Pazartesi, Ağustos 29, 2016

Halk otobüslerinde ihtiyarlara yer yok(!)

“İhtiyarlara Yer Yok” aslında Coen Kardeşler’in bol osacarlı 2007 yapımı filmin adı…
Ancak, “Halk otobüslerinde ihtiyarlara yer yok!” bir film değil ama üzüntü verici bir trajedi ve bu trajedi Bursa’da yaşanıyor…
Diğer illerin halk otobüslerinde durum nedir bilmiyorum ama Bursa’da durum vicdan sınırlarını zorluyor!
“Yav memlekette başka sıkıntı mı yok, bu mu senin derdin?” diye soran olabilir.
Evet, haklı olabilir bu soruyu yönelten, memleketimizin hali hiç de iç açıcı değil, deve misali, neremiz doğru ki, ihtiyarların hali iyi olsun, denebilir.
Amma ve lakin, Bursa Büyükşehir Belediyesi, 65 yaş üzeri yurttaşlar ve engelliler için, kent içinde ücretsiz seyahat edebilmelerine imkan sağladığı yararlı ve hayırlı bir uygulaması var.
Fakat, özellikle “Özel Halk Otobüsleri” 65 yaş üzeri Bursalıların ücretsiz yolculuk etmelerinde sürekli sorun çıkarıyormuş. Bu vatandaşları araçlarına almamak için durakları pas geçmekten tutun da, azarlamaya ve hatta hayatlarını tehlikeye atacak hareketlere varıncaya kadar birçok hoş olmayan duruma maruz bırakıyorlarmış.
Mışlı, mişli, geçmiş zaman fiilleri kullanıyorum çünkü buna benzer bir olay benim de başıma geldi. Daha doğrusu benim derken, annem ile babamla birlikte seyahat ederken yaşadım benzer bir durumu.
Diabet ve kalp-damar sorunu bulunan engelli annemin Bursa Tıp Fakültesi’nde iki ayda bir yapılması gereken tahlillerini yaptırmak için, babam ve annemle birlikte (29 Ağustos 2016 tarihinde) Tıp Fakültesi’ne gitmek için saat 08:00’de Beşyol istikametinden Uludağ Üniversite’sine giden 43A otobüsüne binmeye çalıştık. Çalıştık diyorum, zira tam binme aşamasında, hasta ve yaşlı annem otobüse binerken aracın sürücüsü birden gaza bastı ve aracı hareket ettirdi. Biraz panik ve biraz da korkuyla, “ne yapıyorsun kardeşim” diyerek sesimi yükselttim. Vay sen misin sesini yükselten, “çabuk kardeşim, bak arkadan araçlar kora çalıyor sizi mi bekleyecez?” diye bir tepkiyle karşılaştım.
Annemin yaşlı ve hasta olduğunu, acele etmesinin imkânı bulunmadığını, anlayış göstermesi gerektiğini söylemeye çalışırken, sürücünün “S.kerim seni, bağırma lan! Uzatma geç işte” şeklinde karşılık verince benim de tepkim arttı ve terbiyesini takınmasını, görevinin bize hizmet olduğunu, bunun için maaş aldığını ima eden cümleleri bağırarak söylemek zorunda kaldım!
Bir yanda yaşlı annem ve babam, bir yanda bize bakan diğer yolcular, diğer yanda (Ellili yaşlarda sakallı, meymenetsiz, saygısız halk otobüsü sürücüsü…
Tartışmayı uzatsam, olay büyüyecek, şikayet etsem konuyla ilgilenecek bir yetkiliyi ara ki bulasın!
Daha sonra, yaşadığım tatsız olayı anlattığım arkadaşlarım, özel halk otobüsü sürücülerinin araçlarına ücretsiz binen yaşlılardan para kazanamadıkları için bilinçli olarak bu şekilde davrandıklarını, defalarca şikâyet edilmelerine rağmen, konunun çözülemediğini öğrendim.
İyi ki de bu durumu tartışma sırasında bilmiyormuşum, eğer bileydim, o tartışma kesin karakolda biterdi, diyor, konuyu burada noktalıyorum.
Çünkü bu ülkenin neresi doğru işliyor ki, yaşlılara sunulan bu hizmet dört dörtlük işlesin.
Çünkü bu toplumdaki çürümüşlük, dört bir yanımızı sarmış halde, adım adım çöküşe gidiyoruz.

Çünkü bir toplum çökmeye başlarken önce birbirine olan saygısını, sonra da vicdanını yitirir. Saygımız tükendi, sıra vicdanlarda. O da tükendiğinde çöküş kaçınılmaz olacak…

Pazartesi, Ağustos 08, 2016

Bursalı iki subayın farklı kaderleri…

15 Temmuz darbe girişiminin ardından yaşananlar Türkiye’de birçok algıyı da değiştirirken farklı insan öykülerini de karşımıza çıkardı.
Birçok vatandaşımızın hayatı trajik olarak ya sonlandı ya da kökten değişti…
Ülkemizi uçurumun eşiğinden döndüren o karanlık ve kanlı temmuz akşamının öncesinde de FETÖ örgütünün ülkenin her kademesine adeta hastalıklı bir virüs gibi bulaştığı her ayrıntısıyla ortaya çıktı ve çıkmaya da devam ediyor.
Bu insan öyküleri içerisinde benim en çok dikkatimi çeken iki askerin, farkında olmadan kesişen ve ayrılan hayatları oldu.
O subaylardan biri darbe teşebbüsünün içinde yer alarak hain damgası ile hayatını karartırken diğeri ise TSK’ya sızmış FETÖ’cülerin kumpaslarıyla çok sevdiği ordudan uzaklaşmak zorunda kalmış.
Bu iki subayın Bursalı hemşehrimiz olması beni hem mutlu etti, hem de üzdü. Subaylardan biri M.K. Paşalı, diğer de Karacabeyli…
Biri kahraman…
Diğeri hain…
Kahramanın adı Ali Türkşen
O bir SAT komandosu.
1965 Bursa Mustafakemalpaşa doğumlu…
Türkşen’in ordudan emekli olarak ayrıldıktan sonra kurduğu www.atakakademi.com’da yer alan bilgilere göre, 1987 yılında Deniz Harp Okulundan Makine Mühendisliği denkliği ile mezun olmuş. TSK bünyesinde 2015 yılına kadar devam eden kariyerinin önemli bir bölümünde SAT Komandosu olarak görev yapmış. 1993 yılında gerçekleştirilen Lucky-S uyuşturucu gemisinin 14,5 ton uyuşturucu yüküyle ele geçirilmesinde ve 1996 yılında Türkiye ile Yunanistan’ı savaşın eşiğine getiren Kardak Krizi sırasında SAT Komando Tim Komutanı olarak görev almış. Aikido’da 2. dan siyah kuşak sahibi Türkşen, İstanbul Üniversitesi’nden yüksek lisans diploması alarak ABD Deniz Harp Akademisini de 2002 yılında tamamladı. 2011-2014 yılları arasında, kamuoyunda “Balyoz” olarak bilinen dava kapsamında 3,5 yıl Hasdal Askeri Ceza ve Tutukevinde kaldı. “Kardak’ta Kahraman, Hasdal’da Esir” ve “1963’ten Günümüze SAT Komandoları ve Anılarım” isimli iki kitap yazdı. 2015 yılında TSK’dan Deniz Kurmay Albay unvanıyla emekli oldu ve hem meslek hem de kader arkadaşı emekli Deniz Binbaşı Levent Bektaş’la birlikte ATAK Akademi’yi kurdu.
Kamuoyu Ali Türkşen’i daha çok, 15 Temmuz sonrası TV’lerin canlı yayınlarında yaptığı etkileyici konuşmalarıyla tanıdı ve söylemleriyle hem fenomen, hem de geniş bir hayran kitlesine sahip oldu…

15 Temmuzun ardından kamuoyuna yansıyan bir diğer Bursalı subay ise, Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hulusi Akar’ın yaveri Piyade Yarbay Levent Türkkan’ın durumu oldu.
O malum gecenin ertesinde yakalanan ve yaptığı itiraflarla herkesi hayretler içinde bırakan Levent Türkkan’ın düştüğü, düşürüldüğü durum tehlikenin boyutlarını da gözler önüne serdi.
Yaverlik yaptığı dönemde GK başkanlarının odasına dinleme cihazı koyduğu, bu cihazları cemaatin ağabeylerine aktardığı, verdiği ifadelerde medyaya yansımıştı...
İşin ilginci, yarbay seviyesine gelmiş bir subayın, yaptığı işin bir ihanet olabileceğini sorgulayamayacak şekilde zehirlenmiş olması.
“Ben bu ses kayıtlarını cemaate veriyorum ama cemaat Genel Kurmay Başkanını neden gizlice dinler ki? Genel Kurmay Başkanını dinlemek cemaatin görevi mi? Cemaat ya bu ses kayıtlarını ABD’ye veriyorsa?” denklemini kuramamış olması acı verici bir durumdur.  
Kadere bakın ki, M.K. Paşa ile Karacabey komşu iki ilçe. Aralarında 20-25 Km ya var ya yok. Bu iki ilçeden çıkan iki subay, ikisinin de soy adında Türk kelimesi var. (Belli ki ikisi de göçmen ailenin çocukları)  
Fakat devlet birine sahip çıkıp adam ediyor, sonra hapse tıkılmasına göz yumuyor, diğerinin ise hain bir örgütün ağına düşmesine engel olmayıp ülkenin kaderiyle oynayacak seviyeye gelmesini seyrediyor.
Uzaydan gelmedi bu çocuklar!
Bu iki askerimiz de bizim evladımız, bizim köylerimizde, ilçelerimizde büyüdü, gariban ailelerin çocukları.
Levent Türkkan’ın daha ortaokul çağlarında beyninin yıkanmasına, ruhunun zehirlenmesini engelleyemeyen de bu devlet değil mi?
Hürriyet Gazetesi’nde, 21 Temmuz tarihli Berktuğ Öncü- Yasin Keskin imzalı “Darbeci Yarbay Türkkan’ın köyünde üzüntü” başlıklı haberde şöyle deniyor Levent Türkkan için:
“Piyade Yarbay Levent Türkkan’ın darbeye katılması doğum yeri olan Bursa'nın Karacabey İlçesi'ne bağlı Arız Köyü’nde üzüntüye yol açtı. Yarbay Türkkan ile ilgili gelişmeleri haberlerden öğrenen köylüler, evlerini Türk bayraklarıyla donattı. Böyle üzücü bir olayla anılmak istemeyen Arız Köyü sakinleri, Piyade Yarbay Levent Türkkan’ın bu köyde doğduğunu, ilkokulu bu köyde okuduğunu, babasının onu tarlada gündelik işçi olarak çalışıp büyüttüğünü belirtti. Köy sakinleri, Yarbay Levent Türkkan’ın ortaokuldan sonra köyü terk ettiğini ve subay olmak için askeri lise sınavlarına girdiğini ve 1989 yılında Işıklar Askeri Lisesi’ni kazandığını, ardından köye bir daha hiç gelmediğini söyledi. Türkkan'ın basının uzun süre önce vefat ettiği, artık köyde yaşamayan annesinin de Bursa'da tedavi gördüğü belirlendi. 

Cemaat kim bilir kaç gencimizi daha böyle zehirledi bilmiyoruz ama babasının tarlada çalışarak okuttuğu, gözünün nuru gibi sakındığı evladının bir hain olduğunu iyi ki görememiş, demekten kendimi alamıyorum.
Bilinen bir gerçek var ki, Türkiye 15 Temmuz gecesi çok önemli bir facia atlattı.
Ve bu faciada 250’nin üzerinde vatandaşını kaybetti…
Ancak bence esas kayıp, cemaatin zehirlediği yetişmiş gençlerimizdir.
Herkes cemaati suçluyor ama buna zemin hazırlayan ve evlatlarını sahipsiz bırakan devletin suçunu da unutmamak gerek!