Pazar, Temmuz 28, 2019

Orda bir festival var yakında(!)


Gitmesek de görmesek de o festival bizim festivalimizdir…
Bizim midir gerçekten, Bursa’da yapılan, Bursa sınırları içinde organize edilen her etkinlik o şehirde yaşayanların mıdır?
Bursa’nın hemen dibinde, Nilüfer İlçesi’ne bağlı Çalı Köyü’nde (ki artık orası köy değil bir mahalle) Türkiye’nin ve hatta belki de Ortadoğu ve balkanların ilk köy filmleri festivali organize ediliyor!
4 yıl önce ilk düzenlendiğinde, şöyle bi gezip görmüştüm festivali ve pek bi canlılık yoktu…
4 yıl sonra (hafta sonu) tekrar gidip göreyim dedim. İnanılmaz bir coşku, inanılmaz bir enerji ile karşılaştım…
Çalı Çevre ve Kültür Derneği, Nilüfer Belediyesi ile organize ediyor festivali…
Bütçesi düşük ama heyecanları büyük.
3 gün sürüyor ve bildik festivallerin dışında bir konsepti var.
Etkinlik Çalı top sahasında yapılıyor ve çadırını kapan ya top sahasına ya da etraftaki çamlıkların arasına, yamaçlara çadır kurup etkinliğe eklemlenebiliyor. Sadece dışarıdan gelenler değil, Çalı halkı da etkinliğin tam da göbeğinde…
Peki Çalı Köy Filmleri Festivali’nin bunun dışında ne özelliği var?
Neden Çalı’da yapılıyor bu etkinlik?
Neden, çünkü Türk Sineması’nın en önemli ilk dönem filmlerinden biri Çalı’da çekildi.
Festivalin internet sitesi, www.califilmfest.com’da konuya şöyle açıklamışlar:
Hikâyemizin başlangıcı 1934 yılına dayanıyor. Türkiye sinema tarihinin duayenleri film çekmek için Bursa’nın Çalı Köyüne gelirler. Çalı’da film platosu kurarlar. Köylüler sinemacılarla tanışırlar, figüran olarak filmde oynarlar, evlerinin kapılarını açar ve misafir ederler. O dönemden sonra doğan çocukların isimleri filmde oynayan oyuncuların isimleri olur. Bazıları hayatında hiç göremedikleri annelerini, babalarını bu filmde koşan çocuklar arasında görür. Yaşadığımız topraklarda nesilden nesile bir masal gibi anlatılan bu filmin adı hep akıllardaydı; ‘Aysel, bataklı damın kızı.’
Çalı’da 1934 yılında çekilen ‘Aysel, Bataklı Damın Kızı’ ilk köy filmi olması nedeni ile Türkiye sinema tarihi açısından önemli bir yere sahiptir. Filmin kadrosunda çok önemli isimler bulunmuştur. Yönetmenliğini, Türk sinemasının Batı sinemasıyla ilişkisini sağlayan ilk yönetmen, Muhsin Ertuğrul yapmıştır. Filmin senaryosu, İsveçli Yazar Selma Lagerlöf (1858-1940)’un bir hikâyesinden yola çıkılarak Nâzım Hikmet tarafından yazılmıştır. Müziklerini Cemal Reşit Rey, görüntü yönetmenliğini Remzi Ar ve Cezmi Ar yapmıştır. O tarihlerde tamamen erkek egemen olan Türkiye sinemasında Cahide Sonku ilk kadın yıldız olarak bir ilke imza atmıştır.
Film çekildikten yaklaşık bir asır sonra hikâyemizi bir film festivali ile devam ettirmeye karar verdik. Hem yitip giden yazlık sinema kültürünü hem de Türkiye Sinemasında önemli yere sahip olan bu filmi yaşatmak için bundan dört yıl önce emekleyerek, düşe kalka ama yorulmadan bir yola koyulduk. Bu doğrultuda köyü konu alan ya da mekân olarak kırsalı kullanmış filmleri hayatın farklı alanlarından gelen insanlarla özgür bir ortamda buluşturmayı amaçlıyoruz. Türkiye’deki film festivali kültürüne farklı bir soluk getirerek doğanın kalbinde yıldızların altında sinema ve doğanın tadına varıyoruz. Festival boyunca yönetmen, oyuncu ve yapımcılarla söyleşiler, atölyeler yaparak üretime dâhil oluyoruz. Gün geçtikçe dört duvar arasına sıkışan ve doğaya, insana yabancılaşan yaşamlarımızdan kaçıp beraber tartışmanın ve üretmenin hazzına varıyoruz.
***
Düşünsenize Türk sinemasının efsaneleri Muhsin Ertuğrul, Cahide Sonku, Hazım Körmükçü Çalı’ya gelmiş ve “Aysel, Bataklı Damın Kızı” filmini çekmişler.
Üstte de değim gibi Çalı artık köy değil, bir mahalle ama o filmin etkileri hala devam ediyor ve bir grup genç bu etkiyi daha kalıcı hale getirmek için festivali organize etmeye karar vermişler, iyi de etmişler!
Bursa, “İpek Yolu Film Festivali” gibi bir organizasyona sahip çıkamazken, Çalı’da, dar bütçeyle harika işler çıkaran gençleri ve Nilüfer Belediyesi’ni (bir sinema emekçisi olarak) kutluyorum.
Festival kapsamında cumartesi akşamı Onur Ünlü'nün “Sen Aydınlatırsın Geceyi” filmi gösterildi ve ardından da söyleşi yapıldı. Bir insan hem onurlu hem de ünlü olur mu? Onur Ünlü böyle bir insan, şahsına münhasır ve gençlerle inanılmaz bir iletişimi var. Onur’u dinledik filmden sonra. "Nasıldı?" Sorusunun cevabı: "bildiğiniz gibiydi!" derim. Daha sonra da İstanbul’da yaşayan Bursalı genç yönetmen Tarık Aktaş’ın Nebula filmi gösterildi. Aktaş da Nebul’yı Çalı’da çekmiş ama hafızam beni yanıltmıyorsa bu Çalı’da çekilen üçüncü filmdi, daha önce İstanbul’da yaşayan bir başka Bursalı sinemacı Bora Tekay  “Fasulye” adlı bir filmi Çalı ve civarında çekmişti.
Her neyse, Çalı Köy Filmleri Festivali giderek büyüyor, ilgi inanılmaz, değil Nilüfer, Bursa'yı aşmış görünüyor.

Festivali bugünlere taşıyanları bir kez daha kutluyor, sinemanın gücünü idrak edemeyenler utansın, diyorum!


Salı, Temmuz 23, 2019

Alinur Aktaş'ı sevmeyenler parmak kaldırsın!



-Mesela ben, evet ben, Alinur Aktaş'ı sevmiyor muyum?
-Yoo, niye sevmeyeyim ki, ya da niye seveyim ki! Sn Aktaş'ı sevmek ya da sevmemek durumunda değilim, ne babamın oğlu ne de düşmanım!
-O zaman onu niye eleştiriyorsun?
-Onu eleştiriyor olmam ona düşman olduğum anlamına gelmez... Övgüyü hak edeceği zaman övmesini de bilmeli bir gazeteci, yanlışında da eleştirebilmeli. Ben de onu yapıyorum.
Şimdi yanlışlarını söyleme zamanı; yeri geldiğinde de "gerekirse" överim...
Şunu kabul edelim: o, İnegöl'den getirtilip Bursa BŞ Belediye Başkanlığı'na atanan, atandıktan sonra da ilk seçimde az farkla başkan seçilen bir isim sadece...
Ben şahsen kendim onun Bursa'ya yapacağı hizmetlerle konuşulmasını isterim.
Peki öyle mi?
Sn Aktaş  Bursa'ya faydası dokunmadan gündem olmayı başarıyor, hamd olsun(!)
Seçim öncesi söylediklerini ve yaptıklarını tekrar anımsatmaya gerek yok, zira onlar için geçenlerde özür diledi. Yani bir anlamda maksadını aşan sözler sarf ettiğini kabul etti.
Peki ya son "30 Ağustos Zafer Bayramı, halkın tamamını ilgilendirmez!" şeklinde yaptığı konuşmaya ne demeli?
"Sözlerim çarpıldı!" dedi, kendisini savunmak için Alinur bey!
Gerçekten de çarpıtıldı mı?
Yani böyle bir şey demedi mi?
Vallahi videoyu defalarca izledim, acaba neresi çarpıtıldı diye, hakkını da yememek için dikkatle dinmedim ve izledim. Kusura bakmasın Alinur bey ama bu da, tıpkı öncekiler gibi bariz bir ofsayt söz... Sadece "halkın tamamını ilgilendirmez" tanımlaması da değil ki tepkilere sebep olan; Orman haftasıyla eş değer tutulan, söz konusu bu ulusun en büyük kahramanlık destanı! Hadi diğerlerini çarpıttılar diyelim bu da mı ofsayt(!) değil?
Bal gibi de gaf üstüne gaf yaptı...
Ben iyimser anlamda gaf diyorum. Bazıları bunu, bilinçaltına işlemiş olan cumhuriyet ve değerlerine karşı ön yargının dışa vurumu olarak tanımlıyor... Dinleyen ve izleyen herkes ki, çoğunluk o sözlerin ne anlama geldiğini anlayamayacak kadar aptal olabilir mi?
Peki o zaman kim neyi çarpıtsın ki?
Eleştirenler durup dururken mi Sn Aktaş'a eleştiri oklarını yöneltmeye başladı, yoksa...
Yoksa ortada eleştiriyi hak edecek nahoş bir durum mu var?
Evet, o malum sözlerinden sonra, yaptığı gafın farkına varıp toparlamaya çalıştı ama, "söz ağızdan çıkmıştı bi kere" ve ondan sonra ne dese nafile...
Beyhude bir çaba olduğu bugüne kadar yaptığı savunmaya yönelik açıklamalarıyla kanıtlandı. Ne dese, ne söylese hepsi boş.
Çünkü Türkiye'de o konuşmayı her kim dinlediyse Sn Alinur Aktaş'ın bilinçaltında neler olduğu hakkında bir çok değerlendirmede bulundu.
Sn Aktaş, özellikle sosyal medyada çok ağır ve hakaretlere varan saldırı ve eleştirilere maruz kaldı ki, bir çoğu kabul edilemez.
E ben de maruz kalıyorum, "Sen Ne Dersin" adlı youtube kanalımız var, sokak röportajları yapıyoruz ve videoların altına yapılan yorumlarda biz de küfür ve hakaretler alıyoruz, hatta ölüm tehditleri, saldıracaklarını söyleyip bir takım babalara, ağabeylere dövdürtüleceğimizi yazan, çizen bir çok densizle karşılaşıyoruz. Başta sansürlemeye  çalıştık ama baktık ki baş edemiyoruz, bıraktık artık, kim nasıl kinini kusmak istiyorsa onu yapsın diye ki, inanın bazıları kokmuşumuz ve akrabamız çıktı desem yalan olmaz, üstelik bazısı kimliklerini gizleme gereği bile hissetmiyor!
O nedenle Sn Aktaş hakaret ve küfürlere çok da takılmasın, biz Bursalı olarak kendisinden hizmet bekliyoruz, zira henüz dişe dokunur bir hizmetini görebilmiş değiliz ki, hep birlikte alkışlayıp "helal olsun, iyi ki seni tercih etmişiz" diyebilelim!
Var mı, lütfen söyleyin, Recep Altepe rezilliğinden sonra bizi umutlandıran hangi adım atıldı da biz yok saydık!
T2 Tramvay çalışması kaç aydır tek cm ilerlemedi...
Bursa hala Türkiye'nin en pahalı ulaşım ve suyunu kullanıyor...
Peki biz şimdi ne konuşuyoruz?
Sn Aktaş'ın gaflarını, Bursa bu yüzden mi seçti kendisini? Acaba sokağa çıkıp vatandaş "ne düşünüyor?" diye sorma gereği hissetti mi? Merak etmiyor mu?
Biz, "Sen Ne Dersin?" ekibi olarak sorduk, Bursalılar çok pişman Sn Alinur Aktaş, Altepe'nin yaşattığı hayal kırıklığına rağmen size oy verdiği için...
Bir dakika! Burada parantez açmak istiyorum, "size oy verdiği için" dedim ama bir anımsatma yapmama izin verin lütfen...
Bursalılar size değil, Ak Parti'ye ve Sn Recep Tayyip Erdoğan'a oy verdi!
Seçim öncesi yaptığımız sokak röportajlarında seçmenlerin bir çoğu adınızı bile bilmiyordu ve, ya Ak Parti'ye ya da Erdoğan'a oy vereceklerini söylüyorlardı!
Yani bugün Bursa'ya belediye başkanı olduysanız bu sizin değil partiniz ve Sn Recep Tayyip Erdoğan sayesinde olmuştur.
Bu durum sizin için ne anlam ifade ediyor bilemem ama bir Bursalı olarak sizin gençliğinize ve enerjinize güvenen bir vatandaş olarak beni üzmektedir!
Çünkü Ak Parti seçmeninde öyle bir algı oluşmuş ki, "Erdoğan Bursa'da ceketini aday gösterse seçilirdi zaten" diyorlar.
Ben sizin bir ceket olmadığınızı biliyorum ve çok şeyler yapabileceğinize inanmak istiyorum!
Sn Alinur Aktaş, lütfen artık bırakın polemik yaratmayı da bize ceket olmadığınızı gösterin, lütfen! Eğer böyle devam edersiniz, bu iddiaları dile getirenlerin haklı olduğuna inanmaya başlayacak bütün Bursa haberiniz olsun!

Kimseye bir şey kanıtlamak zorunda değilsiniz. Kabul edin, bir gaf daha yaptınız ve lütfen ama lütfen artık enerjinizi Bursa'ya hizmet etmek için harcayın!

@SuatOktySnck

SEN NE DERSİN KANALINDA BURSALILARLAYAPILAN SOKAK RÖPORTALARINI İZLEMEK İÇİN TIKLAYIN! 

Perşembe, Temmuz 11, 2019

Magna Carta'nın selamı var(!)

Magna Carta nedir biliyor musunuz?

Magna veya Magna Carta Libertatum, (yani büyük ferman)
1215 yılında imzalanmış bir İngiliz belgesidir.
Bu belge ile kral ilk kez "kendi isteğiyle" yetkilerini kısıtlamış...
Aslında modern çağların ilk yazılı anayasası olan Magna Carta dünyanın özgürlük adına attığı en büyük adımlardan biri olarak kabul edilir.

1215 yılında dönemin İngiltere Kral’ı John’un sınırsız yetkilerinden feragat ettiği,
"hukukun" kendi arzularından daha üstün olduğunu kabul ettiği, bir anlamda tarihin akışını değiştiren bir antlaşmadır.
Magna Carta 63 maddeden oluşmuştur ve birçok önemli maddesi vardır fakat 39. maddenin önemi farklıdır. Çünkü 39. madde günümüz hukuk sisteminin temellerini atmıştır.

39. Madde şöyle yazılmış:
“Özgür hiç kimse kendi benzerleri tarafından ülke kanunlarına göre yasal bir şekilde muhakeme edilip hüküm giymeden tutuklanmayacak, hapsedilmeyecek, mal ve mülkünden yoksun bırakılmayacak, kanun dışı ilan edilmeyecek, sürgün edilmeyecek veya hangi şekilde olursa olsun zarara uğratılmayacaktır.”

Magna Carta'nın En Önemli Maddeleri ise şöyle:
1) Hiç bir özgür insan yürürlükteki yasalara başvurmaksızın, tutuklanamaz, hapsedilemez, mülkü elinden alınamaz, sürülemez, ya da yok edilemez.
2) Adalet satılamaz, geciktirilemez, hiçbir özgür yurttaş adaletten yoksun bırakılamaz.
3) Yasalar dışında hiçbir vergi, yüksek rütbeli kilise adamları ile baronlardan oluşan bir kurula danışmadan haiz yoluyla veya zor kullanarak toplanamaz.

Peki Magna Carta’nın imzalanmasının ardından ne değişti, ne sonuçları oldu?
* Derebeylikler, Kral karşısında daha güçlü duruma gelmiştir.
* İngiltere bu anlaşma ile parlamenter sisteme geçmiştir.
* Tarihin en önemli anlaşmalarından biridir, halka verilen özgürlükler kişisel hakları da beraberinde getirmiştir.         

Magna Carta o dönem 47 adet kopya olarak hazırlanmış. Günümüze ise sadece 4 kopya ulaşabilmiştir.
Kopyalardan biri Sallisburg Katedrali'nde, iki tanesi British Museum’da, bir tanesi ise Lincoln Katedralin'de bulunmaktadır.
Peki neden Magna Carta'yı anımsatma ihtiyacı hissettim dersiniz?
Çünkü günümüzde, günümüz Türkiye'sinde bir kraldan çok yetkilere sahip olan seçilmiş bir Cumhurbaşkanı, 1215 yılında yani bundan tam 804 yıl önce soylu bir kralın gösterdiği erdemi gösteremiyor!
Dünyada bırakın seçilmiş bir siyasetçiyi hiç bir kralın sahip olmadığı yetkilerle ülke yönetme derdinde!
Peki ne demişti daha önceki açıklamalarında sn Erdoğan; "Seçimle gelen, seçimle gider!"
Gitmeye niyeti var mı? Ya da seçimle gider mi, kaybetmeye tahammülü var mı?
Bunu 31 mart yerel seçimlerinde gördük, tüm dünya gördü!
Sadece sn Erdoğan ve ona inananlar görmedi, görmek ve anlamak istemiyorlar.

Gazeteci Mehmet Yılmaz "Reis babanın bir çiftliği var!" başlıklı yazısında bu konuya şöyle değinmiş;
Belediye parasıyla, hazine yardımıyla vakıf faaliyeti yapıyorsanız ona vakıf denmez,
“keriz söğüşlemek” denir ki o kerizler de biz yüce Türk milleti oluyoruz!

Türkiye Cumhuriyeti, şimdiki gibi garip bir Anayasa’ya sahip bir devlet değil de Ticaret Kanunu’na tabi bir şirket, Cumhurbaşkanı da bu şirketin murahhas azası olsaydı,
genel kurula ya da yönetim kuruluna verdiği raporda bu parayı nereye ve hangi gerekçeyle harcadığını açıklamak zorunda olurdu.
Açıklamakta zorlanacağı bir ödeme de canının bir hayli sıkılmasına, görevden alınmasına
bile neden olabilirdi.

Böyle kişilerin ardından da “şirketi kendi çiftliği gibi yönetmiş” diye konuşulur.
Vaktiyle krallar, padişahlar da böyle hesap vermek zorunda olmadan hazinede toplanan parayı istedikleri gibi harcayabilirdi.
Ama sonra günün birinde İngiltere’de bir çayırlık alanda Magna Carta diye bir belge imzalandı ve kralların keyfince vergi toplamaları ve sonra da bunu keyiflerince harcamalarının önüne denetim engelleri kondu.

Şimdi sorarım size bu millet Sn Erdoğan'ın milletin parasını istediği gibi harcasın, istediği cemaate, vakfa ya da kuruluşa bağışlasın diye mi seçti?
2018'de sn Erdoğan, "biz Ekonomide kurtuluş savaşı veriyoruz" demişti.
O zaman sormak lazım, ekonomik kurtuluş savaşı böyle mi verilir?
Tüm yükü vatandaşın sırtına bindirerek mi?

Bunu demesine rağmen maaşına %26 zam yaptırdı, Ayrıca Saray'ın bütçesi de %233 artırıldı.
Emeklilere ise %5 zam yapıldı. Böyle kurtuluş savaşı olur mu?

Bu arada Erdoğan ekonomik kurtuluş savaşı veriyoruz dediği yıl, dönemin CHP millet vekili Erkan Aydın 10. cumhur başkanı Ahmet Necdet Sezer'in fedakarlığını mecliste
anlatmış ama tüm vekiller anlatılanlara aval aval bakmışlardı.


Bir yanda kriz nedeniyle maaşına zam yapılması önerisine karşı çıkan Ahmet Necdet Sezer
diğer yanda masraftan, israftan asla ödün vermeyen Recep Tayyip Erdoğan!
İkisi de cumhurbaşkanı sıfatı taşıyor da acaba hangisi gerçekten cumhurun yani halkın başkanı, hangisi doğru davranmış, siz karar verin!

Tüm bunlar yetmiyormuş gibi, Erdoğan yaptığı açıklamada Türkiye'nin Suriyeliler için 37 milyar lirayı (dolar da olabilir) aşan bir harcama
yapması da ise büyük bir olay!

Düşünsenize bu paralar Suriyeliler için değil de bizim halkımız için harcansaydı... Hastahaneler okullar ve hatta yeni ve tap taze  imam hatipler(!) yapılsaydı fena mı olurdu?!

Ankara'da ODTÜ'nün bahçelerinde ağaçlar kesilmeye çalışınca öğrenciler araya girmiş ve bu kesime karşı çıkmışlar. Öğrenciler de ağlaya haykıra kesimi engellemeye çalışmışlar...
Hani derler ya "alma mazlumun ahını çıkar aheste ahste" diye. Merak ediyorum bu ah ne zaman tutacak, bu ağaçların, doğanın, hayvanların, bu garibanların ve mazlumların, ahu ne zaman tutacak, biz görebilecek miyiz? Ya da daha ne bekliyor ah tutması için? Neden hala tutmuyor, Yoksa ah mah hepsi hikaye mi, kim ne yapıyorsa bu dünyada yanına kâr mı kalıyor?
Talan her tarafata, her yerde talan, rant ve çıkar, menfaat, vicdanları kurutmuşa benziyor!

Günün, sadece günün değil her dönemin mana ve ehemmiyetine uygun şiir Tevfik Fikret'ten geliyor:

YAĞMA SOFRASI şirinden bir bölüm:

Ne diyor Tevfik Fikret;
Yiyin, efendiler yiyin; bu doyumsuz sofra sizin,
Doyuncaya, tıksırıncaya, çatlayıncaya kadar yiyin!
Bu harmanın gelir sonu, kapıştırın giderayak!
Yarın bakarsınız söner bugün çatırdayan ocak!
Bugün ki mideler sağlam, bugün ki çorbalar sıcak;
Atıştırın, tıkıştırın, kapış kapış, çanak çanak…
Yiyin, efendiler yiyin; bu cümbüşlü sofra sizin;
Doyuncaya, tıksırıncaya, çatlayıncaya kadar yiyin!

TEVFİK FİKRET

YAZININ GÖRÜNTÜLÜ VERSİYONUNU İZLEMEK İÇİN TIKLAYIN 


@SuatOktySnck


Pazar, Temmuz 07, 2019

Dolar düşüyor ama zamlar da durmuyor, ne iş?


Dolar düşüyor, dolar düşmesine rağmen, hiç bir şey ucuzlamıyor, neden hayat hala pahalı, neden herşeye zam geliyor?

Peki ya neden?
Hani dolar düşünce ekonomimiz rahatlayacak, piyasalar nefes alacaktı?

Ne demişti geçen yıl cumhurbaşkanlığı seçimler öncesi, "Bu kardeşinize yetkiyi verin faizle şunla bunla nasıl uğraşılır görsünler. Onların doları varsa bizim de hakkımız var!" demişti...
Eee ne oldu?
Bir yıldır Sn Erdoğan tek adam, sadece tek değil ülkenin her şeyi, dolar düştü; peki bu düşüş Erdoğan'ın marifeti mi, yoksa başka bir durum mu var ortada?
Tamam, iyi güzel, dolar düşüyor, peki TL değer kazanıyor mu, kazanıyorsa, neden her şeye zam yapılıyor, neden cebimizdeki para hala git gide eriyor?

Bunun sorumlusu kim?
Erdoğan, "Her şeyden ben sorumluyum" demişti. Ekonomiden de ben sorumluyum diye bas bas bağırmıştı meydanlarda da gerçekten ekonominin dümeninde o mu var, yoksa damat mı?
Damat Berat Albayrak

Ekonomi bozuk olduğu halde neden hala çözüm üretilemiyor, bakalım Reisin, başarısız damadı Berat Albyark'ı görevden almaya gönlü el verecek mi?

Hani Sn Erdoğan ile Trump bir araya geldiği iki ülke heyetinin fotoğrafı yansımıştı kamuoyuna ve
Amerikan heyetinde not tutanlar, Erdoğan'ın ekibinde ise öylece oturanların karesi
yansımıştı. Sonra tepkiler artınca, Ak Parti  twitter hesabından bir fotoğraf daha paylaşıldı ve meğer bizimkiler de not defterlerini ve kalemlerini yanlarında getirmişler ama sonra çıkarmışlar. E peki sormazlar mı; arkadaş siz medyaya servis ettiğiniz fotoğraflarda bu durumlara neden dikkat etmezsiniz? Madem bu fotoğraf vardı da neden etkisiz ve sizi basiretsiz gösteren kareleri yayınlarsınız?

Tabi bu durumda gazeteci İsmail saymaz da neden ikinci fotoğrafın
paylaşılmadığını sordu twitter hesabından. Ben de soruyorum neden?

Geçen haftanın en çok tartışılan konularından biriydi Bülent Arınç'ın Cumhurbaşkanlığı İstişare Kurulu üyeliği için aldığı 18 Bin TL maaş. Bunlar için "edepsiz" demişti ya Sn Arınç, Son gelen haberlere göre yeni görevinden alacağı ekstra maaşın yarısını KHK mağduru ailelerine bağışlayacakmış.
Ee, nasıl olacak o iş? 150 bin KHK'lı mağdur aile varmış, 15 binin yarısı 7 bin 500, 150 bine bölünce aile başına ne kadar düşüyor biliyor musunuz?

50 kuruş...
Bozdur bozdur harca. Ne dersiniz, Bülent Arınç da milletle "billur"
geçiyor olabilir mi?

Ekonomi profesörü Özgür Demirtaş ülkemizde yaşanan
sorunları 4 maddede özetleyen bir twit attı kendi hesabından.

Özgür hoca siyasilerin yaptıkları yanlışları şöyle sıralıyor:

1) Yapılmaması gerekenleri yapmak,
2) Yapılması gerekenleri yapmamak,
3) Sonuç felaket olunca, suçu başkalarına atmak,
4) ilk adıma geri dönüp tekrar tekrar
saçmalığa devam etmek...

Ne dersiniz, Özgür hoca sonuna kadar
haklı değil mi?

Geçen hafta ünlü şair küçük İskender’i kaybettik.
Usta şaire, ben de bir şiirle veda ediyorum...

Adının #Küçükİskender olduğuna bakmayın,
cüceler ülkesinde #büyükİSKENDER'di o,
çok büyük,
o kadar büyük ki,
o kadar olur...
Öyleyse doldur be meyhaneci,
son bir kadeh daha içelim,
içinde sevgi olsun,
bir kaç satır hasret,
belki son yudumu vuslat,
son nefesi veda...





Pazartesi, Temmuz 01, 2019

Japonlar Reis Görsün(!)


Yıllardır kendime hep şu soruyu yöneltirim; ülkemiz neden bu halde, suçlusu kim?
Öğretmenler kızmasın ama bence bu ülkenin bu halde olmasının bir numaralı sorumlusu öğretmenlerdir.
Özellikle de ilkokul öğretmenleri.
Çünkü bugünün yetişkinleri onların elinden geçti. Bugün onlar adam olamadıysalar, memlekete millete değil de sadece kendilerini düşünen bencil fertler olduysalar, öğretmenler ve kendilerine dayatılan müfredatın dışına çıkamayan öğretmenlerdir.
Bugün parlamentoya, TBMM’ye gidin ve bir bakın, ülkenin başına oturan ya da oturttuğumuz bu insanlar uzaydan gelmediğini anlayacaksınız. Bunlar başka bir ülkeden tepeden inme buraya düşmedi. Bizim insanımız bunlar, bizim okullarımızda yetişti, bizim mahallelerimizde top oynadı, apartmanlarımızın dışında ip atladı gecekondularımızdan geçti, bizim üniversitelerimizden mezun oldu. Camilerimizde namaz kıldı, kuran kurslarında, dershanelerinde eğitim gördü…
Peki ne oldu da bu insanalar siyasete girince ruhları, karakterleri şahsiyetleri bozuldu?
Neden, Danimarka başbakanı Lars Lökke Rasmussen kirlenmiyor, ülkesine 4 yıl başbakan olarak hizmet ettikten sonra sırt çantasını alıp çekip gidebiliyor..
Bizimkiler koltuğa oturduktan sonra neden gitmesini bilmiyorlar? 
Koskoca Japon imparatoru Akihito’nun, ülkesini ziyaret eden Sn Cumhurbaşkanı Ak Parti genel başkanı Erdoğan ve eşi Emine hanımı ağırladığı makam odasını gördünüz mü?
Peki ya bizimkinin makam odasını bir düşünün!
Japon imparatoru bu kadar aptal ya da çok fakir mi, mütevazi bir makam odasında konuklarını ağarlarken, bizimkiler şatafat ve lüks içinde israfın dibine vuruyorlar!
Merak ettim Japon imparatorunun eşinin 50 bin dolarlık çantası var mıymış?
Türkiye ve Japonya; bir düşünün bakalım, hangisi dünyaya kendi teknolojisini üretip satıyor, hangisi dünyanın üçü büyük ekonomisinden birine sahip, biz mi, onlar mı?
Japon imparatorundan bile daha şatafatlı bir saraya sahip olan bizim Sn Cumhurbaşkanı Erdoğan, memleketin başka meselesi yokmuş gibi aylardır İstanbul'u muhalefet partilerine vermemek için her yolu denedi.
Bir sürü uydurma, inandırıcı olmayan rapor ve gerekçelerle, seçimi yeniletti ve bu sefer büyük bir farkla, yine kaybetti.
Bunu da hazmedemeyip seçilen başkanları rahat bırakmamak, rahat çalıştırmamak için yasalar çıkarmanın hesabını yapıyorlar.
Bakın, muhalefete geçen belediye başkanlarını rahat hizmet etmelerini engellemek için yapıyorlar bunu.
O zaman ben de şunu sorarım, 25 yıl önce siz İstanbul'a belediye başkan seçildikten sonra, Erdoğan’ın hizmet etmesini engelleyen oldu mu? Aynı engellemeler ona da yapıldı mı?
Bugün, seçilen başkanları neden rahat bırakmıyor Erdoğan? Onların hizmet edecek olması neden rahatsız ediyor?
Ve HDP…
Biliyorsunuz, son yerel seçimlerde kesin ve net bir tavır koyarak Millet İttifakı’nın adayı İmamoğlu'nu destekleyerek, önemli ölçüde seçimin kaderini belirledi.
Fakat HDP'nin tiwtter hesabından yapılan bir paylaşım ve açıklama HDP'nin maksadı konusunda milletin kafasını karıştırdı. Cumhuriyet kurulduktan sonra, şeriatla yönetilecek bir Kürt devleti kurma amacıyla isyan başlatan Şeyh Sait'in 94. ölüm yıldönümünü saygıyla andıklarını duyurdu.
Bi dakka, Şeyh Sait dediğiniz zat, laik cumhuriyete karşı gerici isyan başlatan ve bu nedenle istiklal mahkemelerinde yargılanıp asılarak idam edilen bir hain değil miydi? Bunun Kürt olması bu haine sahip çıkmanızı gerektirir mi?
Bu ne iki yüzlülüktür, bu ne kaypak bir siyasettir; APO'nın hain olduğu tescillenmiş bir gerçekken, onun mektubunu yok sayıp barış ve kardeşlikten söz eden Selahattin Demirtaş’ın izinden gitmişken Şeyh Said'i anmak HDP'nin çelişkisini göstermiyor mu?
Yıllardır Kürt dostlarıma sorarım; "Bir TC vatandaşı olarak bu ülkede Kürtlerle birlikte yaşamak benim için sorun teşkil etmiyor.  Benim için ülkenin adının Türkiye ya da Kürdiye olup olmamasının da önemi yok. Bu ülke dağıyla, deniziyle, bayrağıyla, yer altı ve yer üstü zenginlikleriyle hepimizin. Peki bizimle birlikte yaşamak sizin için sorun teşkil ediyor olabilir mi, bizimle birlikte bu ülkede yaşamak istiyor musunuz, istemiyor musunuz? İstiyorsanız, kader ortaklığımızı bilerek, ülke için çalışmaya çabalamaya devam edelim, yok hayır istemiyorsanız..."
Bu soruyu yönelttiğim sokaktaki sıradan Kürt kardeşlerimden hiçbirinin bu coğrafyayı terk etme, bölünme, ayırılma talebi ya da arzusu olmadığını gördüm.
Kürt halkının böyle bir talebi olmadığı halde; PKK güdümünden, etkisinden kurtulamayan HDP'nin maksadı ne, ne yapmak istiyor?
Sorarım size bu memleket bizim hepimizin değil mi?
Bu memleket sadece Türklerin ya da Kürtlerin değil, bu coğrafyada yaşayan tüm halkların…

Ne diyor Cahit Sıtkı Tarancı;

Memleket isterim
Gök mavi, dal yeşil, tarla sarı olsun;
Kuşların çiçeklerin diyarı olsun.
Memleket isterim
Ne başta dert, ne gönülde hasret olsun;
Kardeş kavgasına bir nihayet olsun.
Memleket isterim
Ne zengin fakir, ne sen ben farkı olsun;
Kış günü herkesin evi barkı olsun.
Memleket isterim
Yaşamak, sevmek gibi gönülden olsun;
Olursa bir şikayet ölümden olsun.