Çarşamba, Ekim 30, 2019

Saygısız toplum takdimimdir-2


Bu yazımın başlığında neden “2” yazdığını sanırım anlamışsınızdır. Çünkü aynı başlığı bundan 5 ay önce de atmışım ve içinde yaşadığımız bu toplumun ne kadar saygısız, görgüsüz, eğitimsiz ve bencil olduğunu özetlemişim. Evet, “Saygısız toplum takdimimdir”
Elbette beş ayda ne değişebilir ki? Toplum aynı tas aynı hamam; değişen bir şey yok ve aksine saygısızlık barometresi giderek yükseliyor.       

5 ay önceki yazımda Avrupa Futbol Şampiyonası Grup Elemeleri’nde Fransa milli marşını ıslıklamıştı Konyalı futbol taraftarları… Yazımı bu minvalde kaleme almıştım.
Elbette bir toplumun saygıdaki gelişmişlik ölçütü bu değil.
Bu sefer içimizden, birbirimize karşı olan saygı ve hoşgörü ya da hoşgörüsüzlükten söz etmek istiyorum. Bursa BŞ Belediyesi’ne bağlı BURULAŞ bu güne özel ulaşımı 1 kuruş yaptı. (15 Temmuz’da bile ücretsiz, neden Cumhuriyet Bayramı’nda 1 kuruşu, diye sormuyorum artık)
Vay efendim sen misin ulaşımı ucuzlatan! Bursa sanki bunu bekliyormuş gibi toplu ulaşım araçlarına hücum etmez mi? Yalova Yolu istikametinden kent merkezine sefer yapan tüm belediye otobüsleri dolu… Gelen hemen her otobüs durmadan basıp gidiyor. 1, 2, 3, 5, 7…
Peki otobüsler gerçekten de dolu mu?
Evet ama öyle tıka basa da değil; dolu gibi ama arka taraflar biraz boş sanki…
Otobüslerin sürücüleri de araç dolu zannedip duraklarda durmuyorlar. En sonunda tabi biz yaklaşık yarım saat 40 dakika bekledikten sonra, merhametli sürücü durup bizi otobüsün arka kapısından içeri aldı. Vefakârlıkta, misafirperverlikte sözüm ona örnek olduğunu iddia eden yurdumun cefakâr(!) insanı, toplu taşıma araçlarında dolunay görmüş kurt adam gibi saygısız bir canavara dönüşüyor.
Otobüse bindim ama dayanamadım, başladım söylenmeye, sesimi de yükselterek ha bire homurdanıyorum.
“Siz nasıl insanınız, nasıl Müslümansınız, Müslüman nasıl bu kadar saygısız olur” vs vs açtım ağızımı, yumdum gözümü…
İnanın bana sadece tek bir kişi tepki gösterdi o da arkalara gelmiş bir vatandaş, üstüne alındı isyanımı. “Müslümanlığa laf söyleme ayıp oluyor” dedi ama o da beni yanlış anladı.
Ve esas üzerine alınması gerekenlerden hiçbiri gıkını çıkarmadı, çıkarmakla kalmayıp bulundukları yerden milim kımıldamadı. Arka taraflarda yine boşluk var ve önler tıka basa…
Binen binmiş ama “ben bindim bari başkaları dışarda kalmasın, ben de arkaya ilerleyeyim de yer açılsın!” diyen bir Müslüman evladı yok!

Otobüslerde durum böyleyken metroda farklı mı?
Orası daha da beter. İnenlere saygı göstermeyeni mi ararsın, yürüyen merdivenlerde sol koridoru işgal edeni mi, ne ararsan var!

Neyse, içinde bulunduğum otobüs ineceğim durağa geldiğinde bir çırpıda indim ve hemen ön tarafta şoför mahallinin bulunduğu yere gelip hala önde duran vatandaşlara bi de oradan seslendim. Allahtan bazıları kımıldama zahmetinde bulunup birkaç adım arkaya doğru yöneldi. Sonra ne oldu bilmiyorum. Sürücü arkadaşa dönüp, “uyarmıyor musunuz vatandaşı” diye sormaya gerek kalmadan, “ben bıktım arkadaş, ben bu milletten bıktım, ne halleri varsa görsünler, artık kimseye bir şey demiyorum, yoruldum” diye karşılık verdi. Ben de bizi yolda bırakmadığı için teşekkür etmekle yetindim.
Otobüs, metro ve trafikte saygısızlık hat safhada, ya asansörlerde…
Evet evet, asansörlerde!
Son yaşadığım örneği anlatayım.
Geçen hafta yaşlı annem rahatsızlandı, acilen Yüksek İhtisas Hastanesi, Kalp ve Damar Cerrahisi bölümünün yoğun bakımına kaldırıldı. Ertesi gün annemin durumun öğrenmek için babamla birlikte hastanenin yolunu tuttuk. Yoğun bakımın önünde kalabalıkta beklemeye başladık. Fakat o da ne, darbeli bir matkabın sinir bozucu gürültüsü ortalıkta yankılanıyor. Hastaneye mi, geldik şantiyeye mi, belli değil. Biz bile rahatsız olurken hastaların halini düşünmek bile istemiyorum.  
Neyse sonra asansörün gelmesini bekliyoruz, bir indi-çıktı, iki çıktı-indi, 3, 5, 7 derken, eşi çarşaflı bir amca önümüze geçti ve gelen asansörden şak diye dalmaz mı?
“Hooop usta, sıra bizim, nereye gidiyorsun” demeye kalmadı, “yalan söyleme ben senden önce geldim” demez mi?
Ya arkadaş, hem sıramızı çaldı, hem de yalancı etti beni, yuh ki ne yuh!

“Saygısız” dedim ama yok yok, sadece saygısız da değiliz, görgüsüz, edepsiz, terbiyesiz, utanmaz bir toplumuz biz.
Namus ve edep sadece bacak arasında kalmış ama beyinlerimiz çürümüş.
Çürümüş, kokuşmuş, yozlaşmış bir toplumun çökmesi kaçınılmazdır.
Belki de çöktük de farkında değiliz, kim bilir…




Pazar, Ekim 27, 2019

Alinur Aktaş, Recep Altepe'yi aratıyor mu?

Ya da şöyle sorayım, Alinur Aktaş neden İnegöl Belediye Başkanlığı'ndan Bursa Bş Belediye Başkanlığı'na atandı?

Ve ardında da seçimlerde, az farkla seçilerek koltuğunu korudu...

Gerçekten de Recep Altepe başarısız olduğu için mi refüze edildi yoksa başka şeyler mi var işin içinde!?

Gördüğünüz gibi soruyorum...

Çünkü gazetecinin görevi soru sormak.

Her ne kadar birileri gibi "tam" gazeteci sayılmasam da,  30 yıldır elim kalem tutuyor, şöyle ya da böyle gazetecilik yapmaya çalışıyorum.

Beni bilen bilir; sadece gazeteci de değilim, sanatla iştigal etmişliğim de var, yazar, çeker ve yeri geldiğinde de oynarım.

Ama oynak(!) değilimdir...

Ortada bir yanlış varsa bunu dile getirmek ve kamuoyunu, vatandaşı bilgilendirmek, önce gazetecinin görevidir, sonra da vatanını, milletini ve kentini seven, kentlilik bilinci taşayan her yurttaşın sorumluluğudur.

Gazeteci Atilla Sağım'ın tekrar gündeme getirdiği, daha önceden de Mehmet Ali Yılmaz'ın kaleme alıp ortaya attığı Bursa BŞ Belediyesi'ndeki BURULAŞ’ın “elektronik bilet” yolsuzluğunu geçen gün BŞ Belediyesi'nde çalışmış bir arkadaşıma sordum.

Aslında planlanmış bir şey de değildi, tesadüfen yolda karşılaştık ve durumu sordum laf arasında. Sanki arkadaşım sormamı bekliyormuş gibi öyle şeyler anlattı ki, ağazım açıkta kaldı ve aklıma şu soruyu düşürdü:

"Acaba Recep Altepe'nin ayağının kaydırılmasında elektronik bilet yolsuzluğu olabilir mi?"

Biliyorsanız, Altepe başkanlığı döneminde Çalık Holding’in bankası, Aktif Bank’a bağlı, “e-Kent” isimli şirketle bir ortaklık yapılmıştı. E-kent aracılığı ile elde edilen gelir ortak bir hesapta toplanması gerekirken Aktif Bank, BŞ Belediyesi'nden habersiz paraları başka bir hesapta biriktirmiş.

Peki ne kadar?

Sayıştayın raporlarına göre 12 milyon 740 bin 948 TL...

Ancak rakamın çok daha fazla olduğu ve Bursa Büyükşehir Belediyesi'nin ve dolayısıyla Bursa şehrinin ne kadar zarara uğratıldığı tam olarak bilinmiyor!

Bi soru daha.. (Dur hele sorular daha bitmedi)

Çalık Holding kimdir, nedir biliyorsunuz değil mi?

Biliyorsunuz ama ben bir daha anımsatayım: Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın en yakınında bulunan isimlerden en ama en en EN yakınındaki Ahmet Çalık'ın...

Damadı Berat Albayrak da, vekil olmadan önce Çalık'ta cio idi...

Çalıklar, 2007'ye kadar da BursaGaz'ın sahipleriydiler...

Neyse; Recep Altepe döneminde Sayıştay'ın raporuyla BURULAŞ, Aktf Bank'a ve dolayısıyla da Çalık Gruba dava açtı...

Bakın burası çoh ama çohh önemli, aman dikkat!

Son yerel seçimlerden önce Recep Altepe görevden hooop el çektirildi ve yerine İnegöl dolaylarından Alinur Aktaş getirildi...

Sizin de kafanızda ampul yandı mı?

Çalıklar...

Sayıştay...

Dava...

Damat...

Altepe...

Alinur...

Ve, Alinur Aktaş ile birlikte yeniden yapılanan BŞ Belediyesi ve müdürlüklere yeni isimler atandı.

Elbette BURULAŞ'ın da müdürü değişti ve bingo!

Yeni müdür Kürşat Çapar'ın çok geçmeden, Altepe döneminde açılan davayı geri çektiği öğrenildi.

Ayaküstü karşılaştığım arkadaşıma sordum, "tüm bunları Recep Altepe biliyordu da neden Cumhrbaşkanı'na anlatmadı?"

Arkadaşım güldü ve "Dalga mı geçiyorsun, Erdoğan'a ulaşmak ne mümkün. Hem ulaşsa bile Cumhurbaşkanı'nın en yakın dostlarından birinin holdingi hakkında Altepe'ye mi inanır, yoksa kadim dostuna mı?" dedi.

Bir yanda Türkiye'nin en güçlü en muktedir insanı Recep Tayyip Erdoğan, diğer yanda Recep Atepe...

Recep Altepe'yi belediye başkanı olmadan önce kim tanırdı?
Ya Alinur Aktaş'ı?
Bunlar herşeylerini tek bir kişiye borçlular...
Sadece Altepe ve Aktaş mı?

Sn Erdoğan, yılardır en büyük desteği gördüğü, aynı yağmurda ıslandığı, aynı menzilde ilerlediği(!) kadim dostlarını harcayacak değildi ya...

Tabi bileti kesilen Altepe oldu...

Bu arada, Recep Altepe'nin masum olduğunu düşünmeyin sakın...

Etrafındaki leş kargalarının ona neler yaptırdığını, onların güdümünden kurtulamadığını, yedi sülalesini belediyeye doldurduğunu bütün Bursa biliyor.

Ancak benim anlayamadığım konu; tüm bunlara, göz göre göre ayağının kaydırılmasına rağmen Recep başkan neden çıkıp iki kelime söylemedi, neden hala susuyor, neyden korkuyor, gerçekten de merak ediyorum.

Neden acaba?

Hey gidinin atalarımız hey; ne de güzel de söylemiş, "tencerem dibin kara seninki benden kara" diye...

Zavallı Bursa, bir zamanların yeşil, güzel ama bahtsız şehrim benim...

Düşünüyorum da, son yerel seçimlerde Mustafa Bozbey kazansaymış, ortalık nasıl toz duman olurmuş, düşünebiliyor musunuz?

Ak Partili Altepe döneminde Türkiye'nin en borçlu şehri unvanını elde ederek utancımız olan Bursa BŞ Belediyesi'nde kim bilir başka ne dolaplar döndü?

Adana'da Ankara ve İstanbul'da ortaya çıkan mide bulandırıcı israf ve yolsuzluk haberlerini düşündükçe, Bursa'da olup bitenleri tasavvur edemiyorum!

Arkadaşıma son kez sordum: "Bunlar nasıl Müslüman, alınları nasıl secdeye değiyor, gece uyurken başlarını huzurlu şekilde yastığa koyabiliyorlar mı?"

"Yahu ne Müslümanlığı? Yemişim onların Müslümanlığını. Bunu yapanları merak etme, kuzu gibi uyuyorlardır. Zaten bunu dert etseler bu hırsızlığı yapmazlardı" diye tepki gösterdi soruma...

Şakayla karışık, "Ne o deist mi oldun yoksa? Bu söylemler deistlere özgü" diye son sorumu da yönelttim.

"Yok be ne deisti, benim inancımdan şüphem yok" diye yanıtladı, "Abdestinden şüphesi olan düşünsün!"

Vakti zamanında Recep Altepe'yi çok eleştirmiştim...
Alinur Aktaş'tan da epey umutluydum, ama gelinen noktaya bakıyorum da, "Alinur Aktaş, Recep Altepe'yi aratıyor mu?" diye sormadan edemiyorum...

Atilla Sağım'ın yazısı: http://www.tele16.com/burulasa-bir-dokunmak-yetti-makale,638.html

Mehmet Ali Yılmaz'ın Yazısı: https://www.yenibursa.com/bursa-daki-calik-olayi-makale,153128.html

@SuatOktySnck 

Çarşamba, Ekim 23, 2019

Biz bu b*ku neden yedik ağam?


Biliyorsunuz, geçen hafta Türkiye ve Erdoğan dünya gündemini epey meşgul etti.
Malum, devletimiz, iktidarın talebi doğrultusunda Suriye’ye sınırdaşı operasyonu düzenledi.
Üstelik muhalefetin de desteğiyle...
Amaç Suriye’de varlığı bilinen PKK ve PYD-YPG varlığını engellemekti.
Tabi buna ABD ve dengesiz başkanı Trump karşı çıktı.
Malum, biliyorsunuz sam amca YPG’ye ve PYD’ye yıllardır silah
Desteğinde bulunuyor.
Ne için, Suriye’de Beşir Esat’ı devirmek için!
Neden, çünkü Esat’ın muhaliflerine karşı toplu katliam yaptığı ve kimyasal silah kullandığı iddia edildi ve o gün bugündür Suriye’de kan durmadı.
İç savaş onlarca can aldı, milyonlarca Suriyelinin ülkesini terk etmesine sebep oldu ve kabak da Türkiye’nin başına patladı.
Keşke patlayan sadece kabak olsa…
Başımızda öyle büyük bir bela var ki...
4 milyona aşkın insan Türkiye’ye sığındı, sonra sığınmakla kalmadı, adeta yurdun dört bir yanına çöreklendi...
Düşünüyorum da Türkiye gerçekten de çok büyük bir ülke.
Batılı ülkelerden birine değil 4 küsur milyon, aynı anda 250 bin mülteci akın etse her halde o ülkenin dengesi alt üst olurdu.
E bizim olmadı mı, oldu da bunu idrak edecek, ya da haykıracak ne adam, ne n de enerji kaldı ülkeyi yönetenlerde.
Neyse, şimdi gelelim Türkiye neden Suriye’ye girdi?
Sorusuna yanıt vermeye…
Biliyorsunuz, bununla ilgili Trump’ın yenilir yutulur mektubu var ki, onun için ne desek, durumun vahametini, anlatmayı başaramayız.
Yani durum çok kötü. Ateşkes olmayacak” diyen ve hatta, “Trump’tan
Başka kimseyle görüşmem” diyen cumhurbaşkanı Erdoğan, 180 derece çark ederek,
Suriye’de ateşkese razı oldu.
Erdoğan’ın bu ilk geri vitesi değil.
Mesela son yaptığı açıklamada, “terör örgütleriyle masaya oturmadık, oturmayacağız” dedi.
Vallahi haberi ilk görünce Zaytung haberi sandım ve bi gülme tuttu ki beni anlatamam.
Ama Zaytung değil gerçek habermiş.
Üstelik TRT’nin web sitesinde bile yayınlanmış.
Ama haklı tabi, daha önce Oslo’da, Dolmabahçe’de, İmralı’da terör örgütü ve
Ömür boyu hapis yatan elebaşısı Apo ile masaya oturup görüşmeler yapan,
Hatta Apo'nun mektubunu destekleyen ve kırmızı bültenle aranan kardeşini
TRT'ye çıkaran cehape ve Kılıçdaroğlu değil mi?

Neyse gelelim tekrar Trump’ın tehdit ve hakaretlerinden sonra Suriye’deki operasyonun durdurulmasına…
Şimdi size kıssadan hisse tadında bildik bir masal anlatmak istiyorum, evet evet baya masal...

(Aslında bu bir Aziz Nesin öyküsü)
 Köyün ağası traktörüne binmiş, kasaba pazarına gidiyor.
Yanında da marabası Me’met.
Hoş sohbet devam ederken, ağanın aklına bir muzırlık gelmiş,
Biraz eğlence olsun diye düşünerek, traktörü durdurup me’met’e dönmüş:
- Ula Me’met şu yolun kenarındaki pohu gördün mü?
“He gördüm ağam” demiş Me’met...
Ağanın keyfi yerinde, sürdürmüş lafını:
- Şu pohu yersen, bu traktörü sana veririm...
Şaşırmış haliyle Me’met.
İçinden ‘yav bu marabalık ile ömrü hayatımda böyle
Bir şeye sahip olamam. Gözümü kapatıp yersem,
Bu traktörün de sahibi olurum’
Diye düşünüp, kararını da vermiş:
- olur ağam essah mı dediğin? Yerim ama kimseye
Demiycen...
Karşılıklı anlaşınca da atlamış traktörden
İnmiş yola, zor da olsa b*ku yemeye
Başlamış Me’met.
Ağanın maksadı aslında Me’met ile oyalanmak, eğlenmek
Boku yiyeceğini de ihtimal vermemiş.
Ama iş işten geçmiş artık.
Me’met ağanın şaşkın bakışları arasında
B*ku yemiş Me’met!
Sözünde durup traktörü teslim etmiş marabasına.
Masal bu ya; akşama doğru işleri bitip traktörün yeni sahibi maraba Me’met ile
Ağa birlikte köye dönüyor.
İkisinin de canın sıkkın.
Ağa traktörü kaybetmiş...
Me’met de yediği b*k yüzünden,
Herkes tarafından aşağılanacak.
İkisinin de içi içini yiyor aslında...
Aynı yere gelince, traktörü durduru vermiş Me’met:
- Ağam bilirim ki senin de canın sıkkın, benim de...
Bak şu yolun kenarında ki pohu görürsün.
Onu yersen, traktörü sana geri veririm.
Ağa zaten çok pişman; içine oturmuş yaptığı.
Hemen inmiş traktör'den.
Gözlerini kapatarak bir çırpıda yemiş b*ku...
Direksiyondan Me’met kalkmış, ağa oturmuş yine.
İkisi de memnun gibi...
Köye yaklaşırlarken, ağa Me’met'e dönmüş hışımla:
- Ula marabam; bu traktör kasabaya giderken benimdi
dDeğil mi?
"Evet, senindi ağam"
- Kasabadan dönerken de benim değil mi?
"Senin ağam"
- Peki; o zaman biz bu b*ku niye yedik?

Sahi ya, biz Suriye’ye neden girdik?
Girdiysek ABD istedi diye operasyona neden ara verdik?

Ara verecektik de neden girdik,
Madem girdik neden ara verdik,
Madem ara verdik neden girdik...
Off ya offf…

Son soruyu da sorup yavaş yavaş gideyim ben.
Suriye’nin bu hale getirilmesi en çok kimin işine yaradı?

@SuatOktySnck 

Yazımın videosunu izlemek için tıklayın:

Perşembe, Ekim 03, 2019

"Hayali’nin Hayali" bir oyundan fazlası...


Nilüfer Belediyesi Kent Tiyatro’su yeni sezona Hayali’nin Hayali oyunuyla merhaba dedi…
Genç yazar ve müzisyen Burçak Çöllü yazmış, yazmakla da kalmayıp müziklerini de yapmış.
Oyunun rejisi usta yönetmen Yiğit Sertdemir’e ait…
Oyunculuklar şahane, dekor, kostümler ve hatta makyaj muhteşem, temanın ruhunu öyle güzel yansıtmış ki, oyun başladığında ilk replikler söylenmeye, oyun akmaya, konu anlaşılmaya başladığında, “galiba sezonun en güzel oyununu izliyoruz” dedim kendi kendime…
Nilüfer belediyesi Kent Tiyatrosu hiçbir fedakarlıktan kaçınmamış oyunun hakkını sahneye yansıtılması için.
Nazım Hikmet tıka basa dolu, en önde Kent Tiyatrosu’nun kurucusu eski başkan Mustafa Bozbey ve eşi, hemen yanında ise yeni başkan Turgay Erdem ve eşi ve diğer Nilüfer Belediyesi yöneticileri pür dikkat oyunu izliyor. Bense ikinci balkonda anca kendime yer bulmuşum ama iyi ki de oradan izliyorum, inanın bu oyun en güzel yüksek bir yerden, tepeden izlenir, zira öyküyü idrak etmek için en iyi açı burası.
Karagöz Ustası Hayali Tacettin’in son gösterisini izliyoruz. Yönetmen Sertdemir, çok iyi kurgulamış her şeyi, hem gölge oyunu, hem tiyatro, hem sinema filmi, hem de televizyon şovu izliyoruz sanki, geriye dönüşler, sahne arkasından konuşan (sadece sesini duyduğumuz) sunucu ve Hayali Tacettin’in mübadele yıllarında, daha henüz çocukken yaşadığı olayın iz düşümleri canlanıyor sahnede.
Oyun, hayali bir adaya düşmüş Türkiye’den sürülen Rumlar ile Yunanistan’dan sürülen Müslüman Türklerin trajikomik öyküsüne odaklanıyor. Önce gölge oyunu perdesi kuruluyor, Hayali Tacettin’in elleriyle hazırladığı gölge oyunu materyalleriyle kendi hayalini anlatmaya başlıyor ve paralel geçişle gölge oyunu sahnede canlanıveriyor…
Gerçekten de çok başarılı, çok özgün bir anlatım…
Evet evet, bu sezonun en muhteşem tiyatro oyunu. Bravo, diyorum Nilüfer Belediyesi’ne, bravo emeği geçen herkese, oyunculuklar şapka çıkarılacak seviyede… Belli ki çok emek, çok alın teri var, alkışı hak ediyorlar…
Sahnenin ortasında ada ve adanın ortasında ağaç metaforu, adanın döndürülmesi, çok etkileyici...  Ada imgesinin daha da belirgin olması için kenarlara deniz efekti verilebilirmiş. Çünkü oyunu yukarıdan izleyince bu eksiklik daha da hissediliyor ya neyse...
1 Saat 15 dakika süren ikinci perdeden sonra, Hayali’nin hayali uzamaya başlıyor, uzuyor, uzuyor, uzuyor…. E bit artık, e ama bu kadar da olmaz ki…
Saat 20’de başlayan oyun (15 Dk ara ile birlikte) saat 23:15’te bitiyor. Ardından seremoni vs vs…
Bu yılın en muhteşem oyunu, güme gidiyor…
Nasıl kısalır, yeni bir reji mi yapılır, bilemem ama 2019’ın son aylarına doğru ilerlediğimiz bu çağda, her şeyin çok hızlı aktığını, insanların sabırlarını zorlamanın anlamının olmadığını anımsatmak isterim.
İlk perdeden sonra, birkaç ayrıntı ile konu toparlanırsa oyun ayakta alkışlanır…
Evet gala münasebetiyle insanlar yine ayakta alkışladı ama bunun gala hatırına olduğunu unutmamak lazım.
Yoksa, gerçekten de çok güzel ve etkileyici bir iş var ortada. Emeği geçenleri bir kez daha buradan da kutluyorum fakat, ama, amma ve lakin, çok uzun, 3 saatlik bir oyun bu devirde izleyeni gerer.
Çünkü uzadıkça oyundan kopuyor, konu dağlıyor.
Verilen emeğe ziyan olmasın, bir buçuk, hadi olmadı iki saat idealdir. Ama 3 saat çok, izleyiciyi yormamak lazım.
Sezonun en iyi oyunu olacakken…
Çok uzun çok…


Salı, Ekim 01, 2019

Cavit Çağlar fırsatı kaçırdı!


Evet evet, Cavit Çağlar, çok büyük hatta öyle büyük bir fırsatı kaçırdı ki, eğer yapabilmiş olsaydı, tarihe geçecek, hatta ve hatta tarihe geçmekle kalmayıp tüm dünyada haber olarak, büyük bir takdir toplayacaktı…
Nasıl?
Zaten Sn Çağlar tarihe geçmedi mi?
Evet, bakanlık yaparak, Bursaspor’a başkanlık edip Türkiye Kupası’nı kazandırarak adını tarihe yazdırmış olabilir ama benim kastım bu değil…
Malumunuz, Cavit bey Bursa medyasının lokomotifi, Olay Gazetesi’nin kurucusu, sadece Olay da değil buna NTV’yi de eklemek mümkün, vizyonuyla, yaklaşımıyla gerek Bursa, gerekse İstanbul medyasında doğru hamleler ve doğru işler yaparak adından söz ettirmeyi başarmıştı.
Peki bunu nasıl yapmıştı?
Doğru insanlarla, doğru işler yaparak. Doğru insanları yanında tutarak…
Fakat ne olduysa, Ak Parti dönemiyle birlikte Cavit Çağlar da etrafında doğru insanları bulamaz oldu.
Özellikle 2000’li yıllarda yaşadığı malum olaylar yüzünden doğru insanlar tek tek uzaklaştı yanından ve o da 1980’li yıllarda yola çıktığı insanlarla çalışmaya devam etti. Bu insanlar gerçekten de sadık ve kadim özelliklere sahipti de…
Zamanla, gelişen teknoloji, değişen değer yargılarına ve dünya görüşlerine ayak uyduramadı bu insanlar…
Olay Medya ve elbette Cavit Çağlar da bu değişime ayak uyduramadı, teknolojinin getirdiklerini yakalayamadı.
Çünkü etrafındaki sadık ve sabık insanların vizyonu bu yeni çağı algılamaktan uzak kaldı.
Oysa Cavit beyin oğlu Mustafa Çağlar bu değişim ve gelişimin farkındaydı. Birkaç kez sohbet etme ve tanıma fırsatı bulduğum Mustafa beyin, bu noktada devreye girip, Olay Medya’ya bu değişimi yaptıracağını umuyordum. Demek ki ya babasını ikna edemedi ya da konuya dahil olmak istemedi…
Hangisi bilemiyorum…
Neyse, velhasıl kelam; Cavit Çağlar Olay Medya’yı kapatma kararı aldı…
Başlıkta da yazdım ya, Cavit bey tarihe geçme fırsatını kaçırdı diye…
Eğer medyayı kapatmak yerine, çalışanlarına devretseydi, işte bu tüm dünyada haber olur, Çağlar da tarihe geçerdi…
“Nasıl yani, çalışanlarına devretseydi derken…”
Evet evet, Cavit beyin madem medyadan artık bir beklentisi kalmadı, madem gözünü karartıp kapatacaktı, e çalışanlarına devretseydi ya medyayı, gençler yönetseydi ve hatta oğlu Mustafa’yı da (patron olarak değil de) ağabey olarak başlarında tutsaydı, nasıl olurdu?
Bu arada, çalışanlarına derken mevcut vizyonu ve heyecanı kalmamış (yaşlanmış) eskileri kast etmiyorum, tamamen gençler, genç beyinler benim önerdiğim…
Yok mu sanıyorsunuz Bursa’da bu potansiyele sahip genç?
Sorarım size, 1985-86’da Cavit bey Olay Medya’nın başına getirdiği isimler şimdiki gençlerle aynı yaşta değil miydi? O zaman onlara güveniyordu da şimdi neden güvenmesin gençlere?
Çok mu zor?
Medyayı gençlere emanet etmek, onlara devretmek…
Ne kaybederdi ki koskoca, eski Devlet Bakanı Cavit Çağlar daha da büyümez, yücelmez miydi?
Söyler misiniz, böyle bir şey yapsaydı, tüm dünyada ses getirmez miydi?
Başlığa bakar mısınız, “Eski bakan, ünlü işadamı Cavit Çağlar Gazete, Televizyon ve Radyo’dan oluşan medyasını genç çalışanlara devretti!”
Dınınının…
Hayal mi?
Elbette hayal.
Oysa geç de sayılmaz ama ne yazık ki değil Cavit Çağlar bu ülkede bunu yapabilecek bir babayiğit ne yazık ki yok, bundan sonra da çıkmaz…
Gerçi Olay Medya’nın son yıllarda nasıl da iktidar yanlısı olduğunu hepimiz üzülerek gördük ki, hayret etmemek elde değil…
Eski bir Olay çalışanı olarak, Cavit beyin bakanlığında bile medyasında çalışan muhalif yazarların yazılarına karışmamaya çalıştığını, müdahale etmediğini bizzat görmüş biri olarak, Olay’ın düştüğü, düşürüldüğü bu duruma çok üzülmüştüm.
Yandaşlığın işe yaramadığını böylece anlamış olduk.
Muhalefet olmazsa iktidar olmanın da anlamı kalmıyor, değil mi?
Bunu yapabilmek için babayiğit olmak değil sadece çağın gerçeklerini görmek ve ona göre hareket edebilmek gerek.
Eski Cavit Çağlar olsaydı belki ama Ak Parti ile her yana yayılan liyakatsizlik onun da algılarını köreltmiş, acı olan da bu!
Artık tek bir gerçek var; geleneksel medya öldü; yaşasın internette yayın yapan Youtube, yaşasın sosyal medya, yaşasın internet haberciliği…

@SuatOktySnck