalinde Arsenal'in kazanması için dua eden onlardı! Şimdi Avrupa'da başarılı olduklarını sandıkları bir sezon, Galatasaray'ın gelip şampiyonluğu ellerinden almalarını da bu nedenle hazmedemiyorlar! Yakışıksız sataşmalar başlayacak, köprüden bayrak indirmeler, sarı kırmızı renklere saldırmalar artacak!"

Arkadaşımın dedikleri çıkmaya başladı gerçekten. İlk saldırı Bağdat Caddesi'nde sarı kırmızılı taraftarlara yapılanlarla ve Konya'da G.Saray Store'ye küfürlü mesajlar yazılmasıyla hız kazandı!

Bunun sorumlusu Fatih Terim'li dönemde elde edilen başarılar (!)olabilir mi bilemem ama medya mensuplarını önemli bir yere koymakta yarar var! Özellikle kalemleri sarı lacivert yazan ciddi bir kesim yazar, bir türlü bükemedikleri eli öpmeyi öğrenemediler! (Gerçi Galatasaraylı yazarlar da benzer durumda farklı davranmıyor, amma ve lakin Fenerlilerin hâli daha travmatik!)

Kayınpederinden torpilli müzisyen spor yazarı, pardon Fenerbahçe yazarı Ercan Saatçi'nin kaybettikleri Galatasaray maçından sonra kaleme aldığı yorumundaki benzetmeler bunun en somut örneği.

NTV'de yayın yapan 90 dakikanın son dönem yorumcusu M.Y Yılmaz (pazartesi akşamı) Spor Müdür ve programın sunucusu Fuat Akdağ'a bir rapor sundu. Rapor sezon içerisinde Fenerbahçe'ye yapılan hakem hataları ve (ona göre) G.Saray lehine olan hakem kararlarıyla ilgiliydi. Bu rapor bir başka gazetede ve bir başka gazeteci tarafından hazırlanmış. Sanki durum değişecek, sanki bu güne kadar Fenerbahçe lehine hakemler hiç karar vermemiş gibi. Gazeteci değil de birer Fenerbahçe yöneticisi gibi çalışmaları çok garip!

(Bu arada Hıncal Uluç'un son dönem yaptıklarını da bu kategoride değerlendirmek olası)

Oysa yapılacak tek bir şey var; alkışlamak!

Bu sene G.Saray şampiyon oldu, önceki sene Fener olmuştu. Seneye Fener olacak veya Beşiktaş, kim bilir belki de Trabzonspor olur tekrar!

(Gönül ister ki bir tane de Anadolu'dan çıksın, ama… :-)

Yapılacak şey, evet alkışlamak, hazmedip saygı duymak. Önce kulüp yöneticileri, sonra kalemi her ne renk yazarsa yazsın gazeteciler buna ön ayak olmalı…

Ufak tefek şakalaşmalar, birbirlerini kızdırmalar hoş görülebilir ve hatta bu işin renkli yanıdır da; fakat hakaret, küfür ve şiddet yakışmıyor!

Barselona –Real Madrid maçında gördüklerimiz bizde de yaşandığında sanırım çağdaşlık yolunda bir basamak daha yukarı çıkmış olacağız!

Not: 6-0'lık yenilgiye rağmen Fenerbahçe golünü alkışlayarak birkaç basamak yukarı çıkan Özhan Canaydın'ın bu davranışına karşılık veremeyen tarafın Fenerbahçelilerin olduğunu anımsatmayı da, konuya tarafsız bakan biri olarak kendime görev sayıyorum!


Kaynak: http://www.dorduncukuvvetmedya.com/dkm/article.php?sid=10838

MEHMET DEMİRKOL SONUNA KADAR HAKLI!


Mehmet Demirkol "Millet bu maçı izledi" başlıklı yazısında halkımızın, 3 büyük diye önümüze sunulan takımların yanı sıra Anadolu kulüplerinin de izlendiği konusunu işlemiş son yazısında:

"Muhabirinden patronuna kadar. O şehirler de suçlu. Güçlü bir yerel medya kuramadıkları için. Ankara'nın 100 bin satan, İstanbul'da da okunan bir gazetesi neden yok? Ankara merkezli güçlü bir özel televizyon ya da. Bursa'da 30 bin satan gazete varken, Kayseri'de neden yok?"

Bursa'da oynanan Kayserispor-Gençlerbirliği Fortis Türkiye Kupası'nı örnek olarak göstermiş, bunun sorumlusunun da medya olduğunun altını çizerken, kulüp ve o kentin sanayici, işadamları ve medyasına da gönderme yapmış!

Demirkol sonuna kadar haklı!

İstanbul'u bu ülkede zorlayacak şehirlerin başında da Bursa geliyor! Bursa'nın son sayımlara göre nüfusu 2,5 milyona dayanmış durumda! Taraftar potansiyeli, değil Türkiye'de dünyada bile birçok takımı kıskandıracak düzeyde. (Başarısızlıklara rağmen) tribünler her maç neredeyse tıka basa!

Peki ya Bursa gerçek anlamda böyle bir potansiyele sahip mi?

Evet, gerek yerel medyası, (Demirkol 30 bin satıyor demiş) ama en çok satan gazete Olay'ın tirajı, ortalama 10-15 bin civarında, Bursa Hakimiyet 5 ila 6 bin tiraj arasında değişiyor. Yeni piyasaya çıkan gazeteler Bursa Meydan, Avrupa, Kent ve yılların gazetesi Bursa Haber 1000'i aştıkları zaman bayram yapıyor(!)

Bursa, en büyük sorununu gittikçe yakınlaşan İstanbul'un arka bahçesi olmaktan kurtulamamakla yaşıyor. 7 tepeli dev değirmenin gölgesi, gerek sporda, gerekse sosyal ve kültürel alanda (sözde kalan) yeşil Bursa'nın karabasan misali üzerine çullanmış durumda!

"Taşra" olmaktan öteye geçemeyen 2,5 milyonluk bir köy olmaktan kurtulamayan Osmanlı'nın ilk başkenti olan Bursa'da, sanayi ve tarım arasında sıkışmış kalmış halkı bir yana, işadamları da bu potansiyelinin farkında değil.

Sporda olsun, sanatta olsun, sayısız yetenek çıkartan, ulusal ekonomiye katkısıyla Türkiye'nin atar damarı konumundaki Bursa, ne kendine gereken önemi verebiliyor, ne de Ankara'dan hak ettiği ilgiyi bulabiliyor!

Uludağ'ın eteklerinde kurulu Bursa'da yaşayanlar kısır çekişme içindeki siyasetin girdabında debelenmekten öteye geçemiyor yıllardır. Dün böyleydi, bugün durum farklı değil! Mehmet Demirkol'un haklı olduğu bir nokta da bunun sorumlusunun o kentin ileri gelenleri… (yoksa ileri gelemeyenleri mi demek lazım(!)

Kentin gelişimi için değil de hep göstermelik işler yapılmış. Bursaspor'un düştüğü durum bunun en somut örneği!

***

Önümüzdeki aylarda, İngiltere Kraliçesi (bilmem kaçıncı) Elizabet Türkiye ziyaretinde Bursa'ya da gelecek(miş)

BTSO (Bursa Ticaret ve Sanayi Odası) ki, Türkiye'ni en güçlü ticari sivil toplum örgütlerinden biridir!

BŞ Belediyesi ile birlikte tarihi Kapalı Çarşı'nın restorasyonunu üstlenmiş!

Neden biliyor musunuz?

Kraliçe hazretleri kapalı çarşıyı gezecekmiş, geldiğinde güzel bir şeyler görsün diye!

Dumura uğramamak elde değil!

Kendi halkı için değil de başkalarına şirin görünmek uğruna çaba gösteren sistemler, sistemsizlik denizinde boğulmaya mahkûmdurlar!

Tıpkı, halkı adına değil de AB istediği için yasalar çıkaran ve bunları bile uygulamayı beceremeyen siyasetçiler gibi!


Kaynak: http://www.dorduncukuvvetmedya.com/dkm/article.php?sid=10809