Salı, Temmuz 21, 2020

Hangi camiler kilise, hangi kiliseler camiye çevrildi?


Ayasofya'nın yeniden ibadete açılmasından sonra dünyada başka hangi ibadethaneler kiliseden camiye, camiden kiliseye çevrilmiş diye internette  araştırıyordum ki, https://tr.euronews.com'un bu konuyla ilgili bir araştırmasına rast geldim. Gerçekten de tam aradığım çalışmayı yapmışlar. 
Hüseyin Koyuncu imzalı bu inceleme araştırma kategorisinde yer alacak haberde, İspanya'da Endülüsler’den kalma Kurtuba Camii'nden Mısır'daki Aziz Attarin Kilisesi 'nden Müslümanlar için "Attarin" Camii haline gelen ibadet haneye kadar bir çok mabede yer verilmiş ama İznik'te ve Trabzon'da yer alan ve camiye devşirilen diğer Ayasofyalara pek değinilmemiş nedense.

Trabzon Ayasofya Kilisesi/Camii
Trabzon'daki Ayasofya, Bizans mimarisinde çok yaygın olan dört sütunlu, kapalı haç biçiminde bir plana sahiptir. Tam ortada yüksek kasnaklı kubbe bulunmaktadır. Bu biçimi ile kilisenin Trabzon’da Komnenos hânedanı hüküm sürdüğü yıllarda, 1245-1255 yılları arasında yapıldığı tahmin edilmektedir. Mâbedin batı tarafında yükselen ve Türk devrinde minare olarak da kullanılan dört köşe planlı ve iç duvarlarında resimler bulunan çan kulesi, süslemelerin üzerindeki bir yazıdan anlaşıldığına göre 1443 tarihlidir. 1648’de Trabzon’a gelen Evliya Çelebi’nin yazdığına göre “kefere asrında bina olunan” Ayasofya, matbu nüshadaki yazılışa göre Körlet) Ali Bey adındaki bir vali padişahtan izin aldıktan sonra 1583 yılında bir mahfil ve minber ilâvesiyle camiye çevirmiştir. Trabzon’daki Ayasofya, Fatih Sultan Mehmet’in 1461 yılındaki fethi sonrasında camiye dönüştürülmüş 1961 yılına kadar cami olarak kullanılmıştı. Trabzon Ayasofya’sı, da daha sonra müzeye dönüştürülse de, 2013 yılında tekrar cami haline getirilirken yapılan değişiklikler tartışmalara neden olmuştu.

Cami olması için yapılan değişikliklere bakınca gerçekten de insan üzülmede edemiyor. Sanki koskoca Trabzon'da cami yokmuş gibi paha biçilemez bir tarihi eseri yok etmekle kalmamışlar, Trabzon'a gelecek turistlerin de önünü kesmişler. Maddi kaybı tarif etmek ise imkansız... İznik'in Ayasofya'sı da benzer akıbete uğramaktan kurtulamadı.

İznik Ayasofya Kilisesi Camii
İznik'in tam ortasında, surlarla çevrili ilçenin dört kapısından gelen yolların kesiştiği yerde inşa edilmiş olan kilise Hıristiyanlıkla ilgili önemli kararların alındığı 7. konsil 787 yılında işte bu kilisede toplanmış.

Yani bu mabedin anlamı Hıristiyanlar için ne kadar büyük ve önemli anlatmaya gerek yok. Anlayacağınız, bugünkü tüm Hıristiyanların kaderi bu mabette belirlenmiş.

1331'den sonra Orhan Gazi tarafından camiye dönüştürülen İznik Ayasofya'sı Kanuni Sultan Süleyman döneminde, Mimar Sinan bir mihrap ilave edip yan neflerde büyük kemer açıklıkları oluşturulmuş. 2007 yılında yapıda restorasyon çalışmaları başlatılmış. Restorasyon öncesi minareye dönüştürülen çan kulesi çok harap ve yıkık durumdaydı. Üç nefli bazelika tipinde yapılan müzede iki adet hazırlanma odası mevcut. Restorasyon çalışmasının binanın tarihi yapısını ve görüntüsünü bozduğu
yönünde eleştirilerde ne kadar haklılık payı olduğunu anımsatmaya gerek var mı bilmem. Milliyet gazetesi restorasyonla ilgili o dönem "Beton sıvayla restorasyon" başlığıyla verdiği haberde restorasyon çalışmalarının Ayasofya Müzesini tarihe gömdüğünü yazmış. Aynı habere göre Türkiye Arkeolojik Yerleşmeleri Projesi (TAY) yetkilileri "Bir Başkentin Yokoluşu" adındaki bir bildiri ile restorasyonun sonuçlarına büyük tepki göstermiş.  Uzun yıllar müze olarak kullanılan yapı 6 Kasım 2011 tarihinde, yaklaşık 90 yıl aradan sonra bayram namazının kılınmasıyla ibadete açıldı.

İznik’e gittiğimde görme fırsatım da olmuştu. İznik'e değil ama Türkiye'nin turizmden gelen paraları nasıl çöpe attığına inanamadım. Neyse, gelelim İspanya'daki Kurtuba Camii ya da Cordoba Katedrali'ne…

İspanya: Kurtuba Camisi- Kordoba Katedrali
Endülüs Emevilerin şaheseri olarak tanımlanan Kurtuba Camisi'nin temeli, 785'da Endülüs İslam Devletinin kurucusu 1. Abdurrahman attı. Bu yapıt, İslam mimarisinin o dönemlerdeki yaratıcılığını ve ihtişamını sembolize ediyordu. Aslında bu caminin inşa edildiği yerde daha önce Hıristiyanlara ait olan bir bazilikanın olduğu aktarılıyor. 
Peki bazelika nedir? Bazelika, çeşitli dönem yapılarında karşılaşılan bir Hıristiyanlık öncesi yapılarda dini niteliği olmayan bir toplanma yeridir. Hıristiyanlar yayıldıktan sonra bu yapılar kiliseye çevrilmiş.

Ancak Avrupa'da olan birçok ibadethane gibi, Cordoba kilisesinin yapıldığı aynı yerde Romalılardan kalma bir tapınak bulunuyordu. İspanyol Hıristiyanları, Kastilya Kralı 3. Ferdinand ile 1236'da Cordoba kentini tekrar ele geçirerek, Kurtuba Camii’ini katedrale çevirdi. O zamanda beri Cordoba Katedrali olarak adlandırılan bu yapıt, 1984 yılında UNESCO tarafından Dünya Mirası olarak ilan edildi.

Yani anlayacağınız Müslümanlar bazelikayı Cami'ye, Hıristiyanlar da kiliseye çevirmiş. İstanbul, İznik ve Trabzon'dan sonra bir Ayasofya da yavru vatan Kıbrıs'ta var...

Kıbrıs: Ayasofya Katedrali - Selimiye Camisi
Kıbrıs'ta Lefkoşa'nın kuzeyinde bulunan en önemli ibadethanelerden Selimiye Camisi, adadaki Müslüman-Hıristiyan savaşlarının simgelerinden biri haline gelmişti. 1209'da Lüzinyan döneminde Fransız ustalar tarafından gotik formunda inşa edilen Ayasofya Katedrali yıllarca adadaki Hıristiyanların en önemli ibadethanelerinden biriydi...  1570 yılında Osmanlı kuşatmasından sonra, Türkler Lefkoşa'da kontrolü ele geçirince Ayasofya Katedrali, komutan Lala Mustafa Paşa'nın katıldığı cuma namazı ile birlikte camiye dönüştürülmüş.

Neden? Ya neden olacak? Etrafta cami yok ki, ondan. Tıpkı Fatih, İstanbul'u feth ettiğinde, nasıl ki Bizans surları içinde cami olduğu için Ayasofya kilisesini camiye çevirdiyse, LalaPaşa da 117 yıl sonra Eylül 1570'te Kıbrıs'ın Ayasofya'sını camiye çevirmiş... 13 Ağustos 1954'te Kıbrıs Müftüsü, Kıbrıs'ın fethi sırasında Osmanlı sultanı olan Selim'in onuruna camiye resmen "Selimiye Camii" adını verdiğini de anımsatmadan geçmeyeyim.

Suriye: Aziz Yahya Kilisesi - Emevi Camisi
Suriye'nin başkenti Şam'ın kalbindeki Emevi Camii'si İslam dünyasının en ünlü camilerinden biri olarak kabul ediliyor, hani Sn Erdoğan'ın “kardeşim” diye nitelediği Esat ile papaz olduktan sonra da “Şam’da Emevi camiinde namaz kılacağız” dediği Emevi camii işte bu cami…  Bu mabedin aslında önce “Aziz Yahya kilisesi olarak yapılmış” desem, inanır mısınız?

715'de inşası tamamlanan caminin yerinde daha önce, Roma İmparatoru I.Theodosius'un yapımını emrettiği "Aziz Yahya Kilisesi" bulunuyordu. Ancak kiliseden önce aynı yerde de Jüpiter Tapınağı yer alıyordu. Bu yapı 635 yılında Müslümanların Şam'ı fethetmesi ile birlikte ikiye bölünerek yarısı Müslümanların ibadet etmesi için cami, yarısı da Hıristiyanların ibadet etmesi için kilise olarak kullanıldığını anımsatmakta yarar var. Daha sonra Şam'ın İslam dünyasının merkezlerinde biri olduğunda, dönemin halifesi, yapının bulunduğu arsayı satın alarak, 9 yılda Emevi camii haline getirmiş...

Lübnan: Aziz John Baptist Kilisesi - Büyük Ömer Camisi
Lübnan'ın başkenti Beyrut, Ömer bin Hattab'ın halifelik döneminde Müslümanlar tarafından fethedildi. O dönemde farklı isimleri olsa da Büyük Ömer Camisi, Bizans döneminden kalma bir kilise üzerine inşa edildi. Fakat kiliseden de önce aynı alanda Roma döneminden bir tapınak bulunuyordu.
Beyrut 1110 yılındaki Haçlı saldırısına kadar Müslüman devletlerin elinde kaldı. Zorlu bir kuşatma sonucunda Haçlı Kralı Baudouin mayıs 1110 tarihinde kenti ele geçirmeyi başardı. Haçlılar, kendi inançları gereği camiyi, Aziz John Baptista ismiyle bir kiliseye dönüştürdü. Selahattin Eyyubi’nin 1187’de kazandığı Hittin Savaşı ile Haçlıların kilisesi tekrar cami oldu, fakat bu durum uzun sürmedi. 10 yıl sonra Haçlılar tekrar Beyrut'un kontrolünü ele geçirdi. 1291’de de Müslümanlar Memluk ordusu ile tekrar Beyrut'a geldi ve Aziz John Baptista Kilisesi'ne zarar vermeden camiye dönüştürdü ve caminin adını "Büyük Ömer Camisi" koydu.

Yani anlayacağınız Hıristiyanlar Roma mabedi üzerine küçük bir kilise yapıyor, Müslümanlar burayı camiye çeviriyor, sonra Hıristiyanlar tekrar kiliseye çeviriyor, sonra tekrar Müslümanlar gelince bir kez daha cami oluyor... Ve tüm bunlar yıllar içinde oluyor...

Cezayir: Keçiova Camii - Aziz Philippe Katedrali
Başkent Cezayir'de "Eski Şehir" olarak bilinen ve bugün dünya kültür mirasları içerisinde bulunan Kasaba (Casbah) bölgesinde yer alan Keçiova Camisi'nin 14. yüzyılda mescit olarak inşa edildiği rivayet ediliyor. Bölgenin 1516'da Osmanlı hakimiyetine girmesiyle camiye dönüştürülen mescit, 1792'de Cezayir valilerinden Hasan Paşa tarafından genişletilerek daha büyük bir ibadethane haline getirilmiş. Cezayir’in 1830'da Fransızlar tarafından işgalinden sonra 1832'de katedrale çevrilen cami, 130 yıl kilise olarak kullanıldı. 1962'de Cezayir'in bağımsızlığını kazanmasıyla camide Cezayirli Müslümanlar kıldıkları cuma namazıyla mabedi camiye çevirmişler.

Bu arada Keçiova Camii restorasyonu için Türkiye'nin de katkıda bulunduğunu unutmayalım. Sadece bu cami değil bir çok Osmanlı eserinin restorasyonu için Türkiye olarak üzerimize düşen görevi yerine getirmişiz.

Filistin: Batı Şeria - Nablus Ulu Camisi
Batı Şeria'daki Nablus kentindeki Nablus Ulu Camii, aslında Roma İmparatoru Justinian tarafından 6. yüzyılda inşa edilmiş bir kiliseydi. Müslümanların bölgede hâkimiyet kurmasıyla camiye dönüştürülen ibadethane, Haçlıların hâkimiyeti ile tekrar kiliseye çevrildi. 1186'da Selahattin Eyyubi'nin gelmesiyle Müslümanlar kiliseyi tekrar cami yaptı.

Mısır: Aziz Attarin Kilisesi - Attarin Camisi
Mısır'ın İskendiriye kentinde 370 yılında Kıpti Ortodoks Kilisesi figürü olan Aziz Athanasius'a adına inşa edilen kilise, 641'de Müslümanların Mısır'ı ele geçirmesiyle cami oldu. Osmanlı döneminde birçok kez tadilattan geçen cami, 1976'da Attarin Camiisi adıyla resmen tekrar ibadete açıldı.

Tüm bu yaşananlara bakınca, aralarında İstanbul Ayasofya'nın da yer aldığı tam 7 kilise Müslümanlar tarafından camiye çevrilmiş, 2 cami de kiliseye çevrilip tekrar cami haline getirilmiş. Cami'den kiliseye çevrilen İspanya'da ki Kurtuba Camii ile Cezayir'deki Keçiova Camii... Onun dışında kalan 7 mabet ise kiliseden camiye devşirilmiş. O dönemleri anlamak kolay, çünkü Hıristiyanlık İslamiyet'ten önceki din, ibadethaneleri de hazır. Müslümanlar feth ettikleri yerlerde ibadet hane ihtiyaçlarını yeni camiler yapana kadar mevcut kiliseleri cami haline getirerek gidermişler. Fatih de öyle yapmış, LalaPaşa da...

Peki ya bugün? Buna ihtiyaç var mı? Adım başı caminin olduğu ve bu camilerin doldurulamadığı düşünülürse, 2020 yılında böyle bir çaba içinde olmak kendi ayağına kurşun sıkmak değil de nedir? 


YAZININ VİDEOSNU İZLEMEK İÇİN TIKLAYIN: 



Pazar, Temmuz 12, 2020

Sultan Ahmet Camii'nin günahı ne?


Aklım almıyor, inançlı gerçek bir ehli müslimin, bir başka dini inanç için inşa edilmiş bir ibadet hane içinde, o dine ait gravür ve simgelerin tepesinde durduğu bir ortamda, ibadet etmek istemesine inanamıyorum. Hele ki, az ötede, kendi ataları tarafından (sultanlar, padişahların serveti ve emriyle yapılmış) muhteşem camiler dururken bunun akıl mantık ve inançla ne ilgisi olabilir!? Hele ki, Ayasofya'ya kutsallık katılması İslam dinininin içine "şirk" katmak değil de nedir? Müslümanlar için kutsal olan iki mabet vardır, biri Mescidi Aksa, diğeri Kabe... Peki nasıl oluyor da Türkiye Müslümanları Ayasofya'ya Müslümanların kutsal mabedi muamelesi yapabiliyorlar?
Yandaş gazeteci Süleyman Özışık twiter hesabından yaptığı paylaşımda aynen şöyle yazmış:
“İslam dünyasının kutsal mabedleri arasında özgürlüğüne kavuşan ilk mabed  Ayasofya oldu”
Ne?
Kutsal mabed mi?
Bunu bir Ortodoks dese anlarım… Zira onlar için bir anlamı var.
Çünkü, Haçlı seferleri 1204’te İstanbul’u işgal ettiklerinde Ortodoks Hıristiyanlar ve Yahudiler’i katletmiş, Ayasofya’yı yağmalayıp kutsal mabette bir fahişeye dans ettirip şarkı söylettiğini yazıyor tarih kitapları.
Tarihçi Erhan Afyoncu 2016’da Sabah Gazetesi’nde kaleme aldığı “Batılılar Ayasofya’da kan akıtıp, eğlence düzenledi” başlıklı yazısında “Fatih Sultan Mehmed ise mabetten bir mermerin bile sökülmesine müsaade etmemişti" diye yazmış…
Ayrıca kimi kaynaklar, Fatih’in, minareler dikip camiye çevirmesine rağmen Ortodoksların Ayasofya’ya gelip ibadet etmelerine de izin vermiş…
Şimdi bu açıdan bakınca, Ayasofya nasıl oluyor da Müslümanlar için kutsal mabed statüsüne giriyor?
Hangisi daha Türk halkı için daha kutsal ve milli olan?
 Ortodoksların ibadet yeriyken camiye çevrilmiş Ayasofya mı, yoksa Sultan Ahmet mi?
Birini Ortodoks Hıristiyanlar kendileri için yapmış, diğerini de atalarımız, padişahlarımız Müslümanlar için, Ayasofya’ya nispet olsun diye, hemen dibine inşa etmiş!
Şimdi sen, el oğlunun mabedine sahip çıkıp camiye çeviriyorsun, yanı başındaki ata yadigarı Sultan Ahmet’i yok sayıyorsun.
Hadi ben demiyorum, Sn Erdoğan diyor; Daha Sultan Ahmet’i dolduramazken, bu Ayasofya aşkı neyin nesi?
Ayasofya İstanbul’un fethinin simgesiymiş…
İyi de İstanbul’un tamamı fethin simgesi değil mi?
Bir de neymiş, Kılıç Hakkı imiş?
Ee tamam da, şimdi Balkanlarda onca tarihi camimiz var, kalkıp Yunanistan da sen benim atalarımın mabedini cami yaparsan ben de ülkemdeki camileri kilise yapıyorum derse…
Ki, Yunan Milletvekili Tanasis Milonas, Ayasofya’nın ibadete açılması kararına karşılık olarak Mustafa Kemal Atatürk’ün Selanik'teki evini “Pontus Soykırımı Müzesi”ne dönüştürülmesi teklifinde bulunduğu haberleri dolandı sosyal medyada.
“Yok yapamazlar” demeyin…
Bir çok kişi de “Ayasofya’yı cami yapamayız” diyordu…
Şimdi, eğer Yunanistan parlamentosu böyle bir karar alırsa, mutlu olur musunuz?
Evet, eminim bir çok kişi mutlu olur ve sevinir…
Çünkü bu ülkede “keşke yunan kazansaydı” diyen birini baş tacı etmiş onun tarihi zırvaları ciddiye alan, gerçek sanan ve bu yüzden, Türkiye Cumhriyeti’nin kurucu önderi, Kurtuluş Savaşı kahramanı Atatürk’ten nefret ediyorsa, sorarım o zaman, Ayasofya’yı tekrar ibadete açmak ülke çıkarı ve menfaatlerine ne faydası olabilir?
Ama benim anlayamadığım nokta şu:
Daha geçen seneye kadar Ayasofya ibadete açılsın diyenlere hakaret eden Recep Tayyip Erdoğan, ne oldu da ülkenin çok ciddi turizm geliri sağlayan bir kaynağı bir kalemde silip, kendi söylediğinin tersini yaptı?
Anlayamadım, dediğime bakmayın, pek ala hepimiz biliyoruz ki Erdoğan artık tükendi, tamamen tribünlere, kendi muhafazakar ve milliyetçi tabanına oynuyor…
İç politikada ne kadar işine yarayacak, zaman gösterecek ama dış politikada etkilerini çok geçmeden derin şekilde hissedeceğimizi düşünüyorum.
Ha bu arada, Yeni Türkiye’de alınacak her karar beni şaşırtmıyor, harakiriden başka bir şey olmayan Ayasofya’nın ibadete açılması kararı da öyle, yarın bu karardan vazgeçilirse inanın o karar da beni şaşırtmayacak.
Çünkü bu ülkede her şeye tek bir kişi karar veriyor ve “Tekrar müze yaptım” derse, bugün alkışlayanlar yarın da müze yaptığı  için alkışlayacaklardır, kimsenin kuşkusu olmasın…
Bu arada bir kaç satır da Muharrem İnce’ye yazmak isterim…
Sn İnce, “Ayasofya Türkiye sınırları içindedir ve İbadete açılması kararı Türkiye’nin egemenlik hakkıdır. Buna Rusya, ABD, Yunanistan veya başka bir ülke, kuruluş karar veremez” dedi… Tamam doğru da, mesele o değil ki, Muharrem abi, sen kalkıp “Davet gelirse ilk namaza giderim” dersen o zaman yapılanı meşru kılmış olmuyor musun?
Çünkü asıl mesele Ayasofya'nın cami olması değil,  Ayasofya zaten ibadete açıktı ve 5 vakit ezan okunuyordu, bunu sen de biliyorsun. Bu kararla, Atatürk'ün imzası ve kurduğu Cumhuriyet tartışmaya açıldı. Nabız yoklandı. Önümüzdeki aylarda Atatürk ve Cumhuriyet düşmanlığı katlanarak devam edecek…
Tarihçi Sinan Meydan konuyla ilgili tehlikeye dikkat çekti. Meydan, "Danıştay 10. Dairesinin vermiş olduğu karar, sadece bir binanın veya müzenin camiye dönüştürülmesi basit bir kararı değildir. Bu karar Türkiye Cumhuriyeti Devletinin kuruluş felsefesine ve temeline indirilmiş yok edici darbedir. Bu kararla, Türkiye Cumhuriyetini kuran iradenin geçersiz olduğu ve Cumhuriyetin geçersiz ilan ettiği iradenin geçerliliği kararıdır. Cumhuriyeti yıkmak isteyenler, ilk adım olarak padişahlık döneminin kamusal tasarruflarını kabul etmektedirler. Türkiye Cumhuriyeti, Topkapı Müzesini, padişah ailesine iade etmek zorunda kalacaktır. Bu karardan sonra, yıkılıp, yerini Türkiye Cumhuriyetine bırakan Osmanlı Devletinin kamusal tasarruflarını yeniden canlandırmanın yolunu açmıştır. Kurtuluş savaşı şehitlerimizin kanıyla kurulan Cumhuriyet, mahkeme kararıyla son bulmuş olacaktır!" diye yazdı...
“Davet gelirse giderim sözünü” yoğun katılım olur, pandemi koşullarına özel önlemler alınır düşüncesiyle söyledim. Bir önlem alınmayacaksa sorun yok. Namaza çağrının ezan olduğunu “Tayyip Erdoğan’a dokunmak ibadettir” diyenlerden öğrenecek halimiz yok. Şeklindeki savunmaya geçmen inan zevahari kurtarmaya yetmemiş sn İnce, zira, tıpkı “adam kazandı” demen gibi bu söz de hanene eksi puan olarak kayda geçti bile…
Haydi hayırlı tıraşlar…


YAZININ VİDEOSUNU İZLEMEK İÇİN TIKLAYIN: 





Çarşamba, Temmuz 01, 2020

Olur böyle vakalar, Türk polisi maskesiz basketbol oynayanı yakalar(!)


Aslında olmamalı böyle vakalar, Türk Polisi’nin işi maskesiz gezeni kovalamak ve onlara ceza kesmek olmamalı. Önce uyarmalı, sonra, tabiri caizse “cezayı yapıştırmalı”
Şimdi size ilginç bir hikâye anlatacam. Aslında hikâye değil gerçekten yaşanmış bir olay ve polisimizin bu maskesizleri avlama(!) durumunun hangi düzeylerde seyrettiğini idrak etmemiz açısından önemli bir durum çünkü…
Geçen cumartesi, üniversite giriş sınavları yapıldığı günün akşamı, 4-5 genç, (ki aralarında benim iki oğlum da var) Nilüfer İlçesi’nde bulunan Podyum Park AVM’de kurulu potalarda basketbol oynamaya gidiyorlar.
Aslında, bazı akşamlar Merinos Parkı’nın içinde yer alan potalarda basketbol oynarlardı ama bu sefer kaşıntıları tutmuş(!) Podyum Park’ın ücretli potalarında basketbol oynamak istemişler.
Neyse, buraya kadar aslında her şey normal… Fakat, amma ve lakin bir süre sonra bir ekip otosu eşliğinde bir grup polis, yanlarında birkaç bekçiyle beraber basketbol oynayan gençlere baskın yapıyor. Evet evet, baya baya baskın gibi müdahale edip, “maskesiz” basketbol oynadıkları gerekçesiyle tutanakla ceza kesiyorlar.
“Yasah hemşerim, yasah… Maskesiz basketbol oynamak Yasah(!)”
Elbette böyle dememişler de, ama neredeyse durum böyle cereyan etmiş.
Açık havada, birbirini tanıyan gençler maskesiz şekilde sokak basketbol oynadıkları, saptanıp 900 TL cezaya çarptırılmış.
Nasıl ama, “Türk Polisi yakalar, olur böyle vakalar” tekerlemesinin hayata geçtiği tarihi anlardan biri yaşanmış, değil mi?
Ya bi dakka, bi sn veya van münüt…
Burada absürt bir durum var!
Uzmanlar ve doktorlar maskeyle spor yapmanın çok tehlikeli ve zararlı olduğunu açıklamışlardı.
Bu çocuklar maskeyle nasıl basketbol oynasınlar, saçma değil mi?
Değil kardeşim, eğer Türkiye’de, Türkiye’nin Bursası’nda yaşıyorsanız hiçbir uygulama saçma, hiçbir ceza anlamsız değil, diyemem, bal gibi, buz gibi saçmalığın daniskası…
Üstelik o çocuklar para ödemiş basketbol oynamak için. Bu durumda suçlu çocuklar mı oluyor, yoksa o sahada basketbol oynamalarına olanak sağlayan Podyum Park yönetimi mi?
Polis ve bekçi arkadaşlar çocuklara ceza kesmek yerine Podyum Park’ı uyarmaları, pandemi ortamında spor alanlarının kapalı olmaları gerektiğini söylemeleri gerekmiyor mu?
(Yoo gerekmiyor çünkü AVM’ler açıldı)
O spor tesisi açıksa ve gençler gelip spor yapsınlar diye ücret alınıyorsa ve ortada suç varsa (ki bence suç-muç yok) suçlu kim?  
Gençler mi, yoksa Podyum Park yönetimi mi?
Çünkü basketbol oynayan sadece bizim gençler de değil, diğer potada başka bir grup genç daha varmış ama polisi görünce onlar tüymüş.
(Belli ki benzer bir durum daha önce de yaşanmış)
Üstelik Podyum Park’ta sadece basketbol sahaları yok, tenis kortları da var. O sırada kortlarda tenis oynayan var mıydı bilmiyorum ama memur arkadaşlar sanki planlı, programlı ve bilinçli olarak direkt çocukların yanına gelip müdahale etmiş.
Neden?
Çünkü Nilüfer ilçesi maddi yönden varlıklı insanların yaşadığı bir bölge ve zannımca polis arkadaşlar gençlerin de zengin ailelerin birer ferdi olduğunu düşünüp “cezayı yapıştırmış”
Bilmezler ki, çocuklar aslında Osmangazi İlçesi’nde oturuyor, babaları da emekli aylığıyla hayatını idame ettirmeye çalışan bir gazeteci.
Bir başka ilginç olay ise, üstte de vurguladığım gibi, çocuklar genelde Merinos Parkı’nın içinde yer alan ve akşam saatlerinde de “beleşe” basketbol oynanabilecek potalarda spor yapıyor olmaları...
İşin bir başka ilginci de bu basketbol sahası, Merinos Polis Karakolu’nun tam da arkasında… 
Polislerin dibinde defalarca “maskesiz” basketbol oynamalarına rağmen, bir kez olsun polislerin müdahalesiyle karşılaşmamışlar.
Hal böyle olunca ister istemez sorguluyorum ben de…
Nilüfer İlçesi’nin polisleri Podyum Parkı hedef alarak, planlı ve bilinçli olarak, “maskesiz avı”na mı çıktılar, yoksa…


YAZININ VİDEOSUNU İZLEMEK İÇİN TIKLAYIN: