Cumartesi, Ocak 25, 2020

Hastane mi, AVM mi?

Bu aslında gecikmiş bir yazı...
Geçen ay 80'e merdiven dayamış annem rahatsızlandı...
Yaşlı insanlar böyle işte, hele diyabet ve damar tıkanıklığından mustaripse  3-5 ayda  bir hastane yüzü görmeden kendine gelemiyorlar.
Anam da böyle işte... Üstüne alzaymır da eklenince 76'lık bir bebek haline geldi.
Anamızdır, mümkün mertebe ilgilenmeye rahat ettirmeye çalışıyoruz, o ayrı mesele...
Geçen yıla kadar Muradiye'deki Devlet Hastanesi yakındı, bir taksiye atlayıp oraya götürüyorduk. Şehir Hastaneleri için oraları kurban edilince(!) en yakın hastane Çekirge ya da Şevket Yılmaz veya  İhtisas Hastanesi'ne gitmek gerekiyor artık. Fakat öyle anlar denk geliyor ki, hiç bir hastanede yatak bulmak mümkün olmuyor. Bunlardan birini geçenlerde yaşadık ve anacığım rahatsızlanınca soluğu Görükle'deki Tıp Fakültesi'nde aldık. Acile getirdiğimiz hastamızı yatak yokluğu nedeniyle sabaha kadar sedyede beklettiler. (biz yine şanslıydık, bir hafta yatak bekleyen acilde vatandaşlara da rastladık) Araya tanıdık doktorları soktuysak da koskoca Bursa'da boş yatak bulmak mümkün olmadı. Sonra, ertesi sabah bir mucize(!) gerçekleşti ve validemi, iktidarın öve öve bitiremediği Bursa'nın Şehir Hastanesi'nde bulabildiğimiz boş bir yatağa nakil ettirdik!
Nakil dediğime bakmayın, elbette kendi imkanlarımızla götürdük.
Annem 3 gün kaldı orada ve dördüncü gün taburcu edildi.
Arada ziyaretine gittiğimde Şehir Hastanesi ile ben de tanışmış oldum...
Abooov, o ne öyle!
Hastane değil Alış Veriş Merkezi sanki...
Lüksün dibine vurulmuş...
Resmen bir kasaba kurulmuş. Hastane kompleksinin içinde yok yok...
Devlet hastanelerinin etrafındaki küçük esnaf ve eczanelerin neredeyse tamamı kapılarına kilit vururken, Şehir Hastanesi birileri için yeni ve yep yeni gıcır gıcır rantlar yaratmış. İnsanı tüketime teşvik etmek için hiç bir masraftan kaçınılmamış.
Hepsi bir yana, o AVM'lerde gördüğümüz özel güvenlik görevlileri Bursa Şehir Hastanesi'nde sanki level atlamış ve gestapo subayları haline gelmiş.
Hiç mi birinin yüzü gülmez, hiç meymenet olmaz mı birinde? Hastane değil sanki  X tipi ceza evi gardiyanları.
Evet biraz abartıyorum, o kadar değil elbet; de...
Arkadaş, orası bir hastane, gelen hasta yakınlarına insan biraz güler yüzlü olur, tebessüm eder, ne bileyim, oranın bir hastane olduğunu bilir, falan filan...
Orada çalışan bir esnafa bu durumu sorduğumda, "bunların başında muhtemelen ya bir emekli asker, ya da emekli bir polis amiri vardır, o da onları askeri disiplin içinde tutuyordur, ondan böyle suratız hale gelmişlerdir" şeklinde bir yorum yapınca, bana da makul bir benzetme gibi geldi.
Öyle bir durumun olabilme ihtimali yüksektir...
Yoksa insan hastanede neden bu kadar ceberut olabilir ki?
İşin bir başka yanı da adım başı bir güvenlik görevlisi olması.
O kadar çoklar ki...
Hastanızı ziyaret saati dışında (zorunlu bir durum için) ziyarete gelmişseniz, hemen peşinize bir güvenlik görevlisi takılıyor ve sanki bir zanlıymışsınız gibi size eşlik ediyor.
Hastane değil de askeri bir tesistesiniz sanki...
Siz çıkana kadar da kapıda bekliyorlar.
Hadi tebessüm etmesini geçtim, hastamın odasına kadar refakat ettin, labirent gibi koridorlarda yardımcı oldun, eyvallah; be arkadaş, neden bana suçlu muamelesi yapıyorsun, git artık.
Yok...
Emir büyük yerden...
AVM dedim ama, yok, hayır burası AVM gibi hastane değil, çok aşırı, fazla lüks, çok güvenlikli, korunaklı, sakınaklı, anlamsız, saçma, abartılı bir, bir, bir...
Ne bileyim işte Şehir Hastaneleri, üstte anlattığım gibi bir yer...
Şehir içindeki hastaneleri kapatıp, insanları şehir dışındaki Şehir Hastaneleri'ne gitmeye mecbur bırakmak ne kadar mantıklıysa, görev yapan güvenlikçilerin meymenetsiz olmaları da o kadar normal olsa gerek...
Oysa bir ihtimal daha var: o da hiç hasta olmamak ya da oralara düşmeden ölmek dersin?!

@SuatOktySnck

Cumartesi, Ocak 11, 2020

Bir insanın yüreğine dokunmak…

Yılın son gününde. 31 Aralık’ta, Fomara Meydanı’ndan inmiş Fevzi Çakmak Caddesi istikametinden İnSanat Sinema Derneği’ne yürüyerek gidiyordum ki, Süluki Cami’nin karşısına çömelmiş kağıt mendil satan yeşil beyaz şapkalı bir adamdan, bir çiftin mendil satın aldığını göz ucuyla fark ettim. Önce önemsemedim. 40-50 metre ilerlemiştim ki birden durdum. O göz ucuyla baktığım ama içime işleyen bir detayı da yakaladığımı ayrımsadım. Kağıt mendil satan adam, müşterisine, uyduruk bir kartona dizdiği kağıt mendilleri kibar bir hareketle servis eder gibi kaldırmış, satışını yapmıştı. Ayrıca, müşteri parayı uzatırken de yeşil beyaz şapkalı adamın gözlerinin içi parlıyor, mutluluktan gülümsüyordu. Dünya yeni yıla girmenin heyecanını yaşarken, insanlar tatlı hayaller, yeni umutlar taşırken, kağıt mendil satan adamın tek derdi vardı, o da mendil satarak ekmek parasını çıkarmaktı. Oysa o istikametten geçerken o adamı sürekli görmüş, ama hiç dikkatle bakmamıştım. Durduğum yerden ani bir hareketle döndüm ve hızla mendil satan adamın yanına doğru ilerledim, 5 TL uzatım "mendil alabilir miyim?" dedim. Adam aynı kibarlık ve nezaketle, karton kutuya dizdiği mendilleri servis eder gibi bana da uzattı, ben de iki tane mendil aldım, masmavi gözlerine baktığımda, o samimi gülümsemeyi bu sefer daha yakından yakaladım.
Buydu işte, tam da buydu… İnsanlık, nezaket, haysiyet, onur, şeref ve küçük, abartısız, sade, minik bir hareketi minimal bir hayat…
Minimal miydi gerçekten yeşil beyaz şapkalı adamın hayatı?
Daha yakından tanımak istedim ve bir koşuda derneğe gidip kamerayla mikronu aldım, kâğıt mendil satan adamın yanına gelip mikrofon uzattım.
Adı İsmail Altın…
Aydınlı…
9 yıl önce eşi öldükten sonra, Aksaray’da yaşayan evli iki kızına yük olmamak için Bursa’ya gelmiş. Yıllarca otobüslerde muavinlik yapmış, Bursa’yı da o yıllardan biliyormuş. Kâğıt mendil satmak için o nedenle Bursa’yı tercih etmiş. Bursa’da kimsesi olmadığı içim geceleri bir otelde konaklıyor, gündüzleri de mendil satıyor..
O röportajın linkini altta koydum. İsterseniz youtube kanalımdan izleyebilirsiniz…   
İlk röportajımı izleyen gazeteci arkadaşım Bilal Kayaaltı, Altın Kalpli İsmail abiyi köşesinde yazdı.  
Yazıyı gören Bursa valiliği devreye girerek İsmail abiye bir barınma evinde konaklayabileceği bir yer ayarlamış.
Daha sonra tekrar yanına gittim İsmail abinin. Zaten sürekli görüyordum ve yine aynı yere açmış kartondan tezgahını, mendil satmaya devam ediyordu. Bu sefer sakallarını kesmişti. Yine gülüyor, yine mutlu ve aynı nezaketle, gözlerinin içi parlıyordu. Bir röportaj daha yaptım. Onun linki de altta…
Ben de mutluydum, bir insanın yüreğine dokunmuştum. Yaptığım çok büyük bir şey değil elbet; ama aklıma şu takıldı: Her gün gelip geçtiğimiz yollarda, üzerinde yürüdüğümüz kaldırımlarda, nice insanlarla yolumuz kesişiyor, yan yana yürüyor, ya aynı otobüs durağında bekliyoruz yine yan yana, ya da metroda sırt sırta seyahat ediyoruz. Her birimizin öyküsü başka. Her birimizin hayalleri, umutları farklı…
Esas mesele; şöyle ya da böyle birilerinin hayatını dokunabilmekte…
Eğer bir insanın gözlerini mutluluktan parlatabiliyorsanız, ne mutlu size, ne mutlu bana…  

@SuatOktySnck 

KONUYLA İLGİLİ VİDEOLARI BU LİNKLERDEN İZLEYEBİLİRSİNİZ:
Bir insanın yüreğine dokunmak: 
Mendilci İsmail ağabey takdimimdir: