Pazar, Temmuz 22, 2018

Atatürk’e hakaret edeni asalım(!)


Kara çarşaf giymiş genç bir kadın, adı Safiye İnci…
Anıtkabir’e gidip bir video çekiyor ve maksadını aşan bir üslupla Atatürk’ü sevmediğini belirtip hakaret ediyor ve birileri bunu sosyal medyada paylaşıyor…
Ardından ortalık karışıyor; yani ortalık dediğim aslında sosyal medya; Safiye İnci’ye linç kampanyası başlıyor.
#SafiyeinciTutuklansın diye tag açılıyor twitterda ve altına yüzbinlerce hakaret içeren nefret ve kin dolu mesaj; Safiye İnci suçluyken bir anda mazlum duruma itiliyor; neymiş, birileri Recep Tayyip Erdoğan’a hakaret ettiği iddiasıyla içeri tıkıldıysa Safiye bacımıza da aynı muamele yapılmalıymış!
Bakın, Erdoğan’a en ufak eleştirinin hakaret kabul edilip de “içeri tıkılanlar neden içeride?” diye soran yok, ama intikam alma hevesinde olan çok!
Ve nihayet bundan etkilenen savcılık soruşturma açıyor, harekete geçen emniyet güçleri Safiye İnci kızımızı enseleyip kodese tıkıyor!
Nasıl, mutlu olduk mu, rahatladık mı? Safiye bacımız içeri tıkıldı diye gece rahat uyur muyuz artık? Kana kan, dişe diş intikam…
"100 bizden tutuklandıysa eh bir kişi de onlardan tutuklanmış ne var ki bunda?" diyenleri duyar gibiyim...
Ama esas göz ardı edilen başka bir nokta var; bugüne kadar birçok kişi Atatürk’e annesine, silah arkadaşlarına sayısız hakaretler ve iftiralar atmıştı ama nedense hiçbir savcı kılını kıpırdatmayı aklına getirmemişti.
Peki ne oldu da Safiye İnci için bu kadar hızlı hareket etti dersiniz?
Ne anlı şanlı(!) tarihçiler, hukukçular, siyasetçi ve gazeteciler, tv ekranlarına çıkıp arsızca Atatürk’e ağız alınmayacak küfürler savurmuşlardı da polisimiz, savcımız ne hikmetse o zaman onlara herhangi bir işlem yapmayı akıl edememişti.
Oysa Atatürk’e hakaret etmek o zaman da suçtu, şimdi de suç.
Safiye İnci’nin arkasında kimse yok diye mi bu muamele, yoksa hepsi bir mizansen mi? Önceki tutuklamaları olağanlaştırmak için yapılan göstermelik bir tutuklama olabilir mi? "Bakın Atatürk'e hakaret edeni de tutukladık" demek için yapılmış adi bir işlem mi Safiye İnci'ye yapılan? Çünkü sebepsiz yere gözaltına alınıp da içeri atılanlara faydası yok bu tutuklamanın!
Safiye İnci tutuklandı diye Enis Berberoğlu’nun, Eren Erdem’in, ODTÜ’lü gençlerin ve diğer yüzlerce suçsuz ve gerekçesiz hapiste olanların sevindiklerini sanmıyorum.
Peki o zaman nedir bu toplumsal histeri?
Nedir bu rövanşist ve intikam dolu, kin ve nefret söylemleri?
Toplumun nasıl karpuz gibi ikiye bölündüğünün, kimsenin kimseye tahammülü kalmadığının en acı göstergelerinden biridir Safiye İnci olayı!
Nasıl bir oyuna alet edildiklerini farkına varamamaları ne acı...
Komşunun komşuya, arkadaşın arkadaşa, kardeşin kardeşe, babanın oğula tahammül edemediği, fikirlerine saygı göstermediği bir toplum çürümeye, çürüme belirtileri göstermiş bir toplum da çökmeye mahkumdur!
Kimse Safiye İnci’ye kızmasın, Safiye gibilerine Atatürk’ü anlatamadığımız için önce kendimize kızalım, sonra da şunu soralım; “Yıllarca Atatürkçülük adı altında Atatürk’ü anlatmak yerine putlaştıranların hiç mi suçu yok?”

Cuma, Temmuz 13, 2018

Muharrem İnce’ye mi inanalım, Levent Gültekin’e mi?


Levent Gültekin’in Medyascope.tv’de yaptığı konuşmayı diniyorum, bir taksici ile yaşadığı ansını anlatı. Taksicinin, Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde tercihini Erdoğan’dan yana kullandığını, Muharrem İnce’yi kastederek, “Çakma Erdoğan’a niye oy vereyim ki?” demiş Gültekin’e.
Levent Gültekin’in bu tepkiye alaycı bir gülücük savurduğunu, anıyı anlatırken verdiği tepkiden anlayabiliyorum.
Anladığımız kadarıyla seçmen, Meral Akşener’i Fetöcü iftirasıyla, Temel Karamollaoğlu’nu CHP ile iş birliği yaptığı için, Muharrem İnce’yi de, (o taksi şoförünün yaptığı gibi) Erdoğan’ı taklit ettiğini düşündüğü için sevmemiş ve istemeye istemeye gidip yine Erdoğan’ı tercih etmiş.
Bakar mısınız algıya?
Sn Erdoğan, (Levent Gültekin’in tabiriyle) kötünün iyisi ve alternatifsiz olduğu için halk tarafından tercih ediliyor…
Peki bu gerçek mi yoksa, böyle bir algı mı yaratılıyor?
Böyle bir algı oluştuysa buna kim zemin hazırladı dersiniz?
Levent Gültekin babamın oğlu değil. Seçim öncesi yazdıklarını, Cumhurbaşkanı adayı olduğunda verdiği mücadelesini destekleyenlerden biri de bendim. Yazılarımı takip edenler bilir; özellikle sol cenah tarafından acımasızca eleştirilirken “Vurun kahpe Levent Gültekin'e(!)” başlıklı 8 Aralık 2016’da bir yazı kaleme almıştım.
Gerçekten de yazdıklarını samimi ve cesur buluyordum Levent’in. Açıkçası, “bu cesareti nereden, nasıl ve kimden alıyor?” diye de sormuyor değildim ama, yine de muhalif düşüncedeki vatandaşların duygularına tercüman dolduğu için fikirlerine değer verip saygıyla karşılıyordum.
24 Haziran seçimlerinden sonra da kendisini izlemeye ve dinlemeye devam ettim ama artık samimiyetini sorgulamaya başladım ve iktidarı eleştirirken kimden cesaret aldığını ve kime güvendiğini anladım.
Dedim ya, ne Levent babamın oğlu, ne de Muharrem İnce, Recep Tayyip Erdoğan hiç değil…
Ben burada bir durum değerlendirmesi ile saptama yapıyorum, samimiyetleri sorguluyorum.
Ruşen Çakır’ın sahibi olduğu, YouTube kanalı Medyascope.tv’de Levent Gültekin’in Muharrem İnce hakkında iddialarını dikkatle izledim.
Gültekin, Ankara’da edindiği kulis ve özel bilgilere göre, 24 Haziran gecesi Muharrem İnce’nin ortadan kaybolma gerekçesini, çok emin kaynaklara dayandırarak, “Muharrem bey, seçim bitiminden itibaren alkol almaya başlıyor. Saat 11’e kadar tahmin ediyorum ki biraz fazla alıyor. O saatten itibaren televizyon karşısına çıkamayacak duruma geliyor. Ve eve kapatıyorlar” şeklinde tane tane anlattı.
Bunu duyunca şok oldum. İnanmak istemedim. Levent Gültekin o kadar kendinden emin konuştu ki, inanmamak elde değil!
Eğer gerçekten bu iddia doğru ise “Muharrem İnce’nin siyasi hayatı bitti” dedim kendi kendime. “Bu saatten sonra değil bir partiye genel başkan, ülkeye Cumhurbaşkanı, mahalleye muhtar, amatör spor kulübüne başkan bile olamaz, olmamalı…”
Ve eğer bu bilgi iktidar partisinin ve elbette Sn Erdoğan’ın elinde varsa, İnce’yi lime lime edecek, insan içine çıkamaz hale getirecektir, diye düşündüm.
Peki Sn Erdoğan bu konudan haberdar değil midir sizce, eğer biliyorsa bu fırsatı kaçırır mıydı?
Hemen, İnce’nin kampanyasını yakından takip eden samimiyetine ve dürüstlüğüne inandığım CHP Milletvekili bir arkadaşımı aradım ve işin aslını sordum:
“İnce o gece gerçekten konuşma yapamayacak kadar sarhoş mu oldu?”
Muharrem İnce’yi iki aylık seçim kampanyası boyunca yakinen takip ettiğini ve bir kere bile içtiğine ya da sarhoş olduğuna tanıklık etmediğine, o gece içki içmiş olmasının da mümkün olamayacağını söyledi değerli dostum.  
Zaten Muharrem İnce de, Habertürk TV’de Didem Arslan’ın sunduğu Türkiye’nin Nabzı programında bu soruya, 24 Haziran gecesi bulunduğu ortamı anlatarak yanıt verdi:
“O gece etrafımda eşim, kardeşlerim, torunlarım, vekiller, ekip arkadaşlarım. Vardı böyle bir şey olması mümkün mü? Ellerimizde telefonlar sürekli diğer seçim bölgelerinden bilgi almaya çalışıyorduk” dedi.
İtham çok ağır, Levent Gültekin eğer bu iddiasını kanıtlayamazsa, çok büyük bir vebalin altına girmiş demektir.
Çünkü bu iftiraya girer…
Bu bilgiyi her kim verdiyse Levent’e belli ki çok güvendiği biri olmalı; ya da o geceyle ilgili elinde somut (görüntü gibi) kanıtlar bulunmalı.
Fakat Levent Gültekin, olayı (bir videodan) gözleriyle görmüş gibi değil, başkasından duymuş gibi aktardı ki, işte bu samimiyetini sorgulamama neden oluyor.
Onun gibi biri çok emin olmadığı bir konuda böylesine vebal gerektiren bir olayı, “kendinden çok emin” bir üslupla anlatması ciddi bir zaafiyet ortaya çıkarıyor.
Başta anlattığı taksici anısı ve daha önce İnce’ye yönelik vurguları, önyargı gafletinin içinde olduğu izlenimi yaratıyor.
Bir daha anımsatıyorum; ne İnce ne de Gültekin babamın oğlu; kaldı ki, değil kardeşim, babam olsa bile ortada bir yanlış varsa, samimiyetsizlik sezersem, kimsenin gözünün yaşına bakmam.
Levent’in samimiyetini sorguluyorum artık. İddiasını kanıtlamak zorunda. Eğer gerçekse Muharrem İnce’nin siyasi hayatı bitmeli…
Yok eğer kanıtlayamazsa, belli ki birilerinin ve muhtemelen İnce karşıtı CHP’lilerin oyununa gelmiş…
24 Haziran gecesi sızmadıysa ki, bana da inandırıcı gelmiyor o iddia, büyük bir olasılıkla etrafında bulunan CHP’lilerin yönlendirmesi, seçimi kaybetmenin çöküntüsü ile konuşmayarak çok stratejik ve büyük bir hata yaptı Muharrem İnce.
Ne yapıp edip bir-iki kelime konuşmalıydı. Engin Altay’ı değil Yaşar Tüzün’ü dinlemeliydi…
Çünkü bu saatten sonra sarsılan imajını tekrar toparlaması kolay olmayacak.
Çünkü ona inan ve umutlanan seçmeni hala sorguluyor ve kafası çok karışık.
Çünkü İnce’nin sadece karşı tarafta değil, kendi teşkilatında da düşmanı çok.
Diğer partilere oy veren seçmen Selahattin Demirtaş’ı ziyaret ettiği için ona kızıyor.
Kendi seçmeni ise Erdoğan’ı tebrik etmesini hazmedemiyor.
Sevsek de sevmesek de, kızsak da, çatlasak da patlasak da Erdoğan seçimi kazandı. Erdoğan bizim düşmanımız değil; gerçi kendisini eleştiren herkesi düşmanlaştırsa da, ben kimsenin düşmanı değilim… Burada Muharrem İnce ile aynı düşünüyorum. Her ne kadar İnce’nin kazanması halinde Erdoğan’ın onu tebrik etme olasılığı olmasa da rakibi kutlamak etik olarak doğru bir hareket.
Gazeteciler de ayrı bir alem; Levent Gültekin’in söyledikleri ortada; e Yılmaz Özdil, İnce’ye resmen savaş açmış durumda. Ruşen Çakır gibi sosyalistler ise seçim mitinglerinde, Cuma namazından, anasının, bacısının türbanlı olmasından, Allah’tan namazdan niyazdan da söz etmesinden gıcık kapmış görünüyor ama Türkiye halkının %70’nin muhafazakar olduğunu, Muharrem İnce’nin onların dilinden konuşabildiğini unutuyorlar!
İnce bu halka kendini dinletmeyi başardı.
Çok zorlu bir seçim kampanyasından istediğini alamayarak çıksa da geniş kitlelere ulaştı.
Amma ve lakin, CHP başta olmak üzere, kendilerine ulusalcı diyen kesimin ve sol cenahın bu tutumu olduğu sürece değil Muharrem İnce, Mustafa Kemal Atatürk dirilip gelse hiçbir şey değişmeyecek!
Evet, sağcısına, solcusuna, muhafazakarına, milliyetçisine; İnce bu güruha çok kalın geldi(!) anlaşıldı…

NOT: Yazıya son noktayı koymuştum ki, Twitter'da Levent Gültekin'in şu paylaşımını gördüm, "başka söze gerek yok!" diyor ve aynen aktarıyorum: 





Çarşamba, Temmuz 04, 2018

Gelelim Muharrem İnce’nin zararlarına…


Fasulyenin hep faydalarından konuşulur da kimse zararlarını anlatmaz, çünkü fasulye nimettir, lezzettir, (bana göre) milli yemektir de…
Bi de kendini fasulyeden nimet zannetme durumu vardır, kültürümüzde.
Kendini bir şey zannedersin ama halk seni iplemez, dediklerine bakmaz, nezdinde bir karşılığın yoktur ve sen tepinip durur, doğruları söylesen de kimse dönüp bakmaz, hatta seni gören hemen gözlerini yumar, kulaklarını tıkar!
Muharrem İnce bu algıyı yıktı, yerle yeksan etti, 50 günlük miting macerasında, sağcısı solcusu, milliyetçisi, muhafazakarı, “ne diyor bu adam?” diye merakla ve heyecanla, gözlerini dört, kulaklarını beş açarak dinledi…
Peki neden Cumhurbaşkanı seçilemedi ya da neden seçimi ikinci tura taşıyamadı İnce?
Bir çok nedeni var ve bence en önemli neden şu: İnce kazanama ihtimali binde bir olan bir seçime girdi. Medyasını, polisini, ordusunu ve bürokratını kontrol eden, bunlar yetmiyormuş gibi seçimi OHAL koşullarında yapan bir rakibe karşı, değil ince Hz peygamber dirilip gelse yine de şansı olmazdı.
Ama bu asla mazeret olamamalı, olamaz da…
Eğer bunu mazeret olarak koyarsa, kim olursa olsun; o zaman da şöyle sorarlar adama; “şartların böyle olduğunu biliyordum ağabeycim, girmeyeydin seçime, seni zorla mı ittiler aday ol diye?”
Kafamda deli sorular, beynimi durur durur tırmalar:
O zaman İnce kaybedeceğini bile bile neden aday oldu, neden seçime girdi?
Seçim gecesi neden iki kelime konuşmadı da onca spekülasyonların ortaya çıkmasına, milleti şizofren edecek boyuta getirerek komplo teorilerin üretilmesine zemin hazırladı?
Bence Muharrem İnce’nin en büyük ve af edilmeyecek hatası bu oldu.
Oysa seçim öncesi söylemleriyle Muharrem İnce kuruyan umutlara, 16 yıldır kaybedenlerin çoraklaşmış hayallerine su serpti, yeşertti…
24 Haziran gecesi konuşmayarak ona umut bağlayanların travma yaşamalarına neden oldu.
Gerçi ertesi gün basın toplantısında az da olsa bunu telafi etti ama o gece çıkıp konuşmamasının gerçek nedenini henüz sağlıklı bir şekilde açıklayabilmiş değil.
O gece, ortalık karşımasına, herkes İnce’nin neden konuşmadığını merak etmesine rağmen, sessizliğin gerekçesini hala merak ediyor herkes!
Bundan ziyade beni rahatsız eden durum, CHP’nin içinde ki anti İnce’cilerin başlarını gizlendikleri deliklerden çıkarmaya başlaması oldu.
Ya İnce o gece yaşadığı şokun etkisini atlatamadı, o nedenle ertesi güne bıraktı açıklama yapmayı, ya da etrafında ki insanların yanlış yönlendirmesiyle stratejisini belirleyemedi.
İnce bir balon muydu?
O balon patladı mı?
Yoksa İnce’yi bu duruma düşürmeye çalışanlar mı vardı etrafında, anlaşılmış değil.
Ben Muharrem İnce’nin başından beri seçimi kazanamayacağını bildiğini düşünüyorum. Bu adaylık sürecini de kendisini ispatlama, parti içerisinde ki konumunu güçlendirme girişimi olarak görüyorum.
Tıpkı başında söylendiği gibi, Kılıçdaroğlu da Muharrem İnce’nin başarılı olamayacağını bildiği halde mecburiyetten aday gösterdi, amacı başından savmaktı, kurtulmak istedi. Lakin işler hiç de Kemal beyin planlandığı gibi gitmedi ve İnce başta Kılıçdaroğlu olmak üzere birçoklarını şaşırtarak halkın umudu haline geldi.
Şimdi CHP seçmeni ikiye, hatta üç ve hatta dörde bölündü; İnce’yi sevenler, İnce’den nefret edenler, İnce’ye tapanlar, İnce’nin ne yapmak istediğini anlayamayanlar!
Oysa tüm bu olumsuz durumu düzeltebilecek bir kişi vardı, o da Kemal Kılıçdaroğlu’ydu…
Defalarca yazdım, bir daha anımsatıyorum.
"8 seçim kaybetmiş bir siyasetçi neden istifa etmez, daha ne bekler?" diye sorup da yanıtını alamayınca, Muharrem İnce'nin yanlışlarını sorgulayamıyorum nedense...
Kemal Kılıçdaroğlu, kimsenin bir şey demesine gerek kalmadan, kaybettiği 3. seçimden sonra kenara çekilmeliydi. Bunu yapmadı ve yapmaya da niyeti olmadığı anlaşıldı.  8 seçim kaybettiği halde gidebilme erdemini gösterememiş birine karşı ne yapılması gerekiyorsa onu yapıyor Muharrem İnce.
Başarılı olur mu olamaz mı, bunu zaman gösterir, denemeden, görmeden öğrenemeyiz. CHP seçmeninin önünde şu an, bu coğrafyada geçerli olabilecek özelliklere haiz, halkta karşılığı olan, halkın dilinden anlayan lider tipi Muharrem İnce duruyor. Önlerinde ki tek seçenek o. Çünkü diğer adayların ne yazık ki halk nezdinde bir hükmü görünmüyor. Kemal Kılıçdaroğlu'nun yapabileceği en iyi şey, hem kendisi, hem partisi, hem de ülke için; istifa etmek…
Ve bence onursal başkanlık çok değerli bir teklif. Zira bundan sonra olabilecekler Kemal beyin arkasına teneke bağlanmasına kadar varabilir, ki bu hiç hoş olmaz. Fakat gitmesini bilmeyenlerin akıbeti ne yazık ki böyle olacak gibi görünüyor!
Muharrem İnce için de en büyük tehlike seçmenleri arasında, onu tek kurtarıcı olarak görüp mitleştirmeye çalışanlar. Yarın öbürgün şartlar değişip de başkan seçildiğinde o kitle “İnce’ye dokunmak ibadettir” durumuna gelirse şaşırmamak lazım!  
Muharrem İnce babamın oğlu değil; Erdoğan da değil, Kılıçdaroğlu da…
Sadece soruyorum; Süleyman Soylu’nun maksadını aşan açıklamalarına Sn Erdoğan neden sessiz kalır?
Kemal Kılıçdaroğlu partisinin ve kendisinin düştüğü durumdan hoşnut mu ki, hala istifa etmez?
Seçmeninin, hem partisi hem de kendisinden nefret etme derecesine geldiğini nasıl anlamaz?
Hangi birini yazayım, Yılmaz Özdil’in İnce’ye savaş açmasına mı, Türkiye Gazetesi Yazarı Fuat Uğur’un İnce hakkında efsaneler uydurmasına mı, Can Ataklı’nın, Levent Gültekin’in, Ruşen Çakır’ın kime ve neye hizmet ettiği belirsiz yorum, yayın ve tepkilerini mi?
Hadi Levent Gültekin’i Abdullah Gül ısrarı dışında anlayabiliyorum, ama diğerlerinin maksadı ne?
Vatandaş sadece bakıyor ve anlam vermeye çalışıyor; CHP’de neler oluyor?
Çünkü durum, hizmetçi uşağa, uşak aşçıya, aşçı bahçıvana sonra hepsi bahçıvana, durumu…