Pazar, Eylül 19, 2021

Tekke gitti kel göründü(!)


Yok yok Tekke değil de takkeydi o değil mi?

Neyse sonuçta uysa da yazdım uymasa da…

Hafta içi oynanan Samsunspor karşısında 10 kişi kalmasına rağmen Bursaspor rakibini, özellikle genç oyuncuların katkısıyla 4-1 yenerken “Bursaspor'dan 4-1'lik Samsun ziyafeti!” başlıklı yazımda aynen şöyle demiştim:

Bursaspor’da un var, yağ var, şeker, tuz, baharat, fırın, kepçe, tencere kazan, var oğlu var! Marifet bu malzemelerle güzel yemek yapabilmekte. Samsun karşısındaki 4-1’lik ziyafetin tadı damağımızda kaldı amma ve lakin aşçının yemeğine geçer not verebilmemiz için bundan sonraki ziyafetlerine bakacaz”

Tuzla karşısında baktık, aşçı(!) Fatih Tekke hakkında kesin hüküm vermemize fırsat kalmadan, kulübün yönetim lideri (ne demekse artık) Emin Adanur, tıpkı Mustafa Er’de olduğu gibi Tuzlaspor maçında alınan beraberlikten sonra Tekke’yi yollamış.

Teknik direktör harcamak bu kadar kolay mı, çabuk mu, aciliyeti mi vardı?

Eğer Bruno o penaltıyı gole çevirseydi, maç 1-0 kazanılsaydı belki şu an başka bir şey konuşacaktık ama evet, Tuzla karşısında bariz bir Teknik Direktör zafiyeti hissediliyordu. Yanlış kadro çıkarmaktan tutun da, oyuncu değişikliği zamanlamasından yanlış oyuncuları sahaya sürmesine kadar!

Peki bu kadroyu kim kurdu? Yabancı oyuncu transfer ediyorsan senin gençlerinden daha iyi daha yetenekli olmalı, öyle değil mi? İyi de Allah aşkına, Bursaspor'un yabancılarından hangisi altyapıdan yetişen, geçen sene bu takımı sırtlayan gençlerden daha iyi? E o zaman neden bu kadar gereksiz yabancı alınır, nasıl beceriksiz bir yöneticiliktir bu?

Evet evet, Mustafa Er’den sonra Fatih Tekke’nin de bileti kesiliyorsa sorun sadece teknik adamlarda değil, kulübü yönetenlerde, o nedenle Tekke gitti kel göründü, başlığını attım!

Fatih Tekke’nin gitmesi hiçbir şeyi düzeltmeyecek!

Çünkü sorun profesyonel olamamakta!

Teknik adama sağlıklı çalışma ortamı verilmemesinde…

Emin Adanur parasıyla Bursaspor Kulübü’nü satın aldığını zannediyor. Bu işler parayla pulla olsaydı, Cem Uzan’ın İstanbulspor başkanı olduğu yıllarda değil Türkiye, Avrupa Şampiyonu olması gerekirdi. Ama olmadı. Demek ki neymiş, parayla başarı gelmiyormuş!

İbrahim Yazıcı ve Ertuğrul Sağlam dönemini iyi incelemesini öneririm Emin Adanır kardeşime.

Böyle davranarak bundan sonra Bursaspor’u çalıştıracak çaycı bile bulamaz, değil ki tekin adam!

Çünkü kulübün itibarı da zedeleniyor, hangi teknik adam böyle bir yönetimin altında çalışmak ister!?

Ensesinde Demoklesin kılıcını hisseden profesyonel birinin başarılı olma şansı nedir ki?

Eğer böyle devam ederse aha buraya yazıyorum; Emin Adanur ve kukla yönetimi Ali Ay’ın yönetiminden beter olur, takım bir alt lige düşer bir daha da Bursa’da barınamaz!

Devraldığı işin ciddiyetini kavrasın ve patron gibi değil profesyonel bir spor yöneticisi gibi çalışsın!

Unutmasın ki hiçbir isim Bursa ve Bursaspor’dan büyük değildir!

Bu kulüpten kimler geldi kimler geçti, Emin Adanur kim ki?

@SuatOktySnck

Alinur Aktaş’ı Erdoğan’a kim şikayet etti?


Yalova Yolu (İstanbul Caddesi) istikametinden terminale uzanan ve yapımı yılan hikayesine dönen T2 tramvay inşaatının yanından geçtim geçen. Evimin yolu üzerinde olduğu için o ucube inşaatı her gün görüyorum. Ama bu sefer tamamlanan üst geçidin yanında bir çalışma yapıldığını fark ettim.

Bakın, “tamamlanan üst geçit” diyorum…

“Tamamlanmış bir işe neden müdahale edilebilir?” diye düşünüyordum ki, görevli gençlerden birine ne yapıldığını sordum.

Üst geçide yürüyen merdiven ekleneceklermiş.

Evet evet, yanlış okumadınız, yanında asansör bulunan üst geçide bir de yürüyen merdiven eklenecekmiş.

Üst geçidin bir ucunda normal merdiven, ortasında asansör  ve diğer ucuna da yürüyen merdiven!

Hizmete bakar mısınız, breh breh breh… Ne hizmet ama(!)

Ortada tramvay yok, ne zaman biteceği de hala muallak…

T2 raylı sistem önceki başkan Recep Altepe döneminde 2015 yılında 133 milyon liraya ihale edilmiş, projenin bitiş tarihi 25 Haziran 2018 olarak duyurulmuş, Hattın, İstanbul yolunu ikiye bölmesi ve T1 hattına ve metroya entegre edilmemesi tepkilere neden olmuştu.

İlginç olan, tramvay ortada olmasa da yürüyen merdivenli, asansörlü üst geçitleri var ve muhtemelen tramvay faaliyete geçmeden yürüyen merdivenler işleyecek, muhterem vatandaşlarımız pek bahtiyar olacaklar, değil mi?

Bi dakka bi dakka, e yani van minut(!)

Üst geçitlerin bulunduğu noktalardaki esnafların durumu ne olacak? O yürüyen merdivenler ve klasik basamaklı merdivenler onların dükkanlarının önünü kapatacak, esnaf mağdur olmayacak mı?

Neyse çalışmayla ilgili çektiğim fotoğrafları gazeteci arkadaşlarıma verdim, konuyla ilgili haberini internet sitelerinde yayınladılar. Ben de o haberleri sosyal medya hesabımdan paylaştım.

Birkaç gün sonra Facebook’tan mesaj kutuma bir arkadaşımın mesajı düştü.

Yayınlanan o haberden, yürüyen merdiveni ve üst geçidi yapan firmada çalışan bazı mühendisler, rahatsız olmuşlar ve haberde gerçek olmayan bilgiler yer aldığını söyleyip, arkadaşıma beni şikayet etmişler!

Arkadaşım, o haberi benim yazıp yazmadığımı sordu.

Ben de fotoğrafları çekip bilgileri aktardığımı söyledim.

Meğer üst geçit planladığında yürüyen merdiven de hesaba katılmış.

İyi de asansör varken yürüyen merdivene ne gerek var ve dükkânlarının önü kapanan esnaf ne olacak?

Bu sorulara yanıt verecek kimse yok ortada…

Ve daha da ilginç olan ise T2 Tramvay hattının inşaatı ile ilgili yaşanan arka plandaki olaylar!

Bursalılar iyi biliyor ki, Recep Altepe döneminin ucube çalışmaları oldu, Timsah Arena, Doğanbey TOKİ konutları ve son olarak T2 Tramvay hattı!

Altepe’den sonra Recep Tayyip Erdoğan tarafından İnegöl’den Bursa’ya tepeden atanan Alinur Aktaş önce TOKİ ucubelerini tıraşlayacağını açıklamış, sonra da yarım yamalak hizmete açılan Buraspor’un stadı Timsah Arena’nın kafasını tamamlayacağını duyurmuştu.

Ne TOKİ’ler tıraşlandı ne de Timsah’ın kafası tamamlanabildi…

Kamuoyuna pek yansımayan ve çok az kişinin bildiği Bursa BŞ Belediyesi’nin iliğini emen T2 tramvay hattının inşaatını tamamen durdurmak istediğini öğrendim. (En azından ben yeni öğrendim)

Türkiye’nin en borçlu Büyükşehir Belediyeleri sıralamasında ilk sırada olan Bursa’nın borcunu katmerleyen T2 Tramvay hattının akıbeti bundan sonra netlik kazanıyor.

İşin içerisindeki (yandaş) müteahhitler Alinur Aktaş’ın T2 inşaatını durdurup projeyi rafa kaldıracağını duyunca soluğu hemen Beştepe Külliyesi’nde alıyorlar ve Aktaş’ı Reis’e şikayet ediyorlar!

Aslında Alinur bey burada belediyenin giderlerini kısmayı amaçlıyor ama tasarruf yapmaya yanlış yerden başlıyor ve büyük biraderi, yani Sn Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bu durumlardaki dahlini gözardı ediyor.

Siz deyin “kulağını çekti”, ben diyeyim “fırçaladı”, Ak Partililer de desin “kibarca uyardı”; her ne olduysa, göklerden gelen(!) bir emirle T2 Tramvay hattının yeni ihalesi 5 Ağustos 2020’de yinelendi ve çalışmalar kaldığı yerden başladı.

Peki çalışmalar başladı başlamasına da ne hızla ilerliyor?

Çok ağır, yavaş…

Ve Bursalılar, en azından Bursa’yı önemseyen vatandaşlar ve ben Bursa’ya atılan T2 Tramvay kazığının büyüklüğünü her gün gözlemliyoruz. Zaman zaman esnafla da konuşuyorum, hepsi T2 inşaatın bu halde olmasından hem Recep Altepe’yi, hem de son dönemlerde Alinur Aktaş’ı sorumlu tutuyor ama çok enteresandır, onları göreve getiren AKP Genel Başkanı’nı kimse suçlu görmüyor. Sanki Altepe de Aktaş da Bursa’ya gökten düştü, sanki Bursalıların önüne “Alın bunlar yetenekli çocuklardır, oy verin başkan seçin” diyen Erdoğan değilmiş gibi…

Ne demişti İstanbul için Sn Erdoğan, “İstanbul’a ihanet ettik!”

Peki Bursa’ya kim ihanet etti?

Koskoca Kültür Park’ın dibine avuç içi kadar göstermelik Millet Bahçesi’ne değil Bursa’nın gerçek hizmete ihtiyacı vardı…

Oysa Bursa’ya ihanet  devam ediyor, Yunuseli Havaalanı’nın Şehircilik Bakanlığı'na devredilmesi, Sıcaksu bölgesenin önce turizm bölgesi olacağı açıklanmasına rağmen daha sonra o proje rafa kaldırılıp de toplu konut alanına dönüştürülmeye çalışılması, AKP’nin ve dolayısıyla Erdoğan’ın, 20 yıldır büyük bir sadakatle kendisine oy veren Bursalılara kazık atmaya devam ettiğinin kanıtı değil de nedir?

@SuatOktySnck

Çarşamba, Eylül 15, 2021

Bursaspor'dan 4-1'lik Samsun ziyafeti!

11’e 11 2-1, 10’a 11 gençlerle 4-1…

Matematik işlemi ya da fizik denklemi falan değil, Bursaspor’un Samsunspor karşısında mücadele eden takımın oyun içerisinde aldığı skor durumu…

Dilimde tüy, kalemimde mürekkep, klavyenin tuşlarına basan parmaklarımda derman kalmadı!

Bursaspor’un madeni Vakıfköy ve gençler…

Üstelik bu gençler geçen sezon rüştünü de ispatlamış potansiyelini dünya aleme göstermişken, sezon öncesi Emin Adanur liderliğindeki yeni yönetim, taraftarın da gazına gelerek, gençlerin potansiyelini göz ardı edip yine gereksiz transferler yaptı ve ilk 4 maçta sadece tek puan toplayan kadroyu oluşturdu. Üstelik daha ilk maçta berabere kaldı diye takımın patronu, geçen sene gençlerle çoğu zaman uyumlu bir tablo sergileyen Teknik Direktör Mustafa Er’i kaçırıp, camianın umutlarına limon sıkılmışken…

Bu arada bir parantez açmak istiyorum: Son Bursaspor Kongresi’nde Emin Adanur’un yer aldığı listenin karşısındaki adayın listesinde yer alan kuzenim Şaban Serbest ile sezon öncesi karşılaştığımda “Adanur nasıl umut var mı?” diye sorduğumda “Abi taraftarın her istediğini yapıyor, taraftar seviyor” demişti bana!

Ben de “taraftarın her istediğini yapmak, dipsiz kuyuya inmekten farkı yok” diye iç geçirmiştim! 

Nitekim Samsun maçına gelene kadar ortaya çıkan  fotoğraf bu düşüncemi doğruluyordu.

Mustafa Er’in yerine gelen Fatih Tekke hakkında kesin kanıya varmak erken ama Bursaspor gibi bir camianın yükünü kaldırabilir mi, hala emin olmamakla birlikte, Samsun’a karşı, skor 2-1’ken ve takım 10 kişi kalmışken aynı anda 3 oyuncuyu sahaya sürmek biraz cesaret ister.

Ama bu 3 oyuncu, geçen senenin banko oynayan gençlerse, cesaretten çok kararlılık ve güven unsurunu devreye sokar!

Tekrar altını çiziyor ve büyük harflerle yazıyorum: BAŞKA YERLERDE MADEN, YABANCILARIN BKUNDA BONCUK ARAMAYA GEREK YOK. BURSASPOR’UN MADENİ VAKIFKÖY, ALTYAPI!

Geçen sezonki kadroya sadece 3 deneyimli isim eklemek yeterdi, birilerinin gazına gelerek değil, akıl ve mantıkla, profesyonelce hareket etmek gerek.

Twitter hesabımdan;

“1-0'dan 3-1'e getirmek, hele 10 kişi ile hele gençler oyuna girdikten sonra, gerçekten marifet. Takımı kutluyorum, 99 numara hariç, üç fastbreakin içine etti... Ne varsa gençlerde var, diyorum ve susuyorum”

Diye yazdım…

Bursaspor’da 99 numarayı tanımadığım ve ismini telaffuz edemediğim için o şekilde yazdım, sonra adını öğrendim ve hemen arkasından; 

“99 numara Acolatse çıktığına göre bir tane daha atabiliriz”

Ve hemen arkasından Acolatse çıkıp Tekke hoca gençleri sahaya sürünce de;

“Ulan içime doğmuş be Acolatse çıktı bi tane daha atarız, dedim 4-1 gençler, özellikle gençler alkışlanır, değil mi sn @eminadanurea1 #Bursaspor'un güveneceği gençleri var...” diye ekledim…

Ve hemen Bursaspor kulübünü ve Yönetim kurulu lideri Emin Adanur’u da etiketleyerek;

“Ne varsa gençlerde var diyor susuyorum, dedim ama gençler beni susturmadı, #Bursaspor'un umudu olduklarını, yine kanıtladılar, yabancıların bokunda boncuk arayacaklarına asıl madenin altyapıda olduğunu bakalım @BursasporSk'yı yönetenler ne zaman anlayacak? @eminadanurea1” diye twit dizinini tamamladım…

Evet; soru bu: Geçen sene pişen, olgunlaşan bu gençlerin potansiyelini anlamanız daha ne olmasını bekleyeceksiniz?

Fatih Tekke hoca Acolatse’ye nasıl tahammül etti anlamadım, hele gençleri gördükten sonra sıradaki maçta nasıl bir kadro çıkaracak merak etmekteyim.

Uzun zamandır Bursaspor hakkında bir şeyler yazmaya elim varmıyordu... Samsun maçında, özellikle gençlerin devreye girmesi körelen umutlarımı tekrar yeşertti.

Bursaspor’da un var, yağ var, şeker, tuz, baharat, fırın, kepçe, tencere kazan, var oğlu var!

Marifet bu malzemelerle güzel yemek yapabilmekte. 

Samsun karşısındaki 4-1’lik ziyafetin tadı damağımızda kaldı amma ve lakin aşçının yemeğine geçer not verebilmemiz için bundan sonraki ziyafetlerine bakacaz...

@SuatOktySnck

Cumartesi, Nisan 10, 2021

Amiraller haklı olabilir mi? Montrö antlaşması nedir?


104 Amiralin yayınladığı endişe içerikli bildiri sonrası yeniden gündeme gelen Montrö Antlaşması ve beraberinde gündemin merkezinde yer alan Kanal İstanbul hakkında çok az bilinen bazı noktalara değinmek istiyorum.  

Biliyorsunuz, bu konuyu gündeme taşıyan 104 Amiral’in imzasıyla hazırladığı bildirisi sebep oldu. Her ne kadar Amirallerin hazırladığı bu metnin bildiri değil kamuoyuna yönelik bir duyuru olduğu, bir kumpasın sergilendiği ortaya çıksa da hükümet gündemi değiştirme fırsatını kullanmakta geri kalmadı.  Amirallerin “darbe çağrısı” yaptığı iddiasıyla gözaltına alınıp bazı özlük hakları geri alınsa da konunun tartışılacak olmasını biz de önemsiyoruz.

Çünkü Montrö tıpkı Lozan Antlaşması gibi ulusumuzun, yani vatanımız Türkiye’nin egemenliği açısından büyük önem taşıyor. Özellikle denizlerimiz ve boğazlar söz konusu olunca, konu hem bizim hem de uluslar arası anlamda çok stratejik bir önem arz eder hale geliyor.

Bazıları, “yahu adamlar Süveyş Kanalı’ndan Panama Kanalı’ndan yılda milyon dolarlar kazanıyor ama biz boğazdan geçen gemilerden metelik kazanamıyoruz, Kanal İstanbul o nedenle önemli, mutlaka yapılmalı!” diye yaygara koparıyor olabilir… Ama durum hiç de öyle değil.

Ege Denizi istikametinden Çanakkale’den başlayıp, Marmara Denizi ve Karadeniz’e uzanan rota doğal bir yapılanma ama Süveyş ve Pana kanalları insanlar tarafından yapay olarak sonradan açılmış su yolları, yani kanallardır. Boğazlar ise kanal değildir.  Tıpkı Cebelitarık, tıpkı Bering Boğazı gibi.

O nedenledir ki, uluslar arası anlaşmalara göre doğal yapılar insanlığın ortak değeri olarak görülmektedir. Ege’den gelip Boğazlardan Karadeniz’e geçmek isteyen gemi ve şileplerden ücret alamıyoruz. Zadece, isteyen denizcilere ülke olarak kılavuzluk hizmeti veriyoruz.

“E o zaman biz de Kanal İstanbul’u açar, oradan para kazanırız” diyeniniz olabilir. Bakın şimdi burayı çok dikkatle okuyun: Şimdi diyelim ki, Kanal İstanbul’u yaptık ve İstanbul Boğazı’ndan geçmek isteyen gemilere “ver parayı buradan geç!” dedik.

Şöyle düşünün; gemicilik yapan armatörsünüz, geminizi beleşe boğazdan mı geçirirsiniz, yoksa para verip kanaldan mı? Hadi diyelim ki süper acaip çok multi triliyarder zenginsiniz, bk gibi paranız var, lan şu Türklere faydam dokunsun da kanalı kullanayım diyorsunuz.

İyi de herkes sizin gibi havaya savrulacak dolarları mı var, ki beleşe geçmek varken kanalı kullansın, ne dersiniz? Gemicileri nasıl ikna edeceksiniz, beleşe değil de para verip kanalı kullanmaları için şekerle mi kandıracaksınız?

Yani anlayacağınız Kanal İstanbul’un yapılacak olması koskocaman boş bir hayal ve ülkeye de zerre faydası olmayacak. Faydası olmayacağı gibi çevresel yan etkileri de ayrı bir felaket getirmesi söz konusu… Üstüne üstelik Montrö antlaşmasını da açığa düşürüp etkisi ve anlamını ortadan kaldırma riskine sahip!

“Yahu hiç mi faydası yok bu Kanal İstanbul’un, Montrö antlaşması olsa ne olur, olmasa ne?” diyenler burayı çok daha dikkatli dinlesin!

Evet Kanal İstanbul’un faydası olacak ama bize değil, Karadeniz’e askeri gemilerini diledikleri gibi geçirmek isteyen ülkelerin işine yarayacak. Peki kim bu ülkeler? Elbette ki ABD ve İngiltere… Özellikle de ABD…

Tam yeri gelmişken anımsatmadan geçmeyeyim, ABD iki savaş gemisini boğazdan geçirip Karadeniz’e açılmak için Türkiye’ye diplomatik yollarla başvurmuş. Soru şu: Amerikan donanmasının Karadeniz'e girmek istediği sırada Montrö'nün tartışmaya açılması tesadüf mü?

Anlayacağınız Sam Amca’nın denizcileri Karadeniz’e rahatça geçip dolanmanın tatlı hayalleri kuruyor ve ince planlar yapıyor ! Oysa Montrö Antlaşması belki bize maddi anlamda gelir getirmiyor ama boğazdan geçmek isteyen askeri gemilerin iznini ve kontrolünü bize veriyor. Biz izin vermeden asker, hiçbir gemi ne Karadeniz’den Ege’ye, ne de Ege’den Karadeniz’e geçemez, bakın tekrar anımsatıyorum: GE-ÇE-MEZ!

Eğer Montrö Antlaşması olmasaydı ABD savaş gemilerini geçirmek için bize bilgi vermek zorunda kalmazdı. Montrö’nin ne adar önemli olduğunu bu son gelişme bile kanıtlamaya yetiyor.

Peki Kanal İstanbul açılırsa ne olur?

Montrö anlamını ve önemini kaybeder?

Bu kimin işine yarar?

ABD’nin…

Kanal İstanbul’u ısrarla kim yapmak istiyor?

Recep Tayyip Erdoğan!

Sizce Sn Erdoğan ABD’nin işine yarayacak bir projeyi hayata geçirmek için neden bu kadar inatçı davranıyor?

İsviçre’nin Montrö şehrinde 20 Temmuz ile 1936’da imzalanan, 9 kasım 1936’da yürürlüğe giren antlaşma ile Karadeniz’in barış denizi olması için Türkiye olarak bunu başarıyla yürüttük.

Bu antlaşmaya Türkiye ile birlikte Bulgaristan, Fransa, Büyük Britanya (yani İngiltere), Avustralya, Yunanistan, Japonya, Romanya, eski Sovyetler Birliği, ve eski Yugoslavya imza attı…

Dikkat ederseniz bu antlaşmada ABD yok!

Neden yok?

Çünkü onlar bu antlaşmanın yapılmasını baştan beri istemiyorlardı, kendileri yok ama ebedi müttefiki İngiltere krallığı var…

Peki ABD bu antlaşma imzalandıktan sonra ne yaptı?

Lütfen burayı da çok dikkatle okuyun; çünkü şimdi anlatacaklarım, Amiraller’in asıl amacının darbe çağrısı yapmak değil de hükümeti bir yanlış yapmamaları konusunda uyarmak olduğunu daha iyi anlayacaksınız:

ABD 1950’lerde boğazlarla ilgili bir harita hazırlıyor.

1950’lerde Türkiye’de kim iktidardı biliyorsunuz değil mi?

Bilmeyenleriniz olabilir ben yine de anımsatayım: Adnan Menderes Başbakanlığı’nda Demokrat Parti 14 Mayıs 1950’de iktidar oldu. Bugün ülkeyi kim yönetiyor? Demokrat Parti’nin devamı olduğunu söyleyen Ak Parti ve Erdoğan!

2003’te, TBMM’ye sunulan ve 1 Mart teskeresi Erdoğan’ın tüm ısrarına rağmen; onurlu ve haysiyetli gerçek vatansever vekillerin oyuyla red edilmişti.

1 Mart teskeresi "Türk Silahlı Kuvvetleri'nin yabancı ülkelere gönderilmesi ve yabancı silahlı kuvvetlerin Türkiye'de bulunması için Hükûmet’e yetki verilmesi”ni içeriyordu.

Eğer teskere kabul edilseydi ABD askeri Türkiye’ye konuşlanacaktı. Ve bu teskerenin TBMM’den geçmesini isteyenlerden biri de dönemin başbakanı Erdoğan’dı. O zaman ABD, TBMM’yi aşamamıştı. Bugün ise önünde TBMM engeli yok, her şeye tek bir kişi karar verecek, o da Recep Tayyip Erdoğan!

Neyse gelelim Sam Amca’nın 1950’lerde boğazlarla ilgili hazırladığı haritaya.

Bakın yıl 1950, ABD hazırladığı haritada sadece İstanbul’un çatalca yarım adasına değil, Gelibolu yarım adasına da kanal yapılması için planlar çiziyor. İlk kanal Çanakkale boğazını baypas edip Ege Denizi’nden kısa yıldan Marmara’yı çıkmayı, diğeri de İstanbul Boğazı’nı boşa çıkarıp Karadeniz’e sorunsuz açılmayı amaçlıyor…

Şimdi anladınız mı 104 Amiral’in o bildiriyi hazırlama amaçlarını?

Esas mesele vatanımızın ulusumuzun bağımsız ve egemenliği…

Asıl beka meselesinin ne olduğunu bilmem anlatabildim mi?

Çünkü söz konusu vatansa gerisi teferruat…

@SuatOktySnck

Yazının videosunu izlemek için tıklayın: 


Salı, Mart 16, 2021

Yıllarca "Ne Mutlu Türküm Diyene" diye haykırdık ama mutlu olamadık!

Gündemde her sorunumuzu hallettik, ekonomi şahane, teknolojide dünya birincisiyiz, aya gidecez, sonra da mars gidiyoruz ya, biz neyi tartışıyoruz. Andımızı… Andımız artık tarih oldu, sonra Atatürk’ün kabartması cumhurbaşkanlığı nişanından kaldırıldı, Atatürksüz bir nişan hazırlandı…

Soru şu, AKP iktidarının, ve elbette Erdoğan’ın Atatürk ile Cumhuriyet ile sorunu mu var?

Tüm bu olanlardan anlaşılıyor ki, evet, sorunu var…

Tabelalardan TC’nin kaldırılmak istenmesi, Statlardan, hava alanlarından Atatürk adının silinmesi hemen her şey, bu iddiayı güçlendiriyor.

Peki bunu neden birden değil de yavaş yavaş yapıyor…

Mesela Atatürk bir çok devrimi bir çırpıda yapmıştı, Erdoğan karşı devrimi, ki bu tüm yaşanılanların Atatürk’ün ilerici devrimlerine karşı yapılan karşı bir devrim olarak  niteliyor ki, açıkçası ben de böyle olduğunu düşünüyorum!

O zaman akla şu soru geliyor: Erdoğan korkak mı, Atatürk gibi cesur değil mi? Neyden korkuyor da böyle davranıyor?

Çünkü halkın büyük bir bölümünde olan Atatürk sevgisinden ve doğacak tepkiden çekiniyor. 

Kurbağa deneyi gibi , yavaş yavaş suyu ısıtarak, bazı uygulamaları yapıyor tepki gelince de geri adım atıyor.

Taa ki en en en güçlü hale gelene kadar!

“Diyeceksiniz ki, “daha ne kadar güçlenecek?”

Evet şu anda da .çok güçlü ama bunun daha kudretli hali var… 2023’te ki seçimlerden sonra çıkacak sonuç, hem Erdoğan’ın hem de Türkiye’nin kaderini belirleyecek.

Ya Türkiye kazanacak ya Erdoğan!

Erdoğan kazanırsa, çok ama çok güçlenmiş bir Erdoğan gerçek anlamda bir DİKTATÖR haline gelecek, onun önünde kimse duramayacak, istediği her şeyi yapabilecek. Türkiye'yi eyaletlere bölmekten tutun da, Öcalan’ın ev hapsine bırakılması, Kürdistan’ın kurulması, muhaliflerin tek tek yok edilmesi, siyasi partilerin  kapatılması…

Aklınıza gelebilecek, bir dikta rejimde ne olabilirse onlar yaşanacak…

Peki ya Erdoğan kaybederse?

En iyi ihtimalle, Erdoğan çekilecek, çekilmeyip, İstanbul seçimlerinde yaşananlar gibi bir şey olursa, işte o zaman olacakları düşünmek bile istemiyorum!

Neyse, tekrar andımız konunsa geleyim, 2018’de bu konu gündeme geldiğinde, Bursaport.com sitesinde  “Türk müsün, doğru mu, çalışkan mı?” başlıklı bir yazı kalem kalmışım, o yazıyı güncelleyerek anımsatmak istiyorum, 

Şöyle demişim o yazıda; 

Çocukluğumuzda, her sabah okullarda haykırdık...

"Türküm, doğruyum, çalışkanım..."

Ne zamandan beri?

1932'de dönemin Milli Eğitim Bakanı Reşit Galip kaleme almış. 'Öğrenci Andı' 79 yıl okullarda ders başlamadan önce okutuldu.

Dile kolay tam 79 yıl... 

Atatürk'ün vefatından altı yıl önce...

"Ulu Önder bu işe ne dedi, neden böyle bir şeye ihtiyaç duydu?" diye düşünmeden edemiyorum.

O dönem için belki haklı bir tarafı olabilir.

Yeni kurulmuş bir ülke, ümmet toplumundan millet toplumuna geçiş hızlandırılmak istenmiş olabilir de...

Ya bugün?

Bugünden bakınca, yapılmak istenenin anlamsızlığı ortaya çıkıyor.

Belli ki bir bilinç oluşturmak istenmiş.

Kime?

Halka.

Kim bu halk ya da millet?

Türk milleti.

Türklerin çocuklarına "Türküm" dedirtmek, Türk olduklarını anımsatmanın ehemmiyeti ne ola ki?

Yalancı mı ki Türkler, "doğru" olduklarından endişeleri mi vardı ki "doğruyum" dedirttiler...

Tembel miydi Türkler, "çalışkanım" diye çocuklara belletmeyi düşündüler?

Küçükleri korumayan, büyükleri saymayan, yurdunu sevmeyen bir millet olabilir mi?

"Varlığım, Türk varlığına armağan olsun" ne demek?

Çanakkale'de, Yemen'de, Kurtuluş savaşı sırasında her cephede varlığını feda etmedi mi atalarımız?

Bence andımızın her satırı halka güvensizlik, millete saygısızlık içeriyor.

Türkiye Cumhuriyeti'nde sadece Türkler yokken, varlığın Türk varlığına armağan edilmesini nasıl açıklamak gerek?

Anayasamızın 66. maddesi "Türkiye Cumhuriyeti devletine vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türktür" diyor.

Mustafa Kemal Atatürk de "Türkiye Cumhuriyeti'ni kuran Türk halkına Türk Milleti denir" demiş.

O zaman aynı şeyi tersten soralım: Ülkenin Adı Kürdiye olsaydı ve biri çıkıp "ne mutlu Kürdüm diyene, varlığım Kürt varlığına armağan olsun, diye and içirseydi, "Kürdiye Cumhuriyeti devletine vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Kürttür" denseydi, tepkiniz ne olurdu?

Türksünüz ve her sabah "ne mutlu Lazım, Gürcüyüm, Çerkezim, Boşnakım, Arnavutum diyene, varlığım (......) varlığına armağan olsun", diye and içmek zorunda bırakılsaydınız...

Biraz empati...

79 yıl bu ülkede çocuklar "Andımız"ı okuyarak büyüdü?

Peki neden bu toplum (Türkler) doğru değil, çalışkan hiç değil, neden yoğurttan başka bir icadımız yok?

Kim engelledi?

Neden yaşlılarımıza saygısız, küçüklerimizi tacizden tecavüzden, kadınlarımızı şiddetten koruyamaz olduk, çocuk yaşta çalışmaya mahkum ettik?

Andımızın tüm anlamlı(!) sözlerini ezberlememize rağmen, 79 yıldır neden hiç işe yaramadı?

Bizi kim engelledi, başarılı olmamızı kim istemedi?

Almanya 2. Dünya Savaşı'nda yerlebir olmuştu.

Yıl 1945'ti...

Türkiye savaşa girmemişti...

Yerlebir olan Almanya 15 yılda başka ülkelerden işçi davet etme kararı aldı...

Almanya'ya Türkiye'den ilk işçiler 31 Ekim 1961'te gitmeye başladı...

Yani savaştan 16 yıl sonra.

Gelin hep birlikte basit bir kıyaslama yapalım.

Ak Parti 2002'de ülkenin başına geçti.

Evet ekonomi kötüydü, ülke de ama Almanya gibi yıkılmamıştı. Genç insan gücünü kaybetmemişti...

19 yıl sonra 2021'de Türkiye'nin geldiği duruma bakın hele...

Almanlar yıkılan bir ülkeden ne hale gelmiş!

Andımızı okuyarak büyüyen neslin yönettiği Türkiye ne halde!

Sıfır teknoloji...

Sıfır hayvancılık ve tarım...

Sıfır ekonomik kalkınma...

Süper güç haline gelen Almanya Şansölyesi Merkel'in makamına bakın, bir de çökmüş ekonomiye sahip Türkiye Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın sarayına!

Kurtuluş savaşından çıktığımız halde on yılda kurduğumuz fabrikaların tamamının satıldığını da eklememe bilmem gerek var mı?

And içsen ne olur içmesen ne!

Elde sadece kendini Türk zanneden bir millet var...

Ne doğru, ne çalışkan, ne saygılı, ne de ezileni mazlumu koruyan kimse kalmış ortada?

İnsan bile olmayı becerememiş bir topluma sığ ve basit bir milliyetçilik aşılar, bayrak sevmekle, milli marş ezberlemekle kalkınılamayacağını, çağdaş olunamayacağını öğretemedikten sonra, değil her sabah, günde beş defa bile andımızı okutsanız beyhude...

İçi eğitimle doldurulamamış bir and 96 yıl sonunda size çürümüş bir ahlak, çökmüş bir ekonomi, hacılar, hocalar tarafından beyni yıkanmış kandırılmış bir toplum bırakır.

İnanmıyorsanız, çıkın dışarıya bakın;

1945'te yıkılan Almanya 16 yıl sonunda Türkiye'den işçi alırken, Ak Parti Türkiye'si 19 yıl sonunda Suriyeli cenneti oldu.

Evet  ABD’de benzer bir uygulama var! Örnek alınan ülke ABD... Onlarda da var benzer bir uygulama...  Amerikalı öğrenciler 1892'den beri; "Herkes için özgürlük, adalet ve tek bir millet olmayı sağlayan cumhuriyeti temsil eden ABD bayrağına, sadakat ile bağlı kalacağıma tanrının huzurunda yemin ederim" diye and içiyordu. Günümüzde ise 4 eyalet dışında 46 eyalette öğrenciler bu andı her sabah okumaya devam ediyor.

Biz bugün onca sorunumuz derdimiz varken, andımızı tartışıyor ve Erdoğan’ın istediğini yapıyoruz. 

Çünkü Sn Erdoğan santim santim amacına yaklaşıyor. Çağdaş Türkiye Cumhuriyeti’ni yıkıp yerine dine dayalı bir sistem kurmak…

Peki TC’nin yıkılmasını başka kim ister, kimin işine yarar?

O zaman haydi hep birlikte haykıralım; 

Türküm, doğruyum, çalışkanım. 

İlkem; küçüklerimi korumak, büyüklerimi saymak, yurdumu, milletimi özümden çok sevmektir. 

Ülküm; yükselmek, ileri gitmektir. 

Ey büyük Atatürk! 

Açtığın yolda, gösterdiğin hedefe, hiç durmadan yürüyeceğime and içerim. 

Varlığım, Türk varlığına armağan olsun. 

Ne mutlu Türküm diyene!

Mutlu musunuz?

@SuatOktySnck 


YAZIMIN VİDESUNU İZLEMEK İÇİN TIKLAYIN:










Pazartesi, Mart 15, 2021

Ünsal Ünlü Ben Ünsüz(!)

Orhan baba, Orhan Gencebay efsane şarkılarından birinde, "hatasız kul olmaz" diye haykırmıştı... "hatamla sev beni" diye eklemişti...

Ama önemli olan hatayı fark edip, özür dilemek...

Hadi, birini hatasına rağmen sevip sevmemeyi geçtim, özür dileyen kişinin özrünü yok saymak için nasıl bir egoya, kibre sahip olmak veya nasıl bir düşmanlığın yaşanması gerek anlamakta zorluk yaşıyorum.

"Sen Ne Dersin?" YouTube kanalımızın Twitter hesabından bir paylaşım yaparak Ünsal Ünlü'yü eleştirdik...

Daha doğrusu, benim bir hatam yüzünden oğlumun acele edip konuyu paylaşmasıyla yaşandı bu hata!

Biliyorsunuz, gazeteci Levent Gültekin'e saldırı yapıldı.

Ardından da özellikle muhalif kesimden büyük bir tepki geldi Gültekin'e yönelik saldırıya.

Ama bazı gazeteciler, nedense bu durumu görmezden, duymazdan geldi.

Bazı yayınlarında Ünsal Ünlü, Gültekin'i samimi bulmadığını dile getirmişti.

Düzenli izlediğim, dinlediğim gazetecilerin bu konuda tepkilerini merak ettim.

Bu gazeteciler arasında, mesleğini bizim gibi Youtube'dan icra etmeye çalışan Ünsal Ünlü de vardı. Sabah programlarında üst üste iki gün izlediğim Ünlü, özellikle sabah 09.00'da başladığı yayınında Levent Gültekin'e yapılan saldırıdan hiç söz etmedi.

Ünlü, saat 09.00'da yaptığı canlı yayınından yaklaşık bir saat sonra gazeteleri yorumladığı bir başka yayın daha yapıyor.

Bu yayında konu edineceği bazı olaylara geniş şekilde değineceğini de sabah programında anımsatıyor genelde.

Nedense böyle bir anımsatma yapmadı. (ya da ben fark etmedim)

Levent Güntekin'e yapılan saldırıyı yok saydığını düşünerek, oğlum Tarık'la muhabbet ederken laf arasında neden böyle davranmış olabileceğine anlam veremediğimi söyledim.

Tarık benim anlattıklarımdan gaza gelip Twitter'dan Ünsal Ünlü'yü de etiketleyerek kendisine yönelik gereksiz bir eleştiri paylaşmış.

Ünsal Ünlü de haklı olarak buna tepki gösterdi.

Çünkü gazeteleri yorumladığı yayında aslında Levent Gültekin'e yapılan saldırıyı detaylarıyla ele alıp geçmiş olsun dileklerini iletmiş. Yani biz amatörce davranıp, aceleyle atılmış gereksiz bir twit yüzünden Ünlü'ye haksızlık etmişiz.

Ünlü bize tepkisini dile getiren bir mesaj attı, özür dilememizi istedi. Ben de hem Twitter paylaşımının altına, hem de özel mesajla özürlerimi ilettim. Hatta, cep numaramı da yazdım, belki sesli olarak arayıp özürlerimizi duymak ister diye düşündüm.

Aramayınca da konu kapandı sandım...

Ertesi gün gazeteleri yorumladığı programının ilk 10 dakikasında beni ve Sen Ne Dersin? (SND) kanalını yerin dibine soktuğunu öğrendim...

Meğerse özür dilememiz hiç umurunda olmamış Ünsal beyin...

Özelden yaptığımız yazışmayı ifşa etmekle kalmamış, kelime kelime, satır satır, didik didik edip yorumlamış...

Şimdi ben de onun videosunu yorumlamak istiyorum:

Yayının başında Ahmet Hakan'ı "meslek dayanışması adına iki cümle yazması lazımdı" diyerek eleştiriyor ve bizi meslektaşı olarak görmediğini şu sözlerinden anlıyoruz.

"İsmini falan anmayacağım, istedikleri bu biliyorum" diyor ve sonra bakın nasıl devam ediyor: "Sosyal medyadan saldırı"

Ünsal bey, saldırı değil, eleştiri yapıldı, saldırı böyle olmaz, yaptığımız yanlıştı, hataydı ve özür diledik. Bakın tekrar anımsatıyorum: Özür diledik!

Ve devam ediyor: "İsmini hakikaten söylemeye gerek yok!"

Aman söylemeyin, aman bizim beleşe reklamımızı yapmayın Ünsal bey(!)

Ama ne yapıyor, elbette ki... :"Ha isimlerini de söyleyeyim, Sen Ne Dersin?! Çünkü engelleyeceğim!"

Bu ne yaman çelişkidir böyle, az önce "İsmini falan anmayacağım, istedikleri bu biliyorum" diyor, ama sonra kanalımızın ismini anıyor.

Ünsal bey, kanalımızı izlemiyorsunuzdur, belki farklı çakma bir hesapla takip ediyor olabilirsiniz. Ya da birileri bu videoyu size ulaştıracaktır...

Size hakkımızda biraz bilgi vereyim.

Belli ki bizi tanımıyorsunuz, tanımak için bir çaba içinde olduğunuzu da sanmıyorum.

"Ulan kim bu Suat Oktay Şenocak, neyin nesi bu Sen Ne Dersin?" diye aklınızdan geçirmiş olabileceğinizi düşünüyorum.

SND yani Sen Ne Dersin? kanalını oğullarım Ferit, Tarık ve Ediz ile birlikte ben kurdum.

Ben, çoğunluğu spor servisleri olmak üzere uzun yıllar Bursa ve bir dönem İstanbul'da gazeteci, tv programcısı, yazar ve yönetmen olarak çalıştım.

Büyük oğlum Ferit uzun yıllar Olay Tv'de haber spikerliği yaptı. SND'nin koordinatörlüğü ve kurgu editörlüğünü yapıyor.

Ortanca oğlum Tarık Bursa Uludağ Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Oyunculuk Bölümünü bitirdi. Kanalımızın muhabirliğini yürütüyor.

En küçük oğlum Ediz Kastamonu Üniversitesi Grafik Bölümünde okuyor. Kanalın kurgu, kameramanlık ve gerektiğinde muhabirliğini üstleniyor.

Ben de onlara her alanda destek olmaya çalışıyorum. Yani anlayacağınız siz bizi meslektaşınız olarak görmeseniz, yaptığımız işi küçümseseniz bile, biz çağın gerektirdiği koşullarda gazetecilik yapmaya çalışıyoruz.

Hani Ahmet Hakan'ı meslek dayanışması yapmamakla suçluyorsunuz ya haklı olarak...

E biz biz meslekten değil miyiz Ünsal bey!

Dördümüz de Çağdaş Gazeteciler Derneği Bursa Şubesi üyesiyiz...

Muhalifiz... Bizimle neden dayanışmak istemiyorsunuz?

Yaptığımız işi değersiz görüp küçümsüyorsunuz, siz kendinizi çok muteber bir gazeteci görebilirsiniz, sizin adımızı anmamıza ihtiyacımız olduğunu mu sanıyorsunuz?

SND kanalımızı 26 Ocak 2019'da kurduk... Abone sayısı an itibariyle 98 bin 839... Videolarımızın toplam görüntülenme sayısı 44 milyon...

Ne dersiniz, sizin adımızı anmanıza ihtiyacımız var mı?

Neyse devam edelim...

Sadece kanalımızın değil benim de adımı anıyor.

Ve yalan söylüyor...

"Suat Oktay Şenocak bana mesaj attı" diyor.

Ben ona değil, kendisi SND Twitter hesabı üzerinden mesaj yazdı ve özür dilememizi istedi.

Ben sadece o mesaja yanıt verdim ve şöyle dedim: Ünsal bey merhaba! Sizi yakından izliyor ve aynı frekansta olduğumuzu, ülkenin sorunlarıyla, sıkıntılarıyla cebelleşip benzer kaderi paylaştığımızı vurgulayarak, bir meslektaşınız olarak özür diliyoruz.

Verdiği tepkiye bakar mısınız: "Biz aynı frekasta değiliz."

Evet haklısınız, bir kez daha özür diliyorum Ünsal bey, sizin frekansınız çok yüksek, o kadar yüksek ki... Ohooo... Yani arşı alaya ermişsiniz... Kibriniz ve aşağılayıcı üslubunuzla o kadar uçmuşsunuz ki, bu gidişle Elon Musk'tan önce Mars'a varacaksınız ha gayret!

Sn Ünsal Ünlü mesajımı okumaya devam ediyor ve ne demek istediğimi anlamıyor...

"Yanıldığımız için üzgün değiliz, eğer hiç değinmeseydiniz o konuya, daha çok üzüleceğimizi bilmenizi isteriz" diyorum, "Ne anlatıyorsun abi sen bi söylesene bana" diye tepki veriyor!

Ya arkadaş, size arkadaş dedim ama belki arkadaş olarak da görmek istemeyeceğiniz için geri alıyorum(!) Ünsal bey, bakın, yani direk bana sorduğunuz için tane tane anlatıyorum: Yanıldığımız için üzgün değiliz, çünkü ikinci yayınızda konuya değinmişsiniz. Üzgün olmamamızın nedeni yanılmış olmamız.

Neden?

Eğer Levent Gültekin'e saldırıya Ahmet Hakan gibi kayıtsız kalsaydınız işte o zaman daha çok canımız yanardı.

Mesela Ahmet Hakan'ın konuya sessiz kalması bizim umurumuzda değil.

Neden?

Çünkü o muhalif değil.

Ama sizin bizim gibi muhalif ve malum yaygın medyanın dışında gördüğümüz, tavrınıza değer ve önem verdiğimiz için bunu ifade etmek istedim. Eğer ola ki hiç değinmeseydiniz o konuya, daha çok üzüleceğimizi bilmenizi isteriz.

Bunu idrak edebilmek için üniversite okumaya gerek var mı?

Ama anlamadınız ya da ben anlatamadım, evet evet anlatamadım, hadi bir kez daha sizden özür dileyeyim, dilime yapışmaz ya!

Özel mesajımı okumaya şöyle devam etmiş: Sizin de her yayında dediğiniz gibi, ortak paydamız ülkemiz: Türkiye... Ve sizin gibi, Ruşen gibi Levent gibi... Bizim gibi insanlar ne yazık ki azınlıkta.

Buna ne dese beğenirsiniz: "Kim olduğunu bilmiyorum, Suat Oktay Şenocak, Ruşen dediğine, Levent dediğine göre... Ruşen'i tanıyordur, sormadım, bugün arayıp soracağım bu insanı tanıyor musun, diye..."

Bakın arkadaşlar! Ünsal beyin okuduğu bu mesaj özel, yani açıktan yapılmış bir yorum değil, SND kanalının mesaj alanından kendisinin bana yazdığı mesaja verilmiş özel yanıtımı ifşa ediyor.

Levent Gültekin'i tanıyorum, yüz yüze de, telefonda da konuşmuşluğum var, Ruşen Çakır ile tanışıklığım yok, karşılaşmadım da.

Açıktan Sn Çakır'a "Ruşen" diye hitap etmeyeceğimi bilemeyecek kadar bu işlere uzak biri olmasa gerek Sn Ünlü...

Ama neden bunu yapıyor, aklı sıra beni/bizi aşağılamak, seviyemizi düşük göstermek için!

Peki bu yaptığı etik mi?

Yani özel mesajlaşmayı bu şekilde manipüle etmesi?

"Gazetecilik yapacaksanız ağlanmayın" diye devam ediyor Sn Ünsal Ünlü... Bakın tekrar anımsatıyorum, bu bir özel mesajlaşma. Ünlü, özel yazılmış mesaj üzerinden algı yaratmaya çalışıyor...

Oysa benimki ağlanmak değil, sadece durum saptaması...

Hangi koşullarda çabaladığımızı, her şeye rağmen mücadelemize devam ettiğimizi, değer vermiyorsanız bile emeğimize saygı duyulması gerektiğini bilmenizi istediğim için bu anımsatmayı yaptım...

Verdiği tepki aynen şöyle: "O zaman yapmayın, yapma, mecburiyetiniz var mı?"

Ya, off of...

"Biz, malum sistem içinde refüze edilmiş gazeteciler seslerini duyurmaya, vatandaşa içini dökme fırsatı tanıyan platformlara yaşatılan baskı ve kısıtlamaları eminim siz de tahmin edebiliyorsunuzdur!" şeklinde verdiğim cevaba tepkisi şöyle oldu: "Yok öküzüm ben hiç tahmin edemiyorum!"

Estağfurullah Ünsal bey, ne öküzü ama idrak sorunu yaşadığınız çok açık...

Ben size, biz malum sistem içinde refüze edilmiş gazeteciler seslerini duyurmaya, vatandaşa içini dökme fırsatı tanıyan platformlara yaşatılan baskı ve kısıtlamaları tahmin edemezsiniz demiyorum tahmin edebiliyorsunuzdur diyorum. Tahmin edebiliyorsunuzdur emin misiniz, çünkü şimdiye kadar hiç de tahmin etmiş gibi tepki vermiyorsunuz! Belki kendi etrafınızdaki meslektaşlarınızın durumunu biliyor olabilirsiniz ama biz Anadolu'da mücadele eden meslektaştan saymadığınız refüze edilmiş muhalif gazetecilere o kadar uzak ve yabancısınız ki...

Bu kadar mı saygısız bu kadar mı anlayıştan uzak olur bir insan...

Bizi teşvik etmelerini, "ne kadar önemli bir iş yapıyorsunuz, helal olsun be" denmesini beklemiyoruz ama biraz saygı be, vallahi biraz saygı, emeğe saygı, mücadeleye saygı, saygı saygı saygı...

Elbette bizi kimse zorlamıyor ama bu işi neden yapıyoruz biliyor musunuz?

Çünkü bu işi birileri yapmalı...

Siz oturduğunuz yerden yanlışları haykırın, biz de sokaktan, halkın içinden...

Dayanışma içinde olmamız gerekirken, şu yaşadığımıza bakın hele...

Biz gazeteciyiz. Olay Tv kapandıktan sonra Bursa'da ve hatta İstanbul'da işsiz kalan birçok meslektaşımız oldu. Hiç düşündünüz mü, o insanlar ne yapıyor, nasıl geçimini sağlıyor, diye?

Ben 2000 yılından bu yana mesleki anlamda işsiz kaldım Ünsal kardeş! Eşimle birlikte börekçi dükkanı açtım 2001'de Şubat krizinde battım... 2003 yılında İsveç'e gittim, 2 yıl orada kaldım, mültecilerle birlikte 10 ay yaşadım, onları anlatan "Gölge Adamlar" adlı bir belgesel çektim, belgeselde anlatamadıklarımı kaleme aldığım "Avrupa'da mülteci olmak/karanlıktaki gölge" adlı kitapta topladım. 2005'te yurda döndüm, 2006'da 16mm Sinema Atölyesi'ni, 2007'de de İnSanat Sinema Derneği'ni kurdum, 2010'da "Adı Aşk Bu Eziyetin/Camcı" adlı uzun metraj sinema filmini yazıp/yönettim...

2006'dan bu yana sinema atölyesinde deneyimlerimi sinema meraklılarıyla paylaşıyorum, çok sayıda kısa film ve belgesel çektim. Şimdi oğullarımla birlikte YouTube'da bu işi yapıyoruz. Siz umursayasınız ya da birileri bize acısın diye değil, vatandaşın sesi olalım, sokağın haykırışını duyuralım diye...

Yandaşlar umursamıyor, anladım ki, siz de duymuyor muşsunuz, işte esas bizi yaralayan bu.

Sokaktan o kadar uzaksınız ki... Sokak, halk, vatandaş...

Her sabah çalışma odanızdan yayın yapıyor, gündemin nabzını tuttuğunuzu sanıyorsunuz ama nabız sadece bilgisayar başında değil, sokaktan da tutulur... Küçümsediğiniz bizler yapıyoruz bunu... Hor gördüğünüz İlave Tv Arif, Kendine Muhabir Hasan, Halk Ekranı, Toler Medya, Sarı Mikrofon, Ortaya Karışık, Medyali, Tüylü Mikrofon Ozan, Bavul tv Bilal, Sade Vatandaş, Yol Tv, Yandaş Tv yapıyor bunu...

Siz Ünsal bey siz, bir hata yüzünden, üstelik özür dilememize rağmen bizi hor göremezsiniz...

Bağımsız medya sizden ibaret değil...

CİMER'e, BİMER'e yapılan ihbarlar, her röportajda AKP polisinin baskılarına rağmen devam eden röportajlar sizin için hiçbir anlam ifade etmeyebilir!

Muhabirliğin ne demek olduğunu da unutmuş olabilirsiniz...

Hepsine eyvallah da, çocuklarım ve kendi adıma özür dilememe rağmen nasıl bu kadar duygusuz olabiliyor, bunu nasıl başarıyorsunuz, ismimizi verip reklamımızı da yapmadan(!) bir yayınınızda söz eder misiniz? Söyler misiniz Ahmet Hakan ile aranızdaki fark nedir? Sn Hakan'ın yandaş sizin muhalif olmanız dışında!

Size cep numaramı yazdım, belki arar ve sesli olarak özürlerimi iletirim diye ama o kadar gururlu ve kibir dolusunuz ki, aramayı onurunuza yediremediniz. Acaba numaramı vermek yerine sizin numaranızı isteseydim yazar mıydınız? Hiç sanmıyorum. O nedenle ben numaramı yazmıştım!

Bu arada Sn Ünlü'nün haklı olarak tepki gösterdiği nokta olan "para isteme" konusu için de özür diledim ama... Sn Ünlü'nün her yayının sonunda bunu anımsatması ne anlama geliyor?

Bakın, bir değil, beş değil, 100 değil, her program sonunda bunu anımsatıyor...

Takdiri size bırakıyorum...

Biz SND kanalı olarak katıl butonu aktif olduğunda bir kere yaptık, bir daha anımsatmadık.

Video aralarına serpiştirdiğimiz klasik abone olun, zile tıklayın bildirimleri açın uyarılar dışında ekstradan abone olun diye kimseye sözlü yalvarmadık.

Ben de buradan yalvarmıyorum.

Bilmem anlatabildim mi?

Yaşım 55, eski basketbolcuyum, onurumla, hasiyetimle bu günlere geldim.

Özür dilemeyi erdem saydım, yaptığımız hatanın "aptalca" olduğunu da kabullenip sizden bu nedenle özür diledim...

"Bursa'ya gelirseniz çay-kahve içmeye beklerim" diyerek dost elimi de uzattım, "Bursa'ya geldiğimde sizinle çay-çorba içmek istemiyorum!" dediniz...

Bu son ifade, uzatılan dostluk elini, elinizin tersiyle itmektir...

Öyle ki, hem özel mesajdan, hem paylaşımın altından ve hem de kendi kanalımdan sunulan özrü reddetmektir.

Bizi öteki görmek, düşmanlaştırmaktır.

İktidar cenahından bunu sıklıkla yaşadığımız için kanıksamıştık ama, saygı duyduğumuz, aynı fikirde, amaçta olduğumuzu düşündüğümüz birinden böyle bir tepki almak beni üzdü.

Ha unutmadan, Sn Ünsal Ünlü SND Twitter hesabından bizi engelledi.

Özel olarak yaptığımız yazışma, engellediği için otomatikman silinmiş.

Ama zaten kendi YouTube yayınında olduğu gibi mesajı okudu.

Videomun altına o yayının linkini paylaşıyorum.

İsteyen tamamını izleyebilir.

O bizi engelledi ama biz onu engellemiyoruz, kendisini ilgiyle izlemeye devam edeceğiz.

Yaptığımız bu hata yüzünden o bizi düşmanı bellese de biz ona saygı duymayı sürdüreceğiz.

Videolarını düzenli izlediğim için biliyorum, Ünsal bey Cem Seymen'i sevmez, hiç sevmez, Emin Çapa'yı sevmez, Levent Gültekin'i samimi bulmaz, Muharrem İnce'den haz etmez, zaten Ahmet Hakan'ı (haklı olarak) her yayınında yerin dibine sokar...

Diyeceksiniz ki, bunların yanında sen nesin, kimsin? Ünsal beyin sevgisine ye da nefretine mazhar olmak için ne yaptın?

Haklısınız vallahi, sahi ben kimim ki, çünkü Ünsal çok Ünlü, ben Suat ünsüz(!)

@SuatOktySnck

YAZIMIN VİDEOSUNU İZLEMEK İÇİN TIKLAYIN:



Pazar, Şubat 28, 2021

3-2 ile muhteşem geri dönüş; Diriliş Bursaspor!

Bursaspor yönetimi Ali Akman krizini profesyonelce davranamadığı için atlatamamıştı. Peş peşe gelen yenilgiler, genç kadronun bundan olumsuz etkilendiğinin kanıtı aslında.

Oysa yönetim, tribün taraftarı gibi düşünmek yerine profesyonelce yaklaşıp Ali Akman'ı kadro dışı bırakacağına elinde tutup, ihtiyaç anında sahaya sürebilir, bu şekilde takım arkadaşlarına özgüven kaybı yaşatmazdı... Ne de olsa Ali Akman sözleşmeli futbolcusuydu ve ondan yararlanmak yerine hem Ali'yi hem de kendini cezalandırmış oldu.

Bu olumsuz gelişmelerin genç kadroyu etkilememesi beklenemezdi. Bu durumdan kurtulmak için olağan üstü bir sonuç gerekliydi. İşte o oğlan üstü inanılmaz sonuç Akhisarspor maçında geldi...

Maça zaten demoralize çıkmış öz güveni kalmamış genç kadro 2-0 da geriye düşünce "karabulutlar fırtınaya mı dönüşecek?" endişesini beraberinde getirdi.

Maçın hakemi Yiğit Arslan en az bir penaltımızı vermezken, Emirhan'ın golüyle skor 2-1 olmuş, Teknik Direktör Mustafa Er kırmızı kartla tribüne yollanmışken, Özer Hurmacı sahneye çıkıyor klasına yakışır bir vuruşla dirilişin fitilini ateşliyordu.

Ve derken, Taha savunmada kaptığı topla öyle bir gol pası atıyor ki, pusuda bekleyen Burak Kapacak savunmanın arkasına sarkarak topla buluşuyor, kaleciyi de çalımlayarak skoru 3-2 yapıp dirilişi perçinliyor...

Timsah uyanıyor...

Yok hayır sadece uyanmıyor, resmen diriliyor, bu bir diriliş...

Özellikle Ali Akman kriziyle özgüvenini yitiren gençler, tarihi bir geri dönüşe imza atarak üzerlerindeki kara bulutları dağıtıyor.

Bu galibiyet o kadar değerli ki, hem moral motivazyon açısından, hem de bundan sonraki maçlar için camianın tüm dinamiklerini harekete geçirebilir, geçirmek zorunda.

Çünkü bu kadro çok zor koşullarda direniyor. Ali Akman'ın hoş olmayan gidişi, zaten kafası karışık olan genç kadronun kafasını allak bullak etmiş, "Ali gitti kendini kurtardı, ona yapılanlar, taraftarın sosyal medyadaki linç girişimi yarın öbür gün bize de yapılır mı?" şeklinde düşünmelerine sebebiyet vermişti.

Fakat Akhisarspor galibiyeti bir anda her şeyi sildi...

Yönetim bu galibiyeti fırsata çevirse bu kadro Süper Lig'e yelken açabilir ama dediğim gibi camianın tüm dinamiklerini harekete geçirse...

Geçmezse diriliş, sadece anlık bir uyanış olarak kalır, gençlerin efsane mücadelesi heba olmuş olur...

@SuatOktySnck