Salı, Aralık 27, 2016

Keşke Hamzaoğlu bırakabilseydi…

Taraftarın yıldızı Hamza Hamzaoğlu ile barışmadı…
Evet, Bursaspor taraftarı zor bir taraftar grubudur. Kolay kolay beğenmez, beğendiğini de sonuna kadar destekler, başının üstünde taşır…
Gerçi Ertuğrul Sağlam’a, şampiyonluğa rağmen yaptıklarını unutmadı kimse; ama Hamza hoca hiç o mertebeye yaklaşamadı…
Çünkü Bursalı ve Bursasporlular her şeyi bilir, her şeyden anlar; hepsi kendi çapında teknik direktördür, futbolcudur, masördür, gazetecidir, en iyi tv yorumcusudur.
Sadece sporda değil, siyasetten, sanata kadar her alanda her bir şeyden anlar, her konuda ahkam keser(!)
O nedenle Bursa’da zordur görev yapmak…
Bursalı kolay kolay sevmez.
Hamza Hamzaoğlu’nu da sevemedi.
Hoş, Hamza hocanın da bunda payı yadsınamaz. Kazandırdığı üç kupaya rağmen, haksız yere kovulduğu Galatasaray’dan aklını ve ruhunu arındıramadı. Bunu başaramayınca da Bursaspor taraftarı ile iletişim kurması zorlaştı.
Transfer yanlışları, kulübün altyapı potansiyeline rağmen gençlere gerektiği ve hak ettiği ilgiyi gösteremedi, bu potansiyeli elit düzeye taşımak için ne bir çana gösterebildi ne de potansiyele hakkını verebildi.
Sadece altyapıdaki genç yeteneklerinin potansiyeli değil, mevcut kadronun iç dinamiklerini de değerlendirmeyi beceremedi.
Mesela, Çek Milli takımının santrforu Necid. 
İlk geldiği yıl takımını golleriyle ayakta tutan isimdi. Necid atıyor, Mert tutamıyordu. O yıl da Ertuğrul hocanın kaleci Mert ısrarı, onun sonunu getirdi.
Evet Kubilay kazanılsın, evet Kubilay da oynasın, ama eğer takımında Necid gibi bir malzemen varsa onu hazır hale getirmek teknik patronun görevidir. Necid’in formda olması Kubilay için de, Sercan ve Deniz için de önemli bir durumdur.
Fakat Hamza hoca Necid’i sevmedi, sevemedi. Yönetim, Dzsudzsák gibi Necid’i göndermek istedi ama olmadı, takımda kaldı. Hamzaoğlu, elindeki bu malzemeden yararlanmak yerine, Çek futbolcuyu küstürdü…
Takım oyunlarında spor yapanlar bilir; eğer hocanızın size inandığını bilirseniz performansınız da artar. Ben bunu basketbol oynadığım dönemlerden bilirim.
Tam dersi durumda ise küser ve ne kendinize, ne de takımınıza faydanız dokunur. Hamza hocanın bana göre en büyük eksikliği elindeki malzemeyi (yeterli ya da yetersiz tartışılabilir) gerektiği gibi değerlendirmeyi becerememesi oldu.
Kadroda ki bu istikrarsızlık ve küskünlük atmosferi, takımın inişli çıkışlı performansında önemli etkendi.
Zaman zaman internet ortamında, sezon başından bu yana Hamza hoca hakkında olumsuz bir çok paylaşım oluyor, sıralamadaki yerine bakmaksızın istifa etmesi gerektiği tartışılıyordu.
Peki, Hamza hoca bırakırsa, yerine kim gelebilir ki? Kimi getirebilirsiniz de sezon başında takımı toparlayabilsin?
O nedenle bir hoca değişikliğini sezon sonunda yapılması herkes için en hayırlısıdır, diye düşünüyor, yazıyor ve söylüyordum.
Ama ortada bir gerçek var ki, takım çok kötü oynuyordu.
Birçok maçı ya tesadüfen ya da kaleci Harun’un inanılmaz kurtarışlarıyla kazanmıştı.
Ve son Gençlerbirliği maçında ortaya konan rezil futbol ve Hamza hocanın oyunu okuyamayıp yanlış futbolcu değişiklikleri sonucu yaşanan hezimet, bana da pes dedirttirdi ve maç sonu Hamza Hamzaoğlu’nın istifa etmesi gerektiği yönünde mesajlar yazmama yetti de arttı bile.
Eğer bir teknik adam değişikliği olacaksa devre arası en uygun zamandı aslında. Hem kulüp için, hem giden hem de gelecek olan yeni hoca için.
Maçtan sonra Hamza hoca tepkiler karşısında istifa edeceğine dair imalarda bulunmasına, ertesi gün, bunu yönetime sözlü deklare etmesine rağmen, Ali Ay yönetimi, sezon sonuna kadar Hamza Hamzaoğlu ile devam etme kararını duyurdu.
Keşke Hamza hoca bırakabilseydi.
Neyse, belki devam kararı da hayırlı olabilir.
Hamzaoğlu’nun, gösterilen tepkilerden ve yapılan eleştirilerden kendi adına gereken payı çıkarmasını umuyor, ligin ikinci yarısında taraftarı memnun edecek heyecan verici futbol kalitesine ulaşır, diye düşünmek istiyorum…
Eğer ilk yarıdaki yanlışlarına devam ederse, sezon sonunu görebileceğini düşünmüyorum!
İnşallah yanılan ben olurum!  

Cuma, Aralık 16, 2016

Kutsal Define Avcısı Altepe(!)

Biliyorsunuz, Bursa’da kenar mahallerde, kahve hane ve kafe köşelerinde şöyle bir dedikodu dolaşıyor: Recep Altepe, bu hanları hamamları restore ettirerek aslında define arıyor!
E milletin ağızı torba değil ki büzesin, sen sadece hizmet diye bunu halka sunarsan, ülkenin en pahalı kent içi ulaşımına, kalitesiz, bol kireçli ve en pahalı suyunu içirmeye kalkıp damacanalara mahkûm edersen, en pahalı elektrik ve doğalgazının Bursalılara satılmasına ses çıkarmazsan, vatandaş da senin hakkında efsaneler uydurmaya başlar elbet.
Açıkçası, özellikle Bursa BŞ Belediyesi Başkanı Recep Altepe hakkında çıkan dedikodulara pek itibar ettiğimi söyleyemem. Çünkü BŞ Belediyesi’nin tarihi han ve hamamlar ve ata yadigarı camilerin onarılmasını önemsiyorum.
Fakat, amma ve lakin, velhasıl kelam; kafamın karışık olduğunu da ifade etmeliyim. Zira bu konuda aklımı kurcalayan bir olay yaşadım.
Bursa’nın kent efsanelerinde olan “Tophane yamaçlarının altında mağaralar, dehlizler var” söylencesi gerçek oldu!
Başkan Recep Altepe’nin özen gösterdiği ve ısrarla ön ayak olduğu bir çalışma başlatan BŞ Belediyesi Tophane’de, yaklaşık 2500 yıllık olduğu söylenen bu mağaraların varlığını ortaya çıkardığını duyurdu.
Gerçekten de heyecan verici bir haberdi bu!
(n)Beyin adlı bilim dergisine bir makale hazırlamak üzere konuyla ilgili, internet üzerinde yaptığım araştırmadan sonuç alamayınca, BŞ Belediyesi basın bürosundan, yardım istedim. Onlar da bana, konunun Kültür Müdürlüğü’nün işi olduğunu ifade ettiler. Ben de Kültür Müdürlüğü’ne başvurdum, onlar da bana, aykut.uray@bursa.bel.tr mail adresinden bilgi edinebileceğini söylediler:
Aykut beye, 10 Eylül 2016 tarihinde şu maili yolladım:
Aykut bey merhaba...

"(n)Beyin dergisi" için hazırlayacağımız bir inceleme yazısı için yeni keşfedildiği açıklanan "tophane yamaçlarının altındaki tünel ve mağaralar" hakkında ayrıntılı bilgiye ihtiyacım var!.

Bursalılar tarafından efsane olarak yıllardır konuşulan ama gerçekliği hep tartışılan bu tünel ve mağaralarla ilgili;

-Araştırmalar ne zaman başladı?
-Çalışmalar ne durumda?
-Araştırma ve kazıları kim hangi kurum yürüttü/yürütüyor?
-İlk ne zaman keşfedildi? 
-Tünel ve mağaralar kaç metre uzunluğunda, kaç galeriden oluşmakta?
-Ne kadar zamanda ortaya çıkarıldı?
-Bu mağaralar doğal mı, yoksa insan yapımı mı?
-Ne amaçla kullanıldı?
-Hangi uygarlıklar tarafından kullanıldı?
-Tünel ve mağaralar halka ve turizme açılacak mı? Açılacaksa ne zaman açılacak?

Bu sorulara yanıt verecek bilgileri ve konuyla ilgili fotoğraf ve doküman varsa paylaşmanızı rica eder, saygılar sunarım!

28 Eylül’e kadar yanıt gelmeyince, Aykut beye şu maili atmak zorunda kaldım:
Bir kez daha merhaba Aykut bey, size 10 eylülde bir mail attım. Tarafımıza ticari bir kazanç getirmeyecek bilimsel bir dergide yayınlanmak üzere bazı bilgiler talep etmiştim. Yanıt verme nezaketinde bile bulunmadınız! Dolaylı yollardan edindiğim bilgilerden, konuyla ilgili bilgileri teliflerden dolayı vermediğinizi öğrendim. Lütfen söyler misiniz? Telif derken, siz ticari bir yayın organı mısınız, belediye bu bilgileri para karşılığında mı sunma niyetinde?

Lütfen zahmet edip aydınlatırsanız sevinir, saygılar sunarım...

Bu mailime kayıtsız kalamayan Aykut bey, bana şu yanıtı verdi:

Suat Bey;

Ben, konu ilgili olarak Kültür Müdürlüğünden bir arkadaşımın ricasına istinaden, sizin talebinizi çalıştığım birimdeki arkeolog arkadaşlara ilettim.
Kazı ya da araştırma işlemleri Kültür Bakanlığına bağlı olarak Bursa Müze Müdürlüğü kazı başkanlığınca yapılıyor. Belediye olarak Müze Müdürlüğü ile yaptığımız ortak çalışmalar da çıkan herhangi bir veriyi verebilmemiz için gerekli izinlerin ilgili kurumdan alınması gerekiyor.
Kazılar tamamlanıncaya kadar ve gerekli raporlar Bakanlığa bildirimi yapılana kadar herhangi bir veri paylaşımı olmuyor.
Anlayacağınız gibi ticari kaygı ya da bir kazanç bekleme durumumuz yoktur.

Bu durumdan ayrıntılı olarak bilgi almak isterseniz birimimdeki arkeolog arkadaşlar ile görüşebilirsiniz.

Sizlere iyi çalışmalar dilerim.

Bu gelen yanıt üzerine ben de şöyle dedim:

Ha şöyle, demek ki yanıt verebiliyor muşsunuz(!) İlle de sert mi yazmamız gerekiyor yanıt alabilmek için! Biraz kurumsal olun yahu!

Bu verdiğiniz bilgiler için de ayriyeten teşekkür ederim, ama "biriminizdeki arkeolog arkadaşlar kimdir, nasıl ulaşılır?" rica etsem, zahmet olmazsa mail ya da benzeri iletişim bilgilerini de paylaşır mısınız?

Kolay gelsin...

Aykut bey ile son iletişimiz şöyle oldu:

Sert yazdığınızdan dolayı cevap vermedim öncelikle bunu belirtmeliyim. Bir önceki mailinizi ise arkadaşlara ilettiğim ve onların ilgileneceği için ve cevabı onlar vermesi gerektiğini düşünerek ilgilenmedim. Bu gayet normal, kurumsal olmamak ile uzaktan yakından ilgili yok.

Arkeolog Ziya Eksen ile iletişime geçebilirsiniz. Mail adresi ziya.eksen@bursa.bel.tr.

Bilgi almadan kastım birime gelerek, yüz yüze de bilgi alabilirsiniz.

İyi çalışmalar.

Demek ki konunun aslı muhatabı Ziya bey imiş.
Hemen benzer maili kibar bir dille Ziya beye de yazdım, lakin aradan 4 ay geçmesine rağmen, Ziya beyden, Aykut bey kadar bile karşılık alamadım.
Tabi bu durumda benim de aklım karşıtı elbet. Bir oyalama ve kulağın arkasına yatma, kamuoyunu daha fazla konuyla alakadar etmeme durumu sezdim.
Kafamda hala deli sorular: Bursa’nın efsanesi Tophane mağaralarında neler oluyor?
Yoksa gerçekten Recep Altepe tpıkı "Indiana Jones: Kutsal Hazine Avcıları" filmindeki gibi  "Kutsal Define Avcısı" mı? ;)

Perşembe, Aralık 08, 2016

Vurun kahpe Levent Gültekin’e(!)

Levent Gültekin ile ömrü hayatımda hiç karşılaşmadım. Sadece bir kez, bir film projemizle ilgili paylaşımımızı twitterden RT etmişliği vardır, o kadar…
Yazılarını okuyorum, söylediklerini izliyor ve dinliyorum (bazılarına katılmasam da) düşüncelerini samimi buluyorum.
Üslubu, tarzı ve niyeti gayet açık, birilerine yalakalık yapma, birilerini memnun etme derdinde olmadığını her satırında açık açık ifade ediyor.
Muhafazakâr kesimden ya da Levent Gültekin’in tabiriyle “kendi mahallerinden gelmiş” onları en iyi bilen, tanıyan biri tarafından ciddi ve sert şekilde yanlışlarını yüzlerine vurabilen tek kişi o…
O nedenle Levent Gültekin’in yaptığı eleştiriler muktedirleri çok rahatsız ediyor. Canlarını sıkıyor.
Bir yıl öncesine kadar ana akım medyanın TV programlarına konuk edilen, düşüncelerini hiçbir endişeye mahal vermeden dile getirmesine fırsat tanınan Gültekin’in söyledikleri, malum kesimi rahatsız edince televizyonlar da aleni bir boykot uygulamaya başladı. Levent Gültekin artık TV’lere konuk olarak çağrılmıyor.
Onu itibarsızlaştırmak için bugüne kadar hemen her yolu denediler.  
Levent Gültekin’e karşı yürütülen bu karalama kampanyasının son ayağında ise Wikileaks belgelerinde adının geçtiğine dair yapılan paylaşım oldu.  
Paylaşımı yapan solcu RedHack grubun olması ise ayrı bir ironi aslında. Sadece RedHack değil, sözde solcu, sosyalist ve komünist geçinen birçok yazar, akademisyen, yeni yetme internet kullanıcısı, Küba ve Castro hakkındaki yazısından sonra Levent Gültekin’i aşağılayan, küçük düşüren, nefret söylemi içeren paylaşımlar, yorum ve görüşlerle saldırıya geçti.
Ne için?
Levent Gültekin Küba ve Castro hakkında eleştiri yazdığı için.
Bu arada Gültekin’in “Castro, Chavez ve Erdoğan” başlıklı yazısını okudum, yazıda Küba ziyareti sırasında gözlemler ve kıyaslamalar var!
Tek bir satır hakaret yok. Eleştiri var.  
Benim de katılmadığım noktalar olsa da, bu Levent Gültekin’in kendi bakış açısı ve görüşü.
E hani düşünce özgürlüğü, hani hoş görü ve başkasının fikirlere saygı duymak.
Sizin gibi düşünmeyen, hoşlanmadığınız düşünceleri aşağılamak hani sadece faşist ve diktatörlerin yöntemiydi?
Sizin bu yaptığınızı nereye koyacaz ey solcu geçinen yobazlar?
Sizi görünce anladık ki yobazlık sadece dincilerde değil, başkasının fikrini beğenmeyen, farklı düşüneni aşağılayan her kesimin etiketiymiş YOBAZLIK!
AKP ve RT Erdoğan hakkında yazdıkları için kendisine yöneltilen hakaretleri mumla aratacak seviyedeki hakaret ve suçlamalara dayanamadı Levent Gültekin ve  “Wikileaks belgelerinde adım niçin geçiyor?” başlıklı bir yazı kaleme alarak kendisini savunmaya, eleştiri ve hakaretlere yanıt vermeye çalıştı.
“İktidarı eleştiriyorum. Bu yüzden iktidar taraftarlarının saldırılarının, küfürlerinin, hakaretlerinin nedenlerini az çok anlayabiliyorum. Fakat muhalif kesimlerden bir grup insan var ki onların nefretlerini, hakaretlerini, iftiralarını, ayağım kaysa üstüme çullanıp beni paramparça etme arzularının kaynağını anlayamıyorum” diyerek şaşkınlığını yumuşak bir üslupla aktarmaya çalıştı yazısında Gültekin.
Lakin, AKP yandaşlarından bile çok nefret eden bir sol görünümlü kitle var Gültekin’in karşısında!
"Vay sen misin Küba’yı beğenmeyen? Sen kimsin ki Fidel Castro’yı eleştireceksin? Vurun kahpe Levent Gültekin’e(!)" tarzında anlaşılmayacak bir linç kampanyası başlattılar.
İyi de arkadaş, size ne Küba’dan Catro’dan? Siz baksanıza kendi ülkenizin düştüğü, düşürüldüğü duruma. Kaç Kübalı’nın umurunda Levent Gültekin’in yaptığı eleştiri?
Meclis Başkanı Kahraman’ın Che Guevera’ya eşkıya dediğinde Küba’nın Ankara Büyükelçiliği gerekli açıklamayı yapmamış mıydı? Size mi kaldı Küba ve Castro’yu savunmak
Levent Gültekin’in Küba’yı eleştirmesi mi önemli yoksa, Türkiye’nin yani ülkemiz, vatanımızın kötü yönetilmesi ile ilgili verdiği mücadele mi?
Sizin derdiniz ne?
Tüm bunları yan yana, üst üste, alt alta koyduğumda aklıma tek bir şey geliyor.
Yandaş ve muktedirler, Levent Gültekin’i yıpratmakta başarılı olamayınca kendini solcu sanan, solculuk oynayan bir kesimi taşeron olarak kullanmaya başlamışlar.
Yoksa, yandaş ve yalakaların, muktedirlerin çanına ot tıkayan birine, solcular, sosyalistler, komünistler durup dururken, sadece Küba eleştirisi yüzünden ne diye saldırıya geçsinler ki?
Levent Gültekin’in yıpratılması, susması, yılıp yazılarını birilerinin hoşlanacağı seviyeye düşürmesi kimi memnun eder?

Soru çok basit: Kimi?