Önce oyunumuza bakalım…
Oyun derken, sanırım tiyatro oyundan söz ettiğim hemen
anlaşılmıştır…
Bursa Devlet Tiyatrosu AVP Sahnesi’nde 2015-2016
sezonunun perdesini Nilbanu Engindeniz’in kaleme aldığı “Bana Mastikayı Çalsana” oyunu ile araladı…
Önceki akşam, sade ve gösterişsiz, cılız bir prömiyerde Bursalı
izleyici ile buluşan AVP Devlet Tiyatrosu’nun çalgılı çengili, yani bol müzikli
oyununu Murat Atak sahneye koydu.
Özellikle (ilk perdesi 1 saat 15 dk) uzun olması
handikap gibi görünse de, dekoru, ışığı, rejisi ile bir hayli hareketli, zaman
zaman duygulandıran ve yer yer düşündüren bir oyun izleme şansı bulacak Bursalı
sanatseverler.
Bursa Devlet Tiyatrosu oyuncularının yeteneklerini
konuşturma fırsatı bulduğu, tüm oyuncularının üstün bir performans gösterdiği Bana
Mastikayı Çalsana’ya reji anlamında getirebileceğim tek eleştiri, bazı
sahnelerde aynı anda bir çok unsur olması. Ortalama tiyatro izleyicisinin bu durumda
neyi nasıl takip edebileceğini şaşırabileceğini anımsatmak isterim.
Oyunculardan hangi birini saysam bilemiyorum: Hafize Gün, Berrin Kulya
Balkanlar, Ecehan Şarman Çetinkaya, Yener Sezgin, Sitare Tuna, Hatice Sezer, Levent
Uzunbilek, Ayşe Dinç, Nejat Orbay Sehlikoğlu, Emre Nurettin Örük, Cenk Turan, Mustafa
Salih Salcan, Utku Duman, Tümay Revşan Kargın ve diğer tüm oyuncular, hepsi de bir değil binlerce kocaman alkışı hak ediyorlar!
Özetle, “Bana
Mastikayı Çalsana” mutlaka görülmesi ve alkışlanması gereken bir oyun.
***
Ve Bulantı bir
film…
Yönetmeni Türk sinemasının önemli isimlerinden Zeki Demirkubuz.
C-Blok, Masumiyet, 3. Sayfa. Yazgı, İtiraf ve Kader gibi Türk
sinemasında iz bırakan çok önemli işlere imza atan Demirkubuz, özellikle
Bekleme Odası ile sinema çizgisini daha kişisel bir noktaya çekmişti. Kıskanmak
ve Yeraltı filmleriyle eski etkisini yakalamaya çalışsa da Bulantı ile sinema
anlayışını bir kez daha hayranlarının bekleme odasına aldığını anlamış olduk…
Eğer Bulantı’yı kendi kişiliğini baz alarak bir
biyografik çalışma düşüncesiyle tasarladıysa ayrı tabi… Ama bu bir biyografik deneme
değilse ve eğer birilerine bir şeyi kanıtlama çabası içine (inat uğruna) girmediyse…
Keşke sadece yönetmen olarak kalsaydı...
Hem film, hem de kendisi için daha sağlıklı olabilirdi.
Oysa Zeki Demirkubuz’un iyi bir yönetmen olduğunu
söylemeye gerek yok…
Ama, fakat, lakin tekrar anımsatmakta yarar var: Zeki sen iyi bir yönetmensin!
Ve iyi bir senarist…
Kurgu da yapabiliyorsun, sorun yok!
Oyunculuk?
Hem kamera önü, hem de kamera arkası aynı anda…
Zor…
Ve bir kez daha anlaşıldı ki; terzi kendi söküğünü dikemiyor, beyhude bir çaba olmuş…
Kanıt: Bulantı ve
öncesinde Bekleme Odası…
(Kimse bana Nuri Bilge Ceylan’ı örnek vermesin, zira
İklimler NBC’nin en kötü işi, bence…)
Ahmet’i keşke kendi oynamayaymış... (İnsanın kendi
kendisini yönetmesi ne kadar zordur bilenlerdenim çünkü) Kısa filmde bile bu iş
zorken, uzun metraj bir filmin ana karakterinin altına oyuncu olarak yatmak ve
filmi yönetmeye çalışmak... Cesaret falan değil, ciddi ciddi megalomanlık!
75 milyonluk bir ülkede oyuncu bulamaması da pek mandar geldi
bana…
Çınar Oskay’a verdiği röportajda, "Benimle çalışmak için geberdiğini söyleyen
bazı oyuncular bile -çok iyi biliyorum- sevişme sahneleri yüzünden kıvırdılar"
benzeri bir açıklaması vardı…
Sonra da, “Ben
oyunculara iyi oyuncu olduklarını gösterme fırsatı çıkaran senaryoyu verebilen,
buna göre sahneler yazabilecek, -neredeyse değil- tek insanım bu ülkede”
demişti…
Ahmet karakterinin ete kemiğe bürünmüş hali bu. Ama sözel
anlamda; megaloman, kibir…
Sözel evet ama görsel anlamda bu sözlere karşılık gelecek
bir performans çı-ka-mı-yor!
Sonra biri çıkar ve “E madem bu alanda Türkiye’de tek adamsın,
bu fırsatı neden kullanmadı oyuncular?” diye yazar bir yerde(!)
Söz konusu sahneleri izledik, anladık ve karar verdik: “sevişme sahneleri yüzünden kıvırdılar”
sözünü destekleyecek bir erotizm göremedik!
Yani, sırf bu sahneler için, o aktörler nasıl olmuş da
iyi oyuncu olduklarını kanıtlama fırsatını kaçırmışlar, hayret doğrusu(!)
Kızlarımız aslanlar gibi oynamış ama erkeklerimiz nedense
bu sahneleri oynamakta imtina etmiş, pes vallahi(!)
Bulantı filmi için yazdığı ana karakter aslında Zeki
Demirkubuz’un kendisi, " o karakteri
en iyi ben oynarım" diye düşünmüş... Ve hem kendine hem de filme yazık
etmiş! Çünkü hem yazmak, hem yönetmek, hem kurgulamak, hem de çıkıp oynamak her
babayiğidin harcı değil. Hele ki, oyunculuk hamurunda yoksa...
Ve hele ki böylesi zor bir rol için…
Keşke çıkıp da “karakterde
benden çok iz vardı, kendim oynamak istedim ve oynadım” deseydi de röportajdaki
sıkıntılı açıklamayı yapmasaydı…
Peki filmde iyi bir şey yok mu?
Şunu anımsatmakta yarar var: Bulantı Zeki’nin en kötü filmi
değil.
Süre belki biraz daha kısa olabilir miydi, 100 dk gibi…
Kadın karakterlerin hepsi çok iyi. Hatta Nurhayat yenge bile
gayet başarılı.
BJK’li küçük çocuk dahi sırıtmıyor, çünkü doğal…
Gerçekçi ve doğal görünmeyen tek karakter Ahmet…
Hele ki, Ahmet’in kardeşini canlandıran Çağlar Çorumlu’ya
hayran kaldım. Özellikle Zeki Demirkubuz’la olan sahnelerde öyle ezici bir üstünlük
kurmuş ki... İşte bu sahnelerde Zeki hükmen mağlup sayılmalı(!)
Her ne kadar Ahmet’te kendinden yoğun izler, genetik ve
karakteristik ortak özellikler olsa da bu işi bilene bırakıp, filmi yönetmekle
ilgilenseydi, kamera önündeyken öyküyü daha güçlü anlatacak, yeni metaforları
kaçırmayabilirdi.
Kapının kendi kendine açılması yetmiyor artık, yıl olmuş 2015,
…
Hem yetmiyor, hem de yemiyor…
Bakalım sıradaki filmi “Kor” nasıl olmuş?