Çarşamba, Temmuz 20, 2016

Bu iş bir vaizin işi olabilir mi?

-Vaiz?
-Evet, vaiz, Muhammed Fethullah Gülen, 27 Nisan 1941 yılında Erzurum'un Pasinler ilçesi Korucuk köyünde doğumuş. tr.wikipedia.org’ta yer alan bilgilere göre daha 4 yaşındayken kuran öğrenmeye başlamış.  İlkokulu dışarıdan tamamlamış, ortaokul mezunu olduğu iddia edilen, gençlik yıllarında kominizim ile mücadele eden derneklerde yöneticilik yapmış, hiç evlenmemiş, ürkütücü derecede karanlık gözlü, sözde bir din görevlisi, vaiz, imam…
Bir vaiz, nasıl olur da uluslararası bir örgüt kurup, bir ülkenin ve insanlarının kaderiyle oynayabilecek düzeye gelebilir?
Bunu tek başına yapabilir mi?
Yapabilir diyelim; peki neden?
Ne için?
Nasıl olur da, 40-50 yıllık planlar kurabilir ilkokul ya da ortaokul mezunu bir din görevlisi?
Yapabilir de, bu plan bir ülkeyi top yekûn ele geçirebilecek şekilde planlanıp tasarlanabilir mi?
Gencecik beyinleri, daha ilkokul ya da ortaokul çağlarında, ekonomik  ve dini zaaflarından, fakirliklerinden yararlanıp onları ele geçirip kontrolü altına alacak, beyinlerini yıkayacak, ruhlarını zehirleyerek devletin en kritik noktalarına girmeleri için akla hayale gelmeyen hileler, üçkâğıtlarla yükselmelerini sağlayacak ve sonuçta ülkeyi kargaşaya sürüklemeleri için, onları yıllarca sinsi bir şekilde gizlenmelerini öğretecek ve zamanı gelince de uyandırıp kaosu başlatacak!
Ve bu karanlık idealleri için, gözlerini kırpamadan masum, silahsız halka kurşun sıkacak, bomba yağdıracak, en azılı terör örgütünden farksız davranıp insanlık onurunu ayaklar altına alırcasına kan akıtacak…
Niye?
Bir vaiz, imam ya da bir asker bunu neden yapmak ister?
Karşında düşman varsa evet de, ya kendi halkına?
Bu insanlar nasıl bir hipnozun altında ki...
Koca koca, yaşlı başlı generaller, paşalar vatanına değil de bir vaize biat ediyorlarsa.. Bu iş bir vaizin işi olabilir mi gerçekten? 
İşte ben bunu anlayamıyor, merak ediyor ve soruyorum; nasıl bir egodur bu, nasıl bir ruh hali?
Değil bir ülkeyi, dünyayı versek ve desek ki, “al, yerkürenin tamamı senin, istediğini yap” desek, mutlu olacak mı?
15 temmuzu 16 temmuza bağlayan akşam ve gecesinde olanlar, Türkiye Cumhuriyeti tarihinin en karanlık, en trajik en kabus dolu saatlerini yaşattılar ülkeye…
Yıllardır iddia edilen, bununla ilgili savcılar tutanaklar hazırlayıp ilgili makamlara sunan, birçok gazeteci ve yazar sayısızca makaleler, kitaplar kaleme alıp, haykırmasına, uyarmasına rağmen, sadece lafta kalan, “cemaat, orduya, yargıya ve emniyete sızdı” sözlerinin gerçekliği işte o kanlı ve karanlık cumayı cumartesiye bağlayan gece ortaya çıktı!
Bu gerçek beni hiç şaşırtmadı, çünkü cemaat ve dolayısıyla Fethullah Gülen denen ve aslında bir kukla olduğunu düşündüğüm, arkasında farklı bir yapılanmanın bulunduğunu tahmin ettiğim vaizin gerçek yüzü ve niyeti kanıtlanmış oldu.
Acım çok büyük, yüreğim çok derin yanıyor…
Çünkü bunları defalarca uyarmış, söylemiş ve yazmıştık…
Şu noktadan sonra tekrar da olsa şunu sormak gerek:
Neden önlem alınmadı, neden sızmalara göz yumuldu?
Gülen Cemaati’nin bu düzeye gelmesine kimler yardım ve yataklık etti?
Cemaate, “Ne istediniz de vermedik?” diyen liderin, bugün ülkenin düştüğü bu durumdan hiç m, suçu, günahı yok?
Ülkeyi 14 yıldır yöneten siyasi partinin ve liderinin bunun hesabını vermesi gerekmiyor mu?
Ortada ciddi bir zaaf var; ülkenin geldiği noktada kimsenin kimseye güveni kalmadı. Ordunun, emniyet teşkilatının, yargının neredeyse tamamı çöktü, Türkiye Cumhuriyeti bitme aşamasında…
Tüm bu olanlara rağmen ayakta kalan tek insan Recep Tayyip Erdoğan… 
Cuma gecesi televizyonlara cepten 4,5G aracılığı ile yaptığı açıklama ve halkı sokağa çıkma çağrısında ve ardından basın toplantısındaki rahatlığı, damadının sırıtan, gevşek tavırlarına hala anlam verebilmiş değilim! 
Erdoğan artık sadece bir Cumhurbaşkanı ya da siyasi bir partinin doğal lideri değil, ülkenin tek tanrısı gibidir…
Tek bir sözüyle tüm seçmenlerini yollara dökmeyi başardı ve beş gecedir, yandaşları meydanlarda, sözüm ona demokrasiye sahip çıkıyorlar da, sadece kendilerinden olanlara hayat hakkı tanıyorlar.
Evet, yaşanan bu trajik olayı protesto etme hakları var, hepimizin var… Lakin 200 kusur cenaze ortada varken... Yüreği kan ağlayan analar, babalar var, mazlumların kanı yerde, yas tutmak gerekirken, havai fişeklerle, kornalarla, “ya allah bismlillah allahu ekber” nidalarıyla şov yapmak, meydanlarda toplanan kalabalıklara belediye başkanların ve vekillerin kendi partilerinin propagandasını yapması hangi vicdana, hangi izana sığar?
Ordu içine sızmış cemaat güdümlü bir darbe girşiminin açtığı yara çok derin, sarılır mı yara, yoksa kangren mi olur, kısa zamanda göreceğimizi düşünüyorum.
Ancak bir gerçek var ki, geleceğimiz kan karanlık…
Mustafa Kemal Atatürk ve silah arkadaşlarının kurup bize emanet ettiği Türkiye Cumhuriyeti ağır yaralı...
Hepimiz bu emanete hıyanet ettik, sadece onlar değil, sen, ben, hepimiz…
Bu iş, Erzurumlu bir vaizin işi olabilecek kadar basit ve küçük bir hareket olmadığı ortada. Belli ki, Atatürk’ün emperyalistlerle savaşarak kurucu önderlik ettiği bu ülkeden birileri intikamını almak için, içimizdeki kanı bozuklarla iş birliği içindeymiş…
Ve belli ki, bunun için kullanılan en güçlü ve hastalıklı argüman din imiş.
Allah sonumuzu hayretsin!

Cumartesi, Temmuz 09, 2016

Trafik polisi keyfi ceza keser mi?

Trafik polisleri ne için var?
Ya da şöyle sorayım; “Trafik polislerinin görevi nedir? Ne iş yapar?”
Ben de bu soruyu hemen google amcaya sordum ve o da bana
Wikipedia’dan, trafik polisi ve görevleri hakkında ayrıntılı bilgiler önerdi sağ olsun.
tr.wikipedia.org adresi de 8 maddelik bir görev listesi gösterdi bana.
İşte Trafik polislerinin başlıca ana ve esas görevleri:
1-Trafik akışını sağlamak ve akışın devamlılığı için trafiği yönetmek…
2-Sürücü belgesi kontrolü yapmak ve kurallara uyulup uyulmadığını tespit etmek…
3-Trafik kazanlarında olay yerine gidip ilgili kaza hakkında tutanak tutmak,(Bu görev artık vatandaşların kendisi tarafından yapılmakta olup, Polis sadece yardım etmektedir.)
4-İşlenen trafik suçları için tutanak hazırlamak…
5-Şehirlerarası yollarda hız denetimleri yapmak…
6-İşlenen yaraldaanmalı kazalarda yaralanan kişilerin yakınlarına haber vermek…
7-Sürücü ve taşıtların bilgilerini tutup arşivlemek ve eldeki verileri değerlendirmek…
8-Kaza sonrasında sigorta şirketleri bilgilendirmek ve tespit tutanaklarını göndermek…

Bu görev tanımlamaları arasında “Trafik polisleri keyfine göre ceza kesebilir!” diye bir madde var mı?
Yani, canı sıkılan bir trafik polisi gıcık olduğu ya da inatlaştığı bir vatandaşa, ceza uydurabilir mi?
“Uyduramaz” demeyin, burası Türkiye, burada polisler sadece polis değil, aynı zamanda bir vatandaş düşmanı da olabilir…
 Nasıl mı?
İşte şöyle:
Tarih 3 Temmuz pazar akşamı, saat 19:00 civarı… Yer Yalova Yolu Özdilek kavşağı
Bursa’nın yerel televizyonlarında çalışan tanınmış bir haber spikeri, yakınlarıyla birlikte, yine Bursa’nın tanınmış köftecilerinden birinde yemek yedikten sonra, tam Özdilek kavşağını geçtikten sonra trafik polisi tarafından durduruluyor ve sol şeridi ihlal ettiği gerekçesiyle 199 TL para cezasına çarptırılıyor.
(Tutanağı büyük görmek için üstüne tıklayın)
Bunun öncesinde ise trafik polisinin uyarısıyla aracını sağa çekip, durumu anlamaya çalışan ve ne için durdurulduğunu anlamayan genç sürücü, gerekçeyi öğrendiğinde ise “böyle saçma bir  ceza mı olur?” diye itiraz edince de, polis memurları, 211052 sicil numaralı Ramazan Sevim ile 321777 sicil numaralı E. Ayaş, araçtakilerin (kemerleri takılı olduğu halde) “E madem 199 TL çok geldi, o zaman size kemer takmamaktan 97 TL keseyim” diyerek, aklı sıra ceza indirimi yapmaya çalışmış ve ehliyet-ruhsat istemiş...
Bunun üzerine daha da sinirlenen haber spikeri, “Ehliyet ruhsat vermiyorum, ne yapacaksan yap” diyerek tepkisini koymuş ama 199 TL cezayı yemekten de kurtulamamış…

Yıllardır, halk arasında konuşulan "Trafik polislerinin doldurmakla yükümlü oldukları bir ceza kesme kotası vardır. O kotayı doldurmak için sürücülere keyfi cezalar keserler" efsanesinin gerçek olduğunu da böylelikle öğrenmiş bulunmaktayız. 

Aynı zamanda bu olay, ülkemizdeki trafik polislerinin işlerini gerektiği gibi yapmadıklarının, amaçlarının trafiği düzenlemek, trafik güvenliği sağlamak olmadığının da kanıtıdır! Trafikte güvenliği sağlamakla yükümlü olan bu memur arkadaşlar, belli ki canları sıkılmış ve “sürücü avına” çıkmışlar, gözlerine kestirdiklerini de akılları sıra cezalandırmaya çalışmışlar!

Bir yanda trafik canavarına dönmüş eğitimsiz sürücüler, diğer yanda da vatandaşı yolunacak kaz gibi gören trafik polisleri. Oysa ülkemizin ciddi bir trafik terörü sorunu var. Ama belli ki memur arkadaşlarımızın derdi başkaymış…
Bu insanların asal görevleri halkına, milletine yani vatandaşına hizmet etmek değil mi esas? 
Şimdi sorarım size, bu polis memurları üstlerine vazife olmayan böylesi bir uygulama yetkisini, kimden ve nasıl buluyor, bu cesareti nereden alıyor?
Kendi kafalarından mı?
Başlarındaki müdürlerinden mi, yoksa…
Yoksa ne?
Kim?
Neden?
Nasıl?
Burası ne biçim bir ülkedir böyle, ne polisi gerçek bir polis gibi, ne siyasetçisi siyasetçi, ne bürokratı bürokrat, ne de vatandaşı vatandaş.

Çürümüşlük tepeden tırnağa, kimse kimseye güvenmiyor, inanmıyor ve sevmiyor…
Yoksa gerçekte de çöküşe az mı kaldı?  

Çöktük de farkında mı değiliz!