Pazar, Haziran 24, 2007

Vaatler, vaatler…

NTV’de Seçim 2007 programının önceki akşam konuğu DP lideri Mehmet Ağar’dı…
Ağar, NTV’nin Gülay Afşar, Oğuz Haksever, Ümit Sezgin ve Kadir Çöpdemir’den oluşan ekibi karşısında soruları yanıtlıyordu ki, “NEDEN Can Dündar da Ağar’ın karşısında yok?” sorusu geçti içimden!

İçimden geçen bu sorunun yanıtını, Dündar cumartesi günkü “Susurluk Yaşıyor” başlıklı yazısında vermişti aslında...

Susurluk davasının en önemli tanığı Sedat Bucak’ın DP’den milletvekili adayı gösterilmesiyle ilgili Ümit Sezgin ‘in yönelttiği soruya Mehmet Ağar’ın verdiği yanıt ise hayret vericiydi:
“Bucak ailesi daima devlete hizmet etmiştir. Bu konuda bölgeden yoğun talep de vardı. Aday göstermemiz normal”

Nedense adı Susurluk olayı ile ile özdeşleşen Mehmet Ağar'ın bir diğer Susurluk özdeşi Sedat Bucak'ı DP'den (seçilemeyeceği halde) aday göstermesi, ister istemez akılları karıştırıyor...
Can Dündar’ın yazısında okuduğum Bucak ailesiyle ilgili normal olmayan gelişmeleri düşündükçe de DP lideri ile ilgili ortaya çıkan kafamdaki soru işaretlerine birkaç çentik daha atmış oldum.
Programda, Güneydoğu’da kanayan yarayla ilgili yorumlar yaparken, şu saptamada bulundu Ağar:

“Dünyanın hiçbir yerinde lideri yakalanıp içeri atılmış bir örgüt varlığını sürdüremez!”
Bu açıklama aslında bir gafletin de itirafı olduğunu düşünüyorum। Gerçeği görememenin yarattığı bir gaflet bu!

—Lideri yakalandıysa bir örgüt ve hala ayaktaysa, demek ki yakalanan lider aslında gerçek lider değil, o örgütün ipleri başkasının elindeymiş। Sadece ipleri gevşetilmiş bir kuklayı İmralı’ya tıkmışız!

“Ağar bunun farkında mı?” sorusu havada kalıyor!

Programda ABD ile ilişkiler de konuşuldu।

Türkiye’nin Sam Amca ile ilişkilerinde ödün verme sinsilisinde bayraktarlığını yapan DP geleneğinin günümüz uzantısının başındaki Mehmet Ağar’ın ABD ile bundan sonraki ilişkilerimiz konusunda somut bir politikası olmadığı da ortaya çıktı.
Mazot fiyatının 1 YTL’nin altına çekileceği şeklinde vaatler konusunda da verdiği yanıt tatmin edici değildi...

Kadir Çöpdemir, mazot fiyatı konusunda tüm partilerin Cem Uzan’ın yarattığı sanal rüzgâra kapıldığını ima ederken, KanalTurk’te Cevizkabuğu programına konuk olan Sinan Aygün’ün bu konuda yaptığı yorum dikkat çekiciydi।

Aygün, “Mazot fiyatını indirme yarışına giriyorlar। Türkiye’deki petrol aramalarına ve bu topraklarda bulunan öz kaynakların bulunması konusunda hiçbir partiden bir açıklama, program ya da çalışma görünmüyor” dedi.

Ekran ve mitinglerde başlayan düelloda şimdilik bir kazanan ya da öne çıkan parti ve lider görünmüyor। Seçime bir ay var ve AKP zirvede olmanın avantajıyla önde, arkasından da CHP geliyor gibi görünüyor.

Gerçekleşme olanağı görünmeyen vaatler sağlı, sollu ataklarla önümüze sunuluyor।

Yerseniz...

Cuma, Haziran 15, 2007

Demokrasinin yıldızları

Billboardlara asılmış bir afiş var bugünlerde her yerde.
Farklı zamanlarda var olan, yan yana gelmeleri olanaksız üç siyasetçi; siyah beyaz bir kadrajın içine, fotoşop marifetiyle üst üste yerleştirilmiş ve altına da şu başlık atılmış:
"Demokrasinin Yıldızları"
***
Bundan birkaç yıl önceydi sanırım, TV8'de bir belgesel izlemiştim. Konuyu tam anımsamıyorum ama şöyle bir bölümü kafamda yer etmişti izlerken:
Demokrat Parti, Dünya Bankası'ndan (bugün bile ödemeye çalıştığımız) Türkiye'nin ilk borçlanma sürecini başlatmak için, Türk Tarımı'nı kalkındırmak adına ciddi bir para talep ediyor!

Sözüm ona, Dünya Bankası'ndan gelecek o parayla traktörler alınacak, çiftçilerimize dağıtılacak, böylece Köy Enstitüleri'nin kapatılmasındaki günahı hafifleyecekti DP'nin(!)
Dünya Bankası, (rakamını tam anımsamıyorum) Demokrat Parti güdümündeki Türkiye'nin borç hanesine yazarak o parayı veriyor...
Aradan birkaç yıl geçiyor ve Dünya Bankası "Kredinin yararlarını görmek ve gelişmeleri araştırıp rapor etmek üzere" Türkiye'ye bir heyet gönderiyor।

Sonuç şok edici:
DP borç olarak aldığı paranın bir kısmıyla, sadece yandaşı çiftçileri (yani toprak ağalarını) traktör sahibi yapmış... Paranın kalan kısmının akıbeti ise hiçbir zaman öğrenilemiyor!
Derken, NATO'ya girme uğruna Kore'ye asker gönderilmesi, ABD'ye koşulsuz bağımlılık, peş peşe alınan öteki borçlar… Marşal yardımı, yutturulan tonlarca süt tozu…
Billboardları süsleyen afişin en alt kısmında yer alan lider ve hükümetinin başına gelenler herkesin malûmu...

DP'nin peşinden gelen AP ve lideri Süleyman Demirel ile ardından türeyen Turgut Özal'ın da Demokrat Parti'nin ABD'ye itaat geleneğini bozmadığını anımsatmaya gerek var mı?
***
Bugün;
AKP iktidarda...
Seçimin eli kulağında... DYP orijinal kıyafetine bürünüp DP'leşirken, bir takım ayak oyunlarıyla ANAP'ın minder dışına atıldığı görülüyor!
Dini kimliğinden sıyrılmak, DP'leşen DYP'li Ağar'ı pasifize etmek isteyen günümüz iktidar partisi tarafından hazırlanan bu seçim afişleri çok şey anlatıyor, anlayabilene...
"Demokrasinin Yıldızları" diye seçmenin önüne konan afişteki isimler, "demokrasi dışında bu ülkeye ne getirdi?" sorusu havada asılı kalıyor!

Afişte, bugün Türkiye'nin ABD karşısında çaresiz, bağımlı ve neredeyse sömürge konumuna düşürecek kararlara imza atan, ilk dış borcu yapanın fotoğrafı da var, "1 koyup, 5 alacağız" diyerek Sam Amca'ya itaat etmede kusur işlemeyen de… Afişin en üstünde, ön planda ise başta en azılı ABD ve batı karşıtı söylemleriyle dikkat çeken, iktidara gelince "kraldan çok kralcı" olup çıkan, takunyasını ve takkesini atıp eski Demokrat Parti'nin devamı olduğunu kanıtlamak için çırpınan Adalet Kalkınma Partisi'nin lideri…

Afiş aslında Türkiye'nin kader adamlarını bir araya getirmiş, bir eksikle...
"Yollar yürümekle aşınmaz, verdimse kendim verdim, benzin vardı da ben mi içitim!" gibi açıklamaları yapan, bir röportajında Kadir Çöpdemir'in "Neden 'kim veriyorsa beş katını verecem' dediniz?" sorusuna , "Bunu demeseydim bana kimse oy vermezdi!" diye yanıtlayarak yalancılığını itiraf eden Demirel o karede eksik değil mi sizce!

(Demek AKP'ye göre Demirel, demokrasinin yıldızı tanımlamasına haiz değil(!)
AKP bu atağıyla resmen Menderes hükümetinin devamı olduğunu ilan etti... Salt DP'nin değil ABD'ye itaat geleneğinde bayrağı devraldığını da bu vesileyle tescil etmiş oldu!
22 Temmuz günü sandık başındaki seçmen 'Demokrasinin Yıldızları' etiketiyle ambalajlanmış, allanıp pullanan, ülkenin kaderiyle oynayan sağ mı oy verecek, yoksa birilerinin iteklemesiyle zoraki de olsa yan yana gelebilen sol tarafa mı meyledecek?
Pek yakında!

Havada tuzak kokusu var!

SkyTurk TV'de Rüstem Batum, Kuzey Irak'a Sınır dışı harekat yapmak için direten Genelkurmayımızın liyakat nişanlı başkanı Büyükanıt'ı ağır şekilde eleştirdi geçen akşam:

"Bunca zaman sayısız defa sınır dışına operasyon yapıldı. Sayın Büyükanıt'ın sınır dışı harekatta ısrar etmesine aklım almıyor... O zaman Saddam vardı üstelik! Şimdi ise Irak'ta karmaşa var, (Kürtlerin hamisi, ağabeysi) ABD var. O operasyonlarda ne değişti? Hiç!"

Batum haklı… Güneydoğuda akan kan durmadı. Şiddete şiddetle karşılık vermek, şiddeti beslemekten öte bir işe yaramadı!

(Bakınız orta doğuda olanlara!)

Sınır dışına operasyon yapmaktansa, sınır güvenliğini artırmanın bir yolu bulunamadı bunca zaman!

"Coğrafya uygun değil" açıklamaları geçerliliğini yitiriyor, mazeret olmaktan öteye geçmiyor olanlara bakınca!

Elin ajanı, provokatörü kolunu bacağını salına salına dolandı (beklide dolanmakta) İstanbul'da, İzmir, Trabzon, Ankara ve güneydoğuda...

Kışkırtma had safhada!

Senaryo uygulamada… Baş aktörler, Kuzey Irak'ı işaret ederken, sahnede figüranlar var şimdilik… Yaşananlar, Türkiye'nin sabrını taşırıp bir harekât yapmaya zorlamaktan başka ne işe yarayabilir ki?

Patlatılan ve patlamayan canlı bombalar, hava sahamızı ihlal eden dost ve müttefik(!) ABD uçakları, güneydoğuda artan askerlerimize yönelik saldırılar yaramızı kaşıyor, iltihaba neden oluyor.

Yaramız kanıyor, içimiz yanıyor...

Huzur haram oldu bu topraklara!

Son gelen habere göre Tunceli Pülümür'de karakolu basan teröristler 7 eri şehit etmiş!

Yıkılan on binlerce gencecik fidana, kırılan 7 dal daha...

Kim kırdı?

Karşı tarafta kandırılmış, gencecik başka fidanlar!

Ateş düştüğü yeri yaktı, gözyaşları, ağıtlar, lanetler, nefret ve kin!

Kuzey Irak'a sınır dışı bir operasyon için ortam hazır gibi…

AB ve ABD'ye rağmen(!) savaşa mı gidiyoruz yoksa?

Oysa o ünlü(!) 1 Mart tezkeresi öncesi ABD, Irak'a girmemizi istiyordu, onlar istedi diye meclis kararıyla girmemiştik!

Dün gibi anımsıyorum Sam Amca'nın köpeklerinin havlayışlarını. Dönemin ABD Savunma Bakan Yardımcısı Paul Wolfowitz ile CNNTurk kanalında Mehmet Ali Birand ve Cengiz Çandar'ın yaptığı bir röportaj vardı ki... Türkiye'nin Irak Savaşı sırasında kendi yanlarında yer almamasını, teskerenin geçmemesini meclisimizden, ordumuza, muhalefetimizden, basınımıza kadar her kesimi en ağır şekilde, pek de kolay sindirilemeyecek, (onur kırıcı) biçimde eleştirirken Wolfowitz, gıkı çıkmamıştı kimsenin!

Birand ile Çandar, sus pus olmuş, el pençe divan, Wolfowitz'in suçlamalarına yanıt verememiş, yumruğunu masaya vurup, "Sen ne diyorsun be ey gafil?" demesi gerekenler 3 maymun oluvermişti o dönem!

Lakin, bir bakışla düşmanı titreten, tek yumrukla mermer masaları kıran bir ırkın ahfadıydık biz, öyle değil mi?

Bu arada;
bu Paul Wolfowitz kim biliyor musunuz?

Hani geçenlerde Arap sevgilisiyle aşk yaşadığını itiraf ederek skandala neden olan Dünya Bankası'nın şefi Yahudi asıllı ABD bürokratı!
Şimdi ABD bizim Kuzey Irak'a girmemizi istemiyor ne hikmetse!
Gel de inan!

Tam tersini yapacağımızı bildikleri için olmasın tüm bu yaşananlar!

1 Mart'ta sokamadıkları savaşa, PKK'yı kullanarak yaralarımızı deşip, sabrımızı zorladıkları o kadar açık ki!

Hava kanla karışık, tuzak kokuyor…

Fakat, düşmanı çok iyi bellemek gerek; figüranlar mı, yoksa baş aktörler mi, hasmımız?

Baş aktöre diş geçiremiyorsan, ne işin var sınır dışında! Otur oturduğun yerde, kendi iç güvenliğini sağla, onu da beceremiyorsan ellerini aç ve dua et, dua et de bir Mustafa Kemal daha doğursun analar(!)

Bir Atatürk çıkaramayan Irak ne hale geldi, görüyor tüm dünya!

Ha futbol, ha deprem…

Cehenneme yeni atanan acemi zebaniyi gezdirme görevi usta zebaniye verilmiş। Deneyimli zebani çaylak zebaniye işin inceliklerini öğretirken de cehennem kuyularını gezdiriyormuş.Fokur fokur kaynayan kocaman bir kuyunun başına geldiklerinde usta zebani, "Bak, iyi bak!" demiş "Burada Amerikalılar yanıyor. Kuyunun başında, elinde değnek olan görevliye dikkat et, sen de o işi yapacaksın. Kuyudan çıkmaya çalışanları, ustaların yaptığı gibi değnekle, ateşin içine bastıracaksın ki çıkamasınlar"

Acemi zebani merakla yapılan işi incelemiş. Sırasıyla, Almanların, İtalyan, Fransız, Rus, Arap, Japon ve Afrikalıların günahlarını çektiği kuyuları gezmişler. Hepsinin başında bir görevli, çıkmaya yeltenenleri ateşin içine bastırıyormuş.
Derken, başında hiçbir görevlinin bulunmadığı bir kuyunun yanından geçmişler. Fakat Usta zebani, bir şey demeden öteki kuyulara yönelmiş ki, çaylak sormadan edememiş:
"Bu kuyuda neden kimse yok!"

Usta zebani yarı ukala, yarı bilge bir tavırla çaylak zebaniyi yanıtlamış!""Ha o mu, önemli değil canım… O kuyuda Türkler yanıyor. Dışarı çıkmaya çalışan oldu mu, hemen alttan biri diğerinin ayağından dibe çekiyor. Biz de o nedenle Türklerin başına görevli koymaya gerek görmedik"
***
Fenerbahçe 100. yılında şampiyon oldu! Beşiktaş da olmuş, lakin Galatasaray olmayı becerememişti(!) 100. yılda şampiyon olma zorunluluğu varmış gibi… 2004'te İsveç'in köklü takımlarından Göteborg FK de 100. yılını kutlamıştı. Zira kimse Göteborg şampiyon olsun diye İskandinavya'da yırtınmamış, hatta olamadığı için ayıplamamıştı İsveç takımını.
***
Fenerbahçe, gereksiz bir anlam yüklenilen böylesi bir sezonda şampiyon olmanın coşkusunu yaşarken, Türk futbolu tarihinin en seviyesiz yılını geride bıraktı. Hem futbol kalitesi, hem de yöneticilik, taraftar olayları, şike söylentileri, tehditler, hakaretlerle Türkiye tarihine utanç harflerle not düşülecek bir futbol sezonu noktalandı.
"TFF, (sözde üç büyük) kulüpler ve medya" suçlu sandalyesine oturtulacak kurumlar arasında yer alıyor।

Yer alıyor almasına ama bunları o sandalyede kim yargılayabilir ki bu ülkede?
***
Bundan 10 yıl öncesini, Galatasaray'ın üst üste şampiyonluk sürecine girdiği ve sonuçta UEFA, ardından da Süper Kupa'yı Türkiye'ye getirdiği sezonları anımsayanınız var mı?
Oynanan futbol nasıldı, tartışılan konular neydi biliyor musunuz?
O sezon Galatasaray zaferler kazanıp, "9 puan gerideyken dahi şampiyonluklarının engellendiğini iddia edip, ligden çekileceği tehdidini savurmuş muydu?"
***
Futbol seviyesi bugünkü kadar yerlerde sürünmedi hiç!
Yazık ki, UEFA zirvesine çıkmış bir kulüp ve taraftarı seviyede öyle bir irtifa kaybetmiştir ki, fıkrada olduğu gibi "ayağından çektiler de ondan böyle oldu" mazereti geçerliliğini yitiriyor bu noktada।

Evet, Fenerbahçe Galatasaray'ın seviyesine çıkamamıştır, ne camia olarak, ne futbol kalitesi ne de uluslararası başarı oranında Türk futbolunu dibe vurdurmuştur.
Amma ve lakin, Galatasaray camiası, son Fenerbahçe maçında olanlarla ezeli rakibinin seviyesinden de alta düşmüştür.
(Çünkü daha önce Kadıköy'de olanlar değil de Mecidiyeköy'de yaşananlar anımsanıyor! İnönü'de bir gencin bıçaklanarak öldürüldüğü bile unutulduğuna göre…)
6-0'lık yenilginin ardından Fenerbahçe'yi alkışlayabilen Başkan Özhan Canaydın seviyesizlik denizinde boğulmuştur।

Hıncal Uluç çekmiştir ayağından, Aziz Yıldırım ve Demirören tutmuştur belinden, camiası eline koluna yapışmış, taraftarı son darbeyi indirmiş, medya dibe vuruşun resmini çekmiştir, Galatasaray ile birlikte Türk futbolunun...
Belki de en büyük suçludur, bize Türk medyası diye yutturulan İstanbul medyası!
Sanki Türkiye İstanbul'dan, sanki futbolumuz Fenerbahçe, Beşiktaş ve Galatasaray'dan ibaretmiş gibi!
***
Sahi, futbol bir yana Türkiye'nin bu halde olmasında medyanın payı ne kadardır, bilen var mı acaba?

Erzincan'da, Afyon Dinar'da deprem olurdu eskiden, İstanbul medyası birkaç satırda aktarır, enkazdan birileri sağ çıkmışsa, falanca sanatçının haberinin altında sıkıştırırdı olanları!
99 körfez depreminden sonra iliklerine kadar hissedince korkuyu, belki düzelir dedik İstanbul medyası. Fakat gene değişmediği anlaşılıyor. En son Manyas'ta oluşan depremlerde bile İstanbul'u düşündüler, hesaplarını bunu üzerine yaptılar.
Aman İstanbul'a zeval gelmesin(!)

Çünkü Tekirdağ'da yaşayan Traklar… Yalova, Sakarya, İzmit ve Bursa'da Bizanslı, Bilecik, Eskişehir ve Bolu'da Hititli, Manisa, Balıkesir ve Çanakkale'de Truvalı yaşıyor ne de olsa(!)
Oldu olacak İstanbul'un adını da "Ceneviztan" olarak değiştirip bağımsızlığını ilan etseler de rahatlasak(!) diyesim geliyor!
***
Ha futbol, ha deprem…

Spor olarak görülürdü eskiden futbol, coştururdu; şimdi deprem gibi yıkıyor ve yakıyor.
Ne zaman bu ülkede sporun futboldan, Türkiye'nin İstanbul'dan ibaret olmadığı anlaşılacak, belki o zaman seviye de artacak, kalite de!