Salı, Mart 16, 2021

Yıllarca "Ne Mutlu Türküm Diyene" diye haykırdık ama mutlu olamadık!

Gündemde her sorunumuzu hallettik, ekonomi şahane, teknolojide dünya birincisiyiz, aya gidecez, sonra da mars gidiyoruz ya, biz neyi tartışıyoruz. Andımızı… Andımız artık tarih oldu, sonra Atatürk’ün kabartması cumhurbaşkanlığı nişanından kaldırıldı, Atatürksüz bir nişan hazırlandı…

Soru şu, AKP iktidarının, ve elbette Erdoğan’ın Atatürk ile Cumhuriyet ile sorunu mu var?

Tüm bu olanlardan anlaşılıyor ki, evet, sorunu var…

Tabelalardan TC’nin kaldırılmak istenmesi, Statlardan, hava alanlarından Atatürk adının silinmesi hemen her şey, bu iddiayı güçlendiriyor.

Peki bunu neden birden değil de yavaş yavaş yapıyor…

Mesela Atatürk bir çok devrimi bir çırpıda yapmıştı, Erdoğan karşı devrimi, ki bu tüm yaşanılanların Atatürk’ün ilerici devrimlerine karşı yapılan karşı bir devrim olarak  niteliyor ki, açıkçası ben de böyle olduğunu düşünüyorum!

O zaman akla şu soru geliyor: Erdoğan korkak mı, Atatürk gibi cesur değil mi? Neyden korkuyor da böyle davranıyor?

Çünkü halkın büyük bir bölümünde olan Atatürk sevgisinden ve doğacak tepkiden çekiniyor. 

Kurbağa deneyi gibi , yavaş yavaş suyu ısıtarak, bazı uygulamaları yapıyor tepki gelince de geri adım atıyor.

Taa ki en en en güçlü hale gelene kadar!

“Diyeceksiniz ki, “daha ne kadar güçlenecek?”

Evet şu anda da .çok güçlü ama bunun daha kudretli hali var… 2023’te ki seçimlerden sonra çıkacak sonuç, hem Erdoğan’ın hem de Türkiye’nin kaderini belirleyecek.

Ya Türkiye kazanacak ya Erdoğan!

Erdoğan kazanırsa, çok ama çok güçlenmiş bir Erdoğan gerçek anlamda bir DİKTATÖR haline gelecek, onun önünde kimse duramayacak, istediği her şeyi yapabilecek. Türkiye'yi eyaletlere bölmekten tutun da, Öcalan’ın ev hapsine bırakılması, Kürdistan’ın kurulması, muhaliflerin tek tek yok edilmesi, siyasi partilerin  kapatılması…

Aklınıza gelebilecek, bir dikta rejimde ne olabilirse onlar yaşanacak…

Peki ya Erdoğan kaybederse?

En iyi ihtimalle, Erdoğan çekilecek, çekilmeyip, İstanbul seçimlerinde yaşananlar gibi bir şey olursa, işte o zaman olacakları düşünmek bile istemiyorum!

Neyse, tekrar andımız konunsa geleyim, 2018’de bu konu gündeme geldiğinde, Bursaport.com sitesinde  “Türk müsün, doğru mu, çalışkan mı?” başlıklı bir yazı kalem kalmışım, o yazıyı güncelleyerek anımsatmak istiyorum, 

Şöyle demişim o yazıda; 

Çocukluğumuzda, her sabah okullarda haykırdık...

"Türküm, doğruyum, çalışkanım..."

Ne zamandan beri?

1932'de dönemin Milli Eğitim Bakanı Reşit Galip kaleme almış. 'Öğrenci Andı' 79 yıl okullarda ders başlamadan önce okutuldu.

Dile kolay tam 79 yıl... 

Atatürk'ün vefatından altı yıl önce...

"Ulu Önder bu işe ne dedi, neden böyle bir şeye ihtiyaç duydu?" diye düşünmeden edemiyorum.

O dönem için belki haklı bir tarafı olabilir.

Yeni kurulmuş bir ülke, ümmet toplumundan millet toplumuna geçiş hızlandırılmak istenmiş olabilir de...

Ya bugün?

Bugünden bakınca, yapılmak istenenin anlamsızlığı ortaya çıkıyor.

Belli ki bir bilinç oluşturmak istenmiş.

Kime?

Halka.

Kim bu halk ya da millet?

Türk milleti.

Türklerin çocuklarına "Türküm" dedirtmek, Türk olduklarını anımsatmanın ehemmiyeti ne ola ki?

Yalancı mı ki Türkler, "doğru" olduklarından endişeleri mi vardı ki "doğruyum" dedirttiler...

Tembel miydi Türkler, "çalışkanım" diye çocuklara belletmeyi düşündüler?

Küçükleri korumayan, büyükleri saymayan, yurdunu sevmeyen bir millet olabilir mi?

"Varlığım, Türk varlığına armağan olsun" ne demek?

Çanakkale'de, Yemen'de, Kurtuluş savaşı sırasında her cephede varlığını feda etmedi mi atalarımız?

Bence andımızın her satırı halka güvensizlik, millete saygısızlık içeriyor.

Türkiye Cumhuriyeti'nde sadece Türkler yokken, varlığın Türk varlığına armağan edilmesini nasıl açıklamak gerek?

Anayasamızın 66. maddesi "Türkiye Cumhuriyeti devletine vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türktür" diyor.

Mustafa Kemal Atatürk de "Türkiye Cumhuriyeti'ni kuran Türk halkına Türk Milleti denir" demiş.

O zaman aynı şeyi tersten soralım: Ülkenin Adı Kürdiye olsaydı ve biri çıkıp "ne mutlu Kürdüm diyene, varlığım Kürt varlığına armağan olsun, diye and içirseydi, "Kürdiye Cumhuriyeti devletine vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Kürttür" denseydi, tepkiniz ne olurdu?

Türksünüz ve her sabah "ne mutlu Lazım, Gürcüyüm, Çerkezim, Boşnakım, Arnavutum diyene, varlığım (......) varlığına armağan olsun", diye and içmek zorunda bırakılsaydınız...

Biraz empati...

79 yıl bu ülkede çocuklar "Andımız"ı okuyarak büyüdü?

Peki neden bu toplum (Türkler) doğru değil, çalışkan hiç değil, neden yoğurttan başka bir icadımız yok?

Kim engelledi?

Neden yaşlılarımıza saygısız, küçüklerimizi tacizden tecavüzden, kadınlarımızı şiddetten koruyamaz olduk, çocuk yaşta çalışmaya mahkum ettik?

Andımızın tüm anlamlı(!) sözlerini ezberlememize rağmen, 79 yıldır neden hiç işe yaramadı?

Bizi kim engelledi, başarılı olmamızı kim istemedi?

Almanya 2. Dünya Savaşı'nda yerlebir olmuştu.

Yıl 1945'ti...

Türkiye savaşa girmemişti...

Yerlebir olan Almanya 15 yılda başka ülkelerden işçi davet etme kararı aldı...

Almanya'ya Türkiye'den ilk işçiler 31 Ekim 1961'te gitmeye başladı...

Yani savaştan 16 yıl sonra.

Gelin hep birlikte basit bir kıyaslama yapalım.

Ak Parti 2002'de ülkenin başına geçti.

Evet ekonomi kötüydü, ülke de ama Almanya gibi yıkılmamıştı. Genç insan gücünü kaybetmemişti...

19 yıl sonra 2021'de Türkiye'nin geldiği duruma bakın hele...

Almanlar yıkılan bir ülkeden ne hale gelmiş!

Andımızı okuyarak büyüyen neslin yönettiği Türkiye ne halde!

Sıfır teknoloji...

Sıfır hayvancılık ve tarım...

Sıfır ekonomik kalkınma...

Süper güç haline gelen Almanya Şansölyesi Merkel'in makamına bakın, bir de çökmüş ekonomiye sahip Türkiye Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın sarayına!

Kurtuluş savaşından çıktığımız halde on yılda kurduğumuz fabrikaların tamamının satıldığını da eklememe bilmem gerek var mı?

And içsen ne olur içmesen ne!

Elde sadece kendini Türk zanneden bir millet var...

Ne doğru, ne çalışkan, ne saygılı, ne de ezileni mazlumu koruyan kimse kalmış ortada?

İnsan bile olmayı becerememiş bir topluma sığ ve basit bir milliyetçilik aşılar, bayrak sevmekle, milli marş ezberlemekle kalkınılamayacağını, çağdaş olunamayacağını öğretemedikten sonra, değil her sabah, günde beş defa bile andımızı okutsanız beyhude...

İçi eğitimle doldurulamamış bir and 96 yıl sonunda size çürümüş bir ahlak, çökmüş bir ekonomi, hacılar, hocalar tarafından beyni yıkanmış kandırılmış bir toplum bırakır.

İnanmıyorsanız, çıkın dışarıya bakın;

1945'te yıkılan Almanya 16 yıl sonunda Türkiye'den işçi alırken, Ak Parti Türkiye'si 19 yıl sonunda Suriyeli cenneti oldu.

Evet  ABD’de benzer bir uygulama var! Örnek alınan ülke ABD... Onlarda da var benzer bir uygulama...  Amerikalı öğrenciler 1892'den beri; "Herkes için özgürlük, adalet ve tek bir millet olmayı sağlayan cumhuriyeti temsil eden ABD bayrağına, sadakat ile bağlı kalacağıma tanrının huzurunda yemin ederim" diye and içiyordu. Günümüzde ise 4 eyalet dışında 46 eyalette öğrenciler bu andı her sabah okumaya devam ediyor.

Biz bugün onca sorunumuz derdimiz varken, andımızı tartışıyor ve Erdoğan’ın istediğini yapıyoruz. 

Çünkü Sn Erdoğan santim santim amacına yaklaşıyor. Çağdaş Türkiye Cumhuriyeti’ni yıkıp yerine dine dayalı bir sistem kurmak…

Peki TC’nin yıkılmasını başka kim ister, kimin işine yarar?

O zaman haydi hep birlikte haykıralım; 

Türküm, doğruyum, çalışkanım. 

İlkem; küçüklerimi korumak, büyüklerimi saymak, yurdumu, milletimi özümden çok sevmektir. 

Ülküm; yükselmek, ileri gitmektir. 

Ey büyük Atatürk! 

Açtığın yolda, gösterdiğin hedefe, hiç durmadan yürüyeceğime and içerim. 

Varlığım, Türk varlığına armağan olsun. 

Ne mutlu Türküm diyene!

Mutlu musunuz?

@SuatOktySnck 


YAZIMIN VİDESUNU İZLEMEK İÇİN TIKLAYIN:










Pazartesi, Mart 15, 2021

Ünsal Ünlü Ben Ünsüz(!)

Orhan baba, Orhan Gencebay efsane şarkılarından birinde, "hatasız kul olmaz" diye haykırmıştı... "hatamla sev beni" diye eklemişti...

Ama önemli olan hatayı fark edip, özür dilemek...

Hadi, birini hatasına rağmen sevip sevmemeyi geçtim, özür dileyen kişinin özrünü yok saymak için nasıl bir egoya, kibre sahip olmak veya nasıl bir düşmanlığın yaşanması gerek anlamakta zorluk yaşıyorum.

"Sen Ne Dersin?" YouTube kanalımızın Twitter hesabından bir paylaşım yaparak Ünsal Ünlü'yü eleştirdik...

Daha doğrusu, benim bir hatam yüzünden oğlumun acele edip konuyu paylaşmasıyla yaşandı bu hata!

Biliyorsunuz, gazeteci Levent Gültekin'e saldırı yapıldı.

Ardından da özellikle muhalif kesimden büyük bir tepki geldi Gültekin'e yönelik saldırıya.

Ama bazı gazeteciler, nedense bu durumu görmezden, duymazdan geldi.

Bazı yayınlarında Ünsal Ünlü, Gültekin'i samimi bulmadığını dile getirmişti.

Düzenli izlediğim, dinlediğim gazetecilerin bu konuda tepkilerini merak ettim.

Bu gazeteciler arasında, mesleğini bizim gibi Youtube'dan icra etmeye çalışan Ünsal Ünlü de vardı. Sabah programlarında üst üste iki gün izlediğim Ünlü, özellikle sabah 09.00'da başladığı yayınında Levent Gültekin'e yapılan saldırıdan hiç söz etmedi.

Ünlü, saat 09.00'da yaptığı canlı yayınından yaklaşık bir saat sonra gazeteleri yorumladığı bir başka yayın daha yapıyor.

Bu yayında konu edineceği bazı olaylara geniş şekilde değineceğini de sabah programında anımsatıyor genelde.

Nedense böyle bir anımsatma yapmadı. (ya da ben fark etmedim)

Levent Güntekin'e yapılan saldırıyı yok saydığını düşünerek, oğlum Tarık'la muhabbet ederken laf arasında neden böyle davranmış olabileceğine anlam veremediğimi söyledim.

Tarık benim anlattıklarımdan gaza gelip Twitter'dan Ünsal Ünlü'yü de etiketleyerek kendisine yönelik gereksiz bir eleştiri paylaşmış.

Ünsal Ünlü de haklı olarak buna tepki gösterdi.

Çünkü gazeteleri yorumladığı yayında aslında Levent Gültekin'e yapılan saldırıyı detaylarıyla ele alıp geçmiş olsun dileklerini iletmiş. Yani biz amatörce davranıp, aceleyle atılmış gereksiz bir twit yüzünden Ünlü'ye haksızlık etmişiz.

Ünlü bize tepkisini dile getiren bir mesaj attı, özür dilememizi istedi. Ben de hem Twitter paylaşımının altına, hem de özel mesajla özürlerimi ilettim. Hatta, cep numaramı da yazdım, belki sesli olarak arayıp özürlerimizi duymak ister diye düşündüm.

Aramayınca da konu kapandı sandım...

Ertesi gün gazeteleri yorumladığı programının ilk 10 dakikasında beni ve Sen Ne Dersin? (SND) kanalını yerin dibine soktuğunu öğrendim...

Meğerse özür dilememiz hiç umurunda olmamış Ünsal beyin...

Özelden yaptığımız yazışmayı ifşa etmekle kalmamış, kelime kelime, satır satır, didik didik edip yorumlamış...

Şimdi ben de onun videosunu yorumlamak istiyorum:

Yayının başında Ahmet Hakan'ı "meslek dayanışması adına iki cümle yazması lazımdı" diyerek eleştiriyor ve bizi meslektaşı olarak görmediğini şu sözlerinden anlıyoruz.

"İsmini falan anmayacağım, istedikleri bu biliyorum" diyor ve sonra bakın nasıl devam ediyor: "Sosyal medyadan saldırı"

Ünsal bey, saldırı değil, eleştiri yapıldı, saldırı böyle olmaz, yaptığımız yanlıştı, hataydı ve özür diledik. Bakın tekrar anımsatıyorum: Özür diledik!

Ve devam ediyor: "İsmini hakikaten söylemeye gerek yok!"

Aman söylemeyin, aman bizim beleşe reklamımızı yapmayın Ünsal bey(!)

Ama ne yapıyor, elbette ki... :"Ha isimlerini de söyleyeyim, Sen Ne Dersin?! Çünkü engelleyeceğim!"

Bu ne yaman çelişkidir böyle, az önce "İsmini falan anmayacağım, istedikleri bu biliyorum" diyor, ama sonra kanalımızın ismini anıyor.

Ünsal bey, kanalımızı izlemiyorsunuzdur, belki farklı çakma bir hesapla takip ediyor olabilirsiniz. Ya da birileri bu videoyu size ulaştıracaktır...

Size hakkımızda biraz bilgi vereyim.

Belli ki bizi tanımıyorsunuz, tanımak için bir çaba içinde olduğunuzu da sanmıyorum.

"Ulan kim bu Suat Oktay Şenocak, neyin nesi bu Sen Ne Dersin?" diye aklınızdan geçirmiş olabileceğinizi düşünüyorum.

SND yani Sen Ne Dersin? kanalını oğullarım Ferit, Tarık ve Ediz ile birlikte ben kurdum.

Ben, çoğunluğu spor servisleri olmak üzere uzun yıllar Bursa ve bir dönem İstanbul'da gazeteci, tv programcısı, yazar ve yönetmen olarak çalıştım.

Büyük oğlum Ferit uzun yıllar Olay Tv'de haber spikerliği yaptı. SND'nin koordinatörlüğü ve kurgu editörlüğünü yapıyor.

Ortanca oğlum Tarık Bursa Uludağ Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Oyunculuk Bölümünü bitirdi. Kanalımızın muhabirliğini yürütüyor.

En küçük oğlum Ediz Kastamonu Üniversitesi Grafik Bölümünde okuyor. Kanalın kurgu, kameramanlık ve gerektiğinde muhabirliğini üstleniyor.

Ben de onlara her alanda destek olmaya çalışıyorum. Yani anlayacağınız siz bizi meslektaşınız olarak görmeseniz, yaptığımız işi küçümseseniz bile, biz çağın gerektirdiği koşullarda gazetecilik yapmaya çalışıyoruz.

Hani Ahmet Hakan'ı meslek dayanışması yapmamakla suçluyorsunuz ya haklı olarak...

E biz biz meslekten değil miyiz Ünsal bey!

Dördümüz de Çağdaş Gazeteciler Derneği Bursa Şubesi üyesiyiz...

Muhalifiz... Bizimle neden dayanışmak istemiyorsunuz?

Yaptığımız işi değersiz görüp küçümsüyorsunuz, siz kendinizi çok muteber bir gazeteci görebilirsiniz, sizin adımızı anmamıza ihtiyacımız olduğunu mu sanıyorsunuz?

SND kanalımızı 26 Ocak 2019'da kurduk... Abone sayısı an itibariyle 98 bin 839... Videolarımızın toplam görüntülenme sayısı 44 milyon...

Ne dersiniz, sizin adımızı anmanıza ihtiyacımız var mı?

Neyse devam edelim...

Sadece kanalımızın değil benim de adımı anıyor.

Ve yalan söylüyor...

"Suat Oktay Şenocak bana mesaj attı" diyor.

Ben ona değil, kendisi SND Twitter hesabı üzerinden mesaj yazdı ve özür dilememizi istedi.

Ben sadece o mesaja yanıt verdim ve şöyle dedim: Ünsal bey merhaba! Sizi yakından izliyor ve aynı frekansta olduğumuzu, ülkenin sorunlarıyla, sıkıntılarıyla cebelleşip benzer kaderi paylaştığımızı vurgulayarak, bir meslektaşınız olarak özür diliyoruz.

Verdiği tepkiye bakar mısınız: "Biz aynı frekasta değiliz."

Evet haklısınız, bir kez daha özür diliyorum Ünsal bey, sizin frekansınız çok yüksek, o kadar yüksek ki... Ohooo... Yani arşı alaya ermişsiniz... Kibriniz ve aşağılayıcı üslubunuzla o kadar uçmuşsunuz ki, bu gidişle Elon Musk'tan önce Mars'a varacaksınız ha gayret!

Sn Ünsal Ünlü mesajımı okumaya devam ediyor ve ne demek istediğimi anlamıyor...

"Yanıldığımız için üzgün değiliz, eğer hiç değinmeseydiniz o konuya, daha çok üzüleceğimizi bilmenizi isteriz" diyorum, "Ne anlatıyorsun abi sen bi söylesene bana" diye tepki veriyor!

Ya arkadaş, size arkadaş dedim ama belki arkadaş olarak da görmek istemeyeceğiniz için geri alıyorum(!) Ünsal bey, bakın, yani direk bana sorduğunuz için tane tane anlatıyorum: Yanıldığımız için üzgün değiliz, çünkü ikinci yayınızda konuya değinmişsiniz. Üzgün olmamamızın nedeni yanılmış olmamız.

Neden?

Eğer Levent Gültekin'e saldırıya Ahmet Hakan gibi kayıtsız kalsaydınız işte o zaman daha çok canımız yanardı.

Mesela Ahmet Hakan'ın konuya sessiz kalması bizim umurumuzda değil.

Neden?

Çünkü o muhalif değil.

Ama sizin bizim gibi muhalif ve malum yaygın medyanın dışında gördüğümüz, tavrınıza değer ve önem verdiğimiz için bunu ifade etmek istedim. Eğer ola ki hiç değinmeseydiniz o konuya, daha çok üzüleceğimizi bilmenizi isteriz.

Bunu idrak edebilmek için üniversite okumaya gerek var mı?

Ama anlamadınız ya da ben anlatamadım, evet evet anlatamadım, hadi bir kez daha sizden özür dileyeyim, dilime yapışmaz ya!

Özel mesajımı okumaya şöyle devam etmiş: Sizin de her yayında dediğiniz gibi, ortak paydamız ülkemiz: Türkiye... Ve sizin gibi, Ruşen gibi Levent gibi... Bizim gibi insanlar ne yazık ki azınlıkta.

Buna ne dese beğenirsiniz: "Kim olduğunu bilmiyorum, Suat Oktay Şenocak, Ruşen dediğine, Levent dediğine göre... Ruşen'i tanıyordur, sormadım, bugün arayıp soracağım bu insanı tanıyor musun, diye..."

Bakın arkadaşlar! Ünsal beyin okuduğu bu mesaj özel, yani açıktan yapılmış bir yorum değil, SND kanalının mesaj alanından kendisinin bana yazdığı mesaja verilmiş özel yanıtımı ifşa ediyor.

Levent Gültekin'i tanıyorum, yüz yüze de, telefonda da konuşmuşluğum var, Ruşen Çakır ile tanışıklığım yok, karşılaşmadım da.

Açıktan Sn Çakır'a "Ruşen" diye hitap etmeyeceğimi bilemeyecek kadar bu işlere uzak biri olmasa gerek Sn Ünlü...

Ama neden bunu yapıyor, aklı sıra beni/bizi aşağılamak, seviyemizi düşük göstermek için!

Peki bu yaptığı etik mi?

Yani özel mesajlaşmayı bu şekilde manipüle etmesi?

"Gazetecilik yapacaksanız ağlanmayın" diye devam ediyor Sn Ünsal Ünlü... Bakın tekrar anımsatıyorum, bu bir özel mesajlaşma. Ünlü, özel yazılmış mesaj üzerinden algı yaratmaya çalışıyor...

Oysa benimki ağlanmak değil, sadece durum saptaması...

Hangi koşullarda çabaladığımızı, her şeye rağmen mücadelemize devam ettiğimizi, değer vermiyorsanız bile emeğimize saygı duyulması gerektiğini bilmenizi istediğim için bu anımsatmayı yaptım...

Verdiği tepki aynen şöyle: "O zaman yapmayın, yapma, mecburiyetiniz var mı?"

Ya, off of...

"Biz, malum sistem içinde refüze edilmiş gazeteciler seslerini duyurmaya, vatandaşa içini dökme fırsatı tanıyan platformlara yaşatılan baskı ve kısıtlamaları eminim siz de tahmin edebiliyorsunuzdur!" şeklinde verdiğim cevaba tepkisi şöyle oldu: "Yok öküzüm ben hiç tahmin edemiyorum!"

Estağfurullah Ünsal bey, ne öküzü ama idrak sorunu yaşadığınız çok açık...

Ben size, biz malum sistem içinde refüze edilmiş gazeteciler seslerini duyurmaya, vatandaşa içini dökme fırsatı tanıyan platformlara yaşatılan baskı ve kısıtlamaları tahmin edemezsiniz demiyorum tahmin edebiliyorsunuzdur diyorum. Tahmin edebiliyorsunuzdur emin misiniz, çünkü şimdiye kadar hiç de tahmin etmiş gibi tepki vermiyorsunuz! Belki kendi etrafınızdaki meslektaşlarınızın durumunu biliyor olabilirsiniz ama biz Anadolu'da mücadele eden meslektaştan saymadığınız refüze edilmiş muhalif gazetecilere o kadar uzak ve yabancısınız ki...

Bu kadar mı saygısız bu kadar mı anlayıştan uzak olur bir insan...

Bizi teşvik etmelerini, "ne kadar önemli bir iş yapıyorsunuz, helal olsun be" denmesini beklemiyoruz ama biraz saygı be, vallahi biraz saygı, emeğe saygı, mücadeleye saygı, saygı saygı saygı...

Elbette bizi kimse zorlamıyor ama bu işi neden yapıyoruz biliyor musunuz?

Çünkü bu işi birileri yapmalı...

Siz oturduğunuz yerden yanlışları haykırın, biz de sokaktan, halkın içinden...

Dayanışma içinde olmamız gerekirken, şu yaşadığımıza bakın hele...

Biz gazeteciyiz. Olay Tv kapandıktan sonra Bursa'da ve hatta İstanbul'da işsiz kalan birçok meslektaşımız oldu. Hiç düşündünüz mü, o insanlar ne yapıyor, nasıl geçimini sağlıyor, diye?

Ben 2000 yılından bu yana mesleki anlamda işsiz kaldım Ünsal kardeş! Eşimle birlikte börekçi dükkanı açtım 2001'de Şubat krizinde battım... 2003 yılında İsveç'e gittim, 2 yıl orada kaldım, mültecilerle birlikte 10 ay yaşadım, onları anlatan "Gölge Adamlar" adlı bir belgesel çektim, belgeselde anlatamadıklarımı kaleme aldığım "Avrupa'da mülteci olmak/karanlıktaki gölge" adlı kitapta topladım. 2005'te yurda döndüm, 2006'da 16mm Sinema Atölyesi'ni, 2007'de de İnSanat Sinema Derneği'ni kurdum, 2010'da "Adı Aşk Bu Eziyetin/Camcı" adlı uzun metraj sinema filmini yazıp/yönettim...

2006'dan bu yana sinema atölyesinde deneyimlerimi sinema meraklılarıyla paylaşıyorum, çok sayıda kısa film ve belgesel çektim. Şimdi oğullarımla birlikte YouTube'da bu işi yapıyoruz. Siz umursayasınız ya da birileri bize acısın diye değil, vatandaşın sesi olalım, sokağın haykırışını duyuralım diye...

Yandaşlar umursamıyor, anladım ki, siz de duymuyor muşsunuz, işte esas bizi yaralayan bu.

Sokaktan o kadar uzaksınız ki... Sokak, halk, vatandaş...

Her sabah çalışma odanızdan yayın yapıyor, gündemin nabzını tuttuğunuzu sanıyorsunuz ama nabız sadece bilgisayar başında değil, sokaktan da tutulur... Küçümsediğiniz bizler yapıyoruz bunu... Hor gördüğünüz İlave Tv Arif, Kendine Muhabir Hasan, Halk Ekranı, Toler Medya, Sarı Mikrofon, Ortaya Karışık, Medyali, Tüylü Mikrofon Ozan, Bavul tv Bilal, Sade Vatandaş, Yol Tv, Yandaş Tv yapıyor bunu...

Siz Ünsal bey siz, bir hata yüzünden, üstelik özür dilememize rağmen bizi hor göremezsiniz...

Bağımsız medya sizden ibaret değil...

CİMER'e, BİMER'e yapılan ihbarlar, her röportajda AKP polisinin baskılarına rağmen devam eden röportajlar sizin için hiçbir anlam ifade etmeyebilir!

Muhabirliğin ne demek olduğunu da unutmuş olabilirsiniz...

Hepsine eyvallah da, çocuklarım ve kendi adıma özür dilememe rağmen nasıl bu kadar duygusuz olabiliyor, bunu nasıl başarıyorsunuz, ismimizi verip reklamımızı da yapmadan(!) bir yayınınızda söz eder misiniz? Söyler misiniz Ahmet Hakan ile aranızdaki fark nedir? Sn Hakan'ın yandaş sizin muhalif olmanız dışında!

Size cep numaramı yazdım, belki arar ve sesli olarak özürlerimi iletirim diye ama o kadar gururlu ve kibir dolusunuz ki, aramayı onurunuza yediremediniz. Acaba numaramı vermek yerine sizin numaranızı isteseydim yazar mıydınız? Hiç sanmıyorum. O nedenle ben numaramı yazmıştım!

Bu arada Sn Ünlü'nün haklı olarak tepki gösterdiği nokta olan "para isteme" konusu için de özür diledim ama... Sn Ünlü'nün her yayının sonunda bunu anımsatması ne anlama geliyor?

Bakın, bir değil, beş değil, 100 değil, her program sonunda bunu anımsatıyor...

Takdiri size bırakıyorum...

Biz SND kanalı olarak katıl butonu aktif olduğunda bir kere yaptık, bir daha anımsatmadık.

Video aralarına serpiştirdiğimiz klasik abone olun, zile tıklayın bildirimleri açın uyarılar dışında ekstradan abone olun diye kimseye sözlü yalvarmadık.

Ben de buradan yalvarmıyorum.

Bilmem anlatabildim mi?

Yaşım 55, eski basketbolcuyum, onurumla, hasiyetimle bu günlere geldim.

Özür dilemeyi erdem saydım, yaptığımız hatanın "aptalca" olduğunu da kabullenip sizden bu nedenle özür diledim...

"Bursa'ya gelirseniz çay-kahve içmeye beklerim" diyerek dost elimi de uzattım, "Bursa'ya geldiğimde sizinle çay-çorba içmek istemiyorum!" dediniz...

Bu son ifade, uzatılan dostluk elini, elinizin tersiyle itmektir...

Öyle ki, hem özel mesajdan, hem paylaşımın altından ve hem de kendi kanalımdan sunulan özrü reddetmektir.

Bizi öteki görmek, düşmanlaştırmaktır.

İktidar cenahından bunu sıklıkla yaşadığımız için kanıksamıştık ama, saygı duyduğumuz, aynı fikirde, amaçta olduğumuzu düşündüğümüz birinden böyle bir tepki almak beni üzdü.

Ha unutmadan, Sn Ünsal Ünlü SND Twitter hesabından bizi engelledi.

Özel olarak yaptığımız yazışma, engellediği için otomatikman silinmiş.

Ama zaten kendi YouTube yayınında olduğu gibi mesajı okudu.

Videomun altına o yayının linkini paylaşıyorum.

İsteyen tamamını izleyebilir.

O bizi engelledi ama biz onu engellemiyoruz, kendisini ilgiyle izlemeye devam edeceğiz.

Yaptığımız bu hata yüzünden o bizi düşmanı bellese de biz ona saygı duymayı sürdüreceğiz.

Videolarını düzenli izlediğim için biliyorum, Ünsal bey Cem Seymen'i sevmez, hiç sevmez, Emin Çapa'yı sevmez, Levent Gültekin'i samimi bulmaz, Muharrem İnce'den haz etmez, zaten Ahmet Hakan'ı (haklı olarak) her yayınında yerin dibine sokar...

Diyeceksiniz ki, bunların yanında sen nesin, kimsin? Ünsal beyin sevgisine ye da nefretine mazhar olmak için ne yaptın?

Haklısınız vallahi, sahi ben kimim ki, çünkü Ünsal çok Ünlü, ben Suat ünsüz(!)

@SuatOktySnck

YAZIMIN VİDEOSUNU İZLEMEK İÇİN TIKLAYIN: