Ya da nefes almak veya almamak...
Oysa ben nefes almak istemiyorum!
Evet evet, nefes almak zûl geliyor bana şu an…
Bilmem sizde de oluyor mu aynı şey, aldığınız nefes ciğerlerinizi
yakar, pişman eder ya yaşadığına…
Yok yok, hava kirliliğinden, çevre ve doğa katliamından öte
benim ima etmek istediğim…
İnsan kirliliği bu…
Ya da vicdan kirlenmesi de demek mümkün…
İşte bu ortamda nefes almak istemiyorum, gözlerimi yumup her
şeyin yok olmasını, yaşadığımın bir kâbus olduğunu diliyorum…
Gözlerimi açtığımda ya da uyandığımda her şeyin değişeceğini
ummak ne büyük ve bir o kadar da ne saçma bir hayal değil mi?
Dünyanın, yaşadığımız hayatın yalan olduğu kadar gerçek bir
boyutta yaşıyoruz.
Ben aslında yokum, hiç yaşamadım, asla var olmadım demek
isterdim…
Kim bilir belki de yokum… Sizin okuduğunuz bu satırlar yok,
bu konuşan adam sadece bir görüntüden ibaret…
Değersiz, sıfatsız, tanımsız; görüntü bile değil ki, gölge
diyeyim kendime…
Makam, mevkii, para pul… katlar, yatlar, atlar, silah ve
avratlar!
Ama en yakını, canı ciğeri tarafından, “paragöz” suçlamasına
maruz kalınca, işte tam o anda bir silahtan çıkmış mermi gibi deler yüreğini her
harf, her kelime ve her satır, makineli tüfekten çıkarcasına… ama öldürmez ağızdan
patlayan o malum sözler, sadece akıtır zehrini yüreğine…
İşte o an nefes almak haramdır, haram bir adım daha
yaklaştırır cehenneme…
Sahi cennet var mı ki, cehennem olsun!
Belki de her insan kendi cehennemini yaşar ya da yaşatır,
hem kendine, hem de sevdiklerine…
Ben de nefes almak istemiyorum artık, gözlerimi yummak ve
bir daha uyanmamak…
Bilsem ki her şey düzelecek, bilsem ki gözler yumulunca her şey
sıfırlanacak…
Bilsem ki, yalan dolan bitecek…
Yumarım gizlerimi, derin, bir kadar da sığı bir uykuya
dalar, uyandığımda tüm kötülükler bitmiş, riya rüyaymış, derdim…
“Ne acelen var, er ya da geç o dediğin olacak, Sultan Süleyman’a
kalmamış bu dünya, sana mı kalacak?” dediğinizi duyar gibiyim…
Ben bunu biliyorum da, bilmeyenler var, 3 kuruşa, bir koltuğa
tamah edenler, ekmek ile insanları kendine köle yapanları gördükçe, umudum
kırılıyor, yarına dair bir karanlık çöküyor…
Bu sözlerimden kimse ölmek istediğini zannetmesin.
Beni derdim ya da istediğim ölmek değil, isyanım çürümüşlüğe…
Yükselen ve hızla etrafımıza saran kötülüğe çaresiz
kalmamın, çaresizliği…
Bu ruh halim yeni de değil… 4 Kasım 2001’de bu ruh halim
bana şu şiiri yazdırmış:
Önceki hafta daha çok yerel kaldığı için videosunu yapmadığım, www.bursaport.com’da kaleme aldığım yazıda CHP'yi eleştirmiş ve satır arasında "Bu solculardan ne cacık olur, ne ayran" ifadesini kullanmıştım. Vay efendin sen misin bunu solculara diyen... Başladılar bana yüklenmeye...
Anlayacağınız kendilerini eleştirilmez zanneden solcu kardeşlerimiz toplu taarruza kalktılar. Söylediklerimi yazdıklarımı bana iade edeni mi ararsın, solcuları aşağıladığım iddiasıyla bana demediğini bırakmayanı mı, ne ararsan var. Üstelik aynı sözü, Sen Ne Dersin Youtube kanalımızda oğlum Tarık Şenocak'ın sunduğu ve metnine katı sağladığım "Bir de Benden Dinleyin" bölümünde de kullanmıştım ve benzer tepkiler oradan da gelmişti.
E iyi de Ak Parti ve Sn Erdoğan'ı eleştirirken hoşunuza gidiyor ya sayın ve pek kıymetli solcu görünümlü hazımsız arkadaşlar! Sizin verdiğiniz bu tepkiye bakınca, yaptığım cacıklı ayranlı durum saptamasında ne kadar haklı olduğumu da kanıtlamış oldunuz, o nedenle size ne kadar teşekkür etsem azdır.
Belki siz farkında değilsinizdir ama ben, solculardan neden bir cacık, hatta ayran bile olamayacağını açıklamak istiyorum müzadenizle...
Biliyorsunuz, Bursa'da yerel seçimlerin yenilgisini Sn Kemal Kılıçdaroğlu, kendi hatalarına bağladı. Ben de bir önceki yazımda, "E günaydııııın, yeni mi fark ettiniz? Madem yeni fark ettiniz, Bursa İl Örgütü neden görevde? Ortada bir başarısızlık varsa bunun bedelini birileri ödemesi gerekmez mi? Arada iki buçuk ay geçmiş ama siz CHP'nin başındaki insan olarak hâlâ bekliyorsunuz..." diye sorular yöneltmiştim.
Çok geçmeden, bir süredir ortalıkta görünmeyen Muharrem İnce, HaberTürkTV'de Didem Arslan Yılmaz'ın sunduğu Türkiye'nin Nabzı programı için uzun bir aradan sonra karşısına çıktığı gazetecilerle yapılan canlı yayında, "Bu şarkı yarım kalmaz, cumhurbaşkanlığına talibim” dedi...
“Sen misin bunu isteyen, Ekrem İmamoğlu varken sen kimsin, artık çekil kenara, başarısız oldun da, vs vs..." bir sürü hakaret içeren yorum ve paylaşım yapıldı.
Tabi bunlar benim yumuşak yazdıklarım, daha hakaret ve sert eleştiriler de vardı ki en ilginci, Ekrem İmamoğlu’nun seçim döneminde kampanya direktörlüğünü yapan Necati Özkan’ın Twitter'dan yazdığı, "Dün dünde kaldı cancağzım. Artık mekanın yeni sahibi var" paylaşımı oldu.
Yahu bu ne demek?
Bu toplumun ciddi hastalıklarından biridir bu, kraldan çok kralcı olmak!
Ak Partililerde bu daha baskınken, solcularda da sık sık ortaya çıkmaya başladı.
İyi de Cumhurbaşkanlığına aday adayı olmak kimsenin tekelinde değil ki... Üniversite mezunu her TC vatandaşı bu makama aday, yani aday adayı olabilir. İnce de, "Ben talibim" dedi. Programın sonunda da aynen şu ifadeleri kullandı:
“Delegeler 'gel buraya' derse gelirim, demezlerse yanlarına giderim salona. Bu kadar…”
Şimdi sorarım size, böyle konuşan birine hakaret etmek, aşağılamak kime ne kazandırır?
Peki Ekrem İmamoğlu, HaberGlobal kanalında Erdoğan Aktaş'ın sunduğu Eşit ağırlık programında bu duruma ne tepki verdi dersiniz?
"Bir kere Muharrem İnce benim Cumhurbaşkanı adayım, dolayısıyla benim partimde Grup Başkanvekilliği yapmış, dostluğumuz olan bir arkadaşım. Böyle bir muhabbete girilmesine müsade etmem" dedi.
Nokta...
Lamı cimi yok...
Nasıl yorumlarsanız yorumlayın, bundan sonra ne derseniz deyin...
Neyse, şimdi size hikaye anlatacam...
Vaktiyle Bursa’ da bir Müslüman, bugünkü adı Arap Şükrü olan muhitte çeşme yaptırmış ve başına bir kitabe eklemiş: “Her kula helâl, Müslüman’a haram!” Bursa başkent, tabii Osmanlı karışmış, bu nasıl fitnedir diye…
Gitmişler kadıya şikâyete, adam yakalanıp yaka-paça huzura getirilmiş.
“Bu nasıl fitnedir, dini İslâm, ahalisi Müslüman olan koca devlette sen kalk, hayrattır, sebildir diye çeşme yap, ama suyunu Müslüman’a yasakla! Olacak iş midir, nedir sebebi, aklını mı yitirdin?” diye çıkışmışlar adama.
Adam:
“Müsaade buyurun, sebebi vardır, lâkin ispat ister, delil şarttır…” dedikçe kadı kızmış:
“Ne delili, ne ispatı? Sen fitne çıkardın, Müslüman ahalinin huzurunu kaçırdın, katlin vaciptir!” demiş. Demiş ama bir yandan da merak edermiş:
“Nedir gerekçen?” diye sormuş.
Adam:
“Bir tek Sultan’a derim…” diye cevap verince, ortalık yine karışmış. Söz Sultan’a gitmiş, adam yaka paça saraya götürülmüş.
Muhtemelen o dönem Padişah Orhan gazi, (Ya da Yıldırım Beyazıt veya her kimse) rivayet bu ya;
Orhabey sinirlenmiş ama diğer yandan o da meraklanırmış:
“De bakalım ne diyeceksen. Bu nasıl iştir ki, hem çeşmeyi yaparsın, hem de her kula helâl, Müslüman’a haram yazarsın?”
Adam, başı önünde konuşmuş:
“Delilim vardır, lâkin ispat ister.”
“Ya dediğin gibi sağlam değilse delilin?”
“O zaman boynum, hükme kıldan incedir Sultanım…”
“Eeee!”
“Sultanım, herhangi bir havradan rasgele bir hahamı izahsız yaka-paça tutuklayın, bir hafta tutun. Bakın neler olacak!”
Dediği yapılmış adamın. Bütün azınlıklar bir olmuş, başlarında Museviler, “Ne oluyor, bu ne zulüm? Bizim din adamımıza biz kefiliz, ne gerekirse söyleyin yapalım, o masumdur, gerekirse kefalet ödeyelim…” Çevre ülkelerden bile elçiler gelmiş, elçiler mektup üstüne mektup getirmiş.
Bir hafta dolunca, Adam “Sultanım, artık bırakmak zamanıdır” demiş. Haham bırakılmış, azınlıklar mutlu, bu sefer Sultan’a teşekkürler, hediyeler…
“Aynı işi herhangi bir kiliseden herhangi bir papaz için yaptırınız Sultanım” demiş. Aynı şekilde bir papaz derdest edilip yaka-paça alınmış Pazar ayininden ve aynı tepkiler artarak devam etmiş. Haftası dolunca da serbest bırakılmış. Mutluluk ve sevinç gösterileri daha bir fazlalaşmış, teşekkürler, şükranlar… Din adamlarına kavuşmanın mutluluğuyla daha bir sarılmışlar birbirlerine…
Sultan “Bitti mi?” demiş adama.
“Sultanım son bir iş kaldı, sonra hüküm zamanıdır izninizle” demiş.
“Şimdi nedir isteğin?”
“Efendim, payitahtımız Bursa’nın en sevilen, âlimini alınız minberinden…” Adamın dediğini yapmışlar, Ulucami (Orhangazi döneminde ulucami henüz yapılmamıştı) :D imamını Cuma hutbesinin ortasında almışlar, yaka-paça götürmüşler. Bir Allah’ın kulu çıkıp da, “ne oluyor, siz ne yapıyorsunuz? Hiç olmazsa vaazı bitene kadar bekleseydiniz” benzeri tek bir kelâm etmemiş ahali, imamın peşinden giden, arayan-soran olmamış… Geçmiş bir hafta, “Nerde imam” diye gelen-giden yok! Halk hâlinden memnun, başlamış bir dedikodu, o geçen hafta tutuklanan koca âlim için…
“Biz de onu adam bilmiş, hoca bellemiştik…”
“Kim bilir ne suç etti de tevkif edildi!”
“Vah vah! Acırım arkasında kıldığım namazlara…”
“Sorma, sorma…”
Padişah, kadı ve adam izliyorlarmış olup-bitenleri. Sonunda Padişah çeşmeyi yaptırana sormuş: “Eee, ne olacak şimdi?
Adam “Bırakma zamanıdır. Bir de özür dileyip helâllik almak lâzımdır hocadan.”
“Haklısın” demiş padişah, denilenin yapılması için emir buyurmuş ve adama dönmüş. Adam başı önünde konuşmuş “Ey büyük Sultanım, siz irade buyurunuz lütfen, böyle Müslümanlara su helâl edilir mi?”
Sultan acı acı tebessüm etmiş “Hava bile haram, hava bile!” demiş.
Şimdi gelelim "solculardan ayran mı olur cacık mı?" sorunsalına...
Arkadaşlar, siz söyleyin, kendi içinde birlik olamayan, kendi kendilerine çelme takan bir güruhtan cacık mı olur ayran mı, siz karar verin!
17 yıldır Ak Parti'nin neden iktidarda olduğunu bilmem anladınız mı?
Ha bu arada, bu kıssadan hisse tadındaki hikayeyi ben solculara indirgedim ama, aynı şey sağcılar ve muhafazakarlar için de geçerlidir.
Toplum olarak birlik ve beraberlik içinde olmayı beceremeyen bu halka değil su hava bile haram mıdır değil midir? Karar sizin…
Geçen hafta içinde CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu, HaberTürk
kanalında Fatih Altaylı’nın canlı yayın konuğu oldu ve Bursa ile ilgili "Bursa'yı
alamamamız bizim kabahatimiz, iyi yönetemedik. Sorun vardı." dedi.
Bu sözlerini duyunca, “Aaa ciddi mi, gerçektin
mi, yapma be, vah vah vah(!)” diye içimden geçirdim.
Tabi Kemal bey karşımda olsa diyeceğim şudur: E
günaydııııın, yeni mi fark ettiniz? Madem yeni fark ettiniz, Bursa il teşkilatı
neden görevde? Ortada bir başarısızlık varsa bunun bedelini birileri ödemesi
gerekmez mi? Arada iki buçuk ay geçmiş ama siz CHP’nin başındaki insan olarak
hala bekliyorsunuz...
Bir futbol takımı düşünün; teknik direktörü başarısız,
takımını organize edemiyor ve kötü sonuçlar alıyorsa, yapılacak tek şey, o
teknik adamı görevden almak. “Der hele, lig bitsin de öyle bakarız durumuna…”
demenin mana ve ehemmiyeti yok zira takım düşmek üzere.
Çok mu alakasız bir benzetme oldu? Hiç sanmam. Bursa CHP’de tam da buna benzer bir durum söz konusu. İl Başkanı Hüseyin Akkuş başarısız bir
seçim kampanyası yürütmüş, ekibini doğru yönetememiş, az farkla kaybedilen
seçimin en önemli sorumlularından biri olmuştur.
Doğal olanı bu sonuçtan sonra il başkanının sorumluluğunu bilip istifa etmesidir.
Nerdee…
Üstü üste 9 Seçim kaybetmiş bir genel başkanının partisinin
il bakanı da istifa eder mi?
Etmez tabi…
Etmedi de…
Hüseyin Akkuş istifa etmedi, görevden de alınmadı.
E bu durum il teşkilatında sinirleri gerdi de gerdi, öyle
bir gerdi ki… Gerilen sinirler, CHP İstanbul İl Başkanı Canan Kaftancıoğlu’nun söyleşi için geldiği Bursa’da Hüseyin Akkuş’un kafasına doğru telsiz mikron
olarak patladı.
Nereden bakarsanız bakın, rezillik, skandal, utanç
vesilesi…
CHP Bursa’de kalite yerlerde…
Bunun için Mustafa Bozbey’i suçlayanlar, partiden
ihracını isteyenler, şucu bucular…
Tek kelimeyle CHP’nin içinin nasıl kaynadığını, kaynayan
bu ateşi söndürmek için genel merkezin hiçbir girişimde bulunmadığını,
bulunuyorsa da başarılı olamadığı anlaşılıyor.
Bu CHP’nin il başkanlığında durum böyleyken ilçelerde
farklı mı ki?
Özellikle de merkez ilçe Osmangazi’de…
Bakın size başımdan geçen bir olayı anlatayım ve konuyu
kapatayım.
Kaz Dağları’nda Fazıl Say’ın vereceği konsere katılmak
için bazı sivil toplum kuruluşları ve CHP ilçe teşkilatları etkinliğe katılmak
için birer otobüs kaldırdı.
Ben de Osmangazi İlçe Başkanlığı’nın organize ettiği
otobüste yer buldum kendime…
Gece saat 02:00 gibi Kent Meydanı’ndan hareke ettik.
Başlangıçta her şey iyidi, şarkılar, türküler, sloganlar ve marşlar eşliğinde Bandırma
dolaylarına geldiğimizde aracın içinde arka taraftan sigara kokusu ve dumanı
gelmeye başladı. Birileri sigara içiyordu ve bunun için benimle birlikte,
sigaradan rahatsız olan birkaç yaşlı amca ve teyzeler, sigara içen grubu
uyardık.
Otobüs Bandırma çıkışında bir benzin istasyonunda ihtiyaç
molası verdi ve o grup dışarıda da sigaralarını içmeye devam etti. Fakat içlerinden
biri dışarıda sigara içmesine rağmen, yeni bir sigara yakmış ve elinde sigarayla
birlikte otobüse bindi.
Densizliğe bakar mısınız?
Onca uyarıya
rağmen, arsızca, terbiyesizce, saygısızca umursamadan yerine oturdu.
Bu saygısızlık karşısında ben biraz sesimi yükselttim
fakat ihtiyarlardan biri sigara içmeye devam eden şahsın üstüne yürüyünce ciddi
bir gerginlik oldu.
Bu arada, (sonradan öğrendim) sigara içmekte inat eden bu
şahsın Osmangazi İlçe Teşkilatı’nda önemli bir görevde olduğunu anımsatmak
isterim.
Keşke mevzu sadece sigara olsaydı. Diğer yöneticilere
yaptığım uyarılarda aldığım cevap daha da şaşkınlık verciydi.
“Arkadaşımız biraz alkollü, çok da üzerine gitmeyelim”
Nasıl yani?
Alkollü mü? İyi de biz sosyal sorumluluk kapsamında destek vermeye mi yoksa düğüne mi gidiyoruz?
Deplasmana giden taraftar otobüsünde miyiz yoksa, ciddi bir siyasi parti organizasyonu mu?
“Bu tür etkinliklerde alkol almamaları konusunda neden
uyarmıyorsunuz?” diye soruyorum, kimseden çıt yok!
Başkalarına saygı duymayan, kendinden başkasını
düşünmeyen bireylerden oluşan bir örgütün kime ne faydası olabilir?
Diyeceksiniz ki, “bu münferit bir olaydır, bir densizin
yaptığı aymazlık, teşkilatı bağlamaz”
Hayır efendim, bence bağlar… Çünkü teşkilatları bireyler oluşturur
ve o bireyler kalitesiz olunca sonuç da bu oluyor.
Eğitimli bireyler, başarısızlık durumunda sorumluluk
almayı bilir ve gereğini yerine getirir.
Eğitimsiz ve kalitesiz bireylerse, başarısızlığı asla
kabul etmez, hataları başkalarında arar, birçok şeyi de kendilerine hak
görürler.
O nedenle CHP il Başkanı istifa etmiyor, o nedenle Akkuş’u
eleştiren Recep Bayram, mikrofon fırlatmayı kendine hak görüyor!
Peki bunun etkilerini neye sebebiyet veriyor?
Neye olacak, bunları gören ve bilen vatandaşın güvensizliğine…
17 yıldır Ak Parti ve Erdoğan neden geldi ve gitmiyor
sanıyorsunuz?
Bu arada; Kaz Dağları'na giderken tanık olduğum bu olayı aslında yazmayacaktım. Fakat ertesi gün CHP'den beni kimse aramadı. Ne bir özür ne de başka bir açıklama. Baktım ki onlar aramıyor, sonra ben aradım, ve "kusura bakmayın, bir tatsızlık oldu" dedim, onlar da alkol mazeretini öne sürdüler yine...
Mikrofon olayının yaşandığını da duyunca Bursa CHP hakkında bir yazı hazırlamak da kaçınılmaz oldu. Nasıl ki Ak Parti'yi yanlışlarından dolayı eleştiriyorsak, CHP babamızın partisi değil ya (ki olsa ne fark eder) elbette onların pespaye durumunu da yazmak çizmek bizim görevimiz.