Cumartesi, Ağustos 31, 2019

Taş taşımak kaderimiz mi?


Size bugün bir öykü anlatacağım...
Öyküyü Servet Yalçın adlı arkadaşım sosyal medya hesabından paylaşmış, ben de buradan aktarıyorum… Öykü gerçek mi, gerçekten yaşanmış bir olay mı, yoksa uydurma mı okuduktan sonra siz karar vereceksiniz...
Ama kıssadan hisse olduğundan hiç kuşkum yok...

Yıl 1857. Knidos yani bugünkü Datça açıklarına İngiliz Kraliyet Donanmasının “Supply” isimli bir savaş gemisi demir atar...
Mürettabat arasında bir de arkeolog Charles Newton da vardır.
Yanında 200 tayfa ve 2000 sterlin ile gelmiştir.
Charles Newton, çift kürekli küçük bir keşif teknesiyle Knidos sahillerine çıkar ve kampını kurar.
(1816-1894)

Köylüler hemen Mehmet Ali Ağa’ya haber ulaştırırlar.
Başka kime gitsinler ki.
O dönemlerde belediye yok, kaymakam yok, jandarma yok.
Tek kudret var, ağa... Ağa demek devlet demek.
Devlet demek ağa demek.
Ağa önce bir haberci gönderir, Newton’a.
Haberci yanında hediye olarak 10 tavuk getirmiştir.
Ardından Mehmet Ali Ağa ve adamları Knidos’a ulaşır.
Onların yanında da yine hediye olarak bir koyun, onlarca yumurta, bal ve incir vardır.

Hırsız hediyelerle karşılanır.
Charles Newton derdini anlatır.
Kazılar için Mehmet Ali Ağa’dan 100 adam ister.
Ağa, hemen kabul eder.
Ancak, onun da Newton’dan birkaç isteği vardır.
Biri, Reşadiye’de yapacağı cami inşaatı için
Knidos’tan çıkacak taşlar.
Diğeri, hasmı olan Muğla Ağası’nın İzmir paşası tarafından uyarılması için destek.
Newton “bakarız” der.

Birkaç gün sonra Mehmet Ali Ağa, Datça köylerinden iri yapılı 100 insanı Knidos kazılarında
(Kazılarda görev yapan Datçalı köylülerin gerçek fotoğrafı)
çalışmaları için Charles Newton’a verir.
Newton işçilere çok düşük ücret veriyordur, kim itiraz edebilir ki!
Zaten işçiler parayı aldıkları zaman şaşırır.
Çünkü çoğu hayatlarında ilk kez para görmüştür…

Charles Newton bir ara 50 Datçalı işçiyi bir süreliğine Didim’deki kazılara götürmüş, o işçilerden çoğu
hayatlarında ilk kez yarımadadan dışarı çıktıkları için heyecan duymuştur.

Mehmet Ali Ağa’nın desteği ve onun emrine verdiği 100 Datçalı ile Newton 384 günde Knidos’u talan eder.
10 tonluk Knidos Aslanı ve Oturan Demeter heykellerinin çıkarılması ve 212 sandık tarihi eserin
gemiye taşınmasında hep Datçalı köylüler çalışır.
Soyulduklarını bilmiyorlardır.
Devlet onları ağaya teslim etmiştir.
Boğaz tokluğuna çalışmışlardır, İngilizler ne derse yapmışlardır.
Newton anılarında Datçalı işçilerin çok iyi çalıştığını söyleyerek, onlardan övgüyle söz eder.

Aradan 162 yıl geçer...
(Kaz Dağları'nda son durum)
Yıl 2019.
Kanadalı maden şirketi Alamos Gold devletin verdiği izinle Kaz Dağlarını yerle bir ediyor.
Yüzlerce dönümü kazdılar, yıktılar.
Siyanürle toprağı, nehirleri, yeraltı sularını zehirlediler.
195 bin ağacı kestiler.
Geleceğimizi yok etmeye devam ediyorlar.
Ve bu katliamı Türk işçileriyle yapıyorlar.

Tıpkı, Knidos'u soyan İngiliz Charles Newton gibi Kanada şirketi de Türk işçilerden çok memnun.
Şirketin CEO'su John McCluskey geçtiğimiz günlerde bizim işçilerimizi övdü.
"Türkler taş taşımakta çok iyiler!" dedi.

Hadi diyelim ki, o zaman, yani 1857'de İstanbul'da ki 31. Osmanlı padişahı Sultan Abdülmecid Han
Datça'ta yapılan bu talandan haberdar olamadı...
Nasıl olacak ki, iletişim yok, haberleşme yok...
Tarih bilinci yok...

Peki ya şimdi, peki bugün, o zaman iletişim ve haberleşme kısıtlıydı da bugün bizi yönetenler ya da yönetemeyenler nasıl bir gaflet ve dalalet içinde ki, bunca talan yaşanırken ses çıkarmıyorlar…
Nasıl oluyor da Kanadalı Şirket'e bu yetkiler hesapsız, plansız ve bilinçsizce bu yetkiler veriliyor!
İşte bu sorunun yanıtını verecek bir babayiğit arıyoruz, neden konuşması gerekenler suspus, neden?

@SuatOktySnck 

YAZININ VİDEO VERSİYONUNU İZLEMEK İÇİN TIKLAYIN!




Perşembe, Ağustos 29, 2019

Zafer Bayramı neden önemli?


Önceki gün kameramı elime aldım ve Bursa’nın kritik birkaç noktasına gittim. Amacım Youtube kanalıma video hazırlamaktı.
30 Ağustos Zafer Bayramı’nın Bursa için önemini, salt Bursa değil ülkemizi için ne kadar önemli olduğunu birkaç dakikada anlatmak istedim.
Birkaç ay önce, Bursa BŞ Belediyesi Başkanı Alinur Aktaş, muhalefetin belediye meclisinde verdiği, resmi bayramlarda da ulaşım ücretsiz olsun, önerisine, “Zafer Bayramı halkın genelini ilgilendirmez” şeklinde karşılık vermişti, bir hayli tartışmalara neden olmuştu.
Gerçi daha sonra sözlerinin çarpıtıldığını söyleyip, gelen eleştirilere itiraz etmişti ama, söz ağızdan çıkmıştı bir kere…
Ben de, hem Sn Aktaş’a, hem de kamuoyunun geneline, Bursa için Zafer Bayramı’nın önemini bir kez daha anımsatmak amacıyla kollarımı sıvadım.
26 Ağustos 1922’de büyük taarruz başladığı günlerde Bursa’da durum neydi, “97 yıl önce ve 97 yıl sonra” Yunan işgali sırasında çekilmiş bulduğum birkaç kare fotoğrafı, fotoğrafların çekildiği yerlere gidip, videomu gerçekleştirdim.
İstikametim önce Bursa BŞ Belediyesi’nin tarihi binasıydı, ama ondan önce Ulucami’nin önünden geçip, Bursa’nın tarihi anlamda ne kadar önemli olduğunu göstermekti. Ulucami ve civarı ve Bursa’nın birçok noktasında atalarımızın ayak izleri var. Padişahlar, evliyalar oralarda gezinmiş, oralarda yaşamış.
Ne yazık Bursalılar yaşadıkları şehrin tarihi ve kültürel değeri ve öneminin farkında değiller...
Tarihi Belediye binasının önüne geldiğimde Yunan işgali sırasında Bursa’ya konuşlanan Yunan ordusunun askerlerinin merdivenlere oturup çektirdiği fotoğrafı anımsattım. 97 yıl önce Bursa’da Yunan askerleri vardı ve kentte büyük acılar yaşatmıştı.
8 Temmuz 1920'de Bursa işgal edildikten sonra 10 Temmuz 1920'de meclis kürsüsü “puşide-i siyah”la kaplandı. Bu işgal tam 2 yıl 2 ay 2 gün sürdü ve o siyah örtü de sürekli kürsüde kaldı, sadece Bursa'nın değil, tüm Türkiye'nin üstüne çöken işgal karanlığını simgeliyordu.
1920’de gerçekleşen Bursa’nın işgali neden önemliydi, çünkü Bursa Osmanlı’nın ilk başkentiydi ve imparatorluğun kurucuları Osmangazi ve ailesinin kabirleri Bursa’daydı.
Tabi 2 yıllık işgal sırasında Bursa’yı ele geçirmenin keyfini de sürmüşler Yunanlılar. Bugünkü, Bursa Kalesi’nin önemli noktalarından fetih kapısının bulunduğu yerin tam karşısına geçip Bursa’yı nasıl paylaşacaklarını tartıştıkları bir fotoğraf geçti elime. Tam o noktaya gidip o fotoğrafla birlikte ulu camiye baktım…
Yunan askerlerinin yaptıkları birçok taşkınlıktan biri de Osmangazi Türbesi’nde yaşanmıştı.
Yunan Generali Venizelos’un oğlu Sofokles, Bursa’yı işgal etmenin heyecanıyla, hızını alamamış ve koştura koştura Tophane’de bulunan Osmangazi Türbesi’ne gelmiş.
“Kalk Koca Osman! Kurduğun devleti yıktık. Seni öldürmeye geldim” diyerek sandukalarını tekmelemişti..
İşte, elimde o anın fotoğraflarıyla, Osmangazi’nin türbesine geldim ben de. Sofokles’in poz verdiği yerde, atalarımıza yapılan o saygısızlığını bir kez daha anımsatıp unutmamak için!
30 Ağustos Zafer Bayramı işte bu yüzden hepimizi ilgilendiriyor.
Çünkü bu Bursa şehri işgal yıllarında büyük acılar, derin trajediler yaşadı…
Tarihçi Sinan Meydan’ın kaynak göstererek paylaştığı ve 1925 tarihli “Bursa Vilayetinde Yunan Fecaiyi” adlı eserine göre Yunan işgali sırasında Bursa merkezde 822 kişi şehit edildi. 383 kişi yaralandı. 5617 kişiye işkence edildi. 128 kadının ırzına geçildi. 5617 kişi hapsedildi. 455 kişi esir alındı, sürgün edildi. Bursa merkezde mezalime uğrayan Türklerin sayısı 7974 kişiyi buldu.
26 Ağustos’ta başlayan 30 Ağustos 1922'de Başkomutan Meydan Muharebesi kazanıldıktan Bursa hemen kurtarılamadı. 3. Kolordu kuzeyden, Kocaeli Grubu ise güney doğudan Bursa'ya doğru ilerleyişini sürdürdü.  Yunan orduları ise Türk ordularının hızla yaklaştığı haberini alınca, 10 Eylül 1922 akşamı Bursa'yı terk etti.  2 yıl 2 ay 2 günlük esaret sona ermiş oldu TBMM kürsüsündeki o kara örtü “puşide-i siyah” kaldırıldı.
Bu arada, Yunan ordusu Bursa’dan giderken sadece yerel halka değil, kendi inançlarının mabetlerine de zarar vermişti. Ki, bi tanesi de bugün Balibeyhan’ın hemen yanında yer alan trafonun bulunduğu yerde 97 yıl önce Balıkçı pazarı kilisesi bulunuyordu.
Yunan askerleri Bursa’dan kaçarken o kiliseyi de ateşe vermişlerdi ne yazık.
Tabi Bursa'nın kurtuluşu ata yadigarı Osmanlı’nın ilk başkentinin yeniden kazanılması nedeniyle Ankara'da kurbanlar kesildi, şükür namazları kılındı.
İşte Bursa bu yüzden çok önemli, 30 Ağustos Zafer Bayramı işte o nedenle sadece belirli bir kesimi değil, halkın genelini ilgilendiren BÜYÜK bir bayram.
Bunu torunlarımıza, çocuklarımıza anlatmak hepimizin görevi…

ZAFER BAYRAMIMIZ KUTLU OLSUN!

@SuatOktySnck

Aynı başlıkla hazırladığım videoyu izlemek için tıklayın: 

Salı, Ağustos 27, 2019

Zafer Bayramınız kutlu olsun Sn Alinur Aktaş!

Önce şunu ifade etmek isterim ki, Bursa BŞ Belediyesi'nin yaptırdığı 30 Ağustos Zafer Bayramı videosu düşünce olarak çok iyi olmuş.
Fikir her kimden çıktıysa bravo!
Kim ne derse desin, kim ne yazarsa yazsın, kim nasıl yorumlarsa yorumlasın, o videonun neden yapıldığını hepimiz biliyoruz.
Evet ama bu durum videonun iyi ve etkili olduğu gerçeğini değiştirmez.
Fakat, benim yanıtını merak ettiğim bir kaç soru var kafamda.
Eğer Sn. Alinur Aktaş'ın, Zafer Bayramı ile ilgili yaptığı gaf olmasaydı böyle bir video hazırlama ihtiyacı hissedilir miydi?
Diyelim ki, hazırlanırdı...
İyi de bu iş neden Bursa'da, Bursa insanlarıyla hazırlanmadı?
Bursa'da Bursalı yönetmen, oyuncu, kameraman, kurgucu yok muydu da İstanbul'dan birilerine ihale(!) edildi bu iş...
İhale derken, bildiğiniz ihale değil elbet, ortada ihale mihale yok, birilerine direkt verilmiş bu iş, de....
Bunu yapanlar beleşe mi hazırladılar?
Bursa'da elinin altında şehir tiyatrosu gibi bir yetenekler havuzu var... Oradan oynayabilecek aktör ve aktrisler çıkmaz mıydı?
Hadi beni sevmiyorsunuz, nefretinizden bana ne yapacağınızı şaşırıyorsunuz(!) da, o yüzden kendimi saymıyorum bile; elinizin altında kendi personeliniz Mücahit Pehlivan gibi aslan parçası yönetmen var; bundan önce bir çok işinizi kotarmıştı Mücahit'e neden vermediniz bu işi?
Hadi onu da geçtim; abi kaç para verdiniz bu iş için belediye kasasından Allah aşkına, ne kadar mal oldu bu iş?
E hani belediyemiz zarardaydı, e hani Recep Altepe döneminde Bursa BŞ Belediyesi batma aşamasına gelmişti?
Artık tasarruf yapılacaktı hani?
Bu ne perhiz bu ne lahana turşusu...
Kaç para ödediniz bilmiyorum ama daha mütevazi bir bütçe ile bu işi halletmek imkanı yok muydu?
Bunu neden yazıyorum biliyor musunuz?
Recep Altepe döneminde, (sanırım Sn. Altepe'nin ilk yıllarıydı) Bursa esnafını bilinçlendirmek amacıyla muhafazakar kesimin ünlü yönetmeni Mesut Uçakan ağabeyimizin yapım şirketine ikişer üçer dakikalık, bir kaç kısa tanıtım filmi siparişi verilmişti. Hatta kısa filmlerden birinde ben de sahtekar bir manavı canlandırmıştım.
Filmin o tarihte (2009) 120 bin TL'ye mal olduğunu duymuştum. İşin acı tarafı film hiç bir zaman tamamlanmadı ve hiç bir yerde gösterilmedi.
Şimdi yine bir tanıtım filmi, yine Bursa Büyükşehir Belediyesi ve yine İstanbul'dan birilerine sipariş edilen bir iş...
Belki İstanbullu arkadaşlar bu işi makul bir fiyata yapmış da olabilirler; e o zaman da sorarım madem uygun fiyata yaptırdınız, neden Bursalı çocuklarımız değil de İstanbullular?
E hani Bursa'yı İstanbul'un arka bahçesi olmaktan kurtaracaktınız?
Sanatla iştigal eden, eli kalem tutan, yazan ve sorgulayan bir Bursa insanı olarak soruyorum Sn. Alinur Aktaş, Bursalı sanatçıların, geçin Bursalıyı, kendi belediyenizin sanatçılarının hiç mi ehemmiyeti yok nezdinizde?
Yahu hiç olmazsa İstanbul'dan birilerine yaptırıyorsunuz, popüler, tanınmış birilerini oynatsaydınız ya...
Haa, ünlü isimlere aktaracak kadar, pastada dilim kalmadı değil mi?
Anladıııım, evet tahmin edebiliyorum; zaten konuyla ilgili bilgi almak için yaptığım araştırmada, durumu bana anlatanlar da benzer ifadeler kullanmıştı...
Pastanın dilimleri küçüldü, araya daha fazla paydaş almamak için...
E iyi de o zaman niye Bursalı sanatçılar değil, neden?

NOT: Bu arada, Mudanya Beleiyesi de Zafer Bayramı ile ilgili bir video hazırlamış, her ne kadar ikisi farklı format ve içerikte olsa da, Mudanya Belediyesi kendi iç dinamikleriyle ve masraf yapmadan hazırlamış videoyu...

@SuatOktySnck

Bu Bursa BŞ Belediyesi'nin "Zafer Bayramı" için hazırladığı özel tanıtım filmi:


Bu da Mudanya Beleiyesi'nin hazırladığı video:

Salı, Ağustos 13, 2019

Sürücü Kursları'nı kim denetler?

Bir arkadaşımın oğlu, motosiklet ehliyeti almak istediğini söyleyip benden konu hakkında bilgi istedi.
Ben de, yine çok güvendiğim ve değer verdiğim ağabey gibi gördüğüm bir büyüğüme yönlendirdim kendisini, zira kız kardeşinin köklü bir sürücü kursu işlettiğini biliyordum.
Gencimiz, benim yönlendirmemle gittiği değerli büyüğümün kız kardeşinin motosiklet ehliyeti kursu vermedikleri için Filiz Sürücü Kursu'na yönlendiriliyor.
Gencimiz de o kursa başvurup kayıt yaptırıyor.
Buraya kadar her şey normal.
Gencimiz, motosiklet ehliyeti almak için kayıt yaptırdığı Filiz Sürücü Kursu'nda çalışmalara başlıyor.
Fakat, normal trafikte yapılan çalışmalar sırasında, önünde giden bir otomobil ani fren yapınca gencimiz de panikleyip kullandığı motosikleti kontrol edemeyince yan yatırıyor ve altında kalıyor.
Allahtan ki hızlı gitmiyor, çok fazla sürüklenmeden ve öndeki araca çarpmadan durabiliyor.
Arkadan motosikleti takip eden kurs eğitmenleri, durup hemen ambulans çağırıyorlar, ardından da polis geliyor. Fakat gencimiz hala şokta.
Trafik polisinin tutumu ise şaşkınlık yaratıyor.
"Doktora gidersen, gece ne oldu diye sorarlarsa motor kazası dersen uğraşırsın. İfadeye git gel, olayın rengi değişir, -merdivenden düştüm- gibi bir şey söyle" diye uyarıda bulunuyor!
Bunu diyen bir polis memuru...
Vatandaşın yanında yer alması gereken, hakkını koruması gereken polis, şoktaki genci kokutuyor.
Ambulansla gelen sağlık ekibi sözlü sorular ve yüzeysel muayene ile iyi olduğuna kanaat getirip, şokta olmasına rağmen gence, kendi rızası ile hastaneye gitmediğine dair tutanak imzalatıp kaza alanından uzaklaşıyor.
Genç, zor da olsa Filiz Kursu'nun olduğu ofise getiriliyor, biraz dinlendikten sonra o haliyle, topallaya topallaya (metro ile) evine geliyor.
Sıcağı sıcağına pek ağrı hissetmeyen gencimizin ağrıları eve geldiğinde artıyor. Sadece ağrı da değil belinden aşağısı ve baldır kısmı kan toplayıp mosmor oluyor.
Annesi durumu fark ettiğinde hastaneye götürmek istiyor oğlunu ama çocuk inat edip gitmek istemiyor. Belli ki polisin telkinleri aklına geliyor ya da bir şeyden çekiniyor.
Gencimiz şoku atlattıktan sonra olanları ayrıntılı anımsayıp anlatınca, trafik polisinden, ambulansla gelen sağlık ekibine, sağlık ekibinden Filiz Sürücü Kursu sahiplerine kadar çok ciddi bir ihmaller zinciri çıkıyor karşımıza...
Allah şükür ki, gencimizin gerçekten de hayati tehlikesi yok ama iç kanama olmaması, bir tarafının kırılmamış olması, sadece bir lütuf ya da şans!
Peki daha sonra iç kanama geçirse ve kazazede yaşamını yitirse, sorumlusu kim?
Çocuğu o halde evine yollayan Filiz Sürücü Kursu sahipleri mi, üstüne vazife olmadığı halde olayı örtbas etmeye, kazazedeyi şikayetçi olmaması için korkutmaya çalışan trafik polisi mi, kaza yerine oluşmasına rağmen yüzeysel muayene ile yetinen ve hastayı hastaneye götürmeyen ambulanstaki sağlık ekibi mi?
Ertesi gün, gencimizin annesi ve ablası hemen Filiz Sürücü Kursu'nun yolunu tutuyor ve kurs sahiplerinden durum hakkında bilgi alıp yapılan ödemenin iadesini talep ediyorlar!
Aldıkları cevap elbette ki olumsuz.
Fakat ortada yarım kalmış ve tamamlanmamış bir hizmet var. Yani kurs sahipleri hak etmedikleri bir parayı, sırf senet ve taahhütname imzalandığı için kalan ödemenin de yapılmasını istiyorlar.
Tüm bunlar yetmiyormuş gibi, anneye verdikleri cevapta, "Oğlunuz şikayetçi olmadığını, durumunun iyi olduğunu belirten belge imzalamış!" diye kendilerini savunuyorlar.
Anne ise oğlunun durumuna mı yansın, alamadıkları ehliyetin parasını ödeyecek olmalarına mı?
"Çocuğu o vaziyette nasıl bıraktınız, çocuğum o halde metroya binip gelmiş, o kadar aracınız var, bir araçla evine bırakmak da mı aklınıza gelmedi?" diye sert çıkınca, kurs sahibi hanımefendi; "İyi de biz zaten onun yüzünden o gün gitmemiz gereken bir düğüne de yetişemedik. Bir sürü adam (kursiyeri kast ediyor) yani annesinin çocukları var, hangi biriyle ilgilenelim... " şeklinde insanlıklarını yitirdiklerini ispat eden bir ifadeyle anneyi ve ablasını dumur ediyorlar!
Tabi, bu kaza olayından sonra gencimiz yaşadığı şok ile birlikte motosiklet ehliyetini almaktan vaz geçiyor.
Kurs yetkilileri, sağlık durumun öğrenmek için değil de kursa devam etmesi ve sınava girmesi için telefon ediyorlar ama gencimiz korkmuş, hevesi kaçmış, hayır cevabını veriyor.
Bu arada; verilmiş bir kaparo ve imzalanmış senet ve taahhütler var.
Bunu üzerine anne ister istemez ödemenin tamamını yapıp imzalanan taahhütname ve senetleri alıyor.
Dediğim gibi gencimiz bir hafta evde dinledikten sonra kendini anca toparlıyor ama daha beteri de olabilirdi. Çocuk evde iç kanama geçirip ölebilir ya da sakat da kalabilirdi...
Evet çok şükür ki ciddi bir şey olmadı da, akıllarda hala deli sorular var!
O trafik polisi neden vatandaştan yana değil de sürücü kursundan yana tavır aldı?
Sağlık ekipleri neden çocuğu hastaneye götürmedi?
Belki yasalar sürücü kurslarına bu hakkı veriyor olabilir, Filiz Sürücü Kursu sahipleri hak etmedikleri bir parayı hangi vicdan, hangi ahlaki değerle almaya devam edecekler?
Aile dava açabilir, çünkü ortada ciddi ihmal ve gayri etik davranışlar var ama kime güvenecekler ki?
Olayı anlattığım konuya vakıf bir arkadaşım, "Belli ki oraya gelen polis ile sürücü kursu arasında bir bağ var, yoksa hiç bir polis kazazedeye o şekilde yönlendirme yapmaz, yapmaya da hakkı yok!" dedi.
Yani aile dava açsa ne olacak, polisi böyle olan bir ülkede hangi hakime, hangi mahkemeye güvenecek vatandaş da hakkını atasın?
O zaman şu soru akıllara geliyor? Bu sürücü kurslarını kim denetliyor?
Bu devlet ne zaman vatandaşının haklarını korumaya, vatandaş olmazsa devletin de olamayacağını anlayacak?

@SuatOktySnck

Perşembe, Ağustos 08, 2019

Alamos Gold'un Türk Ortağı Kim?

Murat dağı katlediliyor.
Kaz dağları katlediliyor.
İstanbul kuzey ormanları katlediliyor.
Ordu'nun Ünye ve Fatsa arasındaki ormanlar  katlediliyor.
Istrancalarda orman katliamı.
Artvin Cerattepe’de doğa katliamı.
Hasankeyf doğa ve tarih katliamı.
Bodrum'da ormanlık alanlar yakılıp otel yapılıyor.
Tarihi eserlerimiz yandaşa peşkeş çekilip restorasyon adı altında katlediliyor.
Sinop İnceburun'da orman katledildi. 
Salda gölü TOKİ ile birlikte betona gömülüyor.
Ayder yaylası ve Uzungöl betona gömüldü.
Sahiller peşkeş çekildi.
Koylar peşkeş çekildi.
Tarım alanları ranta açıldı. 
Munzur dağlarının tamamı maden bölgesi ilan edildi. 
Güzel ve içinde rant olan her yer, her tarihi yer, her doğa alanı Katlediliyor ve tehlike içinde.
“Yak, işlet, yok et” sistemi, birileri her alanı sömürülmesi gereken yer olarak görüyor.
Türkiye’de sivil toplum kuruluşları 92 ayrı doğa katliam noktası tespit etti.
Din değil ülke elden gidiyor.
Ülke kasıtlı olarak öldürülüyor.
Gazeteci ağabeyim Can Topaktaş’ın sosyal medya hesabından yaptığı paylaşımından aldım üstteki sözleri…
Eğer bir beka sorumu varsa eğer bir ihanet varsa işte budur!
Darbe sadece silahlı kalkışmayla olmaz!
Bu da bir darbedir, bu da en az PKK ya da Fetö terör örgütünün yaptığı kadar Hainliktir ihanettir.
Çünkü doğa dedelerimizden atalarımızdan aldığımız bir mirastır.
Ve torunlarımıza bu mirası eksiksiz bırakmak zorundayız!
Kanadalı Alamos Gold şirketi devletin izniyle ve devletten aldığı teşvikle Kaz Dağları’nda altın arıyor.
Kanadalı şirketin bir de Türkiye’de kurduğu şirketi var.
Doğu Biga Madencilik…
Ortak mı, yoksa sahibi tam belirsiz ama Doğu Biga Madencilik şirketi Kanadalı’nın ki, Yahudi kökenli olmadığını söyleyemem. Gerçi onlar kendilerine Kanadalı Hristiyan diyorlar ama Dünya’da paranın döndüğü, parayla para kazanıldığı, silah, ilaç, eğlence (sinema ve müzik) finans sektörü de dahil Yahudi iştirakli bir holding ya da şirket var mı ki? 
Kaldı ki, bunu Yahudileri kötülemek için değil, tam aksine, Yahudilerin ne kadar girişimci olduklarını betimlemek için yazıyorum. 
Neyse, Alamos’un Yahudi ya da Kanadalı veya bir başka ülkeden/milletten/dinden olup olmamasına değil, beni ilgilendiren ve kafamı kurcalayan konu şu: Türkiye, 2009’dan bu yana maden arayan bu Kanadalı şirketin çıkardığı altının sadece yüzde 2’sine sahip olabiliyor. Yüzde 98’i Kanada’ya gidiyor. 
Peki bize ne kalıyor!
Her ne kadar sosyal medyada bu konuyla ilgili çok dedikodu ve spekülasyon dolaşıyor. Yok Türk ortağı şu, yok bu, yok şunun şu kadar ortaklığı varmış vs vs… 
Hepsi de kanıta muhtaç, ispatlanması güç söylentiler! 
Şunu anımsatmakta yarar var: 
Yer altı ve yerüstü zenginliklerimiz bizim. Bu milletin. Türkiye’de yaşayan halkların, TC vatandaşlarının… 
Eğer payın büyük bölümünü Kanadalılar kazanıyorsa, bir dakka, Van münut aga van münüt!
Bize çölleşmiş bir iklim ve ç.k gibi bir pay kalıyorsa, bu nasıl anlaşma, buna hangi zihniyet rıza gösterir?
Bu altını daha farklı yollarla çıkarma ve işleme imkanı yok mu?
Siyanüsrsüz ve ağaç katletmeden olmaz mı bu iş?
Türkiye’nin payı neden yüzde 2?
Ve bir de şu soruyu yöneltelim kendimize:
Kanadalı Alamos Gold Şirketi’nin Türk ortağı var mı, varsa kim?
Dikkat ederseniz, Sn Erdoğan ve Ak Parti’den bununla ilgili hiç tepki gelmiyor.
Şu anda “bekle ve gör” taktiği Uyguluyorlar!
Neden?
Alamos Gold’un Türk ortağı kim ya da kimler?
Çünkü Kanadalı şirket devlet içinden destek olmadan böyle bir yetkiyle 10 yıldır bunca ağacı katlederek rahat rahat çalışamaz ve az bir yatırımla bu kadar çok altını çıkaramazdı.
Soruyorum:
Alamos Gold’un Türkiye’deki paydaşları, ortakları ve destekçileri kim?
Araştırmacı gazetecilerimiz var, İsmail Saymaz, Soner Yalçın, Ahmet Şık bunu ortaya çıkartabilir!
Ruşen Çakır, Youtube üzerinden düzenli yayın yaptığı kendi kanalı Medyascop’tan bu konuyu gündeme taşıyabilir…
Bir başka deneyimli televizyon gazetecisi Ünsal Ünlü de kendi adıyla yaptığı yayınlarda bu soruyu inatla sorabilir.
Soruyor gerçi ama her programında soruyu tekrarlayabilir...
Ben de buradan soruyorum: Alamos Gold’un Türk ortakları ve paydaşları kim?
Eğer o ortaklar açığa çıkarsa birçok gerçeğin de su yüzüne çıkacağı, Kaz dağlarının katledilmesine kimin göz yumduğu da anlaşılmış olacak!

YAZININ GÖRÜNTÜLÜ VERSİYONUNU İZLEMEK İÇİN TIKLAYIN: Alamos Gold'un Türk Ortağı Kim?