Çarşamba, Ekim 31, 2018

Rezil olmak bedava…

Galatasaray ile berabere kaldıktan sonra demiştim ki, “Marifet Galatasary’ı yenip yenmemek ya da puan almak deil, her takıma karşı, Galatasaray’a ile oynuyormuş gibi oynamak” demiştim.
Alanyasopr’a karşı, özellikle ilk yarı arzulu ve istekli oynamış ve bulduğu iki golle rakibini yenmeyi başarmıştı.
Fakat dün akşam, kahrolası Ziraat Türkiye Kupası maçında aynı Bursaspor 3. Lig takımı Trabzon 1461 ile oynadı ve rakibine – yenilerek elendi. Hem de Bursa’da, hem de Timsah Arena’da…
Rakibi küçümsemek mi dersin, kendini dev aynasında görmek mi dersin, basiretsizlik mi, gaflet mi, ne derseniz deyin; sonuç hüsranla karışık rezillik.
Bursaspor gibi bir takım Ziraat Türkiye Kupası’na adım attığı gün elenip tarihine kara bir çentik atıyor.
3. Lig takımı Trabzon 1461, Trabzonspor’un pilot takımı ve tamamen genç ve yerli oyunculardan kurulu. Bursaspor ise yarısı yabancı, yarsı pili bitmiş ya bitirilmiş yerli oyuncularla oluşmuş toplama bir takım görünümünde rezaleti yaşattı.
Suçlu kim?
Bence bir numaralı suçlu Samet Aybaba…
Belli ki rakibi o da küçümsemiş.
Eğer ciddiye alsaydı savunma kurgusunu bozmaz, ne idüğü belirsiz Arjantinli kazma Vergini’yi oynatmazdı.
Faturayı sadece Vergini’ye kesmek ayıp olur, zira takımı kurgulayan, sahaya süren Samet Aybaba…
Skoru garantiye alıp oynamak varken, böyle bir riski almak intihar falan değil düpe düz ahmaklık.
Böyle maçlar daima sürprizlere gebedir.
Bundan birkaç yıl önce Hamza Hamzaoğlu takımın başındayken Bursa’da Diyarbakır Ametsopr’a benzer bir sonuçla yenilerek elendiğini unutmadık, belli ki Samet hoca o rezillikten haberdar değilmiş!
Bursaspor kupada yok, hem de daha elemelerde havlu attı, kime karşı; tamamen yerli ve gençlerden kurulu bir pilot takıma.
E bu takım bu pazar deplasmana gidecek. Üstelik pilot takımına yenildiği Trabzonspor ile oynayacak.
Pilot takımını yenemediği bir kentin ana takımı karşısında şansı olabilir mi?
Madem rakibi ciddiye almadın, madem rakip üçüncü lig ve genç bir takım o zaman sahaya tamamen yerli ve gençlerden oluşan bir kadro ile çıkaydı ya, hiç olmazsa gençlerle yenildik der, tesellin olurdu.
Şimdi ise vasat yabancılara döktüğün yüz binlerce dolara avroya mı yanarsın yoksa, rezil olmaya mı?
Başlığa “rezil olmak bedava” dedim ama aslında bedava falan değil çok pahalıya patladı, hem rezil oldu hem de kupadan elendi…
Şimdi git ve pazar günü Trabzonspor’u deplasmanda yen de görelim, kaçan kupa mı değerli, yoksa ligde orta sıralarda vasat takım olmak mı?  

@SuatOktySnck

Cuma, Ekim 26, 2018

Kazanmak güzel şey…

 Galatasaray’a karşı deplasmanda kaçan galibiyet ya da alının bir puandan sonra açıkçası oynanacak ilk maç beni ürkütüyordu…
Her ne kadar rakibimiz ligin vasat takımlarından Alanyaspor olsa da puan sıralamasında bizim üstümüzdeydi ve kaybedilecek bir puan bile bizi riskli bölgeye yuvarlayabilirdi…
Çünkü, İstanbul takımlarına karşı Anadolu takımlarının aldıkları galibiyetlerden sonra tökezledikleri istatistiklerle kanıtlanmış bir gerçek.
İşte bu nedenle Alanyasopr’a karşı da Galatasaray’la oynuyormuş gibi oynamamız ve kazanmamız gerekiyordu.
Maça etkili başlayan, tıpkı Türk Telekom’da Galatasaray’a karşı olduğu gibi rakibe alan daraltan, atak fırsatı veremeyen bir takım izledik ilk yarı boyunca…
İlk 45 dakikada 7 pozisyon bulan, rakibe cılız da olsa tek fırsat şansı tanıyan, 5’e sıfır şut isabetiyle oynayan, 56 % - 44 % topla oynama oranıyla 2-0’lık üstünlük yakaladı. Sahanın yıldızı ise tartışmasız Latovlevici’ydi… Rumen futbolcu bir gol bir asist ile 2-0’lık skorun mimarı oldu.
Galatasaray’da oynarken savunmanın sol tarafında görev yapan ve çok eleştirilen ve bu nedenle de sarı kırmızılı kulüple yolları ayrılan Lasmin Latovlevici Bursa’ya geldiğinde de Samet Aybaba sol bekte oynattı. Ancak Alanya maçında Orta sahanın sol kanadında, zaman zaman sol açık gibi sahada yer alırken Türkiye’ye geldiğinden bu yana en iyi performansını sergiledi.
İlk yarı skor 3, hatta dört bile olabilirdi ama gerek Tunay, gerekse Stancu’nın biraz beceriksiz, biraz da bencillikten kaynaklanan tercihlerden dolayı soyunma odasına 2-0 önde gidildi.
Bu arada ilk yarıda değinmeden geçilecek bir pozisyon daha var; Barış, anlamsız ve gereksiz şekilde Ertuğrul ile yaşadığı tartışma…
Her ne olursa olsun saha içerisinde hiç hoş olmayan bu tartışmada, kesinlikle Barış’ın kulağı çekilmeli…
Ertuğrul ondan genç olabilir ama takımın kaptanına karşı böyle bir tepki, Barış’ı asla haklı çıkarmaz. Kaptanlık yaşla ya da kariyerle ölçülemez. Sahada Bursaspor’un kaptanı demek, takımın en önde yürüyen ismi demek.
Bu güzel galibiyete gölge düşüren tek çirkinlik Barış’ın tavrıydı…
İkinci yarıda da üstün oynayan ve rakibe şans tanımayan taraf Bursaspor’du.
Yine kolay harcanan pozisyonlar vardı.
Her ne kadar ikinci yarı topla oynama oranları 50% - %50 olsa da kontrol Bursaspor’daydı.
Rakibe yine cılız iki pozisyon verilirken, bizim etkili 3 pozisyonumuz vardı.
Alanya hiç şut atamazken, Bursaspor skoru koruma güdüsüyle ikinci yarı sadece tek şu atabildi.
Hızlı hücumlarla pozisyon bulmayı düşünen Samet Aybaba, ikinci yarı oyuna Allano ile Fırkan’ı aldı ama bu çok işe yaramadı.
İlk 45 dakika Latovlevici ve Aytaç’ın attığı iki golle 3 puan aldık ve haftayı galibiyetle kapadık.
Ligin başından beri oynadığımız etkili futbolun tam karşılığını ilk defa aldık.
Evet kazanmak çok güzel…
Ama kazanmaktan çok istikrar ve kazanma alışkanlığı edinmek daha önemli.
Samet Aybaba’ya karşı her ne kadar ön yargılı olsam da, takımdaki olumlu değişimin mimarının o olduğunun da farkındayım.
Eleştirdiğimiz gibi alkışlamayı, hakkını vermeyi de bilmek gerek, o nedenle önce Samet hocayı, sonra da futbolcuları bu güzel galibiyet ve özellikle de ilk yarıda ki heyecan verici futbol için kutluyor, devamının diğer maçlarda da gelmesini diliyorum…

@SuatOktySnck

Pazar, Ekim 21, 2018

Türk müsün, doğru mu, çalışkan mı?


Çocukluğumuzda, her sabah okullarda haykırdık…
 “Türküm, doğruyum, çalışkanım…”
Ne zamandan beri? 
1932’de dönemin Milli Eğitim Bakanı Reşit Galip kaleme almış: 'Öğrenci Andı' 76 yıl okullarda ders başlamadan önce okutuldu.
Dile kolay tam 76 yıl… 
Tarih’e dikkat çekerim; 1932…
Atatürk’ün vefatından altı yıl önce…
"Ulu Önder bu işe ne dedi, neden böyle bir şeye ihtiyaç duydu?" diye düşünmeden edemiyorum.
O dönem için belki haklı bir tarafı olabilir.
Yeni kurulmuş bir ülke, ümmet toplumundan, millet toplumuna geçişi hızlandırmak istenmiş olabilir de...
Ya bugün?
Bugünden bakınca, yapılmak istenenin anlamsızlığı ortaya çıkıyor!
Belli ki bir bilinç oluşturmak istenmiş.
Kime?
Halka?
Kim bu halk ya da millet?
Türk milleti?
Türklerin çocuklarına “Türküm” dedirtmek, Türk olduklarını anımsatmanın ehemmiyeti ne ola ki?
Ha, maksat Anadolu’da yaşayan diğer unsurların bilinçaltlarına “Türklük” aşılamaksa, buna ne demeli?
Yalancı mı ki Türkler, “doğru” olduklarından endişeleri mi vardı ki “doğruyum” dedirttiler…
Tembel miydi Türkler, “çalışkanım” diye çocuklara belletmeyi düşündüler?
Küçükleri korumayan, büyükleri saymayan, yurdunu sevmeyen bir millet olabilir mi?
“Varlığım, Türk varlığına armağan olsun” ne demek?
Çanakkale’de, Yemen’de, Kurtuluş savaşı sırasında her cephede varlığını feda etmedi mi atalarımız?
Bence andımızın her satırı halka güvensizlik, millete saygısızlık içeriyor.
Türkiye Cumhuriyeti’nde sadece Türkler yokken, varlığın Türk varlığına armağan edilmesini nasıl açıklamak gerek?
Anayasamızın 66. maddesi "Türkiye Cumhuriyeti devletine vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türktür" diyor.
Mustafa Kemal Atatürk de "Türkiye Cumhuriyeti'ni kuran Türk halkına Türk Milleti denir"demiş.
O zaman aynı şeyi tersten soralım: ülkenin Adı Kürdiye olsaydı ve biri çıkıp "ne mutlu Kürdüm diyene, varlığım Kürt varlığına armağan olsun, diye and içirseydi, "Kürdiye Cumhuriyeti devletine vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Kürttür" denseydi, tepkiniz ne olurdu?
Türksünüz ve her sabah “ne mutlu Lazım, Gürcüyüm, Çerkezim, Boşnakım, Arnavutum diyene, varlığım (…...) varlığına armağan olsun”, diye and içmek zorunda bırakılsaydınız…
Biraz empati…
76 yıl bu ülkede çocuklar “Andımız”ı okuyarak büyüdü?
Peki neden bu toplum (Türkler) doğru değil, çalışkan hiç değil, neden yoğurttan başka bir icadımız yok?
Kim engelledi?
Neden yaşlılarımıza saygısızız, küçüklerimizi tacizden tecavüzden, kadınlarımızı şiddetten koruyamaz olduk, çocuk yaşta çalışmaya mahkum ettik?
Andımızın tüm anlamlı(!) sözlerini ezberlememize rağmen, neden hiç işe yaramadı?
Bizi kim engelledi, başarılı olmamızı kim istemedi?
Almanya 2. Dünya savaşında yerle bir olmuştu.
Yıl 1945’ti…
Türkiye savaşa girmemişti…
Yerle bir olan Almanya 15 yılda başka ülkelerden işçi davet etme kararı aldı…
Almanya'ya Türkiye'den ilk işçiler 31 Ekim 1961’te gitmeye başladı…
Yani savaştan 16 yıl sonra.
Gelin hep birlikte basit bir kıyaslama yapalım.
Ak Parti 2002’de ülkenin başına geçti.
Evet ekonomi kötüydü ülkede ama Almanya gibi yıkılmamıştı. Genç insan gücünü kaybetmemişti…
16 yıl sonra 2018’de Türkiye’nin geldiği duruma bakın hele…
Almanlar yıkılan bir ülkeden ne hale gelmiş!
Andımızı okuyarak büyüyen neslin yönettiği Türkiye ne halde!
Sıfır teknoloji…
Sıfır hayvancılık ve tarım…
Sıfır ekonomik kalkınma…
Süper güç haline gelen Almanya Şansölyesi Merkel’in makamına bakın, bir de çökmüş ekonomiye sahip Türkiye Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın sarayına!
Kurtuluş savaşından çıktığımız halde on yılda kurduğumuz fabrikaların tamamının satıldığını da eklememe bilmem gerek var mı?
And içsen ne olur içmesen ne!
Elde sadece kendini Türk zanneden bir millet var…
Ne doğru, ne çalışkan, ne saygılı, ne de ezileni, mazlumu koruyan kimse kalmış ortada?
İnsan bile olmayı becerememiş bir topluma sığ ve basit bir milliyetçilik aşılar, bayrak sevmekle, milli marş ezberlemekle kalkınılamayacağını, çağdaş olunamayacağını öğretemedikten sonra, değil her sabah, günde beş defa bile andımızı okutsanız beyhude…
İçi eğitimle doldurulamamış bir and 96 yıl sonunda size çürümüş bir ahlak, çökmüş bir ekonomi, hacılar, hocalar tarafından beyni yıkanmış kandırılmış bir toplum bırakır.
İnanmıyorsanız, çıkın dışarıya bakın;
1945’te yıkılan Almanya 16 yıl sonunda Türkiye’den işçi alacak hale gelirken, Ak Parti Türkiye’si 16 yıl sonunda Suriyeli cenneti oldu.

O zaman haydi hep birlikte haykıralım; 
Türküm, doğruyum, çalışkanım. 
İlkem; küçüklerimi korumak, büyüklerimi saymak, yurdumu, milletimi özümden çok sevmektir. 
Ülküm; yükselmek, ileri gitmektir. 
Ey büyük Atatürk! 
Açtığın yolda, gösterdiğin hedefe, hiç durmadan yürüyeceğime and içerim. 
Varlığım, Türk varlığına armağan olsun. 
Ne mutlu Türküm diyene!

Mutlu musunuz?

NOT: Örnek alınan ülke ABD… Onlarda da var benzer bir uygulama…  Amerikalı öğrenciler 1892'den beri; “Herkes için özgürlük, adalet ve tek bir millet olmayı sağlayan cumhuriyeti temsil eden ABD bayrağına, sadakat ile bağlı kalacağıma tanrının huzurunda yemin ederim” diye and içiyordu. Günümüzde ise 4 eyalet dışında 46 eyalette öğrenciler bu andı her sabah okumaya devam ediyor.



Cuma, Ekim 19, 2018

Bu hangi Bursaspor’du?


İstanbul deplasmanında Bursaspor, Galatasaray’a karşı oynuyor…
Rakip lig lideri…
Geçen yılın şampiyonu…
Biz ise geçen yıl son anda kurtulmuşuz ve bu yıl da işler istediğimiz gibi gitmiyor.
Kâğıt üzerinde Bursaspor’un güçlü rakibi karşısında şansı yok gibi görünüyor.
Maç başlıyor ve şans bu ya; rakibin bir savunma ve iki de orta saha oyuncusu ilk yarı sakatlanarak çıkıyor.
Rakibin taktik düzeni altüst oluyor.
Neyse, ilk 45 dakika rakibe alan daraltarak fırsat da, pozisyon da vermeyen bir Bursaspor izledik. Golü ilk yarıda da bulabilirdik. Chedjou’nun kafa vuruşunu son anda Mariano çizgiden çıkarmasa soyunma odasına önde bile girebilirdik.
Olmadı. Devre golsüz tamamlandı…
Aynı tempoda ve aynı etkide oynarsak, golü bulmamız işten bile değil ikinci yarı.
Karşımızda savruk, kontrolsüz ve organize olamayan bir Galatasaray var.
Bunda beklenmedik oyuncu değişikliklerinin yanı sıra bizim iyi oynamamızın da katkısı büyük.
Galatasaray’ın oyununu bozduk. Orta sahayı kalabalık tuttuk, rakibin top çıkarmasına baskıyla karşılık verdik. Samet Aybaba’nın taktiği işe yaradı. Nitekim hızlı bir hücum sonrası Lima ile yakaladığımız pozisyonda penaltıyı, ardından da Aytaç’la golü bulup 1-0 öne geçtik.
İstanbul’da Galatasaray’a karşı 1-0 önde oynamak kolay değil ve kazanmak için tek bir golün yetmeyeceği de aşikardı.
Bir gol daha bulabilirdik, pozisyonlar da yakaladık ama olmadı. E atamazsan, sahasında oynayan Galatasaray’a karşı kaybetmemen gerek.
Ev sahibi takım Eren ile eşitliği sağladı.
1-1’den sonra bile kazanmaya oynayan bir Bursaspor görmek memnuniyet vericiydi. Kazanamıyorsan kaybetmemek de önemli ama benim merak ettiğim başka bir şey var:
Bu izlediğimiz hangi Bursaspor?
Sivas’tan fark yiyen Bursaspor mu, Ankaragücü’ne karşı zar zor kazanan Bursaspor mu?
Yoksa İstanbul takımlarına karşı oynamanın motivasyonuyla mücadele etmenin ekstra enerjisiyle tüm hünerlerini ve kapasitesinin üstünde performans sergileyen Bursaspor mu?
Galatasaray’a karşı sergilenen oyun, verilen mücadele umut verici.
Ya bu çaba sadece İstanbul takımlarına karşıysa, bundan sonra ki haftalarda yine aynı senaryoyu mu izleyecez?
Beşiktaş’a karşı da iyi oynayıp bir puan almıştık ama sonraki haftalarda ne olduğunu söylememe gerek var mı?
Ben sadece Galatasaray’a, Beşiktaş’a ya da Fenerbahçe’ye karşı iyi oynayan bir takım görmek istemiyorum. Bugün Galatasaray’ı yenseydik, bir hafta sonra yenildikten sonra alınan üç ya da tek puanın ne kıymeti harbiyesi kalır ki?
Bir puan iyidir…
Ve elbet, üçü alt yapı, toplam yedi yerli oyuncuyla oynamanın paha biçilemez olduğunun altını çizmek isterim.
Bu güzel futbol ve mücadeleyi taçlandırmanın tek yolu, aynı performansı bundan sonraki haftalarda, diğer rakiplere karşı da sergilemekten geçer.
Yoksa Galatasaray’ı yensen ne olur, yenmesen ne…
Çünkü hala diplerdeyiz ve bu takım puan sıralamasının dibinde olmayı hak etmiyor. Hele ki Galatasaray’a karşı potansiyelini gördükten sonra…

@SuatOktySnck

Pazartesi, Ekim 15, 2018

Reis’e haksızlık etmeyelim(!)


-Komşu komşu, huuuu!
-Oğlun geldi mi?
-Geldi geldi…
-Ne getirdi?
-Ohoo neler neler…
-Kime kime?
-Sana, bana…
-Başka kime?
-Papaz’a…
-Papaz nerde?
-Dağa kaçtı...
-Dağ nerde?
-Amerika’da…
-Amerika nerde?
-Anasının dininde…
-Anasının dini nerede?
-Pensilvanya’da…
-Ee Pensilvanya papazı nerede?
-Yandııı bittiiii kül olduuuu(!)
İşte şimdi kafamız karıştı! E hani “Al papazı ver papazı”ydı? “Bu fakir bu görevde olduğu sürece, o teröristi alamazsınız” demişti Reis! Ya ne oldu?
Ne olduğunu, ABD başkanı Tramp’ın Brunson'ın ABD’ye ulaşmasından sonra yaptığı açıklamalardan anlıyoruz.
Ne diyor Mr prezident Tramp efendi?
"Yardımları için Cumhurbaşkanı Erdoğan'a teşekkür etmek istiyorum"
Ne için?
Yardımları için.
Ne yardımı? Sn Erdoğan ne yaptı ki?
Neden bağımsız Türk adaletine değil de, Sn Erdoğan’a teşekkür etmek istiyor?
Bi dakka, bi dakka!
Papaz’ı bağımsız Türk adaleti mi bıraktı, hiçbir etki ve baskı altında kalmadan, yoksa…
Yoksa Sn Erdoğan’ın ricası ile mi?
“Bu fakir bu görevde olduğu sürece, o teröristi alamazsınız” diye haykıran biri, kalkıp tükürdüğünü yalamayacağına göre.
Kim bıraktı abi Papaz’ı?
Hay allah ya, elbette bak nasıl da düşünemedim; hay elime eşek arısı soksun, tüh bana, yuh bana(!)
Reis “o teröristi alamazsınız” diyor, “o Papaz’ı alamazsınız” demiyor ki…
Hem “Al Papazı, ver Papaz’ı” derken Papaz Kaçtı iskambil oyunundan söz ediyor, yav ne kötü niyetliyiz biz be…
Ayem sörriy ne sörry, çok pardon yani…
Neyse, biz tekrar fıkramıza dönelim:
Komşu komşu, huuu…
Oğlun geldi mi?
Geldi…
Ne getirdi?
Babayı…

@SuatOktySnck

Perşembe, Ekim 04, 2018

Üç Kağıtçı mı, Kanlı Düğün mü?


Kafanız karışmasın, bu ikisi birer tiyatro oyunu…
Çünkü Bursa’da tiyatro sezonu iki şahane oyunla başladı!
Önce AVP Devlet Tiyatrosu’nun iddialı yapımı "Üç Kağıtçı"yı galasında izledik.
Orhan Kemal’in aynı adlı romanından, Ersan Uysal tiyatroya uyarlamış. Oyunu, Bursa AVP için Burak Karaman sahneye koydu. İki perdelik kara komedi aslında…
Gülmek isteyene gülecek çok şey var oyunda, ders çıkarmak isteyene de çarpıcı mizansenler var!
Orhan Kemal romanı 1969’da yazmış ama anlattığı öyküde, 1950’li yıllarda Türkiye'de yapılan genel seçimler öncesi yaşananlardan kesitler sunuyor…
Reji başarılı, canlı müzikler, şarkılar, sade ve abartısız dekor ve elbette oyunculuklar, başta Volkan Çetinkaya, Derya Gümral, Cansu Yılmaz, Nergiz Acar, Cenk Turan ve diğer tüm ekip tek kelimeyle döktürüyor…
Dediğim gibi oyun, gülmek isteyene kahkaha, anlamak isteyene de (özellikle ikinci perdede) bolca sorgulama şansı tanıyor.
Türkiye de 1950 yıllarda yaşananlar ile günümüzde olanları kıyaslama fırsatı.
Ne değişti, ne değişmedi, ülke kaç adım ileri kaç adım geri gitti, gidiyor, hepsi AVP’de sahnelenen yılın en çarpıcı oyunu Üç Kağıtçı’da…
Ülkemizin geçtiği bu sıkıntılı, stresli, gergin, huzursuz ortamında, Devlet Tiyatroları’nın repertuvarından bulup da bu cesur oyunu Bursalılara izletme imkânı yaratanları yürekten alkışlıyorum!
***
Tiyatro sezonunun ikinci gala oyunu Nilüfer Belediyesi Kent Tiyatrosu’nda sahnelenen “Kanlı Düğün”dü…
İspanyol şair ve oyun yazarı, aynı zamanda ressam, piyanist ve besteci Federico García Lorca’nın oyunu Kanlı Düğün…
İspanya İç Savaşı'nın başlangıcında 38 yaşında iken faşistler tarafından kurşuna dizilerek öldürülen Lorca’nın Kanlı Düğünü’nde bizim geleneklerimize yakın bir konusu var. Kan davası ve birbirine düşman iki ailenin çocuklarının karşılıksız aşkı ve ihaneti!
Turan Oflazoğlu’nun dilimize çevirdiği oyunun yönetmeni Barış Erdenk. Rejide de ustalığını konuşturan Erdenk’in tamamen genç oyunculardan kurulu ekibinin performansı alkışa değer…
Özellikle danslar, ışık ve dekor tasarımı izleyenlere dramatik öykü ile birlikte görsel bir şov da izleme şansı sunuyor.
Tek perdelik ve yaklaşık bir buçuk saat süren oyunun danslarında Sibel Erdenk, müziklerde Serdar Emin Kurutçu, ışık ve dekorda ise Cem Yılmazer imzası var…
Devlet Tiyatrosu ve Nilüfer Belediyesi Kent Tiyatrosu’ndan gelen iki iddialı oyundan sonra gözler BŞ Belediyesi Şehir Tiyatrosu’na çevrilmiş durumda. 20 Ekim’de perdelerini, Altuğ Görgü’nün yönettiği ‘Fermanlı Deli Hazretleri’ oyunuyla açmaya hazırlanırken, Genel Sanat Yönetmeni Ertan Akman emekli olduktan sonra yerine gelen Seçkin Kaymaz ile birlikte yeni bir yapılanmaya gitmiş durumda.
Özellikle Alinur Aktaş’ın Bursa’ya Belediye Başkanı olarak atanmasıyla sanata olan yaklaşımın olumlu yönde ilerlediği Büyük Şehir Belediyesi’nde, bu durumun Şehir Tiyatrosu’na nasıl yansıyacağı merakla bekleniyor!




Pazartesi, Ekim 01, 2018

Bursaspor’u bu taraftarlardan kurtarın!


Taraf olmak nedir, taraftar olmak nedir?
Taraf ve taraftar olmak ait olmaktır, kişinin kendini kendine yakın olan tarafta hissetmesi ve onunla bütünleşmesidir!
Parti taraftarı, takım taraftarı veya ünlü bir sanatçı taraftarı ya da hayranı olma durumu…
Bursaspor, tarihinin zor dönemlerinden birini daha geçirmek üzere…
Peki Bursaspor nedir, kimdir?
Bir spor, futbol kulübüdür ve Bursa şehrinin takımıdır. Tıpkı Trabzonspor’un Trabzon, Antalyaspor’un Antalya, Diyarbakırspor’un Diyarbakır şehrinin takımları olması gibi. Bir Diyarbakırlı Diyarbakır’da değil de Bursa’da doğsaydı Bursasporlu olma ihtimali yüksek olurdu.
İstisnalar yok mu?
Olmaz mı?
Bursalı olup da başka şehir takımını tutan veya Bursalı olmayıp da Bursasporlu olan yok mu?
Saymakla bitmez…
Nasıl ki başka şehirde doğmuş birinin Bursasporlu olmasını normal karşılayıp sevinebiliyorsak, bir Bursalı’nın başka takımı tutmasını da normal karşılayıp saygı göstermek zorundayız.
Buna mecburuz. Kimse kimseyi, ya da bir takımı zorla destekletmeye hakkı yok!
Hepimiz aynı ülkenin insanı olduğumuza göre, bu düşmanlık nedir, niye?
Bursaspor taraftarı ne yapmak nereye varmak istemektedir?
Bursa’da oynanan Beşiktaş maçında, rakip taraftar yokken, maç sırasında sahaya yabancı madde yağdırarak, kulübüne ceza aldırmak nasıl bir mantıktır, nasıl bir Bursasporlu olma sevdasıdır?
Ruh hastası mı bu taraftarlar? İnsan sevdiğine zarar verir mi?
Aslında Sivas maçını ve alınan yenilgiyi yazacaktım ama Bursasporlu taraftarların karıştığı son olay, Bursaspor yenilgisinin öneminin olmadığını, yarın öbürgün oynanacak bir diğer maçla telafi edilebileceğini anımsattı bana.
Lakin taraftarımızın sebep olduğu utanç, yazımın konusunu da değiştirtti bana.
Bursaspor taraftarı (elbette hepsi değil) artık hem kente hem de takımına zarar vermeye başladı ve bir an önce dezenfekte(!) edilmesi gereken bir raddeye ulaştı.
Evet; bugüne kadar Bursa’da hiç ölümlü futbol taraftarı saldırısı olmadı; evet Bursaspor taraftarı İstanbullu taraftarlar gibi birbirlerini kesmiyor, iyi de önlem almak için ille de birilerinin ölmesi mi gerekiyor! İlle kan mı akmalı?
Deplasman dönüşlerinde market talan etmek, benzin istasyonlarını yağmalamak, başka takım taraftarlarına saldırmak adamlık mı?
Sivas deplasmanından geliyorsun ve konuyla alakası olmayan, sırf üstünde BJK forması var diye birilerine saldırıyorsun!
Bu mudur insanlık, bu mudur delikanlılık!
Allahtan aralarında adam gibi Bursalılar varmış ta, ruh hastası, sözüm ona Bursasporlu, üstünde Bursaspor forması giymiş teröristlerden kurtarmış saldırıya uğrayan Beşiktaş taraftarını!
Peki ne oldu?
Bursa ve Bursaspor, birkaç futbol teröristi yüzünden İstanbul medyasının ağzında sakız oldu? Rezil oldu…
O BJK taraftarı kimdi, neydi, ne günahı vardı?
Eğer o saldırıda ölüm olsaydı mutlu mu olacaktı taraftar bozuntuları? Cinayet işlenseydi, bir çocuk babasız kalsaydı, bir kadın dul bırakılsaydı, Bursasporlu olduğunu iddia eden o şerefsizler şampiyon mu ilan edilecekti?
Hangi zafer, hangi galibiyet, hangi kupa insan hayatından daha değerlidir?
Evet, soru bu:
İnsan hayatından daha değerli ne olabilir bu hayatta?
Bir Bursa ve Bursaspor sevdalısı olarak soruyorum; eğer daha fazla zarar vereceksiniz, sevmeyin kardeşim Bursaspor’u da Bursa’yı da, zira sizin yaptığınızı düşman bile yapmaz, yeter artık verdiğiniz zarar. Gidin başka yerlerde akıtın salyalarınızı, Bursa siz olmadan daha güzel, bu takımın galibiyetlerini de şampiyonluğunu da hak etmiyorsunuz!