Perşembe, Kasım 27, 2014

1 Yahudi 100 Müslümana bedel(!)

Yıllar önce eski başbakanlarımızdan Süleyman Demirel, “Nüfusumuz 100 milyon olunca dünyayı titreteceğiz” demişti.
Bunu duyan bir diğer eski başbakanlarımızdan Bülent Ecevit ise “Nicelik değil nitelik önemlidir” şeklinde bir yanıt vermişti.
Öyleyse soralım ve yanıtını arayalım: Nitelik mi önemli, yoksa nicelik mi?
Bununla ilgili bir şeyler karalamaya hazırlanıyordum ki, “kim ne yapmış, neler yazmış” internette bir bakayım, google amcaya da bi danışayım, dedim ve daha önce, üstelik Müslümanlar için, Pakistanlı Dr. Faruk Saleem tarafından hazırlanmış epey uzun bir makale buldum. Türkçesine Ekşi sözlükte rastladığım bu araştırmayı aynen burada da kullanıyorum:
Gerçi daha önce önemli gazetecilerimiz yazının içeriğini köşelerinde konu etmiş ama ben yine de paylaşmakta yarar olduğunu düşünüyorum.
Müslüman bir ülke olan Türkiye ve halkının bu halde olmasının nedenlerine da yerinde açıklamalar getirdiğine inanıyorum.
Yazı biraz uzun oldu, sıkılacağınızı sanmıyorum ama konu biraz moralinizi bozabilir. İsteyen okumayabilir, ancak unutmayın ki, okumaktan vazgeçerseniz yazıda anlatılanların haklılığını da kanıtlamış olacaksınız:
İşte Dr. Faruk Saleem’in araştırma yazısı:         
Dünyada yalnızca 14 milyon Yahudi var. (Kuzey ve güney Amerika'da 7 milyon, Asya'da 5 milyon, Avrupa'da 2 milyon ve Afrika'da 100 bin Musevi yaşıyor) Yeryüzünde 1 Yahudi’ye 100 Müslüman düşüyor. Buna rağmen Yahudiler tüm Müslümanların toplamından yüz kat daha güçlüler.
Nedenini hiç merak ettiniz mi?
Tüm zamanların en etkin bilim adamı ve Time dergisi tarafından ’Yüzyıl’ın Adamı’ seçilen Albert Einstein, Psikanalizin babası Sigmund Freud, Karl Marx, Paul Samuelson ve Milton Friedman Yahudi’ydi. Son 105 yılda 14 milyon Yahudi içinde bilim dalında 100 ün üzerinde Nobel ödülü kazanırken, 1.4 milyar Müslüman arasında yalnızca üç kişi Nobel kazandı. Neden Yahudiler bu kadar güçlü?

ABD’de sinema, müzik ve spor sektörünün yönetici kademesinde mutlaka bir Yahudi vardır.
Bunlardan en bilinen ismi David Joel Stern’dir. 1984’de NBA'in başkanı olan Stern NBA’yi yerel bir lig olmaktan çıkarıp dünyanın en büyük spor organizasyonlarından biri haline getirmeyi başardı.

Rothschild ve Rockefeller ailelerini de unutmamak gerekir ki, bu iki aile dünya ekonomisine yön veren tartışmasız en etkili ailelerdir.

Soru şu: Neden Yahudiler bu kadar güçlü?

Aslında çok yanıt verilebilir ama Saleem’in yazısına bir parantez açıp yıllar önce İsveç’te tanıştığım bir Türk ekonomi profesörün bana anlattıklarını sizinle paylaşmak istiyorum:  Bir departmanda üst seviyeye gelmiş bir Yahudi, bulunduğu departmana rastlantıyla gelen bir başka Yahudi’yi de kendi seviyesine çıkarabilmek için uğraşır. Sonra o ikisi, bir başka Yahudi’yi bulup üst seviyelere getirir. Sonra hepsi bir başka Yahudi’yi aynı şekilde yukarılara taşırlar. Ve bunu yaparken de asla Yahudiliklerini ön plana koymazlar...

Şimdi, Dr. Faruk Saleem’in bu soruya verdiği yanıtlara bakalım:
SORU: Yahudiler neden bu kadar güçlü?
YANIT: “Sorgulayıcı, Araştırıcı, Yaratıcı Eğitim”
Peki Müslümanlar neden bu kadar güçsüz?
YANIT: Din Eksenli, Sorgusuz, Araştırmasız, Ezberci Eğitim veya Sıfır Eğitim! (Yani eğitimsizlik)

Dünyada yaklaşık 1.476.233.470 Müslüman yaşamaktadır. Asya’da 1 milyar, Afrika’da 400 milyon, Avrupa’da 44 milyon ve Amerika kıtasında 6 milyon. Toplam dünya nüfusu içinde her beş kişiden biri Müslüman inancına sahip. Her bir Hindu’ya iki Müslüman düşmektedir, her bir Budist’e karşılık iki Müslüman vardır ve her bir Yahudi’ye karşılık 100 adet Müslüman bulunmaktadır.
Müslümanların bu kadar kalabalık olmasına rağmen neden başarılı olamıyor?
 Nedeni şudur; İslam Konferansı Örgütü’nün (OIC) 57 üyesi var ve ülkelerin tümünde 500  üniversite var. Üniversite başına 3 milyon Müslüman düşüyor. Sadece ABD’de 5 bin 758 üniversite bulunuyor. 2004 yılında Shanghai Jiao Tong Üniversitesi, Dünya Üniversitelerinin Akademik Değer Listesi’ hazırlamış ve ilginçtir ki Müslüman çoğunluğa sahip ülkelerin hiç birinden ilk 500 e giren üniversitesi yok. UNDP tarafından toplanan verilere göre Hıristiyan dünyasında okuma-yazma bilenlerin oranı neredeyse % 90 ve bunlardan Hıristiyan çoğunluğa sahip 15 ülkede okuma-yazma oranı % 100 dür. Müslüman dünyasında buna çok zıt bir durum olarak bir ülkenin okuma-yazma oranı yaklaşık % 40 olup, %100 okur-yazar oranına sahip bir Müslüman ülke yoktur. Hıristiyan dünyasındaki ’okur-yazar’ın %98’i ilkokulu bitirmişken, Müslüman dünyasında bu oran % 50dir. Hıristiyan dünyadaki okur-yazarların % 40’ı üniversite mezunudur ve bu oran Müslüman dünyasında %2’yi geçememektedir.
Müslüman çoğunluğa sahip ülkelerdeki toplam bilim adamı sayısı 230. Her bilim adamına düşen Müslüman sayısı 1 milyon kişidir. ABD’de ise her 1 milyon Amerikalıya karşılık yaklaşık 4 bin bilim adamına, Japonya ise 5 bin bilim adamına sahiptir. Tüm Arap dünyasındaki tam-zamanlı çalışan araştırmacı sayısı 35.000 kişidir ve her bir milyon Arap nüfusa 50 teknisyen düşmektedir. (Bu sayı Hıristiyan dünyasında bir milyon kişiye 1000 teknisyendir.) Ek olarak İslam dünyası gayrı safi milli hasılasının yalnızca % 0.2 sini araştırma-geliştirme bütçesi olarak ayırmaktayken Hıristiyan dünyası % 5 oranında araştırma-geliştirme fonu ayırmaktadır. 

Sonuç: İslam dünyası bilgi üretebilecek kapasiteden yoksundur.

1000 kişiye düşen günlük gazete sayısı ve bir milyon kişiye düşen kitap çeşidi bilginin toplum içine yayılıp yayılmadığının iki önemli göstergesidir. Pakistan’da 1000 kişiye 23 günlük gazete düşerken bu sayı Singapur’da 360’dır. İngiltere’de her 1000 stand için 2000 çeşit kitap bulunurken, Mısır’da kitap çeşidi 20’dir.

Sonuç: İslam dünyası bilgi yayılmasını gerçekleştirmekte başarısızdır.

Bilgi uygulamasının önemli göstergelerinden biri ileri teknoloji ihracatının toplam ihracat içindeki oranıdır. Pakistan’ın ileri teknoloji ihracatının toplam ihracatın içindeki oran % 1, Suudi Arabistanın % 0.3, Kuveyt, Fas, ve Cezayir’in aynı şekilde % 0.3tür. Singapur’da bu oran % 58 ’dir. 

Sonuç: İslam Dünyası bilgi uygulamasını gerçekleştirememektedir.
Neden Müslümanlar güçsüzdür?
Çünkü bilgi üretmiyoruz.
Neden Müslümanlar güçsüzdür?
Çünkü bilgiyi yayamıyoruz.
Neden Müslümanlar güçsüzdür?
Çünkü bilgiyi uygulamıyoruz. Ve gelecek bilgi-temelli toplumlara aittir.

İlginçtir, OIC üyesi 57 ülkenin gayrı safi milli hasılalarının toplamı 2 trilyon doların altındadır. ABD, tek başına 12 trilyon dolar değerinde mal ve hizmet üretmekte, Çin 8 trilyon dolar, Japonya 3.8 trilyon dolar ve Almanya 2.4 trilyon dolarlık üretim yapmaktadır. (Satın alma gücü eşitlenerek hesaplama yapılmıştır.) Petrol zengini Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri, Kuveyt ve Katar hep birlikte 500 milyar dolarlık mal ve hizmet üretmektedirler ve bunların çoğu petroldür. Mal ve hizmet üretimi İspanya’da 1 trilyon doların üzerindedir. Katolik Polonya 489 milyar dolarlık mal ve hizmet üretim gerçekleşmektedir. Budist Tayland 545 trilyon dolar değerinde mal ve hizmet üretimi yapmaktadır. İslam Dünyasının gayrı safi milli hasılasının tüm dünya gayrı safi milli hasılası içindeki oranı hızla azalmaktadır.
O halde Müslümanlar neden bu kadar güçsüzdür? 
YANIT: Eğitim Yoksunluğu. Tam anlamıyla söylersek kaliteli eğitim yoksunluğu. Çok kesin biçimde söylersek akılcı olmayan, din eksenli ve çağdışı eğitim.

Yani neymiş, nicelik değil, “NİTELİK” önemliymiş. Eğer siz insanlarınızı doğru ve çağın gerektirdiği şekilde eğitemiyorsanız, teknoloji üretemiyorsanız, 14 milyon Yahudi’nin elinde oyuncak olmanız da kaçınılmazdır.
Ne demiş atalarınız: “Nazar etme ne olur, ÇALIŞ  senin de olur!”
Peki ya Mustafa Kemal Atatürk bu konuda ne demiş: Tek bir şeye ihtiyacınız var, çalışkan olmak! (1923, İzmit)

***
Yatırım dünyasın ünlü Yahudileri: (markalar); Ralph Lauren (Polo), Levi Strauss (Levi’s Jeans), Howard Schultz (Starbuck’s), Sergei Brin (Google), Michael Dell (Dell Bilgisayar), Larry Ellison (Oracle), Donna Karan (DKNY), Irv Robbins ( Baskins & Robbins ), Mark Zuckerberg (Facebook)

Ve Hollywood’un bir kaç ünlü yahudisi: Harrison Ford, George Burns, Tony Curtis, Charles Bronson, Sandra Bullock, Billy Crystal, Woody Allen, Paul Newman, Peter Sellers, Dustin Hoffman, Kirk ve Michael Douglas, Sihirbaz Houduni (Erik Weisz),  Goldie Hawn, Cary Grant, William Shatner, Jerry Lewis ve Peter Falk (Komiser Colombo), Ben Stiller, Barbra Streisand, Bar Refaeli, Natali Portman, Adrien Brody.
Yönetmenler: Steven Spielberg, Mel Brooks, Oliver Stone, Aaaron Spelling (Beverly Hills 90210 ), Neil Simon ( The Odd Couple ), Andrew Vaina (Rambo serisi), Michael Mann (Starzky and  Hutch), Milos Forman (One Flew Over The Cuckoo's Nest, Amadeus), Douglas Fairbanks (TheThief of Baghdat ), Ivan Reitman        (Ghostbusters), Kohen Kardeşler, Wachowski kardeşler (Matrix serisi), William Wyler. William James Sidis…

Buluşlarıyla insanlığa hizmet etmiş Yahudi mucitler: Benjamin Rubin: İnsanlığa aşı iğnesini verdi. Jonas Salk: İlk çocuk felci aşısını geliştirdi. Albert Sabin: Çocuk felci aşısını daha da geliştirdi. Gertrude Elion: Lösemiye karşı ilacı verdi. Baruch Blumberg: Hepatit B aşısını geliştirdi. Paul Ehrlich: Frengiye karşı bir tedavi buldu. Elie Metchnikoff: Bulaşıcı hastalıklarla ilgili çalışmalarıyla Nobel ödülü kazandı. Bernard Katz: Nöromüsküler iletişim (kas -sinir sistemi arası iletişim) alanında Nobel ödülü kazandı. Andrew Schally: Endokrinoloji ( metabolik sistem rahatsızlıkları, diabet, hipertiroid) Aaaron Beck Cognitive: Terapi (akli bozuklukları depresyon ve fobi tedavilerinde kullanılan psikoterapi yöntemi) geliştirdi. Gregory Pincus: İlk doğum kontrol hapını geliştirdi. Gerald Wald: İnsan gözü hakkındaki bilgilerimizi geliştirerek Nobel ödülü kazandı. Stanley Cohen: Embriyoloji ( embriyon ve gelişimi çalışmaları ) dalında Nobel aldı. Willem Kolff: Böbrek diyaliz makinesini, Peter Schultz: optik lif kabloyu, Charles Adler trafik ışıklarını, Benno Strauss pazlanmaz çeliği, Isador Kisse sesli filmleri, Emile Berliner telefon mikrofonunu, Stanley Mezor ilk mikro-işlem çipini buldu. Leo Szilard ilk nükleer zincirleme reaktörünü, Charles Ginsburg video tape kayıt makinesini geliştirdi…

Peki biz Türkler insanlığa ne verdik?
Yoğurt ve ayranı vermişiz, daha ne olsun(!)
E öyleyse afiyet olsun! ;)



Cumartesi, Kasım 22, 2014

“Dersim”iz makul ve mantıklı olmak…

E biraz da vicdanlı olmak da önemli tabi…
Ama önce makul olalım…
Biri diyor ki, “Dersim’de katliam yapıldı ve CeHaPe özür dilemeli!”
Sonra bir başkası da ekliyor hemen, “Ermenilere de soykırım yapıldı, bir milyon Ermeni, 500 bin Kürt katledildi…”
Yahu, Türkler ne cani milletmiş öyle arkadaş. Bu iddialara bakınca vallahi Naziler bile masum kalmış yanında(!)
Dünyayı katletmişler de haberimiz yok…
Herkesi kesmiş ve katletmişler katletmesine de, bu Alevileri, Kürtleri, Süryanileri, Arapları, Çingeneleri ve tabi Lazları, Boşnak, Çerkes, Arnavut, Rum, Pomak, Çeçen, Gürcü ve Anadolu’da yaşayan, adını saymadığım bilumum halkları nasıl ortadan kaldıramamış, hayret…
…hem de çok hayret, HAYRET(!)
Sen o kadar katlet, insanları yak, yık, bombala, süngüden geçir, katliam yap, ama sonra onlar mantar gibi yerden bitsin tekrar, olacak iş mi bu şimdi(!)
Peki neden?
Var sayalım devlet gitti uçaklarla, süngülerle Dersim’de katliam yaptı, ama neden?
Durup dururken mi, "Ben gideyim şu Alevileri yok edeyim, zaten gıcığım hepsine, katliam yapayım da Naziler gibi namım yürüsün" mü dedi, ne oldu da bu olaylar yaşandı o zaman?
Size mantıklı geliyor mu, sebepsiz ve yalan söylentiler, haberler üzerine mi bombalandı dersim?
Durup dururken ne diye böyle bir canavarlık yapsın devlet?
Mazeret değil, sadece bir sebep arıyorum!
Neden Diyarbakır, Hakkari, Van, Mardin değil de Dersim'de böyle bir şey yapılmış olsun? Yoksa gerçekten de abartıldığı kadar büyük olaylar olmadı da, birilerinin gazına mı geliyor insanlar? 
...ama bazı arkadaşlarımızın, PeKaKa'nın yaptığı somut katliamları görmezden gelip, gerçekliği hala ispatlanamamış Ermeni soykırımı, Dersim katliamı gibi iddialara lapin gibi atlamalarına kimse şaşırmıyor nedense.
Ha bi de Roboski olayı var ki söyleyecek söz bile bulamıyorum!
En çok da bu konuda CeHaPe’ye yüklenilmesine anlam veremiyorum.
Var sayalım iddia edildiği gibi Dersim’de devlet, nedensiz ve gerekçesiz bir katliam yaptı? Peki bunun emrini gerçekten de MK Atatürk mü verdi? Dönemin Başbakanı Celal Bayar’ın, Genel Kurmay Başkanı, Fevzi Çakmak’ın, o zaman partinin bir vekili olan Adnan Menderes ve daha sonra Demokrat Parti’nin bünyesinde siyaset yapacak olan diğer vekillerin suçu yok mu?
O tarihteki tek parti CHP ile bugünkü CeHaPe aynı parti mi?
Eğer Celal Bayar ve Menderes’in bunda payı var ise e o zaman Adalet ve Kalkınma Partisi nasıl oluyor da katliam yapmış siyasetçilerin kurduğu Demokrat Parti’nin devamı olduğunu iddia edebiliyor?
Sadece, soruyorum, makul ve mantıklı bir açıklama bulmaya çalışıyorum?
Durup dururken AKePe ne diye Dersim’i kaşıyor ve ne diye suçu CeHaPe’ye yıkmaya çalışıyor?
İşte bütün mesele bu?
Neden?

Pazar, Kasım 16, 2014

Velev ki Müslümanlar keşfetti!

Neresinden bakarsanız bakın, CumhurBaşbakınımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın yaptığı açıklama gündemi meşgul etmek için satır arasına sıkıştırılmış usta işi bir manipülasyon aslında!
Usta işi dediğime bakmayın, bu saptama sadece bizim coğrafyada işe yarayan bir ustalık. Yoksa okuma, yazma ve okuduğunu algılama oranı yüksek toplumlarda böyle bir söylev hiçbir işe yaramaz; aksine 2 dakikada toplum gözünde madara oluverir insan, makamı veya mevkii ne olursa olsun…
Oysa sorulması gereken gerçek soru şu:
Halkın oylarıyla seçilmiş ilk ve tek Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan'nın dediği gibi, Amerika'ya ilk ayak basan Kolomb değil de Müslmanlarsa eğer, o Müslümanlara daha sonraki yıllarda ne oldu?
İslamiyet Amerika kıtalarında neden yayılmadı?
Asırlar içinde tüm kıta Müslüman olmadı da aksine neden koyu katolikleşti.
Diyelim ki İspanyollar Müslümanardan sonra kıtaya geldiğinde herkesi zorla Hıristiyan yaptı. İyi de aynı şeyi Kuzey Afrika’da neden olmadı? Oraya da Fransız’ı, İngiliz’i Portekizlisi İpanyolu, çağın, ne kadar sömürgecisi varsa hepsi Afrika’ya gitti misyonerlerle birlikte yapmadıklarını bırakmadılar…
Veya Endülüs’te İslamiyet yayılırken neden önüne geçemediler?
Velev ki Kolomb, Hindistan sandığı Küba kıyılarında Erdoğan’ın iddia ettiği gibi bir cami gördü ve bunu anılarında anlattı…
O gün yapılan bir tek İslami eser neden günümüze kalmadı?
Onca, Maya ve İnka eserleri günümüze kadar ulaştığı halde, hiç mi bir taş, bir tuğla veya bir takunya sıkışmaz bir yere?
Muhtemelen, Mısırlı denizciler ve Vikingler de Amerika Kıtası'na gidip gelmişlerdir. Müslümanlar da oralara gitmiş olabilme ihtimali yok denemez ama bu Amerika'yı Müslümanler keşfetti anlamına gelmez. Mesele, keşfettikten sonra oraya bayrak dikmek, koloni kurabilmek. Bunu yapan kim, ona bakmak gerek. Vikingler gitmiş gelmiş bi'numara olmamış, Mısırlılar da öyle...Ve Müslüman din kardeşlerimiz de gitmiş gelmiş ve orada bi'nane yapmak akıllarına gelmemiş nedense... 
Kim yapmış bunu; İspanyollar, 
E o zaman adamlara da saygı duymak lazım... 
Gavur oraya koloni kurmayı akıl ederken siz ne yaptınız, arkadaş? 
Hadi diyelim ki Amerika’yı keşfeden bir Müslüman! E peki o mübarek, o yüce Müslüman kimdir, nedir, nerelidir ve neden tarih onu değil de Kristof Kolomb ve kıtaya adını veren Amerigo Vespuci'yi yazar?
NEDEN?
Sayın CumhurBaşbakanımız bunların soruşturulmayacağını mı sanıyordu, bir aklı evvelin bu soruları sormayacağını mı düşünüyordu acaba?  Ama az biraz zekâsı işleyen sokaktaki vatandaşımız şunu geçirecek aklından: Bin odalı Ak Saray yaptırmak milyon dolar, dünyaya rezil olmak bedava! 
Evet  REZİL olmak…
Tüm dünya bu açıklamasıyla dalga geçecek ve tarih Recep Tayyip Erdoğan, tarihi gerçekleri işine geldiği gibi manipüle eden bir siyasetçi olarak alaycı bir üslupla anacak.
Erdoğan her fani gibi yeryüzünden göçüp gidecek ama dünya Türkiye Cumhuriyeti’nin düştüğü bu komik durumla hep dalga geçecek!





Cumartesi, Kasım 08, 2014

Başbakanın biri Bursa’ya gelirse…

Haftanın son günü Türkiye Cumhuriyeti’nin Başbakanı bir dizi açılış için Bursa’ya geldi…

Geleceği yaklaşık 10 gündür biliniyordu, zira kentin dört bir yanına afiş ve posterleri asılmış, o da yetmediği gibi, gösteri yapmaya hazırlanan sirklerin tanıtımı gibi minibüslerle ana caddeleri turlayan cazgırlar bangır bangır anons etmişti yapacağı icraatları. “İktidar olan bir partinin başbakanı için böyle bir yaygaraya ihtiyaç var mıydı?” diye soranlara, “Evet, vardı; onlar ne kadar çok bağırırsalar, seslerinin o kadar çok duyulacağına inanıyorlar ve bu uğurda yaptıkları her eylem, her girişim mubahtı!”

Yeni Türkiye’nin yepis yeni gıcır gıcır başbakanı Ahmet Davutoğlu Bursamızı onurlandırdı. Onurlandırmak ne kelime, adeta ayağa kaldırdı ve “illallah” dedirtti.
Trafik allak bullak oldu.
Adım başı polis, çiçeği burnunda başbakanımızı kendi halkından ve hatta ki hatta AKP kalesi, Bursalı seçmeninden kordu, demek mübalâğa olmaz!

Olağanüstü polis koruma ordusunu gören iki vatandaşımızın konuşmalarına kulak misafiri oldum:
-Bunlar acaba ne günah, ne suç işledi de halkından bu kadar korkuyorlar ki, böylesine polisleri yollara dizmişler.
-Kimi kimden koruyorlar?
-Yazık bu polislere, yazık Türk polisine, halkı korumaları gerekirken, siyasetçileri halktan koruyorlar!

Neyse, Allahtan Cumhurbaşbakanımız gelmedi de şimdilik sadece başbakan ile atlattık durumu(!) Ya bir de o gelseydi, yaşanacak kargaşanın ebatlarını tasavvur bile etmek istemiyorum.

Tabi bunlar benim dışarıdan gözlemlediklerim. Bir de işin medya ayağı var ki, onu da ÇGD Bursa Şubesi'nin yaptığı açıklamadan öğreniyoruz: Meğerse Bursalı meslektaşlarımın başına neler gelmiş neler: İşte ÇGD Bursa Şubesi'nden yapılan "Bursa basınından özür dileyin!" başlıklı duyuru:
Başbakan Ahmet Davutoğlu'nun, dün gerçekleştirdiği Bursa programı tam anlamıyla bir güvenlik terörüne sahne olmuştur. Başbakan'ın konuştuğu miting alanının çevresi demir bariyerlerle kapatılmış, Atatürk Kongre ve Kültür Merkezi'nin kapıları kilitlenmiş, AKP'nin üst düzey yöneticilerine bile kimlik kontrolü yapılmıştır. Gazetecilere yapılan muamelenin ise bugüne kadar eşi, benzeri görülmemiştir. Gazeteciler, eni yarım metre olan ve dar bir kafesi andıran demir parmaklıklara hapsedilmiştir. Buna itiraz eden gazeteciler, Başbakanlık korumaları tarafından hakarete varan sözler işitmiştir. Ayrıca Atatürk Kongre ve Kültür Merkezi'nin kapıları, sabaha kadar kilitli tutulmuştur. Başbakan'ın bir gece önce terk ettiği bir mekanın kapılarını kilitli tutacak kadar, akıl dışı bir güvenlik tedbiri alınmıştır. Rezaletin ikinci perdesi Başbakan Davutoğlu'nun Çelik Palas Oteli'nde gerçekleştirdiği toplantıda sahnelenmiştir. Başbakan'ın programında olmasına rağmen, oteldeki toplantı, önce basına kapatılmış, ardından otel görevlileri muhabirleri aşağılayıcı bir tutum içine girmiştir. Otelde, Başbakan'ı izleyen muhabirlere önce yemek servisi yapılmış, çok kısa süre sonra "Basına yemek yokmuş" diyen garsonlar, muhabirlerin önünden yemek tabaklarını alarak bir başka skandala imza atmıştır. Otelde, muhabirlere çay ve su bile verilmemiş, su isteyen meslektaşlarımıza, "Sizin rütbeniz yok, size su parayla" diyen otel görevlileri, gazetecileri aşağılama yoluna gitmiştir. Yine aynı akşam Başbakan Davutoğlu'nun Atatürk Kongre ve Kültür Merkezi'nde katıldığı "Ekonomiye Değer Katanlar Ödül Töreni" basına kapatılmış ve davetli gazeteciler bile, kapıdan döndürülmüştür. Başbakan, ödül töreninden ayrıldıktan sonra bile, iş adamlarından görüş almak isteyen muhabirler içeri alınmamış, Başbakanlık korumaları tarafından buradan kovulmuştur. Ayrıca ödül gecesine gazeteci alınmamasına rağmen, BTSO yetkilileri, mesleğimizle ilgisi olmayan kişilere kapılarını açmıştır. Bu durumda, gerçek gazeteciler geceyi takip edemezken, BTSO yetkililerinin davetiyle, meslek dışı kişiler, gazeteci sıfatıyla içeriye alınmıştır. Gecenin finalindeyse aynı tutum sürmüştür. AKP İl Başkanlığı'nda Davutoğlu'nu takip eden muhabirler, Başbakanlık korumaları tarafından buradan da kovulmuş ve "Defolun gidin" denilerek hakarete maruz bırakılmıştır. Tüm bunlar olurken, AKP'nin yetkilileri olaylara seyirci kalmış, yerel yönetimler ve resmi makamlar üç maymunu oynamıştır. Ayrıca Basın Yayın ve Enformasyon İl Müdürü Kadir Akarkaya, yeni bir akreditasyon skandalına imza atarak, gazetecilik mesleğiyle ilgisi olmayan kişilere basın akreditasyon kartları dağıtmıştır. Tüm bunlar, sadece bir günde yaşanmıştır. Çağdaş Gazeteciler Derneği Bursa Şube Yönetimi olarak, Türk basın tarihine kara bir leke olarak geçen olaylar zincirinin sorumlularını kınıyor, iktidar temsilcilerini, resmi makamları, Basın Yayın ve Enformasyon İl Müdürü Kadir Akarkaya, BTSO ve Çelik Palas yetkililerini, Bursa basınından özür dilemeye çağırıyoruz. 
Çağdaş Gazeteciler Derneği Bursa Şube Yönetimi
---
Manisa’nın Soma ilçesini, kurban verdiği 301 madenci ile tanıdı tüm Türkiye. Fakat dün sabah Soma yine gündeme oturdu ve Yırca Köyü’nde yaşanan bir başka katliam ile yüreğimizi sızlattı. Termik santrali yapılacağı iddiasıyla yıllardır süren köylülerin haklı direnişi 6 bin zeytin ağacının katledilmesine engel olmadı.
Bir değil, beş değil, yüz değil. Tam 6 bin zeytin ağacı. Termik santralini yapacak şirketin özel korumaları (ki onlar da TC vatandaşı ve gariban ailelerin çocukları) Zeytinliklerine sahip çıkmaktan gayri gailesi olmayan masum köylülere saldırıyor…
E bu köylüler uzaylı değil, bizim insanımız, bizim köylümüz.  Özel güvenlikçiler patronlarından aldıkları “hücum” emriyle gariban köylüye saldırıyor ve ülkemizin emniyet ve asayişi, kamu düzenini sağlamakla yükümlü askeri kolluk kuvveti, Türkiye Cumhuriyeti jandarması yaşananları seyrediyor!
İşte Yeni Türkiye böyle bir şey…
Köylü mazlum…
İşçi mazlum…
Memur mazlum…
Öğrenci mazlum…
Peki zalim kim arkadaş, şu zalimi bir türlü öğrenemedik ve anlayamadık, bu kadar mazlum ve ahı ortada dolanırken, ilahi adalet ne zaman tecelli edecek, sabırsızlıkla bekliyoruz.
---
Soma’da yaşanan maden faciasının ardından, Ermenek’te de benzer acılar içimizi yaktı… Diri diri gömüldükleri mezar ocaklarından 10 gündür çıkarılmayı bekleyen garibanlardan sadece ikisine ulaşılabildi, geriye 16 mazlum  ve ciğeri yanık aileleri kaldı.. Ölen öldü de esas film kalanlar için şimdi başlıyor.
Bu son değil; evet ilk de değil…
Bütün mesele çağdaş ülkelerdeki koşulların bu ülke insanı için de sağlanması.
Bu insanlar AKP’ye bunun için oy verdi, güvendi ve 12 yıl önce iktidara taşıdı.
Bu güven fos çıktı…
Bu güveni iktidar suiistimal etti ve etmeye de deva ediyor, bakalım nereye kadar…
Zira mazlumların ahı çok birikti, çoook…
---
İnsan kaçakçılığı…
Modern çağların en büyük suçlarından biri…
Modern çağların en büyük trajedisi ve vahşi kapitalizmin ürünü…
Bu insanlar vatanlarını, yurtlarını neden terk ediyorlar?
Neden; çünkü ülkelerinde savaş var, yokluk var, zulüm var, ülkelerinde insanlık ölmüş!
Bunu bizzat görmüş, onların içine girerek, onlar gibi yaşamış belgeselini ve kitabını yazmış biri olarak söylüyorum:
İnsan ticaretini önlemenin tek yolu, bu savaşların sorumlusu olan ülkelerin, mülteci kabul etmesidir. Ülkelerinden kaçmaya çalışan insanlara kapılarını resmi olarak açmadıkları sürece, İstanbul boğazında geçen hafta yaşanan, önceki yollarda Ege’de Akdeniz’de, İtalya’da, Yunanistan’da yaşananlara göz yaşı dökmeye devam ederiz!
Batı, ya bu ülkelerden elini ayağını çekecek, ya da kaçanlara kucak açıp, bu büyük trajediye dur diyecek!
Başka çaresi yok!